Bir imecedir yaşam...
"Beni özene bezene yaratan kim?
Sen!
Ne yapacağımı da yazmışın önceden.
Demek günah işleten de sensin bana:
Öyleyse nedir o cennet cehennem?"
Hayyam, rubaileri ile bilir olduk,
aslında o çağının en ileri boyutunda çağını aşan bir gerçek kendisini
yetiştirmiş insandı. O hiçbir gücün gölgesine sığınmadı, anlaşılır, sıradan
insanın da anlayacağı bir dil ile kendisini anlattı, gördüklerini yazdığı
rubailerin içine nakşetti. Onun için en önemli ölçü sağduyu ve akıldır.
Görüneni değil, görünenin arkasında ki gerçeği aradı, çünkü görünen
aldatıcıdır, aldatıcı olan her şey sizi yanlış yola sürükleyebilirdi. Döneminin
biriktirmiş olduğu tüm alanlara ilgi gösterdi, kendisini geliştirdi. Matematik,
astroloji gibi alanlar dışında dini konular hakkında da görüşlerini ortaya
koydu. Hiçbir güçlünün gölgesine sığınmadı, güçlü olan ile dostluk ilişkisi
içinde oldu ama onun hizmetinde olmadı. Yazdığı rubailer ile yaşadığı zamanın
ruhunu, sorunlarını halkın anlayacağı dil ile ifade etti ve bugünlere kadar kaldı
dizeleri…
Bugün hala Hayyam bizlere bir şeyler
söylemektedir, sesi çağın zamanını aşmış bugünün zamanın ruhu içinde de sesi
hala yankılanmaktadır… Onun sesini müzik taşıdı, zaman zaman aşıklar dillerinde
ondan aldığı ödünç cümleleri kullandı, bilim insanları onun yapmış olduğu
bilimsel çalışmalara göz gezdirdi, matematikçiler onun binom açılımında ki
katsayıları kullandı. İnce bir dil ile eleştiri yapmak isteyenler onun akının
ışıltısından ödünç aldı, zamanın idarecilerine göndermeler yaptı…
Hayyam’ın şiir akıcıdır, akılcıdır,
anlaşılır. Onun kelimelerini bugünlerde bir tiyatro eserinde gördüm. Belki
binlerce kez sahnede bir oyuncu seslendirmiştir dizelerini, rubailerini, belki
bir o zaman içinde bulunduğu cemaate okumuştur onun rubailer içine gizlenmiş
isyanını… Sonuçta gelmiştir bugüne ve bugün İzmir Karşıyaka’da bulunun
Karşıyaka Kültür Sanat Derneği bünyesinde olan Çatlak Tiyatro’nın oda
tiyatrosunda hayat bulmuştur… Bir imece anlayışı ile ilk defa dışarından hiçbir
ödünç cümle dahi almadan kendi içinde bir oda tiyatrosu oluşturmuşlar. Yani
yazarı aynı zamanda oyuncusu, ışıkçısı, ses, müzik teknik kadrodan sahnede yer
alanların hepsi çatlak tiyatro içinde pişenlerden oluşmaktadır… Karşıyaka’da
merkezinde yer alan bir derneğin salonu her aynın son perşembesi ayrı bir
heyecan ile insanların ve tiyatro sevenlerin buluşma anına dönüşüyor, orada bir
şölen ve kaynaşma içinde bir ay içinde üretilmiş bir oyun sahneleniyor. Giriş
ücreti ise o şenliğe karışanların oyun sonrası bir pasta olarak hediyesi olarak
dönüyor… Kısaca kendi yağı ile kavuruyorlar kendi yemeklerini…
Tiyatro bir halı dokumak gibidir, her
renk ipliğin bir hikayesi dokunurken oluşturulur, anlamlar yüklenir. Usta
dokuyucu onu öyle bir şekilde halı tezgahında şekillendirir ki, her renk ipliği
öyle bir şekilde iplerin arasında karşı tarafa taşır ki o iplik bile anlamaz
neyi taşıdığını hangi anlamları sırtına yük yaptığını… Usta bir halı dokuyucusu
her ilmeğinde bir öyküyü taşır… Seda Yelbuğa işte bu Çatlak Tiyatro’da halı
dokur gibi tiyatroyu amatör ruhlara taşıyor, her birine görev veriyor ve o
görevin sonucunu alıyor…
Sultan Demiralp yazmış, Kenan Özcan
Hayyam’ı canlandırmış. Sahnede elbette ikisi yoktu, sahnenin içinde Hayyam’ın
iç sesi, hocası, hayalinde ki kadını, yoldaşları da vardı… Bülent İldeş Cihan,
Aysel Önal, Abdullah Özbağcı, Verda Çetin, Barış Tülü… Kısaca tüm Çatlak
Tiyatro orada bir görev almış ve üstlerine düşeni yerine getirirken benim gibi
izleyiciler de seyirci olarak görevini yerine getirdik…
Yüreklerine sağlık demek düşer bize…
İsmail Cem Özkan