1 Mayıs 2014 Perşembe

Hayali olanlar ölmemeli…

Hayali olanlar ölmemeli…

Hayali olanlar insandır, hayali çalanlar ise kapitalistlerdir. İnsanların hayallerini çalıp, yerine kendi hayallerini ikame ettirirler. Bu sayede çarkları döner, çarkları için önemlidir çocukların hayalini çalmak! İnsanlığın hayalini çalmak!
Kapitalistler hayalleri paraya döndürdükleri sürece izin verirler ve kendileri için hayal kurmalarını ister eğittikleri insanlardan. Her eğitilen onlar için hayal kurar, en azından tüketmek için! Hayaller insanlar içindir, para için değil, fakat eğitimden geçmiş olan bizlerin hayalleri yaşam zorlamadıkça parası olan için çalışıyor, onlar için daha verimli olmaya çalışıyoruz, verimli oldukça sevilen, ayın, yılın, günün insanı olabiliyoruz, olduğumuz zamanda gurur duyar olduk. Hayallerimiz bizim maaşımız, çocuğumuza götürdüğümüz ekmeğimiz, alamadığımız ve ekranlarda gördüğümüz tüketim malzemesi olabiliyor. Çünkü bu sistemde eğitildik, bu sistemde eğitilenler hepsi istisnasız aptallaştırılıyor. Aptallaştırılan topluluğu sürmek, yönetmek, birden Ortadoğu girdabına atmak ve onlar gibi düşünmeye başlaması doğal olabiliyor. Otoriter toplumdan* totaliter topluma** hemen kayabiliyor hayalleri çalınmış insanlar…
Hayali çalınan ve bir daha hayal kuramayanlar sistemin mankurtu*** olur.  Kendi halkına, kendi sınıfına karşı savaşır ve efendisini korur olarak bulur. 
Hayali olanlar ve sistemin eğitim çarkından geçmiş ama hayatın eğitimindeki çarkta sistemin dayatmış olduğu hayali değil de kendi kurtuluşunun hayalini görmeye başlayanlar insan olmaya başlar. Her insan hayal görür, hayali gerçekleştirmek için mücadele eder. Dünyanın dengesi para üzerinde olmadığı emek üzerine kurulduğu gerçeği ile karşılaşan, bir daha dönmez sistemin hayaline. Emeğin kurtuluşunun kendi kurtuluşu olduğunu bilir, o yüzden kavgaya ve sınıfına sahip çıkar. 
İşçi sınıfı düşmanları, sistemin mankurtları acımasızca saldırır, onların hayalinden korkar. Onların hayalini çalmak için her türlü yöntemi denerler. Reform yaparlar, onlara şirin gözükmek için bilgi kirliliği içinde bırakırlar. Onlara biraz özgürlük alanı bırakır, özgürlük duygusunu yaşamasını isterler. Yeter ki hayallerini bıraksınlar, yeter ki tüketici olsunlar… 
Hayali elinden alınanlar kendi küçük çıkarları için sistemin iktidarını desteklerler. 
İktidarı destekleyenleri görürseniz, onların hayali ellerinden alındığını hemen anlayabilirsiniz. 
Hayali elinden alınanlar ise hiçbir zaman işçi sınıfının dostu olamazlar. 
Hayali çalınanların dostluğu olmaz, işbirlikçi olarak sistem için hayali olanların hayalini öldürmek için uğraşılar. 
Gezi Direnişi hayalleri çalınanlar, hayallerini geri aldığı kırılma noktasıdır. Üstelik sistem hiç beklemediği yerde ve beklemediği bir kuşak hayallerini geri aldı. Geçmiş kuşaklar ise yenilginin yükünü hala üstünde atamadıkları gibi, hayallerini de kaptırmıştı, her ne kadar dillerde hayallerin izleri varsa da, yaşamın içinde korkunun getirmiş olduğu bir hayal kayıplığı yaşıyordu. Kuşaklar kendisini izleyen kuşağa bu korkuyu ve kaybolmuş hayallerini taşıdılar. 
Korku insandan insana geçen bir hastalıktır, hayali çalınanlar gibi nereye gideceği ve ne yapacağı belli olmayan bir korku insanı biçimlendirir ve sistemin yedek değneği konumuna getirir. 
Gezi Direnişinin çocukları ölmemeli, onlar hayallerini çaldırmadılar… 
Gelecek hayallerini koruyanlarındır… 
İsmail Cem Özkan



* Otoriter devlet, kişilik özgürlüklerini kısıtlayan ve hatta bu kısıtlamayı oldukça tahammül edilemez durumlara getirebilen devlet demektir; ancak ne var ki “otoriter” devlette kişi, devletin amaçları tehlikeye düşmediği oranda kişiliğine sahip olabilir ve kısıtlı, sınırlı ölçüde de olsa kamu yönetimine şu ya da bu şekilde katılabilir.
** Totoliter devlette; kişi bütün kişiliği ile silinmiş olup devletin kendisine vermek istediği sahte bir kişilik içerisinde ortaya çıkar. Kişi kendisine sahip değildir; devletin kendisini yoğurmak istediği kalıp içinde var olma durumundadır. Tüm yaşamıyla ve düşünce, davranışlarıyla devletin kendisine giydirdiği bir giyişi içerisindedir. Bilmesi ve uyması gereken gerçekler kendisine devletin “gerçek” diye bellettiği şeylerdir. Tüm inançlarını ve alışkanlıklarını devletin kendisine gösterdiği yoldan edinmelidir. Totaliter devletin sahip bulunduğu iktidar sadece siyasi nitelikte değil, aynı zamanda “sahte din” ya da “sahte ahlak” kılığında bir iktidardır. 
*** Mankurt haline getirilmek istenen kişinin başı kazınır, ıslak deve derisi sarılır ve böylece elleri kolları bağlı olarak Güneş altında bırakılır. Deve derisi kurudukça gerilir. Gerilen deri başı mengene gibi sıkar ve inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olur. Böyle bir kişi bilinçsiz ve her istenen şeyi sorgusuzca yapan bir köleye dönüşür.

30 Nisan 2014 Çarşamba

Yoldaydım…

Yoldaydım…

Yoldaydım, haberi geldi. Necati Özdemir hayata son nefesini bırakmış. Son nefesini bırakmış ama bir de anılarını, iyileştirdiği hastalarını, yakınlarını ve dostlarını… Ömür bir nefestir, nefes içinde anılar, sevinçler, özlemler… 
Necati Özdemir, benim son yıllar içinde saygı duyduğum, dostluğunu kazandığım bir candı. Gerçek bir can! Umudunu hep koruyan, sürekli yeni şeyler deneyen, yani arayışlar içinde olan bir doktor, müzisyendi, bir de onur belgesi alıp durduğu fotoğrafçılık öğrencisiydi. Son yılıydı, mezun olmasına aylar kalmış, muayenehanesine fotoğraf stüdyosu kurma hayali içindeydi.  Hayali vardı, yaşayacaktı ve hiçbir zaman son nefesini vereceğini düşünmedim… Düşünmediğim başıma yolda geldi, haberi geç geldi. Meğer son nefesini vereli günler olmuş… Son nefesini hissedemedik, günlük koşturmacalar ve telaşlar içinde…
Bu dünyada bir nefes daha eksildi, bir yerde yenileri eklendi. İnsanlık tarihi içinde bir nokta ama önemli bir noktaydı Necati Özdemir. Doktorluk eğitimi için gittiği Almanya’da saz ile tanıştı, kulağındaki ezgileri saza işledi, üretti, üretti ve cd’ler üst üste bindi. Ekranlara çıktı, Alevi gecelerinde türküler söyledi, doktorluğu ile gurur duyardı ama vaktinin çoğunu saz başında geçirir olmuştu, efelerin diyarının türkülerine hayat vermek için, onların şivelerini öğrenmişti, onların vurgusu ile türküler söylüyor, yeni çıkaracağı cd için hazırlık yapıyordu. Zeybek türküleri, söylenmesi öyle kolay şey değil, söyleyen bilir. Üstelik Erzincan’dan kalkıp, ülke sınırlarını aşmış birinin yeniden Anadolu topraklarında ezgilerin peşine düşmesi ve onlara hayat vermesi kolay iş değil. O kolay olanı ve denenmiş olanın peşinden koşmak yerine, kendinden bir şeyler vermeyi ve yeni tınılar katmak için uğraşırdı. Yeni tını katacağım diye de orijinalini bozmadan küçük dokunuşları dener ve onların farkına varılmasını beklerdi.  Saza gösterdiği özeni doktorluğuna da gösterir, hastalarına bir şeyi önerirken, önereceği yöntemi kimseye söylemeden kendinde bir dener ve sonucunu görmek isterdi. Kimseye de bunu söylemez, gizli gizli yapar, yeter ki hastası boşuna zaman ve boşuna acı çekmesin diye…  Son yıllarda ünlü olmaya başlamıştı doktorluğundan dolayı, gangren olan hastaların gangrenlerini ortadan kaldırır, geleni sağlıklı bir şekilde gönderirdi, başka hastanelerde ayağı kesilecek birine ayağını armağan eder, gözünde bunun sevincini taşırdı. O sevincini hep içinden yaşamış, neşesini bile yüzüne vurmaktan çekinirdi. 
Köy Enstitülerin mezunu bir babanın oğluydu. Erzincanlıydılar. Babası çok çocuklu bir ailenin çocuğuydu, nereden biliyorsun dersen Köy Enstitülerinde okuyan tüm çocuklar fakir ve çok çocuklu ailelerin çocuklarıydı.  Ailesinden gönül rızası ile alınıp yatılı okullarda okutup hem ülkeye hem de aileye iyi insan olması öğretilmiş bir babanın çocuğuydu. Köy Enstitülerin yetiştirdiği her birey bugün dahi elle gösterilen örnek insanlardır. Onlar Türkiye'nin aydınlık yüzleriydi. Disiplinli, düzenli ve hedefi net olan bireyler olarak bu ülkeye ve bu ülkenin çocuklarına örnek oldular, onlara yol gösterdiler. Köy Enstitüleri mezunu bir babanın çocuğu olmak disiplinli olmak anlamına gelir. Necati Özdemir, hedefi olan, yardım etmenin bir insanlık görevi olduğunun bilincinde davranan biriydi. Gösterişten uzak duran, alçak gönüllü, yüreğini insan sevgisi ile doldurmuş, paylaşmayı seven bir insan, ancak böyle bir babanın evladı olur demiştim ilk tanıdığım anda ve bugünde…  
İlk defa babası ile birlikte gördüm, ilk defa bir arkadaşımın acısı ile tanıdım. Son defa görmedim, göremem, çünkü benim nefesim olduğu sürece son olmayacak, o hep anılarımda yaşayacak.  İyi bir dostu, iyi bir doktoru, iyi bir müzisyeni, iyi bir yaşam sevincini içinde doya doya yaşatan bir dostumun son nefes verdiği haberini duydum, anılarımda yaşayacak!
Ölüm onu genç yaşta yakaladı, o hep orta yaşta olacak…
Güle güle dostum, yolun ezgiler ile aydınlansın… 
İsmail Cem Özkan