21 Ocak 2011 Cuma

Mağdurluk edebiyatı…

Mağdurluk edebiyatı…

Mağdur edebiyatı yazın ve politik yaşamımıza ne zaman girmiştir, kimse bu konuda kesin tarih söyleyemez, ülkemizin tarihin son yüzyılı içinde en mağdur yöneticisi Abdülhamit olmuştur, ondan sonrada mağdurluk sistemli olarak sürekli devam etmiştir. İktidara gelen, gelmekte olanı mağdur etmiştir, yok saymıştır. Fakat iktidarda olupta hala mağdur edebiyatı yapan kimdir sizce?
Erk sahibi kendi mağdurunu yaratmaktadır, çünkü mağdurlukta haksız bir taraf vardır. İktidar olup da geçmişte yaşamış olduğu mağdurluk hallerini sürekli dillendiren ve kendisini o mağdurluk sayesinde politika oluşturan bir anlayış, politik söylemlerini ve duruşunu artık o mağdurluk durumuna göre belirlenmiş demektir. Bundan dolayı, iktidar mağdurluk üzerinden halka olayları açılmaktadır ve ona göre gönüllere seslenmektedir, kısaca halkın duygularına damardan girmektedirler.
Mağdur olan biri mağdur yaratabilir mi, elbette; eğer çıkarı bu mağdurluktan yarar sağlıyorsa. Son günlerde mağdur edebiyatı içinde, geçmişte mağdur olmuş ama bugün iktidar olan kesim yine kendisine koşulsuz destek verenleri mağdur yaparak, onların toplum içinde kaybettikleri konumlarını almaları için olanak tanımaktadırlar. Mağdur, mağdur yaratarak, bir anlamda kendisine koşulsuz destek verenleri beslemektedir ve ayakta kalmalarını sağlamaktadır. Bu sayede, kısa süre sonrası olacak olan seçimler için kendisine yandaş bulmaktadır.
***
Bir baba düşünün, o baba geçmişte Marksist olsun, düşünceleri için dayak yesin, mahpus olsun, mağdur olsun ama mağdurluğunu ne politik çıkara ne de başka amaç için kullanmasın. Bir gün ülke postallar altında ezilsin ve faşist bir darbe gerçekleştirilsin. O darbenin sonucunun dolaylı ya da direkt olarak kendisinin yaşayacağını hissettiği için bir anda piyano eşliğinde viski içmenin zevkinin var olduğunu anımsasın. O güne kadar aldığı riskler kendi içindi, fakat bir yaştan sonra bakmak ile yükümlüğü olduğu ailesi ve çocukları vardır, kaybedeceği bir şeyleri de vardır. Elindekini korumak için, darbeciler ile karşı karşıya gelmemek için, onların hoşlanmadığı konular üzerinde fikir beyan etmesin. Darbecilerin insan haklarını çiğnediğini, bir çocuğu beslemeyip astığını gündemine almasın, Osmanlı padişahlarının kaçının boğulduğu, kaçının anasının kim olduğunu yazısına konu yapsın, ki en politik yazıları bunların içinde veriyordu. Viski ve piyano eşliğinde günün romantik saatlerini yaşamak daha cezbedici gelmesi doğal olsun. Bu arada çocukları büyümüş, kendisine benzer entelektüel çocuklar yetiştirsin.
Armut ağacının dibine düşer. Ama her düşen armut olgun olmaz, çürükte olabilir.
İki çocuğu kendisi gibi kelimelerden para kazansın… Babalarının geçmişlerinden ders alan çocuklar; mağdur olmamak için, babalarının geldiği ve baba sevgisini vermeyen koşulları yaşatanlara karşı (kendi kafalarındaki koşular) içten içe bir düşmanlık duysunlar ve gün geçtikçe o kesime karşı köklü bir düşmanlık beslemiş olsunlar.
Ne gariptir ki, diyalektiğe inanan birinin çocukları, kendisinden geri olsun.
Çocuklar babalarının yaşamından ders almışlar ve o mecliste atılan yumruğu unutmamışlardır. Yumruk atana değil, babasının içinde bulunduğu sola karşı düşmanlık geliştirmişlerdir. Çünkü babaları orada olmasaydı o yumruğu yemeyecekti. Solcular babalarının zor günlerinde sahip çıkmamışlardı. Her darbeden mağdur olmanın sebebi soldu, solcu olmaktı. O yüzden kül tablasında biriken sigara izmaritleri eşliğinde yapılan sohbetlerin, aslında mağdurluğu yarattığını, oğullardan biri bacak arasından bakarak yazmıştı. Ne garip bir durumdur ki, mağdur olmamak için solu terk eden, sola küfür eden biri, yazdığı kitaptan dolayı mağdur olmuştu, poşete girmişti.
Babasının savunduğu liberal ekonomi ve ilişkileri sayesinde oğulların önü açılacaktı ve ilk fırsatta değerlendirilecekti. Kırmızı koltuk arayıp bulmadığı ünü ona taşıyacaktı, “ikinci cumhuriyet” söylemi başka oğluna Fethullah dergisinin sayfalarını açacaktı.
Liberalizm, mağdurların pirim yaptığı dönemi de açıyordu. Liberal ekonomide ve politik sahnede sürekli mağdurlar yaratılıyor ve mağdurlar iktidara taşınıyordu ve darbenin amacına uygun yol alınıyordu. Tarih çizgisi değişen ülkede; iktidar hayali kuramayanlar iktidar nimetlerinden yaralanır olmuştu. Her mağdurluk durumu iktidara gelişi daha da güçlendiriyordu. (baş örtüsü yasağı bunların eline en önemli mağdurluk silahını vermişti.) Mağdur olana beslenen acıma duygusu damardan veriliyordu.
Mağdur olanlar, mağdur olanı seçiyordu ama mağdur olanı kim neden mağdur yaptığını araştırmıyordu. Mağdur ile empati kuranlar, geçmişin yaratmış olduğu birikimi hiçe sayıyor, tarihi geçmiş olanları siyaset sahnesinden silmekte sakınca görmüyordu. Mağdur olanlar, yeni mağdurlukları ile iktidarda olmaya devam ediyor ve iktidardayken bile mağdur olmayı yaşıyorlardı. Her önüne gelen engeli, kendilerini mağdur ediyor diyerek rahatlıkla anlatıyor ve sunuyorlardı Mağdur olacak adımlar atmakta sakınca görmüyorlardı, bilerek gidip o mağdur olacağı duvara çarpıp ağlıyorlardı. Ağama yanında öç alma ve akıl verme nutukları atmayı da unutmuyorlardı. Mağdurluk politikası iyi bir oyunculuğu beraberinde getirmişti, verilen senaryolar harfiyen uygulanıyordu. (Gözyaşları içe doğru sızılan bir damlacıktı ve bu göz yaşı silah olarak timsahtan ödünç alınmıştı.)
Bugün liberalleri mağdur yapan hükümet, bu mağdurluğu da büyük olasılıkla kendi lehine döndürecektir, çünkü politikasını ve söylemini bu mağdurluk politikası durumuna göre belirlemiştir. Söylediği sözler değil, yaptığı hareketlere bakarak bu sonucu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Mağdurluk hükümetin elinde bir silah olarak durmaktadır ve kullanmaktan da çekinmemektedir.
İsmail Cem Özkan

19 Ocak 2011 Çarşamba

4 yıl oldu!

4 yıl oldu!

4 yıl oldu, ötekileştirilen bir yazarın ölümü. Ötekinin sessiz çığlığı yaralı bir güvercin olarak gökyüzüne kavuştu.
Gökyüzü yaralı bir güvercini içine aldı, sokaklarda ölüm hakimdi, ayak sesleri uzaklaşıyordu kaldırım taşları üzerinden. Şehir susmuştu, daha önceden bildiği ölümü yaşamıştı. Ölüm sessiz ve soğuktur. Aniden geldiğini görürsünüz ama aniden değildir, çünkü ölüm bu sefer bilerek ve hissederek gelmiştir. “Yaşadığım yeri seviyorum, terk etmeyeceğim” diyen bir ses, o soğuk havada susmuştu.
4 yıl oldu bugün, dört yıl. Dört yıldır saklanan gerçekler hala saklanmaya devam ediyor. Katili biliyoruz diyorlardı arkadaşları, katiler ile birlikte kol kola yürümeyi de ihmal etmedi bir bölüm arkadaş çevresi. Dört yıldır saklanan gerçekler, kaç yıl daha saklanacaktır?
Dört yıl oldu, sessiz bir çığlık kulaklarda yerini korumaktadır. O gün iktidarda olanlar bugünde iktidardadırlar. O gün şahit olanlar, bugünde şahitliklerini sessizce korumaya devam ediyorlar. O gün bilinen gerçekler, bugünde sessizlik içinde biliniyor. Suçlular ortada yok; dört yıl oldu gerçek suçlu ortada yok!
Biliyoruz, hissediyoruz ölümün katili belli. Belli olmasına rağmen bir adım atamamızın önünde en büyük engel o işi sorgulayanlar tarafından atılıyor. Zamana yayılıyor,. Zaman her şeyin ilacı değildir, bugünlerde katillerin ilacı konumuna dönüştü. Zamana yayıp, suçular; suçsuz gibi ortalıkta aramızda dolanmaya devam ediyorlar.
Suç, suçlu kavramları artık zaman faktörleri ile aranır oldu, çünkü zaman aşımı suçluyu ortadan kaldırıyor. Ölen her zaman suçlu olmaya devam ediyor. ‘Ölenler ile değil, kalanlar ile sorunumuz var, o öldüğüne göre geçmişi daha fazla kaşımayalım, katillere kader kurbanı adını takalım ve onları vicdanımız içinde affedelim’ anlayışı hakim.
Domuz bağı ile boğanlar, tanrı adına cinayet işleyenler, arkadan sinsice gelip elindeki kasatura ile farklı ve öteki olduğu için kişinin kafasına geçirenler bugün aramızda özgürüce yaşıyorlar. Maraş, Çorum; Sivas, Malatya, Trabzon, İzmir, Diyarbakır, Batman… her ilde işlenmiş toplu suçlar artık suç değildir. Toplumsal ölüm halini yaşıyoruz. Ölüyoruz, ölümümüz sessizce gökyüzüne karışıyor.
Dört yıl oldu, belki de binlerce yıl oldu, çünkü ne ilk ölümdü ne de son. İnsan; iktidar hırsı içinde olduğu sürece bu cinayetler devam edecektir. İktidar hırsı ile cinayetler işleniyor, daha fazla iktidarda kalmak adına ya da iktidarı ele geçirmek için. İktidar hırsı ile nefret besleniyor, nefretin beslendiği yerde bir cumhuriyet vardır, o cumhuriyet ise hırs vardır. Nefret iktidarı besleyen en önemli araçtır. Nefret sayesinde iktidar olacağın devlet oluyor, devlet olan yerde ulus oluyor, ulusun olduğu yerde öteki oluyor, ötekinin olduğu yerde ise çatışma kaçınılmazdır. Çatışma olmazsa devletin varlığı tartışılır. Tartışmanın olduğu yerde ise sorgulama vardır, sorgulamanın olduğu yerde protesto olması doğaldır ama iktidar hırsı içinde olan bu eleştirilere karşı hoşgörü gösteremez, küfreder, devlet olanakları ile önlem almaya çalışır. İşte bu demokrasinin diktatörlük tarafını temsil eder ve erk sahibi bu devlet gücünü kullanarak koltuğunu sağlamlaştırmak için topluma korkuyu hakim kılar, hakimliğin öteki adı nefrettir. Nefret ile bakanların oluşturduğu cemaatler, iktidar koltuğunun güvencesidir.
Dört yıl oldu, ‘suçlu; ölen’ bakış açısı hala geçerlidir, yaşayanlar ise kahraman olma gururunu vicdanlarında yaşatmaktadırlar.
Dört yıl önce yaralı bir güvercin havalandı, şehir sessizliğin içine gömüldü.
İsmail Cem Özkan

18 Ocak 2011 Salı

Karikatürcülerin meslek örgütü var mıdır?

Karikatürcülerin meslek örgütü var mıdır?
Karikatürcüler Derneği 12 Eylül 1980 ile kapanmıştır, yerine açılan ve aynı adı taşıyan dernek, o eski dernek olmadı, hiçbir zamanda olamadı. Karikatür muhalif olmak zorundadır, muhalif olmayan şey karikatür olamaz, iktidar koltuğundan olaylara bakana karikatürist denemez, dense dense embedded denir. Irak savaşında foto muhabiri gibi davranır, onlara dikkat edilirse gazeteci ve foto muhabiri denmez, embedded denir.
Karikatürist de iktidar hırsıda olamaz, eğer iktidar hırsı ile davranıyorsa, eleştirdiği iktidar gücünden farkı kalamaz. Muhaliflik her iktidar dönemi içinde kendisini korur, çünkü karikatür ve karikatürcü iktidar koltuğundan olaylara bakar ise mizah ortadan kalkar. Mizahın olmadığı yerde karikatür yoktur, illüstratör vardır. Karikatür çizdiğini iddia edenlerin çoğu karikatür çizmediği karikatürlerine bakarak anlayabiliriz. Ele suya dokunmayan, toplum normlarını eleştirmeyen ama boş balonlar ile gülmek efekti veren çizgiler karikatür olamaz. Karikatür mizah ürünüdür ve eleştirir. Doğmayı eleştirir, politik durumu eleştirir, toplum içindeki alışkanlıkların aslında saçma şeyler olduğunu eleştirir… eleştirir, eleştirmeye de devam eder, çünkü karikatürün merkezinde çizgi varmış gibi gözükmesine rağmen mizah durur. Mizah olmayan şey çizgi olsa da karikatür olmaz. Resim sanatının bir parçasına dönüşür, ya da başka şeye…
Karikatürü eleştiri ve mizah açısından bakarak yorumlar isek, karikatürcü bu anlayışa uygun yaşam biçimini kendisine rehber eder. Villada oturarak, piyano eşliğinde viski içerek karikatür çizilemez, yaşamdan kopuk, akşamdan sabaha sabahlayarak, içki şişesinden bakarak mizah yapılamaz, yapıldığı sanılan şey ise balon gibi bir seviyeye kadar yükselir ve patlar gider. Etkisi kısıtlıdır ve zamanı bellidir. Mizah uzun soluklu ve etkisi daha geniş olandır. Makro Paşa, Malum Paşa bugünlerde anımsanıyorsa bu etkinin sonucudur.
Karikatür ırkçı olamaz, çoğunluğun penceresinden azınlıklara bakamaz, ezilenin yanında, sömürenin karşısındadır. Eğer kadını cinsel açıdan sömüren çizgi varsa, ki tarihimiz içinde vardır, o karikatür olmaz, olsa olsa desen olur. Onlara desen gözlüğü ile bakabiliriz, çünkü karikatürün eleştiri yönünü yok saymıştır, mizahi yönü her ne kadar insanlar gülüyorsa da her gülmece mizah değildir.
12 Eylül faşist darbesinde onurlu bir şekilde duran karikatür ve karikatüristtir. Ama onların üst derneği kapalıdır. Mücadele etmeyen yapı karikatür ve karikatürcüyü temsil etme hakkına sahip değildir. Karikatürcüler dayanışma adına dernekler, odalar veya birlikler kurabilir, çünkü eleştirdiği için her zaman başı belaya girebilme olasılığı vardır. Üstelik bizim gibi bir ülkede; iktidar / erk sahipleri eleştirilmeyi kaldıramıyor ama kendileri önüne gelene küfür ederken eleştirdiğini sanmaktadır. Bizdeki demokrasi anlayışı, iktidarda olan her şeyi söylebilme hakkının kendisinde görmesi, diğerlerini sessiz çoğunluk olarak görme eğilimindedir ve tek doğru gereği (iktidarda olanlar, erk sahibi olanlar için doğru tektir ve başka doğru yoktur) her şeye karşı kanunlar içinde saldırma hakkına sahiptir, kanunları kendi lehine yaptırdığını gözden uzak tutmamak kaydıyla. Adolf Hitler bile her adımını kanunlar ile atmıştır, kendi çıkardığı yasalar içinde, her adımı kanuni ve meşrudur. Karikatürcü ulusal sınırla içindeki kanunlar ile değil, evrensel hukuk ve birikimler ile kendisini biçimlendirir ve evrensel olarak olaylara ve olgulara bakar. Kanunlar ile sınırlayarak karikatür çizen kişi karikatürcü olmaz, olsa olsa bürokrat olur. Bürokrat çizer ise profesyoneldir ve profesyonel olarak eleştirme alanı bellidir, amatör ruhu yoktur.
Ülkemizde çalıştığı yere göre renk alan ve patronun çıkarı yönünde karikatür çizdiğini söyleyen birçok çizer mevcuttur. Aç kalma korkusu, işini kaybetme korkusu yüzünden her işverenin altında, işverene uygun olarak çalışan birçok profesyonel mevcuttur. Karikatürcüler Derneği işlevini dernekler yasası ile sonlandırmıştır, orası bir meslektaşların buluştuğu oda konumunda olan ve arada hasret giderilen, toplu olarak bir şeyler bahane edilerek yemek yenilen yer konumuna dönüşmüştür. Sponsorlar eşliğinde yemekler yenir, ev sahibine çaktırmadan yudumlanan içecekler eşliğinde sohbet yerine dönüşmüştür. Projeler yapılan, projeler eşliğinde juri üyeliği yapılan, davetlerde isim olarak kullanılan bir etiket konumuna dönüşmüştür. Yılda bir iki yarışma düzenlemek, yarışmada juri üyesi olmak, gelir ve gider dengesinde gelirin olduğu kadar giderinde olduğu bir çatı konumuna dönüşmüştür. Toplumsal olaylara karşı duyarsız, meslektaşlarının işten atılması karşısında sessiz, meslek kavramının yasal zeminde tanınması konusunda etkin çalışma yapılmaması sonucu dernek dedikodu üreten ve iktidar mücadelesinin olduğu bir alana dönüşmüştür. Dedikodunun olduğu yerde iş yapılmıyor demektir, olsa olsa orada kişisel farklılıkların ve hırsların mücadele alanı olma özelliğini gösterir ve bu özellik bugün açık olan yapı içinde sürekli varlığını korumaktadır. Karikatürcüler Derneği bu konumu ile karikatürcüleri temsil etmemektedir, etmiş olsaydı bugüne kadar yaşanan olumsuz olaylar karşısında derneğin çalışması ortada olurdu. Meslek olarak kabul edilmesi için bugüne kadar neler yapıldığına bakarak bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Meslek birliği olmuş olsaydı bugün karikatür resmi makamlar karşısında meslek olarak adlandırılmış olurdu. Karikatür çizen meslek erbaplarının olmuş olması, meslek olarak tanınmaya yetmediği karikatür mesleğine bakarak görebiliriz.
Karikatürcüler derneği içinde yaşanan tartışmalar ve iktidar mücadelesi mesleğe hiçbir şey kazandırmamış ama en azından bir grup karikatürcü yılda belirli günlerde toplu yemek yemeye vesile olmaktan başka işlevi olmamıştır.
12 Eylül sonrası oluşturulmuş ve dernekler yasası ile kendisini sınırlayan derneğe üye olmadım, olmayı da düşünmüyorum, çünkü toplumsal olaylar karşısında sesini çıkartmayan bir kurumsal ilişki karikatürcüleri temsil edemez. Karikatürcüler bugün dahi kendi haklarını bireysel olarak aramaya devam ediyorlarsa orada dernek veya başka şeyin olması önemli değildir. Karikatür mesleğini ve karikatürcüleri temsil edecek gerçek bir yapılanmaya ihtiyaç vardır. Dedikodudan uzak, iş yapan bir yapı ihtiyacı kendisini gün geçtikçe daha da hissettirmeye devam ediyor… Bugün karikatürcüleri temsil eden bir meslek örgütünün tabelasını görmüş olmama rağmen, öyle bir örgütün var olduğunu düşünmüyorum.