5 Aralık 2012 Çarşamba

Süper gazeteciler…


Süper gazeteciler…
İnsanlar kendilerine neden sıfat takma ihtiyacı duyar bilinmez ama o sıfatlar o insanları ömür boyu biçimlendirir.
Çizgi film ya da macera filmlerinin kahramanları genelde devlet sistemine karşı savaşanlara karşı savaşır ve devletin bekası için düşmanları yok eder. Arada mafya hesaplaşmalarında da iyi olan yani devlete zarar vereceklerin an azının yanında yer alır.
Süper kahramanlar her zaman çizgi ve film içinde yoktur, yaşam içinde de kendisini hissettirir ama birkaç saniye sonra hafızalardan kaybolur. Çünkü bu kahramanların ömrü bir haber ömrü kadardır.
Süper kahramanların en ünlüsü Süperman’dir. Süperman gücünün farkına varır varmaz, kendisini yetiştiren ailesinden uzaklaşır ve dünyayı ya da yaşadığı toplumun devletini korumak için kendisine misyon edinir ve üzerine süper kelimesinin ilk harfini işler. Süperman’e kimse sen ‘Süpermensin’ demez, o dedirtir!
Gazeteci olması tesadüfi değildir, çünkü karanlık dünyayı en iyi izleyebileceği yerdir medya alanı. Gazeteciler eğer isterlerse birer Süperman olabilir! Medya sektörü gücü temsil eder ve o gücün içinde Süperman’ler olması kadar doğal bir şey yoktur. Medya patronu gazetesinin satışının artmasını ister, gazeteci ise haberinin ana sayfadan manşetten girmesini özler ama Süperman gibiler manşet olmayı önemseyecek kadar ego sahibi değildir, daha alçakgönüllülerdir. Önde olmaktansa arkada bir aracı olmayı ister, ekranlar önünde polis müdürleri, politikacılar veya işadamları olabilir ama işi esas gerçekleştiren süper insanlardır.
Geri kalmış ülkelerde bu süper filmi izleyip süper adam olmaya özenen bir çok gazeteci olması doğaldır, çünkü dünyayı ve ülkesini kurtarmak için her türlü özveriyi gösterir, karşılığında dolgun bir maaş, birkaç yazlık vs, varsa çocuğu; en iyi okullarda okutup büyük adam olması için olanak sağlamak ve ilişkileri sayesinde bir devlet medya kanalında ya da devletin denetiminde olan özel medya kuruluşunda çocuğuna iş olanağı sağlamak gibi… Kazançları yaşam kaliteleri gözler önünde olması pek göze batmaz.  
Eskiden generaller özel şirketlerin yönetim kurulu üyesi olur, o firmaların stratejisi yönünde ihale alması için olanaklar yaratırlardı. Tabi en büyük tüketici olan ordunun ihtiyaçlarını karşılayacak özel şirketlerin olması kadar doğal ne olabilirdi ki, askerlik dışında yeteneklerini bu yönetim kurulu üyeliği sırasında gösterirlerdi. Eski darbeci generalin bir kasaba oluşturacak kadar evinin olması, parasının olması tesadüfi değildir. Nasıl aldın diye sorduklarında büyük olasılıkla çalışarak diyecektir. Çünkü süper insanlar çalışarak her şeylerini elde ederler!
Süper gazetecilere dönersek, siyasi istikrarın olmadığı bir ülkede, çatışma halinde olan her iki güç ile gazeteci olarak görüşebilir, her iki tarafa ‘gerek görüldüğünde’ mesaj götürüp - alabilir. Çatışmaların en yoğun olduğu zamanlarda devlet uygun gördüğünde röportaj yapmak için çatışmanın öteki tarafı ile görüşme ayarlanır ve güven içinde gider gelirler. Süper gazetecilere bir şey olmaz, onlar mesleklerini en iyi şekilde yaparlar ve genelde hepsi liberaldir. Farklı gazetelerde çalışsalar da bu süper gazeteciler bir birini tanır ve birbirlerinin yazılarını sahip oldukları köşede paylaşırlar. Süper olanlar hep okuyucusunun karşısındadır ama tevazu gereği devletin çıkarı yönünde siyasi gelişimlerden kendi payları ile övünmezler. Hatta bir çok görüşmelerini ve yazılmamak kaydı ile söylenen sözleri devletin en önemli dairesi içinde paylaşmanın kahramanlığın bir parçası olduğuna inanırlar. Onlar ile konuşanlar bu gerçeği bilerek cümle kurarlar.
Süper insanlar devletin çıkarları yönünde adım attığı söylenir ama devleti yönetenlerin istekleri devletin çıkarlarından önde olduğu toplumlarda, devleti yönetenlerin çıkarlarına göre biçim değişebilirler.
Devleti yönetenlerin çıkarları uluslararası politikalarda, global politikaları belirleyen çıkarları yönünde olmak zorunda, aksi halde o ülkede iktidarda kalma sorunları olur ve gereği görüldüğünde global politikaları belirleyenler o ülkedeki siyasi aktörleri kısa sürede çöpteki yerlerine koyabilirler.
Geri kalmış ülkelerde iktidarlar iktidara geldiklerinde çöpte onlara uygun her zaman bir yer ayarlanır ve o yer onların global politikalara uygun adım atmaları için uyarı olarak sürekli iktidar sahiplerine gösterilir.
Süper gazeteciler her dönemde değişen iktidarın adamıdır, onların istekleri ve çıkarları yönünde adım atarlar. Süper gazeteciler, iktidarı gerçekten yönlendirenlerin çıkarları ve projelerinin gerçekleştirilmesi yönünde adım atarlar. Süper olanların adımları, ülke çıkarları ile paralel göstermek zorunda değildir, çünkü o içinde bulundukları ülkenin bütün politikaları uluslar arası ilişkileri belirleyen güçler tarafından belirlendiğini bilirler.
Süper gazeteciler emekli olmaz ama işlevleri bittiğinde unutulurlar. O gazetecilerin gerisinde bir dolu anı ve kitap kalır ama gerçekleri devletin en önemli kurumuna anlattıkları kadar açık ve net değildir. Onlar ile yaşananlar yok olur, çok az ipucu bırakırlar geriye…
Kendisine misyon edinen gazeteciler, ömür boyu o misyonu üzerlerine yapıştırırlar ve o misyon ile çevrelerini belirlerler ve o misyonun gerektiği gibi davranırlar. Bazı gazeteciler gazeteci değil, misyon sahibi insanlardır ve genelde iktidarın yanına yer alırlar…
İsmail Cem Özkan

2 Aralık 2012 Pazar

Hastaneler ve …


Hastaneler ve …
Bütün insanlar bir gün hastaneye yolu düşecektir, orada yaşanan gelişimlerden bir şekilde haberi olacak ve sonuçta ya mutlu olacak ya da şikayet edecektir. Hastaneler gün be gün değişime uğruyor ve yeni özel hastaneler eskiden muayene açan doktorların tabelalarını yok ederek büyüyor. Yalnızca özel doktorların tabelalarını yok etmekle kalmıyor, yasal düzenlemeler ile devlet ve araştırma hastanelerini de yok ediyor. Ev doktorları uygulaması başlamış olmasına rağmen özel hastaneler büyümeye ve yeni şubeler açmaya devam ediyorlar ve piyasa koşulları içinde küçük olanlar tabelalarını büyük olan firmaların tabelaları ile değiştiriyorlar.
Özel hastaneler özel insanlara yönelik hizmet vermeye devam ediyor. Özel hastanelerde çalışanlara her işten anlayan ve her türlü hizmeti iyi yapması koşulu ve düşük ücret ile bünyesinde bulundurmaya devam ediyor. Özel hastaneler aldıkları ücretlerin küçük birimini sağlık emekçisine verirken, önemli bölümünü hastanenin reklamını yapan, ağzı laf eden, ekran ekran dolaşarak, gazetelerde köşelere konuk olarak reklam yapan uzaman doktorlara gidiyor. Ya da her hangi bir hastane ceo’suna.
Özel hastanelere gidip de gerçek anlamda sağlığına kavuşmuş kaç kişi var bilmiyorum, eğer iyileşme kısa sürede olmuş olsaydı sağlık bakanlığı kişi başına ödeme yaptığında gereğinden fazla uzun ve gereğinden fazla tetikler için özel hastaneleri sıkıştırmaz, onların bu davranışı karşısında önlem alma ihtiyacı duymazdı.
Özel hastaneler sonuçta bir şirkettir ve kar elde etme amacıyla hizmet eder. Kar yapmadığı bir işi yapacak lüksü yoktur, o konuda özel bir ayrıcalığı yoktur. Özel hastaneye giden her vatandaş hasta değil müşteridir ve müşteri memnuniyeti ve hastanenin kasasının dolması ile orantılıdır. O yüzden özel hastanelerde özel ilgi görebilir ve sizi mutlu etmek için her türlü reklamlarda gördüğünüz önerileri yapabilirler ama gerçek anlamda sağlık hizmeti beklemeyin, çünkü müşteri memnuniyeti içinde doğru ve ucuz sağlık hizmeti yoktur. Daha çok ilaç firmalarının denetiminde kimyasal ilaçların çok tüketildiği, reklam amacı üretilmiş olan kozmetik adını verebileceğim şeylerin tüketimi daha fazladır ve o fazla olan şeyler kar hanesinde rakam sonrasına sıfır olarak kendisini kaydetmektedir. Estetik ve moda özel hastanelerin vazgeçilme reklam araçlarından olması tesadüfi değildir.
Hastalardan başka hastalıklar yaratılıp, tedaviler ediliyor... Tedavilerden yan etkiler ile başka tedavilere geçiliyor ama hepsinin ortak özelliği; “git MR çektir”, “git” bilmem ne için “kan ver”, “git şu laboratuara, şunu yaptır, bunu yaptır” derler.
Doktor hastasına henüz elini dahi sürmeden istediği laboratuar sonuçlarına bakarak hastalık hakkında bir önyargıya sahip olur ve bu önyargısını doğru kabul ederek ilaç firmalarının o tanıya uygun ilaçlarını yazar. Bu durumdan hastaneye her giden bir şekilde yaşamıştır.
Şimdi burada konuyu biraz açalım. Hastanelerde kullanılan MR makinesi, röntgen aletleri.. vb gibi insan elinin değmeden kullandığımız araçlar bir veya birkaç değişik şirket tarafından üretilmiş ve piyasa içinde pazarlanan aletlerdir. Aletlerin büyük bir kesimi yurtdışında ve üretildiği ülkenin standartlarına göre üretilmiştir. O aleti bizim ülkemizde kullanmadan önce standart sonuç konusunda bir çalışma yapılmadan, üretildiği ülkenin insanı ve vücut yapısına göre standartlar doğru kabul edilir. O standartlar içinde hangi hastanın gerçek hasta olup olmadığını bilemeyiz, çünkü aletten çıkan sonuç doğru kabul edilip ve sonuçlar tekrar kontrol edilmediği için sağlam kişiye bile hasta gibi davranılarak ilaçlar verilmekte ve tedavi edilmektedir. O kullanılan aletlerin standartları farklı farklı olduğu için hastane dışında yapılan ölçümleri pek kabul etmezler, bu kabul etmemenin arkasında işte bu sapma yer almaktadır.
Günümüzde doktorlar hastalarına elleri ile dokunmadan sonuçlara bakarak teşhis koyuyor... Teşhisler ise hep bilmem ne ilaç firmasına para olarak dönüyor...
Sorunun temelinde sistemdir...
Özel sağlık kuruluşlarında, çok tetkik, çok uygulama istemeyen, işini gerçekten duyarlıca yapmaya çalışan doktorlar barındırılmıyor. Bu sistem ne yazık ki 2005 den itibaren çığ gibi büyüyerek devlet sağlık kurumlarına da bulaştı. Ne kadar işlem, o kadar para alıyor devlet hastaneleri de. Yoksa çalışana para yok. Yasaları düzenleyenler ilaç ve sağlık sektörü için alet üreten firmaların istedikleri de buydu.
Toplumun içinde gün geçtikçe doktorlara ve sağlık emekçilerine yönelik tepkiler çığ gibi büyümektedir. Hastalar ön planda olan doktorları gördüklerinden onarla karşı öfkelenmekte, hatta fiili saldırı düzeyine kadar işi ileri götürebilmektedir, çünkü onların gözleri önünde yapılan bu değişikliklerin arka yüzünü düşünmek için çaba harcamıyor, görünen şey doğrudur diye düşünmektedir. Görünen şeyin sadece gerçeğin bir parçası olduğu ve hastanın bakış açısını yanıltmaktadır… Hastalar yıllardan beri öğretilen bir şeyi doğru olarak görmektedir, bir doktora gittiğinde; doktor ne kadar ilaç yazarsa, o kadar ilgi gösterdi sanıyor. Hasta o odadan çıkıp bu odaya girmeyi marifet sanıyor… Sanıyor ki, dolan reçete kağıdı ile iyileşecek... Başı ağrıyan, doktora efeleniyor "doktor olaydın da bir MR isteyeydin" diye.. Kolu acıyan, sırtı yanan "sen de doktor musun bir TOMO istemedin" diye. Ayağının altı kaşınan, sırtında sivilce çıkan, gündüz işini bitirip, gece acil bedava diye, acile koşuyor... Orada isteği olmazsa, etrafa terör saçıyor... Bunlar olurken, ön planda, buna sebep olan sistem sorumluları yerine, gece nöbeti tutmaya ve yaşamını, baktığı hasta başına alacağı 1 TL ile kazanacağını düşünen, doktor oluyor.
Hastaneler bugün ayrımsız olarak şirketleşmiş ve her şirkette olduğu gibi işletmeyi; modern söylem ile ceo’lar yönetecektir. Ceo’lar işletmenin daha çok kar sağlaması ve daha çok hastaya bakabilmesi için PR çalışmasında yararlanması kadar doğal bir şey yoktur, çünkü kapitalist işletmelerde bunlar olağan şeylerdir. Kapitalist sistemde liberal ekonominin olduğu yerde sağlık, paralı olmuştur ve parası olan parası kadar hizmet alacaktır, alamadığında demektir ki parası bitmiştir ve satacak başka şeyi kalmadığında onun bu dünyadan göçmesinden kimsenin haberi olmayacaktır.
İsmail Cem Özkan