13 Aralık 2019 Cuma

Bay Z.


Bay Z.

Oyunu izledikten sonra salondan henüz çıkarken kafamın içinde beliren cümle, “keşke bu oyunu özel tiyatrolar oynamış olsaydı, keşke devlet tiyatrosu özel tiyatroların maddi yükünü kaldırmayacağı oyunları sahneye koymuş olsaydı”

Sona yazmam gereken cümle ile başladım yazıma ama genel kuralı takip edeyim, en başa dönerek!

Herhangi bir binanın bodrum katı (sorgu odası)izlenimi hemen alıyoruz salona girdiğimizde. Duvarlar gri, duvarların üzerinde borular var. Ortada bir masa ve masanın etrafında dört sandalye… Masanın üzerinden aşağıya doğru bakan lambalar… Seyirciler salonun her iki yanında sandalyelere oturmuş halde. Üç duvar ve seyirci kavramının ortadan kalktığı oda tiyatrosu mantığı içinde oluşturulmuş bir salon.

Oyunun başlama anonsunu bekliyoruz. 

Dijital ses kaydından gelen ses oyunun başlayacağını haber veriyor ve ışıklar sönüyor.

Karanlıkta su damlası sesi geliyor. Bir oyuncu salona karanlıkta girip sandalyesine oturuyor. Işıkların açılması ile birlikte cümleler salonun duvarına vurmaya başlıyor.

Önce tek, sonra ikincisi, daha sonra üçüncüsü derken masa etrafında dördüncü sandalyeyi de dolduracak oyuncular salona giriyor. Bir soruşturma söz konusu, ilk salona giren Muhasebe departmanı baş denetçisi Daniel Morrison (Ali Çelik), kendi içsel sorular ile baş başadır. Odaya girmiştir ama çıkamamaktadır, elinde ki kart kapıyı açmamaktadır.

Günümüzde bir çok şirket işten kovduğu kişiye artık bilgi verme ihtiyacı bile duymuyor, dijital kimliğini devre dışı bıraktığında kapıya gelen kişi içeriye giremediğinde anlıyor ki, işten kovulmuş, varsa hakkı işsizlik maaşı için İşkur’a başvurmak için geri dönüyor, resmi işsizlik istatistikleri içinde bir rakam oluyor…

Sorgu odasına girenin kartı iptal olmuştur, fakat sorgu odasında olduğunu arkadan gelen şirketin genel denetçisi Janet Lane’in ( Gerçek Alnıaçık) sorgu için soru sorması ile konunun içeriği açığa çıkıyor. Orası işten atılma aşamasında olanın son sorgulanma odasıdır.

Oyun kurgusu içinde oyunun kahramanları (bilişim denetçisi Deren Sharp (Orkun Gülşen) ve güvenlik denetçisi Gabriel Larson (Ozan Uçar) salona girmesi ile birlikte sorgu başlayacaktır.

Analitik düşünebilme becerisi olan seçilmiş başarılı insanlardır. Alanlarında hepsi mükemmele yakın ve kendilerini işine adamış insanlardır. Görevleri ne ise onu en iyi şekilde yapan ve kendilerine bağlı insanların hatalarını gören veya sezen ona göre önlem alanlardır…

Güvenlik denetçisi elinde bir çanta ile gelir odaya ve orada neden “tutuklu” olduklarını açıklayacaktır.  Çantanın içinden bir laptop çıkar ve canlı bağlantı vardır Bay Z. ile … Sorular ve aranan yanıt basittir, her denetçinin gözünden kaçan küçük bir ayrıntı ile “küçük bir miktar” para “biçim” değiştirmiştir. Bu değişimden kimin sorumlu olduğu araştırmak için davet edilmişlerdir ve sorgulanmaktalar.

Oyun en az bütçe ile seyircisini yakalayıp, onu kelimelerin arasında, cümlelerin bıraktığı soruların yumağında, oyuncuların cümlelere kıyafet giydirirken bir masanın etrafında oyuncular ve onların arka tarafında seyircinin oyuncuların mimiklerini ses tonlarından çıkarmaya çalışıyor…

Bir cinayet işlenmişse “Katil uşaktır” diye genel bir tanımlanma Agatha Christie dolaylı bir gönderme yapılırken, bu oyunda kurbanlar ve katil bellidir ama kurban ya da kurbanların ortaklaştığı nokta nasıl açıklanacaktır…

Oyunu izlerken bazı kelimeler benim kafamda çağrışımlara neden oldu. Bir yandan Agatha Christie, Orient Express adlı eserinin tadı, diğer yandan Franz Kafka Herr K. çağrışımı, Georg Orwell 1984 denetimi ve gözetimi, satranç çağrışımı ile Stefan Zweig.

Sonuçta oyun akışı ve temposu soruları izleyiciler ile birlikte cevap arama üzerine kurgulanmış ama soruyu seyirciye sorarken seyircinin düşünce biçimini de yönlendirirken kendi karmaşasına ve çözüm yolu için kanallar açıyor…

Birbirini tanımayan denetçilerin bir satranç oyunu ve haber kanalı ile birbiri ile iletişime girerek paranın biçim değiştirmesinde oynadıkları rolleri oyunun çözüm bölümünde sunulmuş ama paranın nasıl paylaşıldığı konusu sanki ben yakalayamadım gibi… Para biçim değiştiriyorsa, ya da sokak dili ile söylersek “tırtıklanıyorsa”, birileri bu ‘tırtıklananları’ cebine ya da hesabına aktarıyordur…

Son an ve gerçek çözüm çok hızlı bir şekilde gerçekleşiyor, seyirci bu sonuca tam hazırlanmamış ve sanki yazan artık bu oyunu sonlandırayım sıkıntısı içinde gibi geldi…

Her şeye rağmen, hem oyunculuk hem de üzerinde durduğum konunun işleyişi ve kurgusunu başarılı buldum. Cümlelerin ete kemiğe büründüğünü görmek oyuncuların başarılı performanslarını sahnede görmek istiyorsanız kaçırmayınız derim. Her oyuncu kendilerine verilen rolü en iyi şekilde hayat vermişler… Oyun kurgusu Bay Z. tarafından baştan belirlenmiştir aslında, çanta içine bırakılan her eşya sonucu aslında açıklamaktadır, onu da sadece güvenlikten sorumlu denetçi görebilmekte ve oyunu görünmeyen yöneticisidir. Ölüm kaçınılmazdır ve o kaçınılmaz ölüm kartları iptal edilen odada olanlardan olacağı nettir… Oyunun sonunu yazmayayım, en iyisi oyuna gidin ve siz öğrenin! Sonuca giden kurgu sizi kucaklayacaktır, oyuncuların seçimi ve ışık tasarımı bu oyunun başarısında bana göre belirleyici olmuştur.

İsmail Cem Özkan

Bay Z.
Yazan: Bülent Usta
Yöneten: Ali Atilla Şendil
Oyuncular: Ali Çelik, Gerçek Alnıaçık, Orkun Gülşen, Ozan Uçar
Dekor & Kostüm Tasarımı: Şirin Dağtekin Yenen
Işık Tasarımı: Önder Ay
Yönetmen Yardımcısı: Ozan Uçar
Asistan: Pınar Alev
Sahne Amiri: Şeyda Pektok
Kondüvit: Emre Akgül
Işık Kumanda: Abdullah Basık
Dekor Sorumlusu: İlker Temur
Aksesuar Sorumlusu: Burçin Özdemir
Kadın Terzi: Nur Buket Kaplan
Erkek Terzi: Kadir Metin
Perukacı: Yavuz Dura 

10 Aralık 2019 Salı

Gülümsüyorum kavgamın içinden…


Gülümsüyorum kavgamın içinden…

Hayata kibir, hırs, nefret ile bakmak…

Hayata kızgın bakanların yaratmış olduğu atmosferde kavga, yarış, kazanma hırsı vardır… O hayat içinde bir tek insan yoktur, hayat kokan, geleceğe umut ile bakan, gülümsemenin değerini bilen, sanatın kendisini geliştirmek için bir araç olduğunun farkında olan... Kısaca üreten, üretken ve de birikimlerini başkaları ile paylaştığı için mutlu olan…

Mutlu olmak; hayatın bize sunduğu doğal bir içgüdüdür.

Mutlu olmak için öğrenilmez, doğuştan gelir.

İlk çığlık su dünyasından karaya atılan mutluluk haykırışıdır ve o çığlık kısa sürede gülümsemeye döner, çünkü o yaymış olduğu koku, enerji mutluluk iksirdir ve onu gören, yanında olan bu iksirden nasibine düşeni alır.

Gülmek hayattır.

Hayatın kendisi gülmek ve mutlu olmak üzerine oturmasına rağmen, son yüz yıllık gelişmeler ve bize dayatılan kapitalist/ emperyalist eğitim, kişiliğimizi, ruh halimizi bozmaktadır.  

Bu sistemde verilen eğitim; bizi hırslı, yarış atına dönüştürürken bir Pavlov’un köpekleri konumuna getirdi…

Hepimiz eğitilmiş köpeğiz ama bunun farkında değiliz.

Eğitilme ve eğitmek aptallaştırma stratejisidir ve en önemli silahtır.

O sistemden geçen her birey mutsuzdur…

Gülümseyen, neşe saçanlar ise sistemin yaratmış olduğu girdabı ve halkayı kıranlardır…

Gülmek devrimci bir eylemdir...

Devrimci olmanın birinci koşulu var olan sistemin tüm çarklarına uyumsuz olmak ve onu çalışamaz hale getirmek için bireysel çabadır.

Tutuklanan her devrimci acı duymasına rağmen, işkence tezgahına, eğitim cenderesine giderken dahi güler, çünkü o bir kere o sistemin çarkını kırmıştır ve o çark onda düzen tutturmayacaktır…

Sistem bu konuda tecrübelidir, devrimci olanlara son otuz yılda ‘proje’ adı altında fazla emek sarf etmeden para kazanama yolunu göstermiştir. (liberalizmin dünya hamiyetini ilan ettiği zamandan bugüne)  Onu para ile ajanlaştırır, çünkü proje parayı verenin amacına yönelik belirli süre çalışmaktan başka şey değildir.

Parayı veren memnun kaldığı süre içinde iş verdiğinin projesini uzatır.

Proje yapanların gerçek anlamda emekliliğe yönelik düzenli, sistemli bir ödemesi olmaz, proje olduğu sürece ödeme yapılır, proje bittiğinde işsizdir, uzatılmaz… Proje yapanlara bir bakın onlar arkadaşlarının üzerinden para kazanmaya çalışan asalaklardır ama kimse onlara asalak gözü ile bakmaz, çünkü zaman içinde eğitildik/kanıksadık. Projede olanlar çalışandır, proje yapanlardır…

Gönüllük bazında eylem yapanlara bile bugün aktivist der olduk, aktivist kelimesi ise ‘para karşılığında belli amaç yönünde’ eylem yapan profesyonellerdir. O eylemciler kendi konu dışında yaşanan tüm toplumsal olaylara karşı duyarsızdırlar…

Devrimci geçmişi olanlar proje ile mutsuzlaştırıldılar. Onlar artık yeni proje almak için çareler düşünen, para verenin istediği yönünde, biçimde yazı yazan, hesap yapan konuma geldiler. O kadar ileri gittiler ki, proje almaya alışmış, nasıl proje alacağını bilen, kime nasıl başvuracağını bilenler yanlarında eleman çalıştırmaya, hatta proje işi için dernek kurup şube açan, küresel boylamda iş yapan konuma bile geldiler…

Sistem, tutuklandığında dahi gülebilen insanları içine alarak öyle bir şekilde eritiliyor ki, hem onurunu, hem idealini elinden alıyor ama bu durumdan girdaba girenler rahatsız olmuyorlar, kısa sürede kanıksıyorlar.  Bu girdaba düşen bundan haberi olsa dahi artık liberal bakış açısına uygun olarak zengin olup çocuğuna iyi bir gelecek sağlamak ya da kız/erkek arkadaşı ile dünya nimetlerinden yararlanmak ve turizmin para yiyen tarafı olmak için çaba sarf eder konuma gelmektedir. Proje içinde çalışan solcu geçmişi olanların geneli, hem geçmişlerini savunur gibi gözüküp hem de devrimci geçmişe yeni hikayeler katarak kendisince yeni geçmiş yaratırlar, kısa süreli geçmişinde anlatılacak öykü sınırı bellidir ama uzatmak da gereklidir. Genelde solcu geçmişi olan proje yapanlar para kazanırken, parası olmayana gel bak sana bir proje yazalım faydalan derken kendi düştükleri duruma diğerini de ekmeye çalışırlar… Kafese girmiş keklik, özgür olarak doğada olan kekliğe hazırlanmış tuzağa çekmek için çağrı yapması gibidir…

Sistem, sinsice ve akıllıca bir yöntem ile çarkı kıranları sistem ile kavga etmeyecekleri konumda tutmak için geliştirdiği yöntemler ile potansiyel muhalefeti yok etmek ya da zayıflatmayı bilmiştir, büyük oranda da başarmıştır…

Ailemiz içinde mutlu olmak çok önemlidir. Aile içine insanlar koşarak gelir çocukluk saflığı anıları içinde, çünkü çocukluk demek hep mutlu anıların saklandığı alanlardır. Elbette aile içinde cinsel saldırı yaşamışlar için başka bir süreçten bahsedebiliriz, ömür boyu üzerinden atamadığı bir kanayan yara, iyileşmesi içinde çaba sarf edilmeyen, yüzleşilmeyen genelde bir durumdur, çünkü bize yüzleşilme ve geçmişi ile hesaplaşma öğretilememiştir…

Kabul et ve değiştirmeden devam et!

Aileler mutlu olmak için toplumum kaosundan, hırçınlığından kaçılan bir limandır.

O liman da toplum gibi varlık sebebini mutsuzluk üzerine oturtmuşsa... Hiçbir şeyden mutlu olmayan, sürekli tüketen, sürekli geçmişte yaşanmışlıklara saplantı halinde bir adım ileri atmayan çözümsüzlükler içindeyse… Kısaca girmiş olduğu girdaba uyum sağlamış ve o girdabın hayatın kendi gerçekliği olarak gören bireylerden oluşuyorsa… Tıpkı proje yapan birinin diğer proje yapmaya aday devrimcileri çağırması gibi… Mutsuzluğun içine diğer bireyleri de çeker…

Hırs, kibir, güvensiz, kuşkulu birey aile yaşantısı için kötü girdap yaratandır, o girdap salgın hastalık gibi bireyden bireye geçer… toplum profilimiz ve aldığımız kültür ne yazık ki, (aile içinde bireyler mutlu olmak için çaba sarf etmiş olsalar da) birey zaman içinde o girdabın içine çekilir, yaratılan mutsuz atmosferin içinde incir çekirdeğini doldurmayan sorunlar ile uğraşır… Ne yazık ki bugünlerde toplum değerleriz de tıpkı ailede olduğu gibi, hırs, kibir, kuşu, güvensizlik üzerine kurulmuştur…

Hayat bize sunulmuş bir armağandır.

Nerede, hangi kültürde doğacağımız bize sunulmadı, seçme hakkımız olmadan dünyaya geldik. Bazıları siyah, bazıları beyaz, sarı... Ten, göz, cilt rengi bizim seçimimiz değildir, anne babalarımızın ve onların geçmişlerinden aldıkları tercihsiz bir aktarmadır.

Bizi belirleyen coğrafya ve içinde bulunduğumuz toplum.

Küreselleşme de coğrafya faktörü önemli olmaktan çıkıyor, çünkü göçmen ya da mülteci bir ailenin çocuğu olduğumuz an, bizi bekleyen iteklenme, dışlanma, alaya alınma, eğitimde sosyal ve edebiyat alanında yeteneksiz, matematikte dahi gibi hissedeceğimiz bir duygu selidir… Annemizin, babamızın dili ve içinde bulunduğumuz toplumun dili... Çok dilli ama bir yanı eksik bireyler olacağız, belki şansımız olurda bir artı gibi gözükenler gerçekten pozitif yönümüz olur. Göçmen çocuklar için çok ince bir çizgidir, ileri ya da geriye doğru gideceğimiz an… Başka bir ülkede doğan yabancıların sorunu büyüktür ama asimile edilen ve yok sayılan melezlerin yaşam tercihleri çoğunlukta kendi ellerinde değildir… Bir uyuşturucu etkisi ile sokak çöplüğünde yaşamak ile o çöplüğe burun kıvırıp, “orada yaşayanları yok etmek gerek” diye düşünen da olabiliriz…

Sonuç, her iki koşulda da bize sunulan ve çocukluğumuzda yaşadığımız mutlu anlar eğitimden geçtikten sonra mutsuzluk bizim kaderimiz veya alın yazımız gibi sunulur.

Bize sürekli gerilimli bir şekilde yaşa, hastalıktan hastalığa koş, beslenme programlarını izle ve oradan elde edeceğin şeyler şirketlerin çıkarına uygun bilgilerdir ve bize bazı şirketlerin hazır ‘müşterisi ol’ diye fısıldanır… Bizlere demekteler ki, “size tercih hakkı tanıyoruz, kazandığı para kadar harcayacak değişik markalarda ürünleri al ve mutlu oluyormuş gibi yaşa”…

“Harca ve doyuma ulaş…”

“Gecelik ilişki yaşa ve o gecelik ilişkinden doyuma ulaş…”

“Kariyer basamaklarını mücadele ederek atla ve doyuma ulaş...”

Mutlu olmayı doyuma ulaşmak arasında gösteren bir ‘cinsiyetçi bakış’ açısı oturtuyorlar kafamıza, çünkü sınıfsal bakış sizi devrimci yapar, sistemi yıkabilecek potansiyel yapar…

Toplumun en küçük yapısı çekirdek ailedir, çekirdek çıtlatır gibi aileyi parçalıyor var olan sistem.

Mutsuz aileler yaratıyorlar…

Babalar ve anneler çocukları için her şeyi yaparken, anne ve babaları için fazla bir şey yapmazlar, çünkü onlarda anne ve babalarından onu görmüştür…

Atalarından kalan mirası paylaşmak adına kardeşler bir biri ile görüşmez, miras kavgasına tutuşurken, baştan bu yana yazdığım (hırs, kibir, güvensiz, kuşkulu birey) girdabın içinde bir birine fırsatları olsa kurşun sıkacaklardır. Günümüzde ki mahkemelerin gündeminde genelde aile içi miras kavgasının sonuçlarından oluşan davalar vardır. Devlet aile içi kavgada aracı konumuna getirtilmiştir. 

Mutsuz ailelerin bireyleri gülümseyemez, gülemedikleri içinde yüz hatları daha keskindir. Gözlerinde oluşacak her gülümseme belirtisini zayıflık olarak görür. Kardeşler bir biri ile daha iyi anlaşması gerekirken bir birine küs, neden küs olduklarını çoktan unutmuş kendi çocuklarının geleceği ve onlar için her şeyi yaparken bulurlar… Çocuklarının hayatlarını yok ettiklerini ve fazla korumacı olan ailelerin çocuklarının hepsinin başarısız, bağımlı ve mutsuz çocuk yetiştiklerinin farkında bile değiller.

Gülmek için ellerimizde o kadar çok fırsat var ki, bu fırsatları yok ederken -hayatımızı cehenneme çevirirken- hayatın başı ve sonu olan bir zaman çizelgesi olduğu gerçeğini gözden kaçırıyoruz.

Birey kendine karşı iyimserdir, kötü şeylerin başına geleceğini düşünmez ama hep başımıza gelir o kötü şeyler…

Mutlu olmak için çekirdek kabuğunun içine giriyorum, ailenin özü olan tohum ile yüzleşiyorum, eğer orada oluşmuş bir girdap varsa kaçmak için fırsatımı kolluyorum, çünkü mutlu olmak, en zor koşullarda dahi mutluluk için çekirdek kabuğunu doldurmayacak nedenler bulup neşemi koruyabiliyorum… Tersi ise kötümserliktir ve kötümserlik kişiyi karanlık içinden çıkılmaz hale getirirken kişiyi de savunmasız yapar. İyimserlik değildir yaptığım, Polyanna ya da başka masal kahramanı olmayı hiç düşünmedim, çünkü bu yaşam içinde “mutlu olmak için neden arayan” çok neden bulur.

Kapitalist sistem mutluk görüntülerini ancak pazarlama alanında kullanır. Mutlu insanlar, mutlu aileler, doğa ile barışık, çevre dostu olarak sunulan her şey tüketim içindir. Tüketim kimseye mutluluk vermez, bir salatalığın tarlada oluşumunu izlemek, açan çiçeğinin fotoğrafını çekmek, çizmek bile hayatın bize sunduğu mutluluk anıdır. Çünkü anlamak, anlarken anlamlar yüklemek ve yüklenen anlamlardan mutluluk öyküleri, masalları üretmek bile bizi bu sistemin dışına iter…

Bizim başımızdan iyi şeylerde geçer, kötü şeylerde...

Bizler geçmişimizden ders alıp, geleceğe mutlu bir yarın kurma kavgasındayız…

Devrimcilik, yarının mutlu toplumunu yaratma kavgasıdır.

Var olan tüketim çılgınlığına, doğa yağmasına, nefret söylemlerin yok edilmesi için verilen kavgadır. Yaşamı savunur ve yaşamı yüceltir. Kim ki ölümü yüceltip, kahramanlık hikayelerini sürekli gündeme taşıyorsa bilin ki, o da geçmişini tüketmekte ve mutsuzluk tohumların başka biçimini serpiyordur…

Aileme bakıyorum, geniş ve çekirdek olana. Hep mutlu olan öykülerimin kafamda canlı kalmasını arzuluyorum. Kardeşin kardeşe, kuzenin kuzene, yeğenlerin yeğenlere dost, sevgi ile yaklaştığı, çıkarların bireysel olanı değil de toplumsal olanı, dayanışmanın dayatma olamadığı, karşılıklı olanın geliştirici olduğunu bilen bir geniş aile. Geniş aile içinde sağcıda olacak, dinci de ama devrimci olanın en akla yatkın olduğunu yaşam deneyimleri ve pratiği ile çevresinde gösteren bir aile…

Devrimci olanı savunuyorum; gülümsüyorum tüm dostlarıma, yoldaşlarıma… 

İsmail Cem Özkan