Bir proje ile ülkenin kaderi değişti.
Projeleri yeri geldiğinde küçümseriz, yeri geldiğinde
abartırız. Liberal ekonominin bir ürünü olarak ortaya çıktı ve uzun yıllardır
uygulanmaktadır. Parayı veren istediği projeyi, istediği sonucu alana kadar
taşeron işçi olarak kabul edebileceğimiz gönüllü kölelerine belirli süre
içinde, belirli amaçları elde eden işleri yaptırmasıdır. Bir anlamda liberal
ekonominin ürünü olan işsizliği devlet istatistik kurumu içinde üstünü örtmek
için kullanılan geçici bir çözümdür projeler. Proje süresi boyunca vasıflı,
vasıfsız işçiler ama beyaz yakalı işçiler işçi gibi gösterilip, o çalışma
süresi boyunca devlete ödenmesi gereken sigortalar yatırılır… Bu sayede
işsizlik istatistiğinde çift haneli rakamlar tek haneli gösterilebilmektedir,
kısaca sanal olarak algılar ile oynanır…
Projeler küçük çaplı olabildiği gibi ülkelerin kaderini
değiştiren ve sınır çizgilerin yeniden çizildiği boyutta toplumsal sonuçları
olan şekilde de olabilmektedir. Elbette her projenin bir bütçesi vardır ve
önceden tahmini bütçe üzerinden proje yapanlar ile anlaşılır. Projelerde
maliyet; zaman, çalışan ve çalışılan alan için ödenecek kira olarak baştan
sabit gider olarak hesaplanır. Kısaca para veren projenin amacına uygun sonucu
baştan belirler ve ona göre finans ederken, projece yapanları da zaman zaman
denetler… kısaca parayı veren projenin her aşamasında bilgi sahibi olur ve ona
göre gerek görürse yönlendirebilir ve yeni istemlerini belirtebilir…
12 Eylül 1980 darbesi bizim ülkemizde uygulanan bir projenin
ürünü olarak ortaya çıkmıştır. 24 Ocak 1980 kararları alındığında aslında
ülkemizde bir askeri darbenin olacağı, örgütlü işgücünün örgütsüz hale
getirilip toplumsal direnişin önünün kesileceği önceden belirlenmişti. O
projeye uygun kişilerin seçimi ve kritik noktalarda konumlanması proje yapmak
için gönüllü olanlar ve onu finans edenler baştan belirlemiştir. Çünkü “cent’e
muhtaç” hale gelen, karaborsanın ve fırsatçıların yeni karaborsa yaratmak için
günlük tüketimde olan ürünlerin piyasadan çekilip depolara saklandığı süreçtir.
Seçimler sonuçsuz bir birini takip etmesi, iki inatçı keçinin siyaset
sahnesinde ince bir ipin üzerinde bir biri ile mücadelesine şahitlik ederken,
toplumda devrim koşulları oluşmuş, hatta yeni toplumsal deneylerin ilk nüveleri
uygulanır olmuştur. Fatsa karaborsayı ortadan kaldıran demokratik bir toplumsal
deneyin ilk örneği olarak güdeme geliyordu. Elbette Fatsa ne Sovyetlerin ne de
Amerika’nın çıkarına hizmet etmiyordu. Bastırılması gerekliydi ve arkasında ki
güç ezilmeliydi. Nokta operasyonu bir ilk deney olarak ortaya konmuştu. O
dönemde Türkiye’nin resmi devlet söylemi dışında yer alan en büyük siyasi
yapısı ve işçi sendikalarında örgütlü olan TKP’nin gücü test edildi. Biri Nokta
operasyonuydu, diğeri unutulmaz sendika başkanı Kemal Türkler’in suikastıydı.
İki operasyona karşı direniş örgütlerin gücünü ortaya
koyacaktı. Darbeciler önceden test etikleri güçlerin gücünü
görmüştü, artık darbe yapacakları 12 Eylül sabahını beklemek kalmıştı… Çünkü
darbe için toplumda bir ortam yaratılması gerekliydi ve kısa sürede korku öyle
bir abartıldı ki, darbe toplum içinde tepkisiz karşılandı. Darbe ilk yaptığı iş
karaborsayı ortadan kaldırmaktı. Ulus devletinin en önemli vurgusu olan gümrük
kapılarda ki denetim ortadan kaldırılacaktı. Çünkü liberal ekonomi küresel
ekonominin temel politikasıydı ve ulus devleti yok etmek için sermaye
tarafından ortaya konmuş küresel bir projeydi. O projenin Türkiye ayağı 12
Eylül ile birlikte ülkemizde hayat bulmuştu. Elbette bu sadece ekonomik
açılımıydı projenin ama en önemlisi toplumsal dönüşüm tarafı da buna bağlı
olarak uygulamaya konuldu. Ülkenin yüzü Ortadoğu’ya doğru dönmüştü… Ona uygun
lider arayışları da zaman için aday liderler arasından seçilecekti…
12 Eylül cemaatlerin devlet kademesinde kendi örgütlü gücü
ile yer almasının yolunu açtı, o güne kadar cemaatler bir baskı gücü işlevi
görürken birden devletin tüm kapılarını önlerinde açık gördüler.
Bu açığı ilk fark eden Fettulah Gülen darbecilerin elini
öperek icazet aldı ve ilk örgütlü yapısını polis teşkilatı içinde oluşturma
yoluna gitti. Zaman Gazetesi muhalif olanların deşifre edildiği haberler ile
dolmaya başladı. Bu işten başka cemaat yayını olan Türkiye Gazetesi de
uygulamaya koydu ama o daha çok kapı kapı dolaşan pazarlama alanına meyil verdi
ve ekonomik büyümesini devlet teşviki ile yapma yoluna girdi. Cemaat medyası
kendi reklamını yaparak ekonomik alanda oluşan yeni açığı doldurma yoluna
giderken, diğer cemaatler geçmişten gelen alışkanlıklarını vakıflar üzerinden
aylık dergiler ile yaymaya devam ettiler.
Kılık kıyafet muhalefeti ile kendilerini toplum önünde
gösterirken yeni müritlerini toplama yoluna gittiler. Öğrenci yurtları ile
anılan cemaat ise ülke sathında öğrencileri örgütleme adına yurtlarına fakir
kırsal kesimin çocuklarını devşirmeye devam ettiler... Cemaatler alışkanlıkları
ve yeni elde ettikleri olanakları kullanarak devletin yeniden yapılanma
sürecinde liberal solcuların da desteğini alarak popüler kültürden beslenerek
dini popülizmin toplum içinde taraf bulmasına ve geçmiş ulus devlet alışkanlığı
ile oluşturulan tepkileri iyi kullanarak toplum içinde yeni bir umut oldular.
Ortadoğu politikası ve alışkanlıkları ülkemize Filistin
sorunun yeni yüzü Hamas ile ülkemizde taraf topladı Müslüman Kardeşler.
Post modern darbeler aslında karşı gibi gözüken muhalefetin
iktidara taşınmasının yolunu açıyordu...
Liberal ekonomi, liberal politika kişiliksiz, paradigma
neredeyse orada duran yeni bir nesil oluşmasına olanak tanıdı, göreceli
özgürlük kavramı sorgulanmadan kariyer için kendisini gelmekte gücün emrine
veren geçmişin muhalif duruşu olanların çocukları babalarının ve annelerin
çektiklerinden ders alarak askeri vesayete karşı sivil olanı destekleyerek
sorgulamadan özgürlükler için imzalar verildi. Her imza onları üniversite kapısında
bir kürsü sahibi yapmaya yaradı...
Ezilenler iktidara taşınıyordu ama ezilenlerin aslında hiç
ezilmediği düşünülmedi, çünkü ezilme kavramının da göreceli olduğu gerçeğini
kimse sorgulamadı.
12 Eylül döneminde zindanlarda kimlerin olduğu açıktı,
zindanları hiç görmeyenler zindan edebiyatı ve arabesk söylemin müzik
dünyasında hakimiyetinden ders alarak her alanda arabesk söylem etkin oldu.
Altı boş olan ama hoşa giden her cümle, şiir okur gibi
söylendiğinde yaratılan hisler yeni iktidarın ve 12 Eylül’ün temel politikasına
hizmet ediyordu. Devlet bu söylemi teşvik etti ve her evin duvarında ağlayan
çocuk resmi asılırken, küçük esnafın duvarlarını arabesk diyebileceğim resim
çalışmaları alıyordu...
Solun dışarıda kalan kırpıntısı olanlar sol söylem ile sağın
içinde önemli bir işlev gördüler, toplum içinde “12 Eylül’ün hesabını
soracağız, darbeciler yargılanacak” diyerek yeni bir kırılmanın da kapısını
araladılar. Çünkü kısa vadeli hedefler başkalarının uzun soluklu hedefleri
içinde ara bir nokta olabilir ve onarlın amaçlarına hizmet edebilirlerdi. Tarih
edilebileceğini yaşayarak kanıtlattı bize.
Panzer altında kalanlar, henüz kendi duruşlarını
tanımlayamadan gündemin sık sık değişimine ayak uyduramadan gündemlerin peşi
sıra savrulmaya başladı.
Sol savrulurken ülke de birilerin belirlediği yönde
savruluyordu...
Cemaatler ekonomik olarak büyüdükçe kendi aralarında da
rekabet büyümeye başladı, çünkü her cemaat hayallerinde göremeyeceği kadar
ekonomik malın/mülkün sahibi olmuştu...
Mal paylaşımı gelmekte olanın siyasi gücün tercihini de
belirlemeye başladı.
Siyaset cepheleşme üzerine kuruldu, korku en önemli siyasi
söylem oldu...
Korku üzerine kurulan siyasi söylemler ister istemez mal
paylaşımının ve elde edilenin kaybedilmesi korkusunu da doğurdu.
Bir cemaatin devlet içinde çok güçlü olması diğer cemaatin
de ezilmesi ve malının elden çıkarılması anlamına geliyordu... Bu korku
devletin yapılandırmasını da belirler oldu...
Bugün her operasyonda operasyona muhatap olanın mal
varlığına el konulması bir korkunun dışa yansımasıdır, çünkü ekonomik gücü
olanın ne yapacağını kontrol etmek çok zordur...
Örgüt demek; para, istihbarat, lojistik denen üç saç ayağı
üzerine oturmaktadır. Bunları elinden alınan her örgüt yenilmeye mahkumdur...
Bugün bir çok şeyi anlayamaz hale geldik, çünkü o kadar
gündem ile oynandı ki, o kadar algılar ile bilgisayar oyununda ki gibi oynandı
ki artık neyin gerçek neyin yalan olduğunu anlayamaz duruma düşürüldük...
Geçmiş alışkanlıklar ve geçmişin doğruları ile bugünü
yorulmak baştan yenilgiyi kabul etmek anlamına gelmektedir. Bugün yaşamın her
alnında bir proje ile karşılaşır olduk. Projeleri kimlerin finans ettiği ya da
yönlendirdiğini göremez olduk. Elbette proje yapanlar kimlerden para aldığını
biliyordur ama onların bildiği bir çok şeyi bizler bilemiyoruz, çünkü bilgi o
kadar kirletildi ki, hangisinin gerçek hangisinin hayali olduğunu anlayamaz
hale geldik. Medyada bol kullanılan” Embedded” kavramı nasıl ki bir çok alanda
da uygulanmaya konmuşsa, parayı verenin belirlediği yerden olaylara bakanlar
her zaman yanılmaya ve yanıltmaya devam etmektedir.
Bugünlerde sosyal medyada daha az bilgi ile daha çok şeyi
yorumlamaya devam ediyoruz, her yorum aslında var olan gerçeklikten daha da
uzaklaştığımız anlamına gelmektedir, çünkü bize sunulan bilgi onların çöpe
attığı artık fazla önemi kalmamış ipuçlarıdır…
Her olayın birden fazla doğrusu vardır, olaylara nereden
baktığınıza bağlıdır. Bizler karşılaştırmalı şekilde olaylara bakabilecek kadar
bilgi ve nereye bakacağımız konusunda tecrübeli ve seçici olursak o kadar
gerçeğe yakın şeyleri algılamak ve hissedeceğiz…
Ülkemizde uygulanan projeye elimden geldiğince başka açıdan
bakmak istedim bu yazımda… Önemli olan kafalarımızda ki soruları açıkça ifade
edebilmektir… Bir çok kişi hayır doğru değil diye itiraz edecektir, çünkü
paradigma kişiye neyin göreceli olarak doğru olduğunu söyletir…
İsmail Cem Özkan