19 Eylül 2009 Cumartesi

Filmlerdeki yaşam, yaşama uyar mı?

Filmlerdeki yaşam, yaşama uyar mı?

Günlük yaşamımıza filmler ne zaman girdi? Beyaz perdeden, ekranlar aracılığı ile odamıza hatta yatak odamıza giren filmler, hangi amaçlar için kullanıldı?

Uçak ilk bulunduğunda, uçağı izleyen bir asker ondan nasıl savaş aygıtı yaratacağını düşündü ve hemen uygulandı. Uçaklar yolcu taşımadan önce bomba taşıdı! Uçağı izleyen ve ülkeleri zapt etmek isteyen kafa, onu bir savaş aygıtına kısa zamanda dönderdi. Uçağı yaratan ise kendisini kuşların yerine koymuş ve onlar gibi özgür bir şekilde gökyüzünde olmayı hayal etmişti.

İlk film karesini izleyen asker ya da işgal edilmesi ülkeleri hayalinde yaşatan biri, ne düşünmüştür dersiniz?

Film propaganda amacı ile kullanılması, ilk kullanımından itibaren doğasının içine girmesi acaba tesadüfi midir? Yeni bir silahtır, bir bombadan daha büyük kitleyi etkileyecek konumda olduğu, propaganda bakanlarının masasının üzerinde ayrıcalıklı yeri, sinema salonları kurulurken yer almıştır. Alman propaganda bakanı Goebbels, sinemayı alman cephelerinden kahramanlık hikayelerini ve savaşın nasıl kendileri açısından pozitif gelişmeye şahitlik ettiğini, toplu gösterimler ile Alman halkı içinde savaş taraftarlığı körüklenmiştir. Bu yöntem daha sonra diğer ülkelerde aynı şekilde kullanılmıştır. Askerler ve bayraklar değişmiştir ama işlevi aynı olmuştur.

Dünyayı fethetmek için uçaklardan ve füzelerde de daha etkili olan sinema ve onun türevleri kullanılmıştır. Günümüzde sinema yerini, TV ve hayatımıza giren yeni teknolojilerde yapılan programlar almıştır. Çocuklar için üretildiği söylenen dijital oyunlar, en iyi propaganda aracı olmuştur.

Günümüzde bu propagandanın sonuçlarını, son çekilen filmlerdeki benzerlikler gösterilebilinir. Bir sinema izlerken, bütün dünya sanki tek bir kültürün etkisindeymiş gibi, tek kültürün türevlerini yaşıyoruz hissine kapılıyorum. Bütün filmlerde erkekler kadınlara göre daha uzun ve yapılı, kadınlar ise sevdiği erkeğe göre daha zayıf ve küçük boydadır. Sinema öyle bir etki yaratmıştır ki, ülke farkı gözetilmeden, dil ayrımı yapılmadan izlenen hemen hemen bütün filmlerde bu kalıba şahit olabilirsiniz. Sinema yaşantımıza ne zaman girdi bilemiyorum ama etkisi bugün yakıcı şekilde kendisini göstermektedir. Kadın ve erkek ilişkilerini belirleyen standartlarının oluşmasına da katkı sunmuştur.

Ekranlarda yaşanan maceraların büyük bir bölümü yaşamımızdan kopuktur, fakat o kopuk ilişkiler günlük yaşamın akışına da etkisi gözle görülür boyuttadır, oradan aldığımız düşünme yöntemi ile olaylara bakıyor ve ona göre yorumlamayı doğal bir şey olarak görmekteyiz. Beyaz perdeden yansıyan ışık, bize nasıl bakmamız gerektiğini emrediyor ve biçimlendiriyor…

18 Eylül 2009 Cuma

Burs veriyorum, bakıyorum, tecavüz etme hakkına sahibim!

Burs veriyorum, bakıyorum, tecavüz etme hakkına sahibim!

Parası olanların bazıları evinde hizmetçi çalıştırır, hizmetçinin sadece emeğinden değil, bazıları etinden de yararlanır! Çünkü bir anlamda köle olarak görür karşısındakini, ‘parasını veren ben değil miyim, satın aldığım zaman diliminde her şeyi yapabilirim, yaptırabilirim’ anlayışı hakimdir bir çok insanda.

Sonradan zengin olanlar veya zenginliğine hiç emek sarf etmeden ulaşanlar, bir anda sosyal projeler içinde görürüz. Adı duyulmamış burs verenler çıkar. Burs için üniversite öğrencileri seçilir. Üniversite öğrencilerin arasından belirli kriterlere uyanlara burslar verilir. Bu kriterler, burs verenin amacına göre değişir. Öyle burslar verilir ki, para veren burs verdiği öğrenciyi yakından takip eder! Bu bursların süresi ve miktarı bu yakın takip sırasında oluşan kriterlere uygun olarak devam eder.

Genelde bazı burs verenler, burs vereceği öğrenci hakkında her türlü bilgiye sahip olmak ister. Dışarıdan bakıldığında bir kurumsal ilişki varmış gibi gösterilen burslar sayesinde, bir çok zengin insan, hayalindeki yaşamı yaşamaya çalışır. Parası ile değil mi, para her şeyi alır ve değiştirir!

Burs verenlerin bir bölümü yaşlı olabilir, gençliğinde yaşayamadıklarını, yaşlandıktan sonra yaşmaya özen gösterenlerdir. Hani eskiden yaş 60 iş bitmiş gibi laflar vardı ya, onların rafa kaldırıldığını gazetelerde çıkan düğün haberlerinden öğreniyoruz. Referans olarak gösterilen kişilerde, genelde kutsal kişilerin özel yaşamlarıdır. Onlardan aldıkları mirası bugün yaşattıklarını iddia ederler.

Burs veren kurumun başında olan veya bir yerinde yetkili olan kişi, burs alan öğrenciye istediğini yaptırabileceğine inanır, eğer burs alıyorsa bir öğrenci, ihtiyacı vardır. İhtiyaç ise para karşılığında ortadan kaldırılabiliyorsa eğer, o durumda o öğrencinin etinden ve bilgisinden yararlanmak gerek! Bu anlayışta olan birçok burs verenler, öğrencileri için özel evler ya da otel odalarında odalar tutabiliyor. Burada amaç, o öğrencinin tüm ihtiyacını karşılarken, birazda özveride bulunması ve kriterlere uygun davranması beklenmektedir. Bu yaşam içinde olan öğrenciler elbette şikayet edemezler, çünkü onlar şikayet etmiş olduklarında, var olan olanağından da yoksun kalma riski altındadır. İhtiyacı vardır, ihtiyacını giderebilmek içinde bazı şartlara uymak zorundadır. Bugünlerde işinden olmamak için her türlü özveriyi gösteren işçi ve memurların durumu gibidir. Karar vericisi karşısında boynu büküktür. Eline pimi verilen asker gibidir. Emire karşı gelenin sonu ortadır. İhtiyaç, para karşılığında giderilir. Parayı elinde bulunduran ise, fantezilerini gerçekleştirmek konusunda cömerttir!

Yeni toplum yaşamı, acımasızdır. Kurallar ve ahlak, parası olanın hürriyetine göre değişime uğramaktadır. Yeni dünya düzeni dediğimiz sanırım kısaca bu olsa gerek. Burs alan kız öğrencilerin kaçı, hangi koşullar altında burs almaya devam ediyor diye gerçek anlamda ve sansürsüz bir araştırma yapılabilirse, nasıl bir sonuca ulaşırız dersiniz?

Yurt dışından çocuk bakmak için getirtilen kadınların başına gelenleri, gazetelerin günlük sayfalarında okuyoruz. Basılanlar yurt dışı ediliyor, bu işi yapmaya zorlayanların durumu ise gri bir sisin altında kalmaya devam ediyor. Yaşlı bir gazetecinin, evini temizlemesi için getirttiği kadının reşit olmayan kızına taciz ya da tecavüz ediyor, eğer basının önünde olmamış olsaydı, vicdanı hür olarak aramızda dolaşıyor olacaktı. Reşit olmayan 15 yaşındaki bir kız çocuğu bir adamın altıncı kuması olarak gelin geldiği haberi gazetelere düşüyor. Buna benzer nice olaylar ile karşılaşıyoruz.

Oğlu, bir reşit olmayan kızı öldürüyor, kesiyor. Polis dinlemesine takılıyor. O oğlanın babası, okuyan öğrencilere burs veriyor, burs verdiği kızların bir bölümü adamın metresi konumundaymış. Gazete sayfalarına düşüyor ama kanıksadığımız için haberi okuyup geçiyoruz. Onun gibi kaç burs veren, öğrenciler ile ilişki içinde? Kız yurdu müdürlerinin yaşamı incelemeye alındı mı? Öğrenci yurtlarında ve çevresinde neler oluyor? Okul çevresinde yer alan eğlence mekanlarında, hangi öğrenci, hangi amaç için kullanılır konumda? Muhtaç olan konumda olan kişi, her türlü zevk için kullanılması acaba bir suç teşkil etmiyor mu? Parası olana karşı ne gibi yaptırımlar uygulanıyor? Bu zevk için kullanılan ve pazarlanan insanlar var olduğuna göre, bunları satın alanlar acaba suçlu değil mi? Satın alana karşı, her hangi bir yaptırım var mı? Hem ahlaki, hem de cezai olarak?

Söze gelince, ahlaktan, namustan bahsedenler, toplumun bu çarpık yüzü karşısında nedense söz söyleme yerine, o çarpıklıktan nemalanmaktadırlar. Bu duruma karşı nasıl bir söz söylenir? Adamın geçim kaynağı! Serbest piyasada her şey alınır, satılır, ekonomiye can suyu verilir!

15 Eylül 2009 Salı

Kahveler mi vardı?

Kahveler mi vardı?

Babam içeriden kolunun altında tavlası ile gözüktüğünde, yeğenim bilgisayara biraz daha kapandı. Bilgisayarda oynadığı oyun içinden çıkan seslere ortak olarak, yaşadığımız odadan kopmuş gibiydi.

Babam, eline aldığı tavlayı masaya koydu, gözleri ile oyun arkadaşı arıyordu. Gözleri nereye dönerse, o gözlere hedef olan hemen bir şeyler ile uğraşıyor durumuna geçiyordu. Umutsuz olarak gözleri ile etrafına baktıktan sonra, söz ile uyarı yapmıştı. Artık odadan biri bu oyuna talip olmak zorundaydı. Tavla sesi odayı doldurduğunda, sese klavyenin tıkırtısı da eşlik ediyordu. Kimsenin izlemediği TV ise bir yerde çalışıyordu. Tıpkı eskilerde radyonun açık olması gibi, TV radyo görevi görüyordu, zaman zaman gözler dönüyor bakıyor, sonra umarsız bir tavır ile izleyen kendi dünyasına dönüyordu.

Tavlanın şıkırtısı ne zaman eve girmişti? Kaç evde şimdi tavla oynanıyor? Eskiden aileler buluştuğunda, tavla oynanır, kağıt oynanırdı. Eğlenceli dünyanın içine zaman içinde okey oyunu da girmişti. Gece geç saatlere kadar okey oynadığımız günler, benim çocukluğumda kalmıştı. Şakırtılar eşliği altında, kahkaha sesleri şimdi içinde oturmadığımız duvarlarda kalmıştır. O evlerden ve şehirden taşınalı çok olmuştu, şimdiki kapı komşumun yüzünü bile anımsamıyorum.

Mahallede kimlerin oturduğunu eskiden bilirdik, mahallenin namusu kavramı vardı, bıçkın delikanlılar mahalleye gelen her yabancı erkeği dikkatli izlerlerdi. Rahatsız etmezler ama gözleri ile izlediklerini belli ederlerdi, çünkü kime geldiği merak konusu olmuştur. Kahvede başlayacak bir konuşmanın konusu dahi olabilirdi.

Benim çocukluk ve gençlik yıllarımda kahveler vardı her mahallede. O kahvelerde sigara dumanı altında, tavla, okey tıkırtıları altında, bol kahkaha ve yüksek sesle konuşmalara şahit olunurdu. Kahveler deyip geçmeyin, onunda bir daimi müşterisi olurdu. Hangi saatlerde kimlerin girdiği ve kimleri hangi saatte aranması gerektiğini bütün mahalleli bilirdi. Sabah gençler gelir, günün ilk deminin altında gençler orada buluşur, evde içtikleri çay yeterli olmaz, birde kahvede çay içilir, sonra işe doğru gidilirdi. Eskiden mahallenin gençleri bir birine yakın işyerlerinde ya da aynı işyerinde çalışırdı. O yüzden kahveler bir buluşma noktası özelliğini gösterirdi. Onlar gelmeden çaylar demlenir, kahve akşamdan kalan pislik süpürülerek hazırlanırdı güne. Kahvede vardiya usulü çalışma olurdu, çünkü gece geç saatlerde kapanırdı, sabah erken açılırdı. Bir aile işletmesi özelliğini gösterirdi. Çırak çayları yapar, alışverişi yapar, sonra patronun ona vereceği ödevi beklerdi. Bütün mahalleli onu tanırdı, o da mahalleliyi.

Kahvelerin müşterisi saate göre değişir dedik, öğen saatlerde emekli ve işsizlerin buluşma noktası olurdu. İlk oyun sesleri o saatlerde duyulurdu. Bir paket sigara ve çay ile gün geçerdi, zaman zaman kahvede içilirdi ama kahve her an içilmezdi. Çay daha çok içilirdi. Çay için kahvelerde özel bir düzenek vardı. Her an su hazır olur, demlik sürekli tazelenirdi. Kahvede sürüm fazlalığından dolayı, çay her an taze olarak kokusunu kahve içine bırakırdı. Türkiye insanı çaysız yapamaz ama kahvesiz yapar konumdaydı. Fakat bu durumun ne zaman alışkanlık yaptığını kimse bilmez, sanki binlerce senedir o şekilde yaşarmışız gibi algılanırdı ama kimsede bunun üzerine konuşmazdı. Konuşulacak ne vardı ki, yaşıyorduk işte. Değişimlere her an açık olan bizler, yeni alışkanlıklar kazandığımızda hiç sorgulamazdık. Gözlerimizi kapar, yeni olanı sorgusuz kabul etmişsizdir.

Kahvelere en son gece geç saatlerde gelenlerdir. O saatlerde gelenler daha çok para karşılığında oyun oynayanlardır. Onlar kahvelerde sadece çay ve kahve içmez, milli içkimizi de tüketirlerdi. Kahveci gün boyu kazandığı paradan daha çoğunu işte bu geç gelenlerden kazanırdı. Kahveci ekmeğini taştan çıkarırdı ama esas taştan çıkaranlar para karşılığında okey dönenlerdir! Gece geç gelen bu bereket doğal olarak yasal değildir, gece baskınları da kaçınılmazdır. Bazen gün aydınlandığında kapı önünde mühür olursa, işte o zaman anlaşılırdı ki, gece baskın yemişler ve yakalamışlardır. Mahallenin karakoluna gidilir ve artık oraya gidip gele akraba olmuşlardır. Birkaç gün sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşam devam edilirdi. Kahve bir kültür yaratmıştır, o yüzden orada yaşananlara bakarak o toplumu daha iyi tanıma imkana sahip olunurdu.

Bu durumu keşfeden politikacılarda seçimler öncesi kahvelere gelir, sandalye üzerine çıkarak propagandasını yapardı. Kahveye gelen evin reisi olduğuna göre, son söz onda biter olarak kabul edilmiştir. Genel kabul edilen değişimler ilk olarak kahvelerde kendisini gösterirdi. Kahveler zamana uygun esprilerin ve konuşmaların yapıldığı yerlerdir. Günlük yaşamın küçük bir dünyasıydı!

Kahvelerin ilk olarak İstanbul’da Tahtakale’de açıldığını kim bilirdi? Mısır’ın alınması ve kahvenin daha alt tabakaya doğru yayılması 1555 yılını gösterir tarih bize. O tarihten önce bizde, kahve köşklerde devlet erkanı ve zenginleri tarafından tüketilen lüks içecek olarak bilinirdi, halk bu içeceğin adını köşkte çalışanlar tarafından duymuş olmasına rağmen, ne kokusunu, ne tadını bilirdi. Kanuni zamanında, bugün Eminönü semti içinde yer alan yerde büyük bir dükkan tutan Halepli Hakem ve Şamlı Şems Efendiler sayesinde kahvenin kokusu İstanbul’un bu semtinden, Osmanlı toprağına yayılmıştır. Çünkü bu semt o dönemin ticaretin merkezidir, Osmanlı borsası gibidir. Orada ne olursa, bütün Osmanlı etkilenir, tüccarlar tarafından alınan yenilikler en ücra köşeye kadar yayılırdı.

Kahve bizim yaşantımız içinde aslında bir devrim niteliğini gösterir, çünkü bu sayede Osmanlı tebaası yeni bir mekana kavuşurken, bu mekan sayesinde günlük gelişmelerden haberdar olmuştur. O haberler doğrultusunda yorumlar yapılmıştır. Kahveler günlük yaşamın yorumlandığı mekandır bir anlamda. O yüzden daha sonra gelen padişahlar, tebaanın ne düşündüğünü anlamak için kahvehanelere bir iki adamını göndermesi yeterli olmuştur. Kahvehanelerde bir kaynama varsa, o padişahın tahtının sallandığı anlamına geliyordu. Osmanlı padişahları yanında nice başbakanı da bu kahvehanelerde başlayan hareketler sonucu kellesinden olmuştur. Bir buluşma noktasıdır ve buluşma noktasında ülke meseleleri tartışılmış, Ramazan aylarında ise orta oyunun oynandığı alanlar olmuştur. Her orta oyunu bir anlamda siyasi bir yergidir. Hem toplumu eleştirir hem de iktidarı. Ortaoyuncu çok ince mizah çizgi ile konuşmak zorundadır, çünkü Hacivat ve Karagöz gibi kellerinden olmak ile de karşı karşıya kalabilirdi. Orta oyuncu bir anlamda mizah sanatçısıdır.

Ortaoyuncular kahvehanelerden ne zaman uzaklaştı, daha doğrusu ne zaman var oldular ve yok oldular? Bu sorunun cevabını kimse tam olarak bilemez. Toplum kendi ihtiyacını yaratır ve yok eder, her dönem yeni bir yaşamı beraberinde getirir. Toplumların her geçiş döneminde başka buluşma alanları olmuştur. Bizim tarihimiz içinde kahvelerin yaşantımıza girmesi ve yavaş yavaş yok olması bir değişimin habercisidir. Bu yeni yaşamada çabuk alışacağız ve bir zamanlar bunlarda varmış sözünü ancak tarih kitabı ya da roman okuduğumuzda anlamaya çalışacağız. Çünkü bugün bir çok gelenek bize yabancılaşmıştır.

Sorgusuz kabul ettik ama yeni gelene de hemen uyum sağlayamadık. Önceleri dışarıdan baktık, sonra etrafından dolandık, sonra vazgeçilmezimiz oldu. Bugünkü cafelerde tüketilen kahveler ve değişik içecekler evrensel dünyamızın bir çok ülkesinde tüketilmekte, hatta standart hale getirilmiştir. O kadar standart ki, firmalar kendi markaları altında, bütün dünyada nasıl renk ve biçimde cafeler yapmışsa, aynısını da bizde de görmekteyiz. Hangi şehirde, hangi zaman diliminde yaşadığımızı unutacağımız yeni mekanlar içinde, yeni konular konuşmaktayız ama bu yeni konular şimdilerde ülke sorunları değil, akşam hangi erkek ya da kadın ile nereye gideceğimiz konusuna dönüşmüştür. Bu yeni mekanlarda, ne ortaoyun vardır, ne de başka bir şey. Sadece tüketime açık olan ve hemen tüketilmesi gereken içecekler ve yiyeceklere bakıp, tüketen ve sonra bizde hiç iz bırakmadan gittiğimiz bir ara nokta oldu. Cebimizdeki paraya göre cafelere oturuyor ve sonra gidiyoruz. Eski kahvelerin yaratmış olduğu dumanın etkisi ile bulanık ve kirli hava yok, ne de tavladan çıkan ses, ne de okey oyunun şıkırtısı. Ne de mahallenin namusunu bekleyen delikanlılar. En önemlisi de mahallenin dedikodusu yok oldu!

Kahvelerden eve taşınan oyunlarda zaman içinde yok oldu, şimdi evlerde çocuklar için alınan oyuncaklar oynanmaktadır. Yaratıcı oyunların yerini, önceden üretilmiş ve kurları belli oyunlar almıştır. Her oyunun cevabı da bellidir, sürpriz yoktur. Araştırma yoktur. Kahvelerin ortadan kalkması bir anlamda evdeki ansiklopedilerin dijital ortama girmesi gibi bir durumu yaratmıştır. Eskiden kahvede yapılan tartışmalarda, kanıt göstermek için ansiklopedilerden cevaplar aranırdı, şimdi tartışma yok ki, cevap aransın!

Yeni cafeler, sadece tüketime yönelik ve damak tadına uygun çeşitli ürünlerin olduğu bir yer konuma dönüşmüştür. Gerçekten bir cafeye oturduğunuzda, hangi ülkede olduğunuzu hissediyorsunuz?

Babam evde kolunun altında tavla ile odaya girdiğinde, her zaman olduğu gibi herkes bir şeyler uğraşıyor gibi oluyor! Yeğenim hiç kalkmadığı bilgisayarın başında, yüzlerini hiç görmediği arkadaşları ile bir savaş oyununda, omuz omuza düşman ile savaşmaya devam etmektedir.

Gerçekten bu ülkede kahveler var mıydı, yoksa sadece bir düş müydü?