29 Şubat 2008 Cuma

Rüyalardan sonuç çıkarılır mı?

Rüyalardan sonuç çıkarılır mı?

Geçenler de bir rüya gördüm, gerçeklerden uzak ama gerçeklere de yakın bir durum sergiledi rüyamı. Kısaca paylaşayım bu rüyamı.

Bir ülkede bir başbakan varmış, bir de orduların komutanı. Biri sivil giyinirmiş, öteki resmi kıyafet. Omzunda kılıcı asılıymış, komutan olanın. Omzunda pırpırları, göğsünde katılmadığı savaşların nişanları bulunurmuş. Komutan olduğu içinde her türlü ödülü kendisine layık görürmüş. Sadece ödül değil, söz yetki ve karar vericisinin kendisini olduğunu düşünürmüş. Başbakan ise komutan gibi düşünür, tek öznesini değiştirirmiş. Özne olarak kendisini koyarmış. Her ikisi de ülkesini çok ama çok severmiş. Her şey bir yana, ülke öteki yanaymış. Ülkeye verecekleri her türlü hizmet, onların öteki dünya için yazılmış defterine yazıldığına inanırlarmış.

Ülke bu iki adamın elleri üzerinde biçimlendiğine inanırmış, ülke içinde yaşayanlar. Ülke içindeki her huzurlu durum bu ikisinin başarısı olarak görülürmüş. Yıllar içinde bu iki insan hiç görüş ayrılığına düştüğü gözükmemiştir. O roller içinde özneler değişse de, kurallar değişmezdi. Kurallar yaşamın vazgeçilmezdi. Yaşam içinde önemli olan devamlılıktı. Başbakan gider yenisi başbakan gelir. Bu böyle gelmiş böyle gidecektir. Devlette önemli olan kişiler değil, rollerdir.

Yıllar içinde rolünü değiştirmek isteyenlerde olmuştur elbette, o rollerin değiştiği döneme darbe demiş halk. Kendileri ise küçük bir ayarlama olarak bakmışlardır. Küçük ayarlamalar zaman zaman olmaktadır, biri ötekinin gidişatı değiştirdiği düşündüğünde olur bu durum. Genelde resmi kıyafetliler bu dönüşüme sert tepki gösterirler. Her ayarlama sonunda kan akar ama bir süre sonra akan kan dururmuş. Küçük ayarlamalar demek, kanın akması anlamına gelir.

Yıllar içinde ülke toprakları kan ile sulanırken, birden kan akmaz olmuş, o gün sabah saatlerinde marşlar ile uyanmış ülkenin sıradan halkı. Günlük kanlı kavgaya alışmış olanlar için ertesi gün anlaşılır gibi olmamış, evlerinde kalmışlar, işi olanlar sokağa çıkmış, hava kararmadan evlerine dönmüşler. Yeni bir süreç başladığını düşünmüşler. Yeni sürece uygun elbise giydirilmiş. Fakat birde gazete sayfalarında “bizim çocuklar başardı!” cümlesini duyar olmuşlar. Kim nerede demiş bizim çocukları diye düşünmemiş büyük çoğunluk. Bir süre tek başına resmi kıyafetler içinde yönetmiş ülkeyi, sivil olan ise ortada gözükmez olmuş. Resmi kıyafetler içinde meydanları dolaşıp kendisinin ne kadar haklı olduğunu anlatmış, büyük çoğunlukta hep alkışlamış, kim gelirse gelsin hep alkışlamıştır. Gelenek bozulmamıştır. Devlette önemli olan devamlılıktır, devamlılıkta sadece özneler değişir!

Zaman geçer, devran döner, sivil adam yeniden yerini alır. Güçsüzdür, fakat alttan alta güçlenmek için elinden geleni yapar. ‘Bizim çocuklar’ diyenler yeni bir strateji geliştirir ve o stratejiye uygun olarak politikalar belirlenir. Büyük çoğunluk bu yeni durumdan haberi yoktur, fakat her durumda da alkışlamaya devam eder. Gelene hem uyum gösterir, göstermemesi düşünülemez dahi. Eskinin en küçük partisi zaman içinde büyür büyür ve iktidara aday olur, o tarihe kadar kimse düşünemezdi, hep küçük ortak görülen biri birden büyüdüğünün farkına varmışlardır, küçük olduğuna inanda birden büyüdüğünde de şaşırmış durumdadır, uyum sağlayamaz ve bilmeden hatalar yapar, gider çadırda yerde ayakların dibinde oturur. Resmi kıyafetlilerin küçük bir ayarlaması olur, fakat gelende giden sivilden farkı yoktur, ‘bizim çocuklar’ diyenlerin stratejilerine uygun ve tek başlarına iktidara gelirler. Artık güçlü bir devlet için tek başına iktidar süreci başlamıştır. Arzu edilende bu değil miydi?

Tek başına gelmiştir, gelmesine de o günden sonra resmi kıyafetli ile sivil kıyafetli arasında çekişme gün yüzüne çıkmış durumdadır. Bir gün yurtdışına sefer yapılması kararı alınır, büyük çoğunlukta bunu destekler, hatta kan kan diye meydanlarda alkışlar ve sloganlar yükselir. Aksi sözler linç ile bastırılır. Sokakta barış demek devlete karşı gelmek olarak algılanır. Sefer yapılacaktır, yapılacakta ne zaman yapılacağına hep sivil ve resmi arasında çekişme ile ortaya çıkacağını düşünür, büyük çoğunluk. Ama bizim çocuklar diyenler onların kavgasını uzaktan seyreder ve zaman zaman ben ne dersem o olur demek için izin verdiği kadar ve izin verdiği yere kadar gideceği siyasi hedefleri belirler. Ve izin çıkar. Resmi ve sivil iki yönetici bu seferi zafer olarak sunar, zafer alkışlarla karşılanır. Fakat bu sefer sırasında bir şey olur ve bizim çocuklar diyenlerden hemen çekil, çok ileri gittiniz diyerek uyarı gelir gelmez, geri çekilme başlar. Sabah açıklama yapmaya hazırlanan sivil yönetici, konuşma metnini olduğu gibi değiştirir, çünkü geri çekilme olayından haberi yoktur. Resmi kıyafetli ona haber vermeden çekilmiştir, çünkü o daha yakın olduğunu hissediyordu bizim çocuklar diyene.

Tam bu sırada uykum kaçmaz mı, aman Allah’ım ne olacak bundan sonra, ben de yeniden rüya görmek için uykuya mı dalsam. Yaşadığımız günler ile alakası yok aslında bu rüyadan, benzerlikleri de lütfen ciddiye almayın derim… bu rüyadan ne sonuç mu çıkarmamız lazım, valla ben çıkaramadım, çıkaran varsa bana bir zahmet edip yazsın…

Yaz görünümlü bir kış gününden…

Yaz görünümlü bir kış gününden…

Hava yazı aratmıyor, kış gününde yazı yaşamak ne kadar normal bilemiyorum, fakat artık kışı uzun zamandır yaşamadığımızı düşünüyorum.

Yaşamın içinde değişiklikleri hemen kabul eder olduk, sorgulamadan. Soru sormak yerine kanıksamak yerini aldı. Biz günlük koşturmacamız içinde bireysel sorunlar altında ezilirken, toplumsal sorunlardan da nasibimizi alırken dahi bireysel kaldığımızı düşündüm. Bireysellik normaldir, fakat toplumun içinde yaşarken yalnız olmak duygusu gün geçtikçe sırtımıza bir kambur gibi oturmuş durumdadır. Bireysel hastalıklar gün geçtikçe artmaktadır, toplumsal bir hastalık olan panik atak, bireysel ve normal görünüyor. Panik içinde nefes almaya çalışanlar, kalabalık içinde kendi kendine konuşanlar, gülenler her an karşımıza çıkmaya başladı. Bireysel çıkışların en ilginci geçenlerde ekran önünde bir toplumsal acıya parmak basarak oldu. Bülent Ersoy savaş karşısında bir annenin duygusunu seslendirdi. Bu sese olumlu olduğu kadar olumsuz da sesler çıktı. En ilginci ve en aşağıdan vuran tepki bir milletin vekilinden çıktı. Ben sakalımı keserim, başka yerimi kestirmem derken, güya eleştiri yaptığını sanıyor. Milletin vekili bu olunca millet ne düşünmez ki? Elbette kendi kendine söylendi, tek başına kaldığında savaşa çocuğunu göndermek istemeyen annenin duygusu ile yaklaştı, fakat toplum içine girince evlatları savaşa gitmeyenlerin duygularına kapılıp düşünceleri ve duyguları dışında da sesler çıkarmıştır. Vatan millet söylevleri eşliğinde duygularının dışında sesler çıkaranların az olmadığını söylemekte abartı olmasa gerek. Bir futbol karşılaşması sırasında taraftar gibidir ölümler karşısında insanlar. Daha çok ölüm daha büyük zafer olarak algılayanlar normalleşmiştir. Ölümlerin ne yenilgi ne de zafer olmadığını, birer meta haline geldiğini düşünüyorum. Ölümler üzerinden geçinenler ve politikalarını belirleyenler her ölümde zafer atar gibi naralar attığını düşünüyorum. Her ölüm bir yerde bir kasanın dolması anlamındadır. Ölümden geçinenler az değildir ve bir metanın sermaye olarak piyasası olduğunu kanıksadık.

Ölümler olmazsa, büyük silah sanayi nasıl ayakta duracak? Ölümler olmazsa masa başında savaş yapanlar akşamları çocuklarına nasıl ekmek götürecekler? Ölümler olmazsa savunma sanayisi nasıl olacak? Ölümler birer sanayiyi besleyen meta oldu ve kanıksadık! Ölümlere karşı çıkanları ise çılgın olarak değerlendirdik, nasıl karşı olunur ölümlere karşı?

Ölümler sadece sınırlarda ve sınır ötesinde değil, sınırlar içinde de, bir fabrikanın içinde de, sokakta da olmaktadır. Ölüm yaşamın vazgeçilmezidir. Yaşam varsa ölümde vardır. Ölümü ticari birer araca döndürenler de vardır. Sadece cenaze firmaları değil, cenaze firmaları için torba üretenden, mezar yerlerine kadar, mezar yerlerinden taşlarına ve üzerine yazılacak yazılarına kadar birbiri içinde girmiş birer zincirleme sanayi ve onun çalışanları vardır. Ölüm iyi para getiren birer sermaye olmuştur. Ve bu durum bizim kanıksadığımızı bir durumdur. Buna karşı oldun mu, bu kadar kişinin ekmeğine hayır demek mi oluyor?

“Hayat bu, ne yapalım...Belki de, hayat bu değil ama, yine de ne yapalım...” demekte bugün Çetin Altan yazısında.

Yaz görünümlü bir kış gününde insanın aklına aslında başka şeyler gelmeli, fakat ne yaparsın ki, sokakta sadece gölgeler dolaşıyor, beynimde başka şeyler…