31 Ekim 2008 Cuma

Neler oluyor?

Neler oluyor?

Son günlerde neler oluyor dedirtecek olaylar üst üste gelmeye başlandı. Polis izlemekte olduğu bir genci öldürüyor, gözaltına aldığına orantısız güç kullanıyor ve işkence sonu ölüyor. Karakolda bir Afrikalı vatandaş öldürüldü. Yolda öldürüyor, karakolda öldürüyor, sol gazete okuyor diyerek İstanbul’un merkezinde bir genç kızı göz altına alıp tehditlerde bulunuyor, solcuların ve işçilerin yaptığı eylemlerde gaz bombalarını orantısız şekilde kullanılıyor, neler oluyor gerçekten?

Polis içinde güçlerden bahsediliyor, ramazan aylarında yemekhaneler tamire alınıyor. Hiç duydunuz mu Cuma günleri yapılan şeriat isteriz eylemlerinde polisin zor kullandığını? Başörtüsüne karşı duyarlılıkları ortada, onlara karşı yasalara saygılılar! Yasalar, solcular, Aleviler ve Kürtler olduğunda neden ortadan kalkıyor? Ya da yapılan eylemlerde orantısız güç gözler önünde olmuş olmasına rağmen, güçlü olan suçsuz oluyor? Açılan davalar neden zaman aşımına bırakılıyor? Suçu ve suçluyu bilinçli bir şekilde kollamak ve korumak yasalarda suç olmasına rağmen, bu devlet erki ile yapıldığında neden suç olmaktan çıkıyor? Geçmiş adalet bakanlarından biri Sivas davasında taraf olması,neden suç oluşturmadı, orada suçluları savunan bakana karşı neden her hangi bir dava açılamadı? Neden anayasayı silah zoru ile değiştiren eski emekli generaller hakkında dava açılmadı?

Anayasayı ve düzeni bozmak yüzünden bir çok sol görüşlü hakkında davalar açılır ama esas olarak değiştirenler hakkında hiçbir işlem olmaz. Bu durumda yasalarımızda bir ayrımcılıktan söz etmek mümkün olmuyor mu? ‘Yasalar bütün vatandaşlara eşit olarak uygulanır’ diye bir evrensel kural neden bizim ülkemizde uygulanmaz? Neden yasalarda istisna insanlar hep var olmuştur?

Dokunulmazlık zırhı neden sınırı olmadan uygulanır? ‘Bazı kişiler haksızda olsa haklıdır’ kuralı geçerli olarak algılanır ve onlara dokunulmaz? Geçenlerde yapılan bir operasyonda hakimin verdiği kararlarda rüşvet olduğu ortaya çıkmış ve tutuklanmıştır, hakimler verdiği kararlarda neden yasalar karşısında sorumlu değiller? Karar verirken bizde neden hep vicdan öne çıkarda, yasalar çıkmaz? Yasalar sıradan vatandaşın günlük yaşam biçimini belirlerken, dokunulmazlara dokunamaz?

Ülkemiz büyük bir krizin girdabı içinde ve kurtulmak için mücadele ediyor, fakat bu krizde delikten aşağıya ayrım gözetmeden gittiğimizin farkında değil miyiz? Ne demişti başbakanın danışmanı, lazım oldukça onu kullan, işinize gelmediğinde bırakın delikten aşağıya! O sahibine önerilerde bulunurken, danışmanlığını yaptığı adamı da gözden çıkarabileceğini vurgulamış olmuyor muydu? O gider, gelene danışman olur! Fakat dokunulmazdır, kimse bu konuda dokunmadı?

Milletin vekillerin evlilik yaşlarına ve eşleri ile evlendiklerinde eşlerinin yaşlarına bir bakın, ülkemizde sübyancılık oranı ile karşılaşır mıyız? Bizde vekillerin mal varlıkları ile eşleri ile aralarında ki yaş oranı hiç incelendi mi? Bir gazetede yazan biri bir kıza taciz etti diye üstüne gidiliyor, o sadece bir örnek, ondan daha ileri ilişkisi olan yok mu? Evlenildin mi, eşin yaşın önemi kalkıyor mu? 14 yaşında evlenmiş biri, evlendiği için eşinin yaşının önemi kalkıyor ve orada sübyancılık aranmıyor, fakat evlenmemişse eğer sübyancı damgası yeniyor, neden?

Son günlerde neler oluyor gerçekten, fabrikalar üretimlerine ara veriyorlar, işçiler işten atılmamak için kölelik yasalarına ve şartlarına boyun eğiyorlar. Komşusunu tanımayan, kulağında mp3 çalar ile dolaşan insana neler oluyor? İşkence için sokakları doldurmayanlar, işkence yapıldığı söylenen ada konuğu için bütün ülkeye ateş vermesi nasıl açıklanır? Bir söylenti mi önemli, olmuş olay mı?

Aynı durum darbe olayında gözükmedi mi? 12 Eylül darbesi yapanlar için sokakları doldurmayanlar, 70 milyon ayak ve ortak akıl hareketi adı altında olmayan bir davanın söylentisi için meydanları doldurmadı mı? Bizim ülkemizde olandan daha çok söylenti daha önemli!

Suç işleyen suçsuz, suç işleme olasılığı olan suçlu!

Nedense suç işleme olasılığı olanlar hep Aleviler, solcular ve Kürtler oluyor! Arada da istisna olarak darbe günlüklerinde adı geçen generaller oluyor, onlarda emekli oldukları için darbe yapma şansları kalmamış! Darbe yapanlar ve suç işleyenler emekliliklerini güvenli evlerinde yaşarken, söylenti ile cezaevine girenlerin ülkesi durumunu yaşıyoruz!

Anayasayı değiştirmek suçundan idam edilenler bu ülkede oldu, idam edenlerde anayasayı silah zoru ile değiştirmişlerdi! Suç işleyenler suçsuz olanları idam etmişti! Çünkü suçsuzlar şüpheliydiler, suç işleme olasılıkları vardı!

30 Ekim 2008 Perşembe

Cumhuriyet kutlamaları ve sonrası…

Cumhuriyet kutlamaları ve sonrası…

Cumhuriyet kutlamaları İstanbul boğazındaki muhteşem bir şölen ile bu seneki törenler sona erdi. (gerçi devam eden resmi kutlamalar geç saatlere kadar balo salanlarında sürdüğüne dair haberler ekran haberlerinde yer aldı.) İstanbul boğazı ışık ve havai fişeklerin dansına sahne oldu. Boğaz köprüsü ışıktan oluşturulan bir şelale görünümüne büründü. Gökyüzü ve deniz ışık ile buluştuğunda müthiş görüntü çıktı ve şanslı olanlar orada yayınlanan sesi de duydu. O ışık dansına eşlik eden müzik. (Ekranlar aracılığı ile daha çok kitleye bu şölen ulaştırıldı.)

Cumhuriyet coşkusu iki gazetede aynı başlıklarda yer aldı. Taraf ve Vakit gazetesi birbirinin yansıması gibi hemen hemen aynı başlıkları attı. ‘Cumhursuz cumhuriyet!’ Taraf gazetesinde ‘Başörtülü cumhura ödül yok’ başlığı ile yer alırken, Vakit gazetesinde ‘Cumhur törenden kovuldu’ başlığını taşıyordu. Törenlerdeki deniz ile ışığın buluşması gibi bu iki gazete başlıkları da sık sık buluşmaya özen gösteriliyor gibi. Biri sol görünümlü, öteki şeriat isteriz ve şeriat bayrağı altında yaşamak onurdur diyenlerin gazetesi. İki gazetenin ortak özellikleri çoktur, en öne çıkan sola eleştirel yaklaşımını aşarak küfür etmeyi marifet olarak görüyorlar. Sol dışında hedef olarak ordunun daha iyi hizmet verebilmesi için eleştirilmesidir. Eleştiriler orduya yönelik gibi gösterilmesine rağmen, aslında daha bir askeri düzeni savunur durumdalar. ‘Ey ordu bak burada zafiyetin var, bu zafiyetten vazgeç ve görevini tam yap!’ der gibidir.

Kutlamalarda tüm Türkiye insanı yoktur, Kürtler ve Alevilerde kendi renkleri ile kutlamalarda yerlerini alamadılar ama cumhuriyet kutlamalarında başörtüsü yerini aldı, hem de devletin zirvesinde. Devletin zirvesinde bu iki gazete başörtüsünün yer almasını görmek istemezler, çünkü onlar için önemli olan her alanda başörtüsünün yer alması ve onların özgürlüğe ulaşmasıdır. Her kesim tarafından başörtüsü özgürlüğü, temel özgürlük sorunu olarak algılanmasını sağlamaktır. Fakat ülkemizde özgürlük sorunu sadece başörtüsü ile sınırlı mıdır? Özgürlükten ne anlaşıldığı ortada değil midir? Vakit gazetesi yazarı reşit olmamış ama regl olmuş kız ile evlenileceğini tüm ekranlara çıkarak savunurken, özgürlük sorunu ortaya gelmez. Yetmiş küsur yaşında bir adamın eşinin yirmili yaşların başında olduğu gündeme gelmez. Küçük yaşta ve reşit olmamış kızların zorla evlendirilmesi gündeme gelmez, fakat bir başörtüsü özgürlük temel sorunu gibi ortada durur! Yaşama hakkı sorunu da ortada durmaktadır, fakat onlar için en önemli sorun başörtüsüdür. Alevilerin inançlarının özgürce yerine getirmesi önündeki engeller özgürlük sorunu içinde yer almaz! Cumhur sadece başörtüsü takanlar mıdır? Bir de özgürlük sorunu sadece başörtüsü ile sınırlı mıdır?

Kutlamalarda dikkatimizi çeken bol bol havai fişek ve ışığın kullanılmasıdır. Bu durum hayvan severleri ilgilendiren tarafı var, çünkü bu gösteriler sırasında gökyüzüne havalanan kuşların yaralanması. Işık ve havai fişeklerin etkisi ile neye uğradığını şaşıran kuşların bilinçsiz ve korku ile havalanmaları sonucu yaralanmalar ve ölümler ile karşı karşıya kaldığı geçmişte yapılan çalışmalardan bilinmektedir. Bu gösteriler sırasında kaç hayvan yaralandı ya da öldü? Hayvan hakları savunucuları bu gösteriler karşısındaki duruşları nedir?

Cumhuriyet kutlamaları her yıl olduğu gibi birkaç balo ile devleti temsil eden her kesim tarafından kutlamıştır.

Sivas, Çorum, Maraş katliamının sorumluları hala ortada dolanırken, geçmişte yapılan katliamlar ve cinayetler zaman aşımından davaları düşerken, bu kutlamaların eksik bir yanının olduğunu düşünmekte misiniz?

Cumhuriyet kutlamalarında cumhur yoktur, cumhurun vekili vardır. Yıllardır vekiller cumhuriyet bayramını balolarda kutlamaktalar. Bu balolara davet edilen özel elit kesim dışında cumhurun yer aldığı kitlesel kutlamalar yapılmış mıdır geçmişte? Bu kutlamaları organize eden ve bu kutlamalardan kasalarına para aktaran firmalar ve kutlamalara katılanların dışında genelin katıldığı bir kutlama olmuş mudur? Başlıklara bakarak sanki kutlamaya her kesimin katıldığı ve halka açık olduğu izlenimini alırsınız!

Cumhuriyet kutlamaları büyük bir coşku ile kutlandı ve ekranlara yansıdı, cumhur ise ekrandan kutlamaları izlemekle yetindi. Vekili ise kutlamalara smokin giyerek katıldı!

29 Ekim 2008 Çarşamba

Cumhuriyet üzerine…

Cumhuriyet üzerine…

Cumhuriyet rejimi ülkemizde ne zaman uygulanmaya başlandı? Tarih bize göre net, fakat eğer sözlüklere girip bakarsak anlamına, o zaman tarih göreceli oluveriyor.

Dil Derneği ve TDK sözlüklerinde cumhuriyet kavramının karşılığına bakalım; Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimidir.

Bu sözlük anlamı ile kavramı irdelersek bizde cumhuriyet ne zaman başladı dersiniz? Elbette 29 Ekim tarihini net verebilirsiniz. Fakat biz sadece bugünkü devlet yapısı altında incelerseniz doğru olduğunu düşünürsünüz, fakat orada da işler karışık, çünkü resmi olarak cumhuriyet ilan edilemeden cumhuriyeti yaşadık! Yanlış okumadınız, çünkü 1 Kasım 1922 yılında saltanat ve padişahlık ortadan kararname ile kaldırıldı, o tarihten itibaren adı konulmamış bir cumhuriyeti yaşar olduk, bu duruma 29 Ekim tarihinde adlandırılmasıdır. (3 Mart 1924 yılında ise halifelik kaldırılmıştır.)

Sözcük anlamına bakarak meşrutiyeti de cumhuriyet olarak algılayabiliriz, çünkü orada da bir meclis vardır ve halkın temsilcileri mutlak iktidara görüşlerini sunmaktadır. Görüntüsel olarak padişah mutlak olsa da, yaşanan pratik bu mutlaklığın kağıt üzerinde kaldığını gösterir.

Cumhuriyet mücadelesi tarihi eskilere dayanır, Fransız devrimin ülkemize estiği dönemlerden günümüze kadar bir çok denemeler olmuş ama günler geçtikçe cumhuriyet kavramında tepetaklak aşağıya doğru düştüğümüzü söylemek abartı olmasa gerek, çünkü cumhuriyet kavramı ulus kavramı içinde algılanmış ve yaşanan topraklar üzerine farklı olanlara karşı hoşgörü gösterilmemiştir. Halkın temsilcileri ile yönetime karıştığı kabul görmesine rağmen, halkı temsil edildiği kabul edilen milletvekillerin seçimi sorular ve sorunlar ile ortada durmaktadır. Bugün tek hakim olan parti başkanın belirlediği adaylar ve o adayların millete onaylatması süreci vardır. Parti başkanın belirlediği temsilciler, yine parti başkanın belirlediği konularda parmak kaldırır konuma gelmiştir. Bu durumda cumhuriyet pratiğimiz ne kadar başarılı bir şekilde uygulandığını düşünmek ne gibi sonuç çıkarırı ortaya?

Cumhuriyet farklı olanların bir meclis çatısı altında buluşması ve sorunların ortak çözümü olarak algılanması değil midir? Fakat seçim sistemi buna ne kadar izin vermektedir? Cumhuriyet rejimi altında yaşayan değişik etnik ve dini inançtakilerin resmi olarak tanınmaması ve onların temsilcilerin meclis çatısı altında açık ve kendi kimlikleri ile olmaması bu temsil sorununda ve sorunların ortaç çözüm arayışında engeller ortaya çıkarmıyor mu? Çünkü resmi ideolojinin bakış açısına sahip temsilcilerin gerçek haklı temsil ettiğini söylemek ne kadar doğrudur?

Cumhuriyet rejimimiz resmi olarak 1923 yılından beri yaşamaktadır, kuruluş aşamasındaki amaçlarına ulaşmıştır. Fakat bugünkü gelinen aşamada geriye doğru bir dönüşten bahsetmek yanlış olmasa gerek, çünkü mutlak hakimiyetin olduğu meşrutiyet dönemlerini aratmayan uygulamalara şahit olmaktayız! Cumhuriyet; ortak sorunlara geniş bir hak kesiminin katılıp çözüm aramasıdır. Bu çözüm yeri meclistir!

Cumhuriyet ideal olarak bir arada yaşamayı savunan ve bunu pekiştiren bir sistem olmalıdır, fakat cumhuriyet kavramına yaklaşımına göre yaşam biçimi ve tercihler değişmektedir. Cumhuriyet rejimi demokrasiyi de içinde barındırdığı gibi, dikta rejimleri de içinde barındırabilir. O yüzden bugün ülkemizde cumhuriyet rejimi içinde mutlak demokrasiyi savunmak önemlidir. Bir arada yaşamı savunan, ayrılıkları ötekileştirmeden, farklılıkları bir zenginlik olarak gören, sorunların çözüme her kesimin görüşünün alındığı ve ortak aklın yaratılması olarak okumak bana daha doğru gelmektedir.

1923 yılından bu yana resmi ideolojimizin yeniden yapılandırılması ve tanımlanması gereklidir. Bir arada yaşamı güçlendiren, birlikte düşünmeyi ve hareket etmeyi teşvik eden bir anlayışın oluşması geleceğimiz için önemlidir diye düşünmekteyim.

Alevler sokakları sararken…

Alevler sokakları sararken…

Fransa’daydı, alevlerin sokakları aydınlattığı gecenin içinde birkaç arkadaşı ile köşeden gelecek güvenlik kuvvetlerini kolluyordu. Karanlığı ortadan kaldırmıştı alevler. Sokaklar eskisine göre daha güvensizdi. Yabancılara yapılan ayrımcılık protesto ediliyordu. Ölen Afrikalılar bir neden olmuştu banliyölerde. Aslında geçmişin birikimi patlıyordu. Banliyölerde yaşanan ayrımcılığa karşı bir ortak sesti yangınlar.

Başkentte yaşıyordu, aynı zamanda çok uzaktı. Yabancılar bir aradaydı, o yüzden sokakta konuşulan dil sertti, Fransızcanın o kıvraklığı yoktu. Fransızca bazıları için romantik bir dildir, fakat barikatta kavganın dili oluveriyordu. Yoktu orada romantizm, alev ve geçmişin birikimin patlaması vardı.

Sokaklar hep barikat olacak gibi duruyordu, bir gün normal yaşam akarken, ertesi gün barikatlar kurulmuş, yeni cumhuriyetin ilanını duyurur olabilirdi Paris sokakları. Paris, kavganın şehriydi. Kaçıncı cumhuriyet kuruldu, kaçıncı yıkıldı, sayan var mıydı? Paris devrimlerin ilk kıvılcımın atıldığı şehir olma özelliğini koruyordu. Büyük değişim ve zamanın hızlı akması orada kurulan bir barikat ile başladığını kaç insan düşünüyordur şimdi?

Alevler sokakları aydınlatıyordu. Sokaklar kavganın sesini taşıyordu dünyaya. Paris eskisine göre daha bir güvensiz olmuştu, yeni cumhuriyetin ilanı her an duyulabilirdi!

Barikatlar Paris’te kurulur, dünyadaki en ücra sakağa kadar yayılır diye düşündü. Geçmişin haksızlıklarına karşı yabancı gençlerin isyanı olarak yansıdı tüm dünyaya! Paris geceleri alevlerin altındaydı, yabancı gençler barikatlarda haksızlığa karşı geçmişin mirasını taşıyorlardı. Paris’in her sokağı her an barikat kurulacak gibi duruyordu. Devrim, Paris’den başlayacaktı!

Yıllar sonra o günleri düşündü, Kadıköy’deki iskelede dururken. Karşıda İstanbul süliyetinin ışıkları boğaza vurmuştu. İstanbul sokakları alevler altında kaldığında Paris’deki günleri aklına geldi. O günler haksızlığa karşı bir kitlesel patlamayı yaşamıştı. O Paris’teki yangınlarda yakalanıp yurt dışı edildiğinde, ülkesinde de yangınları yaşayacağını düşünmemişti.

Paris alevleri atlattığında yeni cumhuriyet kurulmamıştı, fakat oradaki haksızlığı dünyaya duyurmuşlardı. Her eylem kendi içinde meşrudur, fakat yansımalarını iyi izlemek gereklidir. Paris halkı yabancı gençlere düşman olmamıştı, aksine bir sempati doğurmuştu. Demiryolcuların eylemine, eylem yapan gençler destek vermişti, orada dayanışma örnekleri yaşanmıştı.

Paris olayları; polis, iki Afrikalıyı kovalarken, gençlerin ölmesi üzerine başlar. Kovalayan kovalanan olur. Alev tüm Paris’i, Fransa’yı kuşatır. o günlerde alevi 68’in yeni doğumu olarak görenlerde olur.

Yıllar sonra bunları düşünürken Kadıköy rıhtımında balık kokusunun çekiciliğinde bir sigara yakar. Yüzünü aydınlatır bir an kibritin ateşi ve sigara tutuşur. Karanlığı bir alev delmiştir!

Paris alevler altında kaldığında bir toplumsal olayın yansımasıdır. Kadıköy’de yanan arabanın alevi her ne kadar bir birikimin patlaması olsa da nitelik olarak ayrılmaktadır, çünkü orada bir Afrikalı vardır, o Afrikalı tüm göçmenleri temsil eder. Toplumsal direniş tüm ülke sokaklarını kapladığında göçmenlerin isyanını yansıtır. Burada bir başka şey vardır, işkencede ölen bir genç vardır, o gencin ölümü üzerine yapılmış bir isyan değildir, işkence yapıldığını söylenen bir söz üzerine onur meselesi yapılmıştır. Ölen genç yoktur isyanda, bir ayrımcılık vardır. Protesto tüm ülke saffına yayılmıştır, bir büyük birikimin patlamasıdır. Doğrudur ama geneli kucaklamaz, bir kesimi alır içine. Paris gibi değildir, burada farklı bir şey vardır.
İşkencede ölen biri vardır, hem de hiçbir suç tespit edilmeden ölen bir genç. İşkence yaptığı tespit edilenler ise suçsuz ilan edilmiştir. İşkence söylentisi bile bir halkı sokaklara dökerken, neden ölen genç için sokaklar boştur?

İşkenceye karşıysak eğer, ayrımsız karşı olunmalıdır! İşkence insanlık suçu ise, işkence yapanlar ayrımsız cezalandırılmalıdır, suçluları saklayanlar suçludur. İşkence yapanlara görevlerinde her hangi kusur görmeyenler de suçludur.

“Acaba, bu sokaklara dökülmeler başka şeyleri saklıyor mu?” diye kendi kendine konuştuğunu hissettiğinde etrafa tedirgin bir şekilde göz attı. Çünkü işkenceye karşı yapılan bu yürüyüş bir şekilde bir ayırımı içinde barındırıyordu, eğer ayrımsız bir eylem olmuş olsaydı ‘tamam’ derdi de, bu durumdan kimlerin kazançlı çıktığı konusunda kafasında sorular barındırıyordu!

Ülkemiz dünyada yaşanan ekonomik tusunamiden etkilenmeden geçme imkanı yok, bu eylemler bu etkinin üzerine örtülen bir örtü müdür? Toplumsal tepkilerin bir anlamda yok edilmesi midir? Toplumsal tepki verenlerin parçalanmasını getirdi mi bu eylemler? Toplum içinde olan ayrımcılık tohumların ve ötekileştirmeye karşı körükle gitmek midir?

Kadıköy sahilleri içinde soruları denize bıraktı, sigaranın ateşinde sönmüştü. Gecenin soğu altında karanlığa karışıp gitti.