4 Mart 2023 Cumartesi

Popülizm var olanı çürütmekten başka işlevi yoktur...

Popülizm var olanı çürütmekten başka işlevi yoktur...

 

Tarihin kırılma noktasını öyle zamanlar olur ki, zamanda kırılır. Zamanın kırımı sorunların üst üste yığılması sonucu oluşan bir fay kayması gibidir. Beklenen, bilinen bir kırılma, zamanın belirsizliği üzerinden oluşur. Ülkemiz öznelinde yaşadığımız süreç dünyada liberalizm ve onun ortaya çıkardığı küreselleşme politikasının ürünü olan cahilliğin örgütlenmesi ve tüketimin sıradanlaşması olarak söyleyebiliriz. Ülkemizde her şey tüketilir, tüketimin sınırı yok ama üretim olması gerekirken çürümenin ortaya çıkardığı gazın tüketimi ile karşı karşıyayız.

 

Ülkemiz seçim sürecinde…

 

12 Eylül’den sonra CHP’nin tek hedefi vardı, var olan iktidardaki lideri koltuğunu korumasını sağlamak, onun yaptığı hatalarının üstünü açıyor gibi yapıp örtmek... Bakalım bu seçimde CHP üzerine yapışmış olan bu görevi terk edebilecek mi? Deniz Baykal ile başlayan Erdoğan ile yaşanan siyasi platonik aşk sona erecek mi?

 

Ya Ekmeleddin vakası olacak ya da değişim...

 

Kılıçdaroğlu tartışmasının temelinde devletin dokusuna uygun aday arayışı ve ona yapılan itirazdır. Çünkü ülkenin kuruluşundan bugüne kadar ilk defa Kürt ve Alevi vatandaş cumhurbaşkanlığına aday oluyor.

 

Gösterdiği adaylar ile "Erdoğan, sen oturduğun koltukta otur, ben parti başkanlığı koltuğunda otururum" diyen bir lider ilk defa aday oluyor...

 

Türk halkı ilk defa kurucu anlayış dışında bir adaya oy verecek... Ama adayın ne kadar Kürt ve Alevi kaldığı tartışmalı olsa da biçimsel olarak bakar halkımız... Adayın Dersim bölgesinden olması onu biçimsel olarak Alevi ve Kürt imgesini toplum üzerinde işler, o adayın gereçten Alevi ya da Kürt olmasını pek önemi yoktur. Toplum zihnine işlenmiş olan imgeler ister istemez böyle bir aday ile yeniden canlanmış ve fısıltı halinde nefret söylemi Kürt ve Alevi üzerinden işlenmeye başlamıştır.

 

Bugüne kadar kendilerine 6 masa tanımı yapanların içinden İyi Parti seçmenin öznel bir durumu söz konusudur. İyi Parti seçmeni geleneksel Türk İslam sentezi anlayışına dayalı politika yapıyor. Altılı son toplantısından sonra masayı deviren Akşener noter mi, oyun kurucusu mu olmak arasında kalmıştı, ikisini de bırakıp gitti...

 

Akşener’in bilinçaltında oluşan yargısı gösteriyor ki, Türk İslam sentezi etkisinin ağırlıkta olan yerlerden Kılıçdaroğlu'na oy çıkma olasılığı çok azdır.

 

Kılıçdaroğlu, Akşener'in bu tavrında hiç mi katkısı yok? Akşener'i ortaya çıkaran o, AKP kuruluş sürecinde tıpkı Deniz Baykal’da Erdoğan'ı çıkarmıştı... Tarih, sürekli özneler değişip, benzer şekilde devam etmesinde bireylerin tarih bilgisi eksikliği ile de açıklanamaz, popüler liderlerin zamanın ruhuna uygun olarak seçilmiş “kurnaz aptallar” olduklarını hep düşündüm ve dillendirdim... Seçim kavramı ortaya çıktığı günden bugüne yazdığım her yazının içinde bu vurgu açık veya kapalı olarak sürekli olmuştur... Beklenti 6'lı masayı 5'li masa yaptı, bakalım 5 birden büyük mü?

 

Seçim sürecinde adaylık konusunda kendisini dayatan Kılıçdaroğlu muradına erdi ama kendisinin gerçek bir duruşu olmadığını biliyoruz, rüzgara göre konuşan, rüzgara göre adım atan biri...

 

Erdoğan karşısında bu kötü koşullar altında sokak söyleminde yapılan benzetmeyi devam edersek “kütükte olsa kazanır denir ama şimdi kütük aday oldu ama o kütüğün iki kusuru var, Kürt ve Alevi!”… Ülke ilk defa bilinçaltında oluşturduğu nefret söylemi ile yüzleşme imkanına kavuştu, acaba bunu yapacak cesareti olacak mı?

 

Kürt ve Alevi olmasının dışında benim gözümde Kılıçdaroğlu hiç bir zaman lider olma özelliği göstermedi, bunun kanıtını son yaşanan krizde bir kere daha gördük, çünkü yıllardır birlikte yol aldığı yoldaşı Akşener ile konuşulması gerekenleri konuşmadığı ve sorunu hep ertelediği ortaya çıktı.

 

Sorunu tam ortaya koymazsanız elbette yolda kaza kaçınılmazdır...

 

Cahilliği ortaya çıkaran şey kurnazlıktır...

 

Kurnazca kendisini dayatan biri ile kurnazca “seni değil de senin ile birlikte seçtiğimiz belediye başkanı olacak” kavgasında “kurnaz” olan cahilliğini de ortaya koyarak kazanmıştır...

 

Bana göre muhalefetin seçilebilecek adayı “Erdoğan gitsin!” diyerek seçilebilir ama Erdoğan ile aralarında ne fark var derseniz; anne ve babası dışında düşünsel, davranış, birikim açısından büyük bir fark göremiyorum...

 

Erdoğan gitsin mi, elbette gitsin...

 

Ülke CEO’su değişsin, kötü yönetiyor, krizi yönetemiyor, yüz binlerce insanın ölümünden sorumlu mu, elbette sorumlu! Sadece deprem değil elbette, iktidar koltuğuna oturduğu günden bu yana, kadın cinayetleri, işyeri cinayetleri, hendek, yurt dışı seferleri, maden... aklınıza ne kadar cinayet/ katliam varsa siyasi olarak sorumludur, çünkü yaşatılması mümkün olanlar ölüyorsa orada siyasi bir muhatap vardır...

 

Sonuç belli, Erdoğan gitsin ama yerine de “adam gibi” bir lider gelsin isterdim ama gelmeyecek, sadece özneler değişecek... Kötümser olduğumuz düşünebilirsiniz ama benim kötümser bakış açımın olmadığını tarihin bize söylediğini tekrarlamaktan başka şey yapmadığımı görürsünüz.

 

Kılıçdaroğlu politik tercihi Erdoğan’ı yıllardır koltuğunda oturmasına sebep oldu, adaylıktan sonra somut olarak ne yapacak? Seçimi kaybederse eğer ikinci “Ekmeleddin” vakası olarak tarih yazacaktır. Kazanırsa topluma verilmiş olan beklentinin çok altında somut şeyler yapacak gücü olacaktır, çünkü Erdoğan ile birlikte sorumlu olanlar kurulacak olan iktidar içinde önemli görevleri yapmaya devam edecektir.

 

Her şey kurnazlık, her şeyi ile ekip arkadaşları ile birlikte cahilce olan biri kendisini lider olarak dayadı, bakalım nasıl bir gelecek bizi bekliyor...

 

Seçmen olarak bizim önümüzde fazla bir seçenek bırakmayan sistem ile karşı karşıyayız, çünkü muhalefete muhalefetlik yapmak iktidar koltuğunda kim oturuyorsa o koltukta otursun demektir...

 

Sürecin gelen bu aşamasında iki aday arasındaki seçim ikinci tura kalacak... 28 Mayıs bu ülke ya bu şekilde devam ya da değişim diyecek...

 

HDP bu seçimin gerçek kilididir... Kimi işaret ederse ya da etmezse, etmemesi şu anlama gelir, Erdoğan'ı istemiyoruz ama seçilsin demektir... HDP ilk turda Kılıçdaroğlu'nu desteklerse “kilit” olma özelliğini kaybeder ve yerini masa deviren Akşener alır… İlk tur siyasi partilerin gücünü ispat etme sürecidir, pazarlık masasına oturacak olanlar güçlerini kanıtlamak zorundadır.

 

Siyaset, meydanlarda yapıldığı sanılır ama aslında kapalı alanlarda çıkarların çatışması ve uzlaşması şeklinde devam eder, halk sadece oyları ile bu pazarlığa temsilcilerin elini güçlendirir ya da zayıflatır.

 

Yaşadığımız süreç bir kere daha kanıtlamıştır ki, popülizm var olanı çürütmekten başka işlevi yoktur...

 

İsmail Cem Özkan

 

27 Şubat 2023 Pazartesi

Bir su damlası dahi sonuçta Deniz ile buluşur.

Bir su damlası dahi sonuçta Deniz ile buluşur.

 

 

"Geçse de yolumuz bozkırlardan

Denizlere çıkar sokaklar..." Murathan Mungan

 

Nehirler mütevazı başlar, başlangıçta küçük bir su sızıntısı gibidir, zaman içinde genişler, büyür, diğer su sızıntıları ile birleşir, eriyen karın, buzun, yağmurun suyu ile genişler, dere adını ırmağa bırakır.  Su denize giden yolda önüne geleni yıkıp, geçtiği yerleri biçimlendirir, oradan kopardıklarını birlikte taşır. Derelerin, ırmakların suyu deniz ile buluştuğu yerde renk toprak olur, mavi içinde dağılır giderler…

 

Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.”

 

Tarihte büyük değişimleri oluşturan devrimci hareketlerde mütevazı bir adım ile başlar, o adımlar sınıf savaşlarını oluşturur, hakim sınıfın yarattığı “ötekileştirilenlerin” içinde bulunduğu sınıf gün gelir yaratanı yok eder ve kendisi iktidarı alırken içinde filizlendirdiği başka sınıf ile acımasız bir savaşa girişir…

 

Devrimci mücadelede atılan her adım sizi amacınıza ya yaklaştırır ya da uzaklaştırır, yolda öğrenilen bilgiler ışığında baştan düşünmediğiniz yeni amaçlara yol açabilir. Her şey baştan planlandığı gibi gitmez, öyle ortamlar yaratılır ki, istemeden içine dahil olacağınız çatışmaların bir parçası ya da hedefi olabilirsiniz…

 

68 kuşağı içinde yer alan örneğin Deniz Gezmiş ve arkadaşları Kemalist olarak başladıkları siyasi mücadelelerini anti - Kemalist olarak bitirdiler... Onlar başlangıçta devrimci gördükleri 27 Mayıs darbesinin hazırladığı Anayasa’nın tam uygulanmasını isterken, olayların gelişimi sonucunda hiç öngörüleri olmayan bir süreç içinde yer aldılar.

 

Onları önce toplum gözünde anarşist ilan ettiler, kuzeydeki ülkenin casusu dediler, her türlü yalanın içinde bir rol verdiler.  Toplum üzerinde baskı kurmanın bir aracı haline getirildiler. Gazeteler büyük puntolar ile en ufak adımlarını o kadar büyüttüler ki, korku yarattılar…

 

Onların tek suçları vardı, “tam bağımsız Türkiye” istemek…

 

Antiemperyalist bir duruşa sahip olanların tam bağımsızlığından ne anlaşıldığı ortadaydı. Yarı sömürge konuma getirilmiş ülkenin idarecileri ve onlara borç verip kendilerine bağımlı kılan emperyalist güçleri rahatsız etmişti… Devleti korumak adına yeraltında örgütlenmiş “Gladio” (Kontrgerilla) için test edilme zamanıydı, bu idealist gençlerin arkasına yok etmek için düştüler…

 

Devrimci gençlerin tek suçu vardı, antiemperyalist olmaları ve devletin kuruluş ideallerine uygun davranmamalarıydı…

 

Küçük de olsa yok edilmeliydi, öyle karar verilmişti.

 

12 Mart muhtırası aslında bir katliam için yaratılmış ortamdı. Kurucu Parti’nin içinden seçilen bir adaya bu katliam yaptıracaktı… Amaç belliydi, kurucu devletin anlayışı güçlü bir şekilde savunulmasıydı. “Türk” milleti adına karar verilecekti, ona uygun mahkemeler kuruldu.

 

Gençleri kendilerini savunma hakkını ellerinden alınmıştı, onlar artık hedefti ve yer altı mücadelesine çekildiler. Hazırlıksız yakalanmışlardı, tecrübeleri yoktu. Gelişmeleri tahmin ediyorlardı ama bu olayların seyrini değiştirecek güçleri yoktu… Örgütlü gibi gösterilenler ama örgütlü alt yapıları olmayanların örgüt isimleri altında savunma yapmalarına izin veriliyor, toplum önünde onların öldürülmesinin alt yapısı oluşturuluyordu…

 

Tarih öyle zamanlarda ya kırılır ya da hızlı akardı…

 

12 Mart süreci o kadar kısa zamanda çok olayı sığdırdı ki, katliamlar yasalara uygun mu, faili meçhul mü, infaz mı gibi sorular sormayı ortadan kaldıran, hatta o soruları soracak ve düşünecek zaman bırakmayan bir hızlı süreci yaşadık! Türkiye yeni kurulan bir dünya düzeninde yerini alıyordu, test edilmeyen yeraltı örgütlenmesi test edilmişti. NATO üyesi, emperyalist güçlerin ihtiyacını karşılayan “güvenli” ülke konumuna gelmişti.

 

Kemalist bir çizgide mücadelesine başlayan bu kuşağın devrimci gençleri artık başladıkları noktadan çok uzakta, başlangıçta savundukları devletin yok etmek istedikleri hedef konumuna gelmişti. Karanlık onların üzerine çökmüştü, toplumun algısı ve düşünce yapısının üzerine de giydirilmişti. Aydınlar Sanasaryan Han’da işkence altında ifadeleri alınıyordu, korku toplumun üzerine ilmik ilmik işleniyordu.

 

Devrimci gençlerin ellerinde sadece birbiri ile dayanışmanın dışında seçenekleri yoktu. “ya hep beraber ya da…” cezaevleri, mahkemeler, savunmalar, banka soygunları, ODTÜ yurtları… Cezaevinden kaçışlar… Olayların içinde yer olanların hepsinin farkında olduğu bir sona doğru gidiş vardı, orantısız mücadelede en zayıf tarafı temsil ediliyorlardı…

 

Kızıldere, Ankara Ulucanlar, Diyarbakır…  

 

Devrimci gençlerin ölümü göğüslerken haykırdıkları sloganlar onların siyasi çizgisinin ana damarlarını ortaya koyar...

 

Kemalizm’de Kürt halkı yoktur, onlara hak verme gibi kaygı yoktur, Kürt halkının mücadelesi Kemalist düşünce yapıda bölücü faaliyettir ve nerede bir hak arama varsa hemen boğazlanması gerekendir...

 

Deniz Gezmiş ve arkadaşları Kürt halkının bağımsızlık mücadelesini savunur ve destekler...

 

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye!

Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi!

Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi!

Kahrolsun emperyalizm!

Yaşasın işçiler, köylüler!”

 

Devrimci mücadelelerde kafa karışıklığı yaratmak isteyenler Denizlerin başlangıç noktasını alır ama gerçek siyasi çizgisinin izini silerler... Mahirler, Denizler, İbolar sistem ve rejim ile mücadele etti, temel siyasi çizgileri antiemperyalist olmaları onları enternasyonal yapar... Kürt halkının mücadelesini, tarihini çıktıkları o kısa ömürleri içinde çok kısa sürede öğrenmişler ve Kemalist devletin hışmına uğramışlar ve katledilmişlerdir...

 

Bu katliamda ulus devleti savunan her siyasi çizginin parmak izi vardır...

 

Onlar ulus devleti aşan işçi sınıfı devletini savunuyorlardı, bu da var olan rejimi tedirgin etmiş, henüz gençlik siyasi mücadelesinin başındayken ezilmesi ve yok edilmesine karar verilmiş ve katletmişlerdir...

 

İsmail Cem Özkan