2 Nisan 2019 Salı

Seçim bitti…


Seçim bitti…

Seçim üzerine son görüşlerim, bir daha yazar mıyım bilmem… CHP, AKP korkusunu iyi kullanarak bir çok yerde “odun” olarak atadığı (koyduğu) adayları kazandı. CHP hem faşisti hem de devrimci geleneği temsil ettiğini iddia edenleri aday yaptı. Kısaca aynı potada eriterek (12 Eylül askerlerin değimi ile kaynaştırarak)  kongre hesaplarını yapan bir lider başarılı oldu...

Alper Taş örneği, aslında başarılıymış gibi yazılar yazdım, inanmadığım ama satır aralarında uyarılarımı yaptığım yazılardı, seçim sonrası bu inanmadığımı doğruladı. Nihai hedef açsından başarılı olamamıştır, başkan seçilememiştir, Kılıçdaroğlu için sadece kongrede kullanacağı kelime oldu. Onun yerine CHP başkanı başka bir adayı koysaydı aynı sonucu alırdı. Maltepe örneğinde olduğu gibi başarısız bir başkanı sırf hemşehrilik uğruna yeniden aday yaptı, tepkilere rağmen AKP korkusu onu yeniden başkan yaptı. Kadıköy başarılı bir başkanı aldı yerine eski il başkanını aday yaptı, onaylattı.

Korku ikili parti sistemin vazgeçilmezdir. Ve algoritmalarda ona göre planlanmıştır. Bu algoritmayı karşı olmak demek bize zor ile dayatılanı değil, kendi tercihim ile kendi başkanımı seçmektir.

CHP bugün sistemi temsil eden AKP gibi bir partidir ve aralarında küçük farlılıklar dışında hiç bir fark yoktur. Seçimi kazanan da kaybeden de aynı anlayıştır. O yüzden ne CHP ne de AKP dedim. Her ikisi siyaset sahnesinde olduğu sürece sistem geri adım atmayacaktır...

Bugün Erdoğan’dan şikayet edenler yarın başkasından şikayet edecektir.

Kılıçdaroğlu kibri ile Erdoğan kibri arasında çok büyük fark yoktur...

Bu yüzden seçimde senin tahminin tutmadı demek hiçbir şeyi anlamamış at gözlüğü takmak demektir. Elbette ben de biliyorum korkunun kimleri başkan yaptığını, hiç değer vermediğin adayların bugün mecliste vekil maaşı alıyor olmasını...

At gözlüğü takanların elbette fazla bir şey algılama şansı yok, çünkü onun eğitimi ona o kadar bakmaya izin verir.

At gözlüğü kullananlara bir şey anlatılamaz...

Bu arada hiç mi yanılmadım, yanıldım. Şişli’de Sarıgül biraz daha fazla oy alabilir diyordum, DSP Truva atı bazı bölgelerde başarılı olabilir diye düşündüm, yanıldım… Alper Taş bu kadar fazla oy alacağını hiç düşünmedim, çünkü Kürtler sandığa gidip göstermelik oy kullanacaklarını hesapladım ama HDP’de temsil edilen Kürt seçmenin lideri bu seçimde artık tartışmaz ilan edildi, cezaevinde yatan Demirtaş.

Kürtleri çoğu zaman anlayamam, çünkü kavga etmesi gereken hedefleri bazen şaşırıyorlar. Dersim’e odaklanmışlar ama öte taraftan başka illerde sorunlar var… Siyasi parti adına Dersim’de kaybeden de yok, kazanan da, Dersim’in kazancı var ortada, şoven söylemler pirim yapmamıştır. Seçim öncesi estirilen şoven söylemlerin hepsinin boş olduğu ortaya çıktı.

Seçim bitti, yorum bitti, son hileler yapılacak ve sonuç kabul edilecek.

Sistem değişmemiştir, ikili parti seçeneği bir anlamda oturmuştur. Kimse başkanlıktan filan şikayetçi değildir.

Liderleri değiştirme kavgası yaşanmıştır, bir lider her şeyi yapan ve bilen olmayı istemiştir, yanılmıştır ve başarısızlığına imza atmıştır.

Bir daha ki seçime kadar seçim artık rafa kaldırılıp, ülkenin yakıcı sorunu ekonomiye odaklanmak gereklidir, fakirleşen ülkede her birey fakirleşir, ben kendimi kurtarırım, yurt dışına kaçarım, ben gitmezsem de çocuğumu gönderirim hayalleri de artık suya düşmektedir.

Yurtdışında gelişen bir yabancı düşmanlığı var ve o düşmanlığın hedefinde bizler varız.

Yurtdışında yaşayanların sorunları burada yaşayanların sorunlarından az değildir. Bir iki kariyeri parlak örnek ile bütün yaşayanları homojenleştirmeyin, gerçekten orada yaşam zordur ve o zor yaşamı ancak ülkesinde insanlara hava atarak kendini rahatlatmaya ihtiyaç duyan insanlar topluluğu görürsünüz.

Bugün yurtdışında yaşayanlar benden fazla ülkedeki gelişmeleri izliyor ve burada beyinsel olarak yaşıyorlar, bu demektir ki orada mutlu değillerdir, sadece kendilerini kandırıp ölümü hava atarak bekliyorlar…

Bazı şeyleri abartarak anlatmamak gereklidir, mücadele alanı beyniniz nerede yaşıyorsa vücudunuzu oraya taşıyın ve kavganızı yapın.

İsmail Cem Özkan




31 Mart 2019 Pazar

Kızıl bayrak yere düşmesin!


Kızıl bayrak yere düşmesin!

İşçi sınıfının bayrağı Amerika’da ki işçi sınıfı mücadelesi sırasında ortaya çıkmıştır, Sovyetler de o bayrağı almış ve işçi sınıfının devletinin bayrağı yapmıştır. Kızıl bayrak işçi sınıfının bayrağıdır ve tüm ulusal bayraklardan daha yukarıdadır.

İşçi sınıfı bayrağını taşımak çağını anlamış ve baş çelişkinin ne olduğunu bilmek anlamındandır, çünkü yaşadığımız çağın mücadele alanını sınıf çıkarları belirlemektedir.

Burjuvazinin tek ve gerçek düşmanı işçi sınıfıdır ve onu yaratanda burjuvazinin kendisindir.

Burjuvazi işçi sınıfını parçalamak ve bir arada mücadelesini engellemek için ulusal kimlikleri ve işçi sınıfını ayrıştıracak her türlü bahaneyi kullanır. Onların görevidir ve onlar bu sayede iktidarlarını uzun süre ayakta tutacaklarını bilir. Şimdi ezilen haklar sınıf çelişkisi yerine kendi kısa vadeli çıkarlarını öne alarak mücadele ederlerse, ancak burjuvazinin izin verdiği alan kadar başarılı olabilirler. Onun dışında yenilgi kaçınılmazdır, ezilmek mutlaktır... İşçi sınıfı devletinde uluslar kendi kimliklerini geliştirmişler ve yaşatmışlardır, örneği mevcuttur. Ulus devletinde ise var olan tüm kültürler ya yok edilmiş ya da asimilasyona uğratılmıştır. Entegrasyon adı verdikleri şey de asimilasyona elbise giydirilmiş halidir. Entegrasyona uğramış kültürler, başka toplum içinde yaşarken sadece ellerinde dansları kalmış ama şarkıları devletin resmi dilinde söylenmektedir.

Burjuvazinin yani kapitalizm bayrağı, dili, dini, coğrafyası olmaz.

Burjuvazi yaşam ve düşünme biçimi küreseledir. Son yıllarda çokça duyduğumuz ‘küreselleşme’ kavramı da burjuvazinin nihai hedefidir. Sermayenin önünde ulus devletten kalan engellerin kaldırılmasıdır.

Burjuvazi henüz ulus devletini yıkalı yarım asır geçmemişken, henüz küresel sistemlerinin hukuki düzenini kuramadılar. Buna rağmen bir çok alanda başarılı oldular. Her türlü ulus devleti alışkanlıklarını ve davranış biçimlerini yıktılar.

Burjuvazin başaramadığı tek şey küresel hukuk sistemidir, adımlarını atmış, kurumlarını oluşturmaya çalışmaktadır… Ulus devletten kalan tortular var olan dünyamızda yaşanan kaosun da temelini oluşturan sürece bakarak diyebiliriz ki, ulus devleti içinde kalmış ve kendisini savunan devleti koruyan, küreselleşme fikrine sadık ama henüz bu konuda adım atmak yerine tepkisel olarak var olanı korumayı seçti…

Burjuvazi ve onun sistemi kapitalizm ulus devlet ile doğdu ve gelişti. İlk adımlarını atarken dahi küreselleşme adına adımlar da attı, henüz küçük adımlar atarken liberalizm doğdu. Liberalizmin temel dayanağı ulus devletinin yaratmış olduğu korumacı ekonomiyi ortadan kaldırmak ve sermayenin yayılmasının önünde ki engelleri yok etmektir. (Emperyalizm doğuşu da bu fikrin içinden ortaya çıkmıştır.)

Demir perdenin ortadan kalması ile liberalizm iktidara geldi. Fakat ütopyasında olanları hayata geçirirken, piyasa koşulları içinde her şeyin düzenli ve ileriye doğru akacağı teorileri tutmadı, geçmişte kalan ulus devleti anlayışının ve eğitiminin o ana yönelik direnişleri ile karşılaştılar.

Yıkılan ulus devleti ayaktaymış gibi gösteren devletler iktidarlarını ve sınırlarını korurken, işçi sınıfının tüm kazanımlarını ve direniş noktalarını ya yok ettiler ya da çok zayıflattılar. İktidar için alternatifsiz kalan burjuvazi her türlü deneme yanılma ve algı yöntemini ulus devleti varmış gibi göstererek fütursuzca kullandı.

Bugün ülkemizde yaşanan dört eğilimin bir siyasi parti çatısı altında buluşma fikri o dönemin doğal sonucu olarak ortaya çıktı… Bugün iktidarda muhalefette aynı düşünce ve hedefleri aynı olan partilerden oluşmaktadır. Tek farkları liderlerin üsluplardır…

İşçi sınıfı kendi özgücüne ve örgütlü yapısına kavuşmadığı sürece bu yeni düzeni oluşturma süreci ne yazık ki ezilenlerin, mazlumların rakamının artması ve burjuvazinin daha fazla kara kavuşup küresel firmaların içinde (entegrasyon) kendilerine yaşam alanları bulması yönünde olacaktır…

Elbette bir değişim dönüşüm bir adımda olmaz ama küreselleşme eğer hukuk düzenin oluşturursa işçi sınıfı yeni dünya sistemi içinde kendisine özgü mücadele araçlarını da yaratacaktır, çünkü yeni sistem içinde ulus kavramının ve bugün yaşadığımız bir çok çelişkinin hiçbir önemi kalmayacaktır…

Eğer küreselleşme başarılı olursa işçi sınıfını bugün parçalayan bir çok araç ortadan kalkacaktır…

Bugün sol başarısız ise, kendisini tanımlayamadığı ve nerede duracağını bilemediği içindir. Ulus devleti mantığı ve birikimi ile küresel firmalar ve onların oluşturmak istediği sistem ile kavga edilmez…

Devrim ve devrimci durum var olana müdahale ise, devrimciler dört eğilimlerin birleştiği partiler içinde kendilerine yaşam alanı yaratmak değil, sistem ile kavga etmek ve işçi sınıfının önünde birleşmesine engel olanları temizletmekten geçer…

Devrimci diyen her hangi bir yapı dört eğilim içinde devrim yapamayacağı ve aksine o dört eğilimi içinde “Stockholm Sendromu” yaşayacağını söylemek abartı olmasa gerek, çünkü parti lideri geçmişte devrimcileri öldüren katilini, işkencecisini aday gösterir ve başka alternatif yok diyerek seçtirebilir…

Sonuç olarak sol ve devrimci yapıların toplum içinde var olan kendilerine karşı geçmişten kalan güveni de bu sayede yok etmesi ve küçük bir cemaat kulübü olarak kalmaları anlamına gelir…

Bugün işçi sınıfının elinde kızıl bayrak vardır. ulus bayrağını kızıl bayrak yerine ikame etme anlayışı bir anlamda ulus devlet bakış açısından başka bir şey değildir. Ulus bayrağı işçi sınıfını birleştirici değil, ayrıştırıcıdır. İşçi sınıfı her türlü kültürel farklıklara rağmen, kendi içinde her türlü ayrı duruşu koruyarak, entegrasyon ve asimilasyon olmadan, olduğu gibi kabul edilerek, çok kültürlü, çok dilli, çok dinli bir şekilde asıl düşmanı ile mücadele edebilir ve mücadelesini evrensel boyuta taşıyabilecek güçte ve birikimdedir...

“Bütün ülkelerin işçileri birleşin!” sözü boşuna söylenmiş söz değildir… O ülkede ki (ulus devletinin yok etmek istediği) her türlü ayrı düşünceyi, yaşam biçimini, dil zenginliği sınıfın zenginliği gibi görür ve onlar kendi kültürlerini geliştirmeleri için olanak yaratacak bir sınıf örgütlenmesidir…

Kızıl bayrak yere düşmesin, işçi sınıfının ve insanlığın kurtuluşu bu sınıf savaşına bağlıdır. Kapitalist sistem var oldukça, sınıflar yaşadıkça ister istemez savaşlar, toplu katliamlar, laboratuvarlardan çıkmış salgın hastalıklar, göçmenlik hep var olacaktır…

“Yok edin insanın insana kulluğunu!” onun için sınıf bayrağını daha yukarı taşımaktan ve o bilinç ile hayata bakmaktan geçer…

İsmail Cem Özkan