23 Şubat 2008 Cumartesi

Şarktan…

Şarktan…

“Yalan Şark’ta ayıp değildir.” (Falih Rıfkı Atay) diye söze girer yazar, söz bazen insanı alır geçmişe yolcular, bazen ise geleceğe taşır. Sözdür, uçar gider, fakat yazı kalıcıdır. Çizgi hep var olur ve kalır. Evren içinde sonsuzluk içinde durur, orada çizgi için zaman durmuştur. Geçmişte yazılanlara bakarken, günümüze çağrışımlar yapmaması olmaz, her geçmiş, günümüze bir şeyler taşır.

Osmanlı son döneminde arabaya binen kandın erkeklerde evlilik belgesi istenirmiş, şimdiden o günleri düşündüğümüzde gülünç gelir, fakat o günün gerçekliği olduğunu sararmış yapraklar arasında buluruz. Geçenlerde ben Kadıköy’de bir otele gittim, orada şahit olduğum bir durum vardı, gelen kadın erkekten evlilik cüzdanı isteniyordu, yasalarda yoktu, fakat uygulamada vardı. Tutuculaşırken, namus önem mi kazanıyor? Boşanmak için evlilikler! En azından otelde sorunsuz kalmak için evlilik!

İnsanlar ilk isim verildiğinde candandır, bizden biri olarak algılanır, ilk isimi ile çağrılır, hatta önüne daha candan hissettirmek için sıfatlar takılır. Sıfatlar zaman içinde değişime uğrar ve bey ya da bayana dönüşür. Bazıları hanım ya da beyefendi der. Meslek aldıkça önüne bilmem kim derken, haa şu meslekten olan mı deriz. Meslek kişiyi belirlemeye başlar. Meslek ilk yıllarında kuralları olduğu gibi kabul eden ve ona göre davranırken, konuşmalara sınır konur, siz ile hitaplar başlar. Bir sınır çizmektir siz demek. Sınırlar zaman içinde kutsallaştırılır, birinden bahsederken, İncil’den, Tevrat’tan alınma kutsal bir ada benzer. Korku ile karışık bahsedilir. Dönüşüm yaşamın içinde vardır. O dönüşümün nerelere varacağını kimse tahmin edemez. Bugün Susurluk davasında ya da Ergenekon davasında yargılananlar çocukluklarında nasıl adlandırılıyorlardı, korku ve çekinerek bugünkü gibi bahsedilmezlerdi o yıllarda.

Yalan günümüzde sıradanlaşmıştır, normal karşılanır hale gelmiştir. Yüzüne karşı gülerken, arkanızdan hemen farkı sözlerin söylenmeyeceği anlamına gelmez. Yalan yaşamın gerçekliğidir, şark’ta belirleyicidir. Liberal aydınların yalanların duvarın tosladıklarında gerçekle ilk defa karşılaşıyormuş gibi isyan içinde olmalarına gülerek bakıyorum. Çünkü onlar o yalana inandıklarında kendilerine yalan söylediklerinin farkında değiller miydi? Elbette farkındaydılar, şimdi hayal kırıklığı nereden kaynaklanıyor dersiniz? Kendi hedefleri yönünde yönlendiremedikleri için kızgın olmasınlar? Özgürlük anlayışı beklentiler ve duruşa göre değişim taşımaktaydı. Öncelikler birileri için türban olurken, birileri fikir özgürlüğü ile sınırlıyordu! Özgürlük kavramını ortaya atan Fransız devrimi ve ilk komun deneyi neler anlatıyordu? Geçmişten kalan resimlere ve yazılara bakarak bugünden o güne doğru yolculuk yapılabilinir, fakat o gün idealleri için barikatlarda ölenler, bugüne bakabilme şansı olsaydı neler düşünürlerdi? Yaşam barikatta ölmeye değer miydi?

Korkular acaba yalan söylemeye iten önemli bir itici güç olabilir mi? Korkular mı Şark’ta yalanı ayıp olmaktan çıkarmaktadır? Yaşamın kendisi yalan diye algılayanlar için yalan söylemek normaldir, önemli olan öteki dünyadır! Tek tanrılı dinlerde öteki dünyaya giderken günahları affettirecek bir kutsal mekan hep var olmuştur. Günahsız ve yalansız olarak yollar açılır…

20 Şubat 2008 Çarşamba

Gelmekte olanı anlamak…

Gelmekte olanı anlamak…

AnadoluÇıplakYalınayakKarnı açistediğiBir lokma ekmekBilmez tatlı yemezGirer patronun cebine emekBir yandaKadehler yanyanaŞampanyalarPatlarYalınayak çocuklarYok bir lokma ekmekKarınlarını doyurmaları gerekSuçlarıFakir olmakAğlamak istiyorumAğlamak.


Ulaş Bardakçı bu şiiri yazdığında ne düşünmüştü, neden bu şekilde seslenme ihtiyacı duydu, bugünden bakınca kendimizce yorum yapabiliriz, fakat onun yaşamı bir bütün olarak algılarsak duruşu hemen ortaya çıkar. 68 kuşağının devrimci kesiminin önderidir. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi içinde ön saflarda yer almış, düşündüğü yaşam için mücadele vermiş bir liderdir. Siyasi görüşleri o güne özgüdür, o günün koşulları içinde dünyayı yorumlamış ve tam bağımsız Türkiye mücadelesi vermiştir. Kendisinin hayatının sonlanmasına yol açan olaylar art arda gelir, düşünecek zamanı dahi yoktur. Hızlı bir koşudur onun yaşamı. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamına karşı direnişin içinde yer alır ve İstanbul’da 19 Şubat günü Arnavutköy’de öldürülür. Duygusaldır, duygularını yazdıklarını ve sohbetlerine saklar. Yaşam onun kavgasının devamı değil bir ara duraktır. Kavga süreklidir, kavganın içinde düşenler olacaktır. İlk düşenlerdendir, bir orman gibi kardeşlik mücadelesi içindedir. Adalı yoldaşının duygusallığı vardır üzerinde, dostluğun ve dayanışmanın en güzel örneklerini yaşamları içinde göstermiştir. Mahkeme salonun da Mahir Çayan ile karşılaşması gözler önündedir. O kucaklaşmada her şey anlatılır, her türlü engellemelere rağmen. Düşüncelerini savunurken gösterdikleri dik duruş ortadır. Taviz vermezler, dayanışma ve özgürlük mücadelesi içinde.

Bugünlerde yılların birikimi içinde Fidel aktif siyasetten çekildi, onun çekilmesini güle güle diyerek kutlayanların yanında, tarihin silinmeyecek sayfasına yazanlarda vardır. Kendi halkının özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi içinde önemli bir liderdir. Yol arkadaşının ölümünü nasıl selamladıysa, bugün bizde onun gidişini aynı duygular ile paylaşıyoruz. Özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi sömürünün olduğu her yerde devam edecektir, Fidel onun sembolüdür, kavganın sembolü CHE olması gibi. Giden ve gelmekte olana merhaba diyerek yerden göğe doğru selamlarımı gönderiyorum.

Kavganın şehrinde tersanelerde ölümler birbirini izlemektedir. Ölümler saklanmakta, orada ilkel sömürü düzeni kendisini basının önünden saklamaya devam etmektedir. Orada ölüm demek, kan parası olarak ailelere verilen paradır. O paralar sayesinde ölümleri duyar olduk. İlkel koşullarda çalışmaya zorlanırken emekçimiz, dayanışmadan uzak, gözlerden ırak yerlerde her türlü baskının altındadır. Onlar için öncelik yaşama mücadelesidir. Sonra ekmektir. Ekmek olmadan özgürlük olmaz! Alın terlerini bu soğuk günlerde de dökmeye devam ederler, alın terleri buz kesede. Kışın soğuk koşullarının hüküm sürdüğü ülkemizde insanların bir bölümü sokaklarda donamam mücadelesi verirken, çelişkilerin gün geçtikçe derinleştiğine de şahit oluruz. Altıyüzbin insanımız bir dolar ücretle günlük yaşamını geçirmeye çalışırken, banka reklamlarında kredi verme yarışiı devam etmektedir. Borçsuz insan kalmamıştır bu kampanyalar sonunda. Borç yiğidin kamçısıdır derler, fakat artık kamçının da vermiş olduğu acının farkında değiliz. Ülke ekonomisi iflasın eşiğine doğru hızlı akarken, sokaklar günlük yaşamın koşturmacısı içindedir. Prof. Mehmet Altan, “Türkiye’de 12 milyon kişi günlük 1 dolarla yaşıyor. 600 bin kişi aç yatıyor.” demektedir bir röportajında, ülkenin aynası burada durmaktadır. Ulaş Bardakçı ve arkadaşları ne için mücadele ettikleri ortada değil midir? Fidel ve arkadaşları neden başardıkları ortada değil midir, eğer Fidel ve arkadaşları olmasaydı Küba bugün nerede duruyor olacaktı, yan komşusu Haiti’ye bakmakta fayda var.

Özgürlük anlayışını sadece türban ile sınırlayanlar, özgürlükten bahsedebilirler mi? 301 ortada dururken, vicdanı retçiler cezaevlerinde yatarken, özgürlükten bahsedilebilinir mi? Başbakanın açtığı davalara bakın, hep düşüncelerini açıklayanlara karşıdır. Onun özgürlük anlayışı ortadayken, yapacağı anayasanın ne kadar özgürlük ve demokrasiyi içselleştireceği ortada değil midir?