21 Aralık 2010 Salı

Sahnede tevhid /birlik


Sahnede tevhid /birlik
Bazı projelerden iyi sonuçlar çıkar, bazılarından ise kötü. Elbette, bunların dışında olasılıkta vardır, ödevine iyi çalışılmış bir projeden de beklenen sonuç çıkmayabilir. Bu durum projenin bütçesi ve beklentileri ile ilgilidir.
Tevhid adlı çalışma bir projenin ürünüdür. Son yıllarda ülkemizde de gelişen bir alandır proje sunmak ve proje karşılığında ekonomik girdi elde etmek. İyi bir olanaktır, eskiden bu olanakta yoktu. Projelerden zaman zaman gerçekten beklendiğinden de iyi sonuçlar elde edebilmektedir. Para desteği karşılığında fikrin hayat bulmasıdır bir anlamda proje.
Para karşılığında olunca proje yapanlarda elbette profesyonel olmak zorundadır, amatör biri para karşılığında neden o projeyi yapsın ki, amatörler projesini hayat vermek için vakıf ve derneklerin kapısını çalacağına, kendi olanaklarını yaratma peşinde olurlar. Projeler daha çok yarı profesyonel ve para karşılığında iş yapıldığı için genelde profesyoneller tarafından kullanılır.
Tevhid proje çalışması da bu bakış açısına uygundur. Proje sunulmuş ve kabul görmüştür. Proje programına uygun olarak hayata geçirilmiştir.
Tevhid yani Türkçe karşılığı birlik. Alevilikte birlik kavramını araştıran ve izleyiciye bu kelimenin anlamını anlatmak için kurgulanmış bir çalışmadır. Çalışma; Alevilik konusuna değinirken, proje yapanın kurgusu ile birlikte; video, müzik, modern dans ve canlı performans ile sahneye konmasıdır.
Başlangıçta neden bu çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu anlatan bir giriş konuşması izledik. Yapımcı kendisine göre bu projenin amacını anlatmaktadır. Sözlü tarih çalışmasına uygun olacak bir mekan seçmiştir, en doğru yol (kendisine göre) içinden geldiği kültür ve köydür. Akrabalarının yanına gider ve orada köküne doğru ama merak içinde bir yolculuğa başlar. Proje yapan şehirde büyümüştür, fakat geçmişini ve kökünü (anlatımlarından çıkardığım) gerçek anlamda bilmemektedir. Şehirde yaşam; Alevi kimliği gizlemeyi getiriyordu eskiden, şimdiki kadar açık ve cem evleri yoktu, onun yerine dernekler içinde gizlenmiş bir yapısı vardı. Alevilik gizliydi, Alevilerde gizlemek zorunda kalmışlardı inançlarını. Ancak köyde yaşayanlar ve dağlara sırtını dayayanlar Alevi olduklarını yaşayarak hissediyorlardı. Şehirde yaşayanlar ne yazık ki çocuklarına Alevi inancını anlatamamış, yaşayarak göstermemişti. Projeyi yapanda Alevi kökenliydi ama Alevi yaşam kültüründen uzaktı. Bu uzaklık ne yazık ki, proje boyunca da hissediliyordu. Tam kavrayamadığı Aleviliği, yani birliğini anlatmaya çalışıyordu. Bir dini ritüel eksik anlatıldın mı, eksik ve yanlış anlaşmalara açıktır. Alevilik nedense hep bir yönü anlatılır, tam anlatan çalışmalar nadirdir.
Yazar; sahneye koyan ve projeye hayat veren Şule Ateş gerçekten ödevine iyi çalışmış ama eksik çalışmıştır, çünkü proje bir zaman ile sınırlıdır ve o zaman içinde yapmak ve gerçekleştirmek zorundadır. Proje gereği sahnede tevhid’i anlatmak ile yükümlüdür. Bu zaman darlığı bu çalışmayı eksik ve yüzeysel yapmıştır. Bu eksiklik projenin zamanlamasının hesaplamasında ortaya çıkmıştır, çünkü geniş konuyu dar zaman içinde, dar mekanda ve modernize etmiş şekilde anlatmak çok iddialıdır ama bu iddiayı yapacak bilgi birikimi, bir iki röportaj ve birkaç kitap okuyarak giderilecek gibi değildir.
Alevilik inancının temeli olan bazı sembol isimler bu çalışma içinde yoktur, bilmeden ve gösterilemeden üstün körü geçilmiştir. Erzincan’a göç etmiş, Dersim göçmeni bir Türkmen aile. Gerçi kendilerini kök olarak Horasan göçmeni olarak görmekteler. Dersim olaylarına kısa değinilmiştir, af edilemeyen bir katliamdan söz ederler ve ilk bölüm dans ve müzik bu unutmama kavramı üzerine kuruludur. Alevilerin unutamadığı o kadar çok katliam vardır ki, hangisini unutsunlar? Anadolu Selçukludan başlayan bir devlet anlayışı, bugün de devam etmektedir. Alevilere karşı devlet ideolojisini elinde bulunduranlar, hep saldırmışlardır ve saldırmaya da devam etmektedirler. Devlette esas olan devamlılıktır. İnançta da önemli olan budur. İnanç bir devamlılık içindedir ve nesilden nesile söz ile, ritüeller ile ve gizlenmiş kaynakları ile aktarılır. Alevi inancı dedeler ile cem evlerinde yapılan ibadetler ile bugüne kadar taşınmıştır. Bu inancın ritüelleri sahne sanatı için değil, tanrı ile konuşma üzerine kuruludur. Fakat son dönemde dans sektörü bu otantik unsurlardan beslenerek modern dansın içine monte etmeye çalışmaktadır. Bir çoğu da güzeldir, dans her kaynaktan beslenebilmelidir, fakat bir inanç anlatılırken, inancın bir kuralı vardır, o kurala da dikkat edilmelidir. Alevi inancı içinde tek başına oynanan semah (dans olarak da okuyabiliriz) yoktur. Turna gibidir Alevi semahı. Çift kişi ile ve ikinin katları ile sahneye konmalıdır. Bu projede; tek kişilik bir dans bölümü vardır ve dansta ne anlatıldığını anlamak imkanına ne yazık ki erişemedim. Bana göre anlamsız hareketler ile zaman doldurulmuştur, anlamsız hareketler modern dans değildir. Her hareketin bir anlamı vardır ve bu anlamlar bir birikimin üründür ve birliği sembolize eder. Diğer yapılan ve turnaların ve kuş sürülerin hareketi gibi toplu halde, sağa sola hareketler bana daha sıcak gelmiştir, fakat Alevilikte tek kişilik dans yoktur ve konu Alevilik olduğuna göre; tek kişi sahneye çıkarak dans yapamaz diye düşünüyorum. Semah Alevi kültürü içinde önemli bir ritüeldir. Her Alevinin ocağı farklı semah oynar ama hepsinin ortak bir dili vardır.
Alevilikte müzik ve söz de önemlidir. Bu önem her Alevi konusunda yapılan çalışmada da öne çıkar. Modernize edilen müzik ve sözler proje içine oturmuş gibi gözükmesine rağmen, beni rahatsız eden bazı yönleri de bulunmaktadır. Söz anlaşılır olur, söz ile cem’e katılanlara mesaj verilir, gelenek aktarılır. Birlik orada vurgulanır. Yani tevhid müzik içinde vardır.
Proje sonucunda akılda ne kaldı diye bakarsanız, hoş bir sahne dans gösterimi, onun dışında üstü kapalı bir Dersim katliamı ve sonucunda insanların beynine işlenen durum. Video, müzik, dans ile sözlü tarih çalışmasına örnek olacak ama yetersiz bir çalışmadır. Sonuç olarak kişinin kendisini tanıması için gittiği yol ama bu yolda kendisini ne kadar tanıdığı ve kültürünü tanıdığı konusunda da kafamda soru bırakan bir çalışma vardır. Aleviliğin temeli olan görüşlerin dışında, çokta uzağında olmayan bir Aleviliği sahneye koymuştur. Proje anlamında başarılıdır, ödevine iyi çalışmıştır ama projenin zaman sınırlaması ve maddi imkanları içinde ancak demek ki bu kadar ortaya çıkıyormuş dediğim bir çalışma izledim.
Bu proje bir başlangıçtır, daha iyileri ve daha geniş çaplı çalışmaların yolunu açacaktır diye düşünüyorum, çünkü bir proje yapmak ile ne Alevilik anlaşılır ne de projelerin önü kapanır, aksine projelerin önü açılmıştır. Daha başarılı projelere imza atacağını düşünüyorum. Her başlangıç her ne kadar profesyonel gibi gözükse de amatörlük çıplak göz ile görülmektedir. Amatörlükte de bir sıcaklık her zaman vardır.
Oneness/Tevhid/Birlik (Performans)
Tasarlayan ve Yöneten
Şule Ateş
Video Yönetimi
Şule Ateş
Teoman K.
Müzik Düzenleme
Cem Yıldız
Koreografi
Bedirhan Dehmen
Görüntü Yönetimi
Haluk Arus
Kurgu
Berkutay Günel
Cem Mirkelam
Animasyon
Mertcan Mertbilek
Çağıl Bocut
Işık Tasarımı
Alev Topal
Grafik Tasarım
Emre Parlak
Koordinatör
Sezin Gündoğan
Fotoğraflar
Eylem Ertürk
Oğuz Meriç
Dansçılar:
Canberk Yıldız
Ekin Akbaş
Erdem Gündüz
Güneş Çağlar
Minou Polleros
Özlem Arıkan
Özlem Kaya
Serkan Bozkurt
Vokal
Olcayto Art

20 Aralık 2010 Pazartesi

İşaretlenen kapılardan bugüne…


İşaretlenen kapılardan bugüne…

Kapılara işaret konmuştu. Kapılar birer birer işaretlenenler, işaretin anlamını önce anlamadılar. Ellerine geçirdikleri badana ile işaretleri kapatmaya çalıştılar ama olmadı, çünkü badana yağlı boyayı kapatmıyordu.
Kapıların üzerinde kırmızı bir çarpı vardı. Kırmızıydı.
Kapıların üzerinde, pencerelerin altında kırmızı boya ile çarpı konmuştu.
Yaşadıkları şehirde bir ayrışma gözle görülür, elle tutulur bir şekilde gözüküyordu.
Henüz sokaklar kan gölüne dönmemişti. Nefes alınıyordu. Ötekileştirilmişler; şehir merkezinden uzakta, gecekondularda oturuyordu, çünkü oraya gelenler ekmek için gelmişlerdi… Ekmeklerini kazanmaktan ve çocuklarını okula göndermekten başka şey düşünmüyorlardı. Gelişen olaylar karşısında, kendiliğinden muhalif konuma düşmüşlerdi, tercihleri bile değildi, sormamışlardı zaten onlara.
Doğunun Paris’i diyorlardı. Ülke içinde, o kadar çok Paris vardı ki, kimse görmemişti Paris’i. Ama Paris ismi o bölgenin her şehri için söylenirdi.
Ufak tefek olaylar oluyordu ama öyle abartılacak bir durum da yoktu ortada. Sağcı ve solcusu belli bir şehirdi. Kimin kime oy verdiği ortadaydı.
Diğer şehirlerden bir farkları yoktu, öyle biliniyordu o güne kadar.
Kendileri için sessiz bir gündü, tıpkı diğer günlerde olduğu gibi. İşe giden; işine gitmiş, kalanlar ise her zaman yaptıklarını yapıyorlardı.
“Güneş ne zaman doğacak?”
Cüneyt Arkın başrollerini oynadığı bir film şehre gelmişti. Sinema salonlarında gösterime girmişti. Bir akşam karanlığında bu filmin gösterildiği salona bomba atılmıştı. Kimin attığı yıllar sonra çıkmıştı. Provokasyon için gencin eline bomba verilmiş ve kendi arkadaşlarının üzerine bomba atmıştı.
Olaylar bir anda saman alevi gibi patlamıştı. Öfke ve nefret duygusu gözleri görmez, kulakları işitmez hale getirmişti. Faşist bir provokasyon, katliam ile sonuçlanacak bir bombayı ateşliyordu.
Önceden planlı ve programlı hazırlanmış bir senaryoydu ve senaryo hayatta karşılığını eksiksiz olarak yerini bulacaktı.
Hiçbir şeyden haberi olmayan ve kurban olarak seçilen kesim ise, her zaman ki yaşamlarına devam ediyordu. Olaydan ve bombadan haberleri olmuştu ama o bombayı atan kendileri değildi ve savunulacak ve savunma durumunda kalacak bir durum ortada yoktu.
Bombalı gecenin sabahı, sinemadaki patlamadan hayatını kurtaranların önüne bir yem atılmıştı, bombayı atsa atsa solcular atardı ve sol olarak gördükleri tüm kurumlara saldırmak gerekliydi. Saldırıldı da. Saldırı emri ve hedefi belliydi ve bu gençler kullanılarak saldırı başlamıştı.
Saldırlar can almak üzerine kurulmuştu, sadece korku vermek değil, nefretin kusulması gerekliydi. Faşist içerikli bir film bu iş için biçilmiş kaptandı ve faşizmin çirkin yüzü sokağa kan ile yazılmalıydı ve yazıldı da… Kahveler bombalandı, öğretmenler kurşunlandı. Kurşunlar iki öğretmenin canını almıştı. Can sokakta güvencesiz hale dönmüştü. Doğal olarak tepkiye karşı tepkide gelişecekti, çünkü korku ister istemez savunmayı da beraberinde getirecekti. İleride yaşanacakların bir küçük provası gibiydi. Ülke saffında korkunun hakim olduğunun küçük bir provası, bu şehirde hayata geçiriliyordu.
Köşeler tutulmuş, sokaklar korkunun hakim olduğu alana dönmüştü. Her kımıldama bir saldırı anlamına geliyordu.
Aleviler ve solcular elde olanlar ile savunmaya çalışıyorlardı, bugüne kadar düşünmediklerini yaşıyorlardı.
Komşuları, tekbir sesleri eşliğinde kendilerine saldırıyordu. Dışarıdan gelen gençlerin yanında, arkasında, önünde… Komşuları, komşu çocukları, tanıdıkları artık tanımaz haldeydiler.
Hükümet olayları küçümsemiş, gerekli önemleri almamıştır. Önlerinde devletin bendini görmeyen faşist grup, içine yöre halkıda katarak birikmiş nefret duygularını ve bilinç altına işlenmiş düşmanlıklarını göstermekteydiler. Cephe savaşı gibi savaşıyorlardı, ellerindeki silah üstünlükleri eşliğinde. Gerçek anlamda direniş ile karşılaşmayan bu nefret seli; önüne aldığını yutuyordu. Düşmanlık açık saldırıya dönüşmüştü, içlerinde biriktirdikleri nefret duygusu ve yıllardır devlet eli ile verilen eğitimin vermiş olduğu bilinç ile saldırıyorlardı. Aleviler ve solcular bu ülke topraklarından en azından bu şehrin topraklarından sökülüp atılmalıydı. Toplumun daha homojen olması için… Öyle sanılıyordu o zamanlar. Senaryo onlar öyle görmelerini emretmişti…
Senaryo kan ile yazılmıştı, yazılan senaryo uygulanmıştı. Kan aktı, hem de kayıtlara girmeyen kanlar. Ana karnında ki bebeği öldürecek kadar nefret duygusu ile gözü dönmüş katiller; önlerine geleni öldürmüş yağmalamıştı. Ölenler Aleviler ve solculardı. Ölenler ötekilerdi birileri için… O yüzden; davaları ve katilleri özel koruma eşliğinde gerçeklerin üzerleri teker teker örtüldü. Gerçek anlamda yüzleşme olmamıştı. Toplu davada idamlar çıktı, mahkumlar çıktı ama senaryo yazanlara ulaşılmamıştı. Katil olarak kurban olanlar gözle görülüyordu, gerçek katiller neredeydi, ne yapıyorlardı?
Yıllar sonra, tam 32 yıl sonra aynı şehre, ölenleri anmak için gidenler aynı tepki ile karşılaştılar. Bayraklar elde, tekbir sesleri eşliğinde ölenleri anmaya izin vermek istemediler. Tekbir diye bağıran şimdiki delikanlısı, büyük olasılıkla ya babası ya da en yakını o olayda taraftı. (Katil olmuş kurbandı beklide)
Sosyologlar, sosyal psikologlar bu durumu dikkatlice incelemesi gereklidir, çünkü bu olayda da görüldüğü gibi; hiçbir olayın üstü örtülmüş değildir. Alev kor halinde yanmaya devam ediyor. Ermeni konusu ve diğer mübadeleler ile ilgili olaylara da bakarsanız, bugün sorunların arkasında yatan ortak duyguyu ve tepkiyi görebilirsiniz. Dedelerin yaptıklarından bugünkü kuşak neden sorumluluk duyar? Neden onların yaptıklarının üstünü örtmeye çalışırlar? Neden bu bilmedikleri ve görmedikleri insanlara düşmanlık duyarlar ve nefret duygularını beslerler?
Kapıların üzerine çarpı işareti konmuştu. Bugün kapılar üzerinde çarpı işareti konan yerler var mıdır? Yoksa beyinlere ve yasalar içine mi kondu?