23 Temmuz 2011 Cumartesi

Seri katiller saplantılıdır…


Seri katiller saplantılıdır…
Patrick Suskind Parfume: The Story of a Morder adlı romanı Tom Tykwer tarafından 2006 yıllındaBen Whishaw, Dustin Hoffman, Francesc Albiol, Gonzalo Cunill rol aldığı beyazperdeye aktarılmış bir sinema filmi.
Kısaca konusu; Jean-Baptiste Grenouille, parfüm inceliklerini öğrenmek isteyen, yetenekli bir gençtir. Gönüllü olarak parfüm ustalarının yanında parfümün inceliklerini öğrenir. Öğrenmenin sınırı yoktur, her şeyi en ince detayına kadar öğrenmek ister. Bunun bu koku tutkusu hiç beklemediği sona doğru atılan adımdır. Bütün kokuların inceliğini öğrenirken kafasında sorular oluşur ve kendi kokusunun aslında parfümü olmadığının farkına üstadı ile sohbet ederken varır ve o üstadı ona bir destan anlatır. Eski mısırlarda bir çok kokunun sırrı çözülmüştür ama bir halkası kayıptır. O kayıp koku hepsinin üstünde ve karışımdır. O karışımı bulan yaşama hükmeder der. ve Grenouille bu destanı ciddiye alır. O karışımı aramaya adar kendisini ve üstadının yanından başka parfümcülerin yanına doğru yol alır.
O tek bireydir, kendisini keşfine vermiştir. Dışarıdaki gelişmeler onun ilgi alanı dışındadır, o parfümde o kayıp halkayı aramaktadır ve kokularından oluşturacağı düzine olacak bir seriyi tamamlamayı kendisine hedef kılmıştır. Mısırlılar madem yaptı, neden kendisi yapamayacaktı? Yapması gerekliydi, çünkü o kayıp halkayı bularak en büyük olacağını ve toplum içinde değerli olacağını düşünmektedir.
Koku alma duygusu o kadar gelişmiştir ki, etrafında olan her şeyi artık görmüyor, kokusunu alıyor konuma gelmiştir. Koku ve parfüm onun hayatıydı. Koku alma duygusunu yapmak istediği o kendi kokusunu sağlayacak kokuyu bulmak üzere kurgulamıştır.
Yaşamın içinde kayıp halkayı aramak saplantı konumuna gelmiş durumdur. O saplantısını gerçekleştirmek için artık her türlü riski göze alacaktır. İnsan kokusunu almak için ilk tecrübesini bir hayat kadını üzerine gerçekleştirecektir. Hayat kadınını öldürür, çünkü hayat kadını yapmak istediğini anlamamış ve korkmuştur. Korku ve panik onun sonu olacaktır. İlk cinayetini soğuk kanlılıkla işleyen Grenouille ilk parfümünü de yaratmıştır, bu sayede ilk koleksiyonunda ilk şişesini doldurmuştur.
İnsan kokusunu damıtmak için geliştirdiği yöntemi hiç çekinmeden cinayetlerinden sonra uygulamıştır. Cinayetler yaşadığı şehirde kısa zamanda paniğe yol açacaktır, güzel kadın ve kız çocuklarını öldürüyor ve kokusunu damıtmak ile uğraşmaktadır. Gözü görmüyor, kokusunun peşinde gidiyor. O kokuları biriktirmektedir. Koleksiyonu gün geçtikçe gelişmekte ve o kayıp halkanın yani insan kokusunun peşindedir. O insan kokusu parfümü bütün insanları etkileyecek ve toplum içinde hak ettiği yeri alacaktır. Cinayetler arka arkaya işlenmekte ve kadınların saçları kesik olarak şehrin her hangi bir yerde çırılçıplak olarak bırakılmaktadır. Şehrin yöneticileri bu katilin hedefini henüz bilmemektedir, hiçbir zamanda bilemeyeceklerdir. Şehrin yöneticilerinden birinin kızları da bu cinayetlere kurban gitmiştir. O yönetici elinde kalan yaşayan son kızını korumak için her türlü çareye başvurur, onu şehrin dışına kaçırır ama artık o kızın peşindedir. Seri katil kendi koleksiyonu için onun kokusuna ihtiyaç duymaktadır. O kızın kokusunun peşindedir. Onun sadece kokusuna ihtiyaç duymaktadır. Sonuçta dağ bir köyde kızın odasına girer ve öldürür, tıpkı diğerlerini öldürdüğü gibi.
Grenouille ihtiyacı olan kokuyu almıştır. Kokusunu damıtmış ve koleksiyonun son şişesine de kokuyu damıtmıştır.
Yakalanır. O yakalanmasını artık önemsemez, çünkü son şişesini doldurmuş ve hedefine varmıştır. İşkence görür, idama mahkum edilir. İdam için şehrin meydanı hazırlanır. Şehrin meraklıları oradadır, bir idamı izlemek için meydanda yerler alınmış, yer kavgaları zaman zaman olmaktadır. İdam, ölüm demektir ve o şehrin insanı ölümü görmek için oradadır. Fakat beklenmeyen şey olur, meydana şehir zenginlerinin kullandığı araç ile gelir Grenouille. Meydan sessizdir. O meydana arabadan inerken bir koku dalgası yayılır. Kokuyu duyan ona hayran hayran bakar ve önünde eğilirler. Meydanı bir görünmeyen koku dalgası sarmıştır. Meydan suçlu beklerken karşılarında bir melek görmüştür sanki. “O suçsuz” nidaları yükselir gökyüzüne. Parfümün etkisi bütün meydanı şehri almıştır. “o bir insan değil, o bir melek!” diye bağırır piskopos ve önüne eğilir. Bütün şehir ona şükür eder. O melektir artık… sevgi seli göz yaşarlı içinde meydanı kuşatır. Ruhani bir duygu yaşarlar
Elinde bir mendil vardır, mendilde bir damla parfüm. Meydana bırakır. Meydan rüzgar gibi hareket eder ve …
Sessizlik, son çığlıktır. Bir birlerini sevgi ile kucaklayanlar vardır meydanda, dinin binlerce yıldır gösterdiği etkiyi meydan yaşamaktadır, ruhani olarak barışmıştır insanlık.
Grenouille ise kendi dünyasında geçmişte yaşadığı yaşayamadığı sevgilisini düşünür. O yaşamadığı sevgilisi ise son öldürdüğü kızdır. Hayal dünyasında onun ile birlikte olur.
Cinayet ise bir başkasının üzerine işkence ile kalmıştır. O idam edilir.
Grenouille ise Paris yolundadır. O dünyanın en büyük güç ile... o istese her şeyi yapacak güçtedir. Parfümün tek yapamadığı şey, onu diğerleri gibi seven ve sevilen yapamıyordu. O artık umursamıyordu. Doğduğu şehrin kapısından girer ve doğduğu yere içgüdüleri getirmiştir. Meydanda ateş etrafında yoksul bir halk vardır. o parfüm şişesini alır ve başından aşağı döker. O parfüm etkisi ile orada yer alanlar tarafından aşırı sevgi ile kucaklanır. O bir melektir ve melekten bir parça koparmak için ahali artık üzerindedir, öperken bir parçasını koparır. Sevgi aşırı boyuttadır. Üzerine yıkılırlar ve o benim sesleri gökyüzünü şehir kuşatır. Kalabalık üzerinden kalktığında artık ondan bir şey kalmaz ve dünya yeryüzünden kaybolmuştur. Orada yaşayanlar yaptıkları işi sevgi ile yaptıklarından dolayı mutlu olarak meydanı boşalttılar. Ertesi gün sıradan bir gündür, dünden kalan son parçalarda yok olacaktır, çocukların ellerinde…
Son damla yeryüzüne damlar, tıpkı mısır destanında olduğu gibi son parfüm ile ilgili hiçbir kayıt olmadan yok olmuştur, ne yapan ortadadır ne de parfüm…
Bu film ve eserden bir çok sonuç çıkarılabilinir. Fakat bize sunduğu en önemli bilgi, saplantı ve sapkın düşünceler insanı beklemediği sona ve sonuçlara götürür. O insan parfüm kokusu için onlarca kadın öldüreceğini hiçbir zaman düşünemezdi. Hitler’in saplantı düşünceleri yüzünden milyonlarca insan öldüreceğini hiç düşünemezdi. Bugün saplantı ile bakan bir çok bakanlar kurulu başkanı olduğunu unutmayın… her cinayetin ve katliamın arkasında bir çok şey bulabilirsiniz ama seri katillerin arkasında genelde saplantılarını bulursunuz…
İsmail Cem Özkan

17 Temmuz 2011 Pazar

Türküler yanmaz ama yakılır…

Türküler yanmaz ama yakılır…

Son günlerde yaşanan tehlikeli siyasi gerginlik, çatışmayı da beraberinde getirmektedir. Çatışma bir anlamda türkülerin yakıldığı cenazeler ve gençler üzerine yazılmış destanlar demektir.

Her çatışma ortamı, komşularımız ile aramızın daha da açılması anlamına gelmektedir. Çünkü çatışma, komşular arasında nefret duygusunun ve söyleminin artmasındır. Tarihin en büyük kötülüğü belki de nefret söylemin ortaya çıkmasında yatmaktadır. Nerede bir nefret söylemi var ise, orada toplu cinayetlerin varlığı anlamına gelmektedir. Nefret bir anlamda kan dökmek ve yok saymak ya da yok etmek anlamına gelir.

Anadolu toprakları nefret söylemlerine yabancı değildir. Her çatışma, başka nefret duyguların kapsını aralamak anlamına gelmektedir. Nefret söylemi geleceğe bırakılan kanlı ellerdir.

Nefret söylemi ve duygusu öyle bir birlik sağlar ki, bir toprak üzerinde yaşayan başka dillerden de konuşanların ortak duygusu ve düşüncesi hatta hareketi bile olabilir. Aynı söylemin farklı diller ve lehçeler içinde duymak hiç şaşırtıcı değildir, çünkü nefret söylemi grip virüsü gibi yayılır ve kendisine karşı geliştirilen her türlü önlemi karşı kendisini koruyacak güç ve enerjiye sahiptir. Nefret söylemi öyle bir birikim üzerine oturur ki, her ortama göre biçim değiştirerek ve yeni söylemlerin gelişimi için olanak tanır konumdadır.

Bir türkü okundu, değişik dillerde okunan bir gecede. Farklı dillerde okunan türkülere severek katılanlar bir an kulaklarına aşina olduğu başka bir türkü duyduklarında gururlarının incindiğini hissettiler, çünkü o geceden bağımsız gelişen, dışarıda olan bir olayın yankısı salona yansımıştı. Salonda kimse hadi protesto edelim demedi, ortak bir iletişim kendiliğinden oluşmuştu ve kimse bu kendiliğinden olana isim bile vermemişti ve protesto başlamıştı. Gururları incindiğini düşünenler, gurur olarak gördükleri bir marşı yüksek ses ile okuyup kendilerinin gurularını okşamışlardı. Protesto yapılmıştı, türkülere karşı marş söylenmişti. Geçmişte bir olayda olduğu gibi kaşık bıçak atılmamıştı ama ortam görünmeyen bir elektrik dalgası altındaydı. Gururu kırılanlar, gurur kırmıştı. Nefret söylemi yoktu ama duygusu ve birikimi o salonu doldurmuştu.

Salonların sesinin sokağa ulaşması uzun sürmedi. (Medya üzerine düşen görevi yerine getirmiş ve nefret duygusunun hareket alanını bir anda genişletmişti.) Ellerine onur olarak gördükleri bir sembolü alıp, istedikleri evlerin, büroların, siyasi partilerin önüne gelip bir birini tanımayan insanlar yüksek ses ile protesto etmişlerdi. Gece karanlığın içinde Molotof kokteyller atılmış, karanlık ateşe verilmişti. Her şey sessizce ve aniden, yılların birikimi olan bir duygunun hareket etmesi olarak hayat bulmuştu. Salonlar ve sokaklar aynı duygunun dalgası altındaydı…

Nefret duygusu zaman zaman hayat bulurken, aynı zamanda komşumuzu kaybetmemiz anlamına da gelmektedir. Her nefret dalgası, toplumumuz için bir rengin solması ve yok olması anlamına gelmektedir. Toplum, her dalga sonucunda daha da fakirleşmiş, daha da kronik bir hastalığın pençesi içinde, kendi sonunu hazırlayacak günlerin tohumlarını ekmektedir.

Geçmişten gelen türküler bir çok ağıtı içinde barındırır, türküler yanmaz, fakat ağıt türküsünü oluşturan yer ve zaman; bir yangın yeri olur…

Ülkemizin hiçbir alanın, bir karış toprağının dahi yangın yeri olmaması için, bilincimiz içinde yer alan nefret duygusunun kırpıntılarını dahi yok edelim. Çünkü kalan bir kırpıntı bile oluşacak olan her hangi bir dalgada sizin de katil olma olasılığını içinde barındırıyor demektir.
İsmail Cem Özkan

Tüketirken tüketmek ya da üretmek…

Tüketirken tüketmek ya da üretmek…
Bizim evde bir kaç gündür bir tartışma sürüyor ve de gidiyor. Tartışma konusu; eve klima mı alalım, bulaşık makinesi mi? Her iki tarafında kendisine göre kendisine göre haklı tarafı var, çünkü tüketim çağında tüketim ve üretim ilişkileri masaya yatırılıyor ve hangisine gerçekten ihtiyaç duyup duymadığımız tartışılıyor.
Yaşamın geniş açısından bakarsanız her ikisine de ihtiyacımız yok, fakat öyle bir eğitim (medya, okul, kışla, cami) bombardımanından geçiyoruz ki, bir bakmışsınız doğada olmayan şeylere ihtiyaç duyar hale geliyoruz. Teknoloji ilerliyor, ilerleyen teknoloji yeni tüketim ürünlerinin de piyasaya sürülmesi anlamına geliyor. Yaşamın dinamikliğini en iyi izleyeceğimiz alan oluveriyor tüketim. Ekonomi, şehirleşme gibi kavramların temelinde tüketim yattığını düşünmeyiz ama kanıksadığımız ve içeriğini düşünmeden kullandığımız kavramlar içinde yaşamı anlamaya ve algılamaya çalışıyoruz.
Klima almak isteyen tarafın gerekçesi, global ısınmanın yaratmış olduğu aşırı sıcaklar ve sıcaklara karşı en azından akşamları da olsa serinlemek. Gün içinde iş yerinde klima altında çalışınca insan, şehrin sıcağına çıktığında, caddelerden, arabalardan ve binalardan yansıyan ısı ile kaynama noktasına geliyor ve vücudun toplamış olduğu ısıyı evde dengeleyecek en basit yol duş almak oluğu düşünülür ama artık duş bile ısı dengesi sağlayacak konumda değildir. Bir de modern şehrimiz İstanbul’da gözle görünmeyen arızalardan dolayı sular giderse vay halinize. Klima doğanın daha çok ısınmasına yol açan gaz salımı yapmaktadır, ısının daha da fazla hissedilmesine yol açan nedenlerden biri klimalar olduğu kabul ediliyor. Evrenimizi seraya dönüşmesinin nedenlerinden biridir, klimalar ve araçlardan yayılan gazlar. Fabrikalardan yayılan gazlar nedense hiç gündeme gelmez, çünkü onlar baştan sona doğaya karşı yapılmakta olan savaşın araçlarıdır. Fabrikalar tüketim için gereklidir, tüketeceğimiz ürünler oradan oluşturulur. Çağdaş, modern yaşam kalitemizin yüksek olmasını sağlayan ürünler fabrikalardan gelir ama hiç sorgulamayız, fabrikaların dünyamıza verdiği zararları. Tüketiriz, tüketirken yaşadığımız dünyayı da yok ederiz. Fakat sorun dünyanın yok olması değil, anlık soruna anlık çözüm yolu aramaktır. Tüketim yapılırken uzun soluklu sonuçlar düşünülmez, tüket ve tükettiğini çöpe at düşüncesi hakimdir.
Çöpler son yıllarda önem kazanmaya başladı, çünkü tüketip attığımız çöpler artık şehrin merkezine kadar yanaştı. Yaşadığımız alanı ve çevresini kuşatan çöplerden geri dönüşüm elde etme düşüncesi, çöplerin dağ olması ile ortaya çıkan yeni bir ekonomik kavram olarak hayatımıza girdi, geri dönüşüm ekonominin yeni yüzü olacak ama bu son amacı değiştirmiyor, tüketim. Geri dönüşende tüketilecektir.
Bulaşık makinesi isteyen tarafın gerekçesi; bulaşık makinesi su tüketiminin daha az olmasını sağlıyor. Aynı zamanda zamandan tasarruf ediliyor. Bulaşıkların daha hijyenik olmasını sağlamaktadır. Doğaya yayılan kimyasal maddelerin daha minimum olmasını sağlarken, hem sudan hem de enerjiden tasarruftan söz edilir. Ev ekonomisine sağlayacağı yarar, su faturasına yansıyarak, kendi kendisini amorti edeceği fikri ortaya çıkmaktadır.
Bulaşık makinesi geri dönüşümün bizim ev ekonomisine sağlayacağı yarar açısından incelenmektedir. Klima öyle mi? Bir serinlik için elektrik faturasını yükseltmekten başka ne işe yaramaktadır? (Son günlerde tasarruflu klima reklamları çoğaldı, uzaktan sms gönder ve evi soğutmaya başlasın modelleri de artık hayatımızda. (gerçi uzun yıllardır bilgisayar programları ile yapılıyordu bu iş ama artık sms ile de yapılacak bir eklenti yapmışlardı) Bulaşık makinesi sayesinde bulaşık yıkama zamanı içinde eşler bir birleri ile daha çok zamanı geçirir! (Ekran önünde sessizce dizi izleme demiyorlar!...)
Bulaşık makinesi ile klima arasında yapılan tartışma bizim evde uzun bir süre daha devam edeceğe benzer. (Uzunluk kavramı görecelidir, zaman belirtilemez!)
Sonuç ne mi olacak; tüketim çağında tüketeceğiz, tüketirken geri dönüşümü düşüneceğiz, geri dönenini de tüketeceğiz. Tüketirken hayatımızı, dünyamızı da tüketeceğiz… Ev içindeki tartışma sonucunu merak edenler için bir not vereyim, ikisini de alacağız, borçlanacağız! Tüketim çağında, tüketirken hem borçlanacağız, hem de yaşam kalitemizi yükseltmek adına daha çok çalışıp, evde daha az zaman geçireceğiz…