14 Mart 2024 Perşembe

Bir gün bir ziyaretçi gelir ve tüm hayatın değişir.

Bir gün bir ziyaretçi gelir ve tüm hayatın değişir.

Ankara Devlet Tiyatrosu İstanbul turnesine gelmiş, turneye gelen tiyatroların eserini izlemek bende farklı duyguların oluşması yanında farklı düşünce kapılarını da aralıyor.

Farklılık, hayatın tek düzenine karşı sessizce bir isyandır…

Her farklı olan şey bizi farklı bir hayata taşıyabilir, zaten hayatımıza giren her teknolojik ürün bizi geleneksel hayatımızı bilensizce terk etmemizi, yeni olana kısa sürede alışmamızı sağlamadı mı? Yok olanın yerini yenileri alırken, ister istemez bireyi kendisine ve çevresine yabancılaştırır. Yabancılaşan insan bir anlamda içten içe bir kriz yaşar ve onu yönetebilirse başarılı olur, aksi halde izleyici olarak kalmaya mahkumdur. Hayatı izleyen ve müdahil olmayan çoğunluk ise otorite kimse onun gölgesine sığınıp çaresizliğini yaşamaya devam eder…

Oyunumuzun kahramanını Ruth Steiner’in hayatı bir ziyaret ile değişecektir.  

Peki, Ruth Steiner kim?

Ruth Steiner bir şairdir, Amerika’da ünlüdür, aynı zamanda üniversitede profesördür. Uzun yıllar boyunca öğrenci yetiştirmiş, öğrencilerini izlemeyi, onlar hakkında kendi içinde yorum yapmayı sevmektedir… Okul dışında ise yazı yazma konusunda danışmanlık ya da günümüz içinde popüler olan “yazarlık dersi” vermektedir ama yazarlık, ders verilerek olacak şey değildir. Günümüzde para kazanma yönetimlerinden sadece biridir, olmayacak şeyi olmuş gösteren yeni meslek dallarındandır…

Hayatını değişecek o ziyareti bir öğrencisi yapacaktır, özel ders almak için kapısını çalacak…

Kapı açılmıştır ve beklenen konuk kafasında yaratmış olduğu imaja uygun değildir. Kısa süreli beklentiler ve onun yaratmış olduğu durum ortamı germiş olsa da sonuçta para karşılığında zaman ayırmaktadır ve masanın başına geçilir ve çalışmaya başlanır.

Oyunun kurgusu diyalogların içindedir. İzleyiciyi o diyaloglar ile sonuca doğru hazırlanır…

“Konuşmak yerine yaz, çünkü konuşmak/anlatmak yazma dürtüsünü ortadan kaldırır!”

Öğrenci hem de konuk olan Lisa Morrison yazar ile daha fazla yakınlaşmak için her yolu denemektedir, girişkendir, canlıdır, öğrenme açlığı içindedir… Ruth Steiner bir asistan aradığını öğrenir öğrenmez talip olur. Hemen kabul etmez yazar, çünkü prosedürü vardır ve o prosedüre uymak zorundadır.

Kurallar belirleyicidir.

Her bölüm daktilo sesi ile başlar, çünkü üst yazıda yıllar ve yeri yazmaktadır… Daktilo aynı zamanda yazarların kullandığı araçtır… Sahnede daktilo hiç görmedim, gözüm aradı. Sahnede her şeyin bir matematik hesaba göre konduğunu bölüm arasında oluşan karanlıkta yapılan düzenlemelerden çıkarıyorum.  

Her bölüm öykünün bir parçasıdır…

Donald Margulies öyle bir oyun yazmış ki, sizi diyaloglar arasında tutuyor, her bölümde sona doğru taşımaktadır… Her sahne aslında sonuçta toplu olarak sonucun bir parçasıdır… Oyun sizi başta biraz sıkabilir, çünkü sonuçta diyaloglar yer almakta ve ağırlıkta Lissa Morrison’un mimikleri, ses tonu, davranışları seyirciyi kucaklamaya çalışmakta, Ruth Steiner daha otorite, sesi tok, davranışlarında sürpriz yoktur… Oyunun karakterleri davranış ve ses tonu ile yaşananları seyirciye ulaştırırken Lisa Morrison rolüne hayat veren Elif Kaman ilk sahnede çok başarılı bir çizgi çizmektedir, fakat Ruth Steiner rolündeki Sükun Işıtan ise sesi ile bir otoriteyi çok başarılı bir şekilde canlandırmaktadır. Kelimeler, oyuncuların sesi ve davranışı ile hayat bulmuş sahnede seyircisini konunun içine davet etmektedir…

İkinci bölümde ise ilk sahnede yaşadığımız roller arasındaki ilişki değişecektir, çünkü başarılı bir öykü yazarı aynı zamanda roman yazma adayı bir meslektaş konuma dönüşmüştür. İkisi arasında ki ilişki bir işveren işçi ilişkisinden çıkmış sırlarını paylaşan dostlardır… Bu bölümde ses, mimiklerden ve davranışlardan daha öne çıkmaktadır. Sesler ile yapılan vurgular yaşanan dramın aslında bir trajedi olduğu, geçmişin sırları bir romanın konusu olduğu gerçeği vardır…

Lisa Morisson “konuşma yaz” öğüdünü hayata geçirmiştir, o hayata geçen eylem aslında “etik” kavramını da tartışmaya açmaktadır…

Birinin hayatını onun izni olmadan, onun hayatının içine girip deşifre etmek!

 Popüler kültür öyle bir atmosfer yaratmıştır ki sizin mahreminiz bir metaya dönüşebilir, saklı bir şey kalmasına gerek yok, çünkü okuyucu bunu talep ediyorsa, o talep yerine getirmelidir, hayatı, özel anları elinden alınan için ise sadece sesini yükseltip itiraz etmesi kalıyor…

Bu bölümde Sükun Işıtan sahnede devleşiyor… Artık yaşlanmıştır, yürüme zorlu çekmektedir. Yetiştirdiği yazar popülerdir, okuma günlerine gidip kendi eserini tanıtmak da, onu satışında yer almaktadır… El, ayak, ve vücudu her sesini yükselttiğinde biraz daha titremekte, gençliğinde olduğu gibi vücuduna ve sesine hakim değildir, bir kriz anını yaşamaktadır, aynı zamanda hayal kırıklığı, ve kandırıldığı hissini.

Bir roman için gözlemlenen bir öznedir.

Onun özeli artık onun özeli olmaktan çıkmış, asistanı, hayat arkadaşı tarafından çalınıp başarılı bir romanın öyküsü olmuştur… Bu duyguyu seyirciye öyle bir aktarmaktadır ki, seyirci masadan atılan kitaplar, kağıtların etkisi ile irkilmektedir, sanki kitap salonun içine gelecek gibidir… Çaresizlik, güveninin yok edilmesi ile oluşan hayal kırıklığı, öyle bir sunuluyor ki, ister istemez kurgunun içinde kurguyu yaşan oluyor seyirci…

Elif Kaman ise bu sahnede her ne kadar ilk sahneye göre geriye düşmüş gibi gözükmüş olsa da üstüne düşen görevi çok iyi yerine getiriyor… Sonuç olarak her iki oyuncu diyaloglara öyle bir hayat veriyorlar ki, oyun diyaloglar arası sıkıcı olmasından çıkarıyor, seyirciyi o diyaloglar arasına alıyor… Bu diyalogları ışık, dekor tasarımı ile yaşanır kılınıyor, kıyafetler her bölüm için ayrı ayrı hesaplanmış…

Yönetmen Jason Hale, Donald Margulies’in oyununu Murat Somay çevirisi ile istediği gibi sahneye taşımış olduğunu düşünüyorum… yazmaya hevesli olanların en azından bu oyunu bir kere dahi olsa görmelerini öneririm, çünkü yazmak ve etik kavramını seyircisinin kafasının içinde tartışmaya açıyor, sonucu seyircinin duruşuna bırakıyor, kim nasıl bir sonuç çıkarırsa çıkarabilecek şekilde kesin kanaat belirtmiyor…

İsmail Cem Özkan

 Yazan:  Donald Margulies
Çeviren: Murat Somay
Yöneten: Jason Hale

OYUNCULAR:

Ruth Steiner: Sükun Işıtan
Lisa Morrison: Elif Kaman

Dekor Tasarımı: Selim Cinisli
Kostüm Tasarımı: Fatma Sarıkurt
Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Asistanlar: M. Burçak Kaya, Ege Tolga
Sahne Amiri: Pınar Güldü
Kondüvit: Safa Yetişen
Işık Kumanda: Mustafa Bal
Suflöz: Filiz Yılmaz
Dekor Sorumlusu: Ali Şimşek
Aksesuar Sorumlusu: Umut Polat
Terzi: Rabia İpek
Perukacı & Makyöz: Murat Akgün
Sinevizyon Sorumlusu: Deniz Çağlar Yakar

 

10 Mart 2024 Pazar

Önce diplomatlar savaşır, sonra askerler…

Önce diplomatlar savaşır, sonra askerler…

Birinci dünya savaşı öncesidir. Masa üzerinde bloklar oluşmuş, savaş senaryoları oynanıyor…

Dostlar ve düşmanlar…  

Savaş öncesi savaş masa başında ve diplomaside devam etmektedir.

Diplomasi savaşları her savaş öncesi kızışır, sonra sıcak savaşta güçler ortaya serilir ve anlaşma ile sonuçlanır...

Diplomasi masa başında yapılan savaş planına uygun şekilde uygulanır. Dostluk gösterileri yapılır savaşta güç gösteri yapanlar arasında, ikiyüzlülerdir ama olsun düşmanına gülen yüzler ile küfretme dönemidir... Diplomasi gülerek karşındakine küfür edip onu kızdırma ve hata yapmasını sağlamak gösterisidir bir anlamda. Hata yapan kaybedecektir kendi halkının gözünde. Savaşan taraflar için haklı olmak başlangıçta önemlidir, ölecek askerleri motive etmek için…  

Birinci dünya savaşı öncesi savaşa girecek ülkeler ve cepheler bellidir. Güçler karşılıklı olarak ayrılmış, müttefikler ortadadır. Savaşı belirleyecek büyük güç İngiltere ve Almanya’dır, diğerleri o büyük yanında yer alan güçlerdir. İngiltere deniz savaşında üstündür, savaşı kısa sürede biteceğini hesaplamaktadır, savaşın uzaması demek tüm güçlerin zayıflaması anlamına geleceği baştan bellidir...

İngiltere için iki devlet çok zayıftır ve iki zayıf devletten birini yanına almak zorundadır, tercihini Rusya tarafına yapmıştır, çünkü Rusya Prusya’nın ebedi düşmanıdır. Rusya yüzölçümü ve zayıfta olsa güçlü bir insan yığını ordusu vardır. Almanya için o sınırların genişliği gücünün zayıflaması anlamına gelmektedir. Bir de direkt Almanya ile sınırı vardır... İkinci seçenek Osmanlıdır... Ama Osmanlı Rusya’dan daha zayıftır, müttefik olan ülkeye bağımlı olacağı için güç zayıflatacaktır... Savaş sırasında müttefikler için bir anlamda sırtta taşınan bir “hasta” olarak algılanmaktadır. O yüzden İngiltere baştan itibaren Osmanlı Devletini Almanya'ya doğru iteklemektedir... Rusya’da hastadır ama Osmanlı Devletine göre yürüyecek konumdadır, fakat Rusya yardım almazsa iflas edecektir. Bu baştan beri bellidir, o yüzden iflas etmeden İngiltere güçlerini Rusya sınırına taşımak zorundadır...

Churchill Çanakkale’ye doğru gemilerini götürmesinin en büyük sebebi Osmanlı’yı savaş dışına tutmak değildir, Rusya'ya yardım koridorunu açmaktır... Fakat o hayali kısa sürede bitecektir, aceleci kararsı sonucu iktidar koltuğundan da olacaktır... Masa başında yapılan senaryolardaki ilk çatlak lider değişimi ile henüz savaşın başında oluşacaktır.

Almanya ise ona karşı kendi savaş stratejisini masa başında yapmıştır, komutanlarının ve askerlerin nasıl ve nerede ne yapacağı önceden bellidir, sürpriz olmaması gereklidir...

2. Wilhelm Osmanlı devletini üç defa ziyaret edecektir Bağdat Demiryolu hattı çok önemlidir. Lojistik ve enerji yoludur... Fransa etkisinde olan Osmanlı bürokrasi yapısı ve düşüncesine karşı Alman ekolünün yerleşmesi ve Alman askeri stratejisine göre yeniden yapılanması için kapı arkasında görüşmeler ve reformlar yapılması için baskı uygulamaktadır...

2. Wilhelm Osmanlı topraklarının genişliği ve enerji kaynakları açısından Almanya stratejisi için önemlidir. İkinci önemli şey ise halifelik kurumudur. Osmanlı devleti çok zayıftır ve her açıdan Almanya yardımına muhtaçtır ama elinde bir kozu daha vardır: halifelik.

Almanlar dini savaş için bir silah olarak kullanacağını baştan hesaplamıştır. Cihat çağrısı yapması için halifeliği zorlayacak ve o isteklerine ulaşacaktır...

Osmanlı padişahları ilk defa halifeliği bir güç olarak kullanacak ve tarihinde ilk cihat çağrısını bu savaşta yapacaktır... Fakat cihat çağrısının yankısı sınırlı olacaktır, İngiltere ve Fransa yanında savaşan Müslümanlar için cihat çağrısını etkisi çok olmaz. Almanya masa başındaki hesaplarında ilk yanılgısını bu çağrı ile alacaktır.

Almanya, Balkan savaşından çıkmış yorgun Osmanlı toplumunu savaş için hazırlamak zorundadır. Osmanlı devletinin Almanya yanında savaşa girmesinin en önemli sebeplerinden birinin şark cephesinde Rusya’nın insan gücünün parçalanmasıdır, çünkü Almanya için önemli cephe Fransa sınırıdır, Fransa'nın savaş dışına düşmesi demek İngiltere'nin Avrupa içinde hareket alanın yok olması anlamına gelmektedir... Almanya için İngilizlerin Rusya kartına karşı Osmanlı kartı elinde kalmıştır ve tek seçenektir... Almanya direkt Türkiye sınırına ulaşması için Bulgaristan’ı da yanına almak zorunda olduğunu bilmektedir ve savaşan iki tarafı aynı çatı altında savaşmaya ikna edecektir...

Masa başında yapılan hesaplar savaşın çok uzun sürmeyeceği ve kısa sürede Avrupa’da yeni güç dengesi kurulacağı hesaplanmaktadır, fakat masa işi cephelere pek uymaz...

Çanakkale'yi geçemeyen İngiltere Rusya devrimini engelleyemeyecektir...

Rusya'da yeni bir rejimin kurulması başta Almanya’nın işine gelmiş ama kapitalist ve emperyalist politikasına terstir...

Almanya, Rus devrimi ile rövanşını ileriye bırakacaktır...

Almanya için önemli olan sıcak savaştır ve o savaşta ne kadar cephe daralırsa, lojistik stratejisi uygularsa o kadar başarılı olacağını bilmektedir.

Birinci dünya savaşı emperyalistlerin dünyayı yeniden biçimlendirdiği ve sömürdükleri devletlerin bir bölümüne bağımsızlık vermeleri ile sonuçlanmıştır...

Masa başında yapılan plana uygun olarak (kimin ne yaptığının önemi yoktur, kim kazanırsa kazansın) Osmanlı devleti parçalanmış ve oluşan yeni güçlü devletler arasında yeni “uydu/tampon” devletleri kurulmuştur...

Savaşlar masa başında öncelikle başlar ve sonra meydanlara çıkılır… Savaş güçlüler arasında yapılır ve öncelikle kanlı çatışmalar kendi toprakları dışında gerçekleşir…

İsmail Cem Özkan