11 Nisan 2009 Cumartesi

Polisler Taksim’de!

Polisler Taksim’de!

Polisler Taksim’den hiç ayrılmıyorlar, sürekli olarak orada bulunurlar. Eskiden meydanın ortasında duran heykelin yanına gidip fotoğraf çekilebilinirdi ama son aylarda kimse yanına gidip fotoğraf çekilemiyor, çünkü heykel özel bir koruma altında durmaktadır. Koruma altında olunca, insan merak etmeden duramıyor, neden koruma?

Heykele zarar verileceği için bir telaş mı var, yoksa orada kimsenin görmesi istenmeyen bir şey mi? Bir komünist generalin heykelin olduğu zaten kitaplar yazıyor, görsek de görmesek de orada Sovyet askerinin heykeli duruyor. Şimdi komünistler Taksim’e çıkmasın deniyor ama yıllardır orada heykeli duruyor! (Taksim Anıtı'nda, Atatürk'ün arkasında iki Sovyet generali duruyor: General Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov…)

Komünistlerin heykelleri orada durabilir ama işçiler, 1 Mayıs’ta oraya çakamazlar! Çıkıp da heykele bir çelenk koyduklarını düşünün, yöneticiler ne der sonra? Fakat ne ilginçtir ki, Cumhuriyetimizden büyük olan Polis teşkilatının 164. yıldönümünde, oraya çelenk bırakıldı ve teşkilat üyeleri bayramını özgürce o alanda kutladılar. Şimdi oraya bırakılan çelenkleri işçiler bırakmış olsaydı, ne olacaktı? Dün ne olduysa o olacaktır elbette!

İşçilerde polislerin gününde meydana gelmiş olsalardı ve orada o kutulamalara katılmış olsalardı, ne olurdu? Bir de itaatsizlik örneği gösterip, ‘bütün dünya işçileri birleşin, ey işçi polis bizim ile birlikte ol’ diye bağırmış olsalardı, ne olurdu? Ankara valisinin bir zamanlar dediği gibi, gerekirse o bayramları da biz getiririz, gerekirse komünizmi de! Her şeyi devlet yaparsa sorun olmaz, ama itaatsizlik örneği gösterenler yaparsa, gaz bombalarını başlarından aşağıya bırak, dumanlar içinde göz yazı döksünler! Hastanelere kaçanları bile gaz içinde bırak, orada diğer hastalar ne olacak ki, sonuçta onlarda işçi! İşçi dediğin itaat eder, hem de mutlak! İtaat etmeyenin aklını, kötek yerine getirir! Yıllardır işçiye kötek atarlar, gaz bombaları atarlar, hatta mitingi tararlar ama işçi her sene aynı direnci gösterir! Taksim, her 1 Mayıs’ta işçi sınıfının buluşma noktasıdır!

Her 1 Mayıs öncesi sendikalar ile güvenlik güçlerinin şefleri restleşme yaşarlar, o çıkacağım der, öteki çıkarmam. O gün gelir, meydanda sadece polisler nereden geleceği belli olan işçileri ve gençleri bekler. Randevu yerine gelenler birbirlerine karanfil vereceklerine, karanfil uzatana gaz verilir, orantısız güç kullanılır. Emir verenler bilir ki, o gün tüm dünyada Taksim görüntüleri yayınlanır. Reklamın iyisi kötüsü olmaz derler! Her şey turizm içindir! Düşünün, bütün dünya medyası Türkiye ve Taksim ismini kullanır, bunun için milyarlarca verin başaramazsınız! Hem meydanı korunur, hem de reklam!

İşçi sınıfının temsilcileri ise, her sene aynı şeyleri söylerler ve hep nedense hazırlıksız yakalanırlar. Bir grup dahi kurulamadan gaz ile buluşurlar. Direniş yapacak ne fırsatları olur, ne de güçleri. O yüzden bu sene en azından geçen seneden ders alınmış olunsun ki, itaatsizlik örneği gösterilecekse, onurluca gösterilsin. Gaz dumanı içinde bile olsa, Taksim’de heykele çelenk bırakılsın, 1 Mayıs marşı söylensin!

1 Mayıs’ta Taksim’de marş söyleme randevumuz vardır, o randevuya yine gelinecektir. Yine aynı görüntüler yaşanıp yaşanmayacağına emir verenler karar verecektir. Fakat her şeye rağmen, oradaki randevuya gidilecektir, çünkü söz verildin mi tutulur! Bu sözü tutmak için mücadele edenler hep var olmuştur, var olmaya da devam edecektir.

9 Nisan 2009 Perşembe

Mezarlar

Mezarlar

Mezarlarda insan huzur bulmak ister, gidenin anısını orada yaşamak için. Ziyaret zamanları vardır, çiçeklere bakım zamanı gibi, bakım ister geçmiş anılar. Anılar, bir insanın bu yeryüzünden geçtiğini anlatır, mezarlar bunlara şahitlik yapar.

Büyük şehirlerde mezarlar genelde bakımsızdır, var olanlarda şehir merkezinde kalmış ise, sökülüp, yerlerine blok binalar konduruluyor. Şehrin merkezinde yer alan bu yeşil alanlarda yok oluyor, yeşile boyanmış betonlara bırakıyor. Mezar yerleri büyük bir paylaşım / rant alanı oldu. Anıların ve geçmişin yok edilmesinin dışında bir de ticari araç haline getirtildi.

Mezarlara vardığınızda bir düzensizlik ile karşılaşırsınız. Bir mezara ulaşmak için, bir başkasının kabrinin üzerine basarak gidersiniz. İçten gelen birkaç kutsal sözü söylemek için durduğunuzda, ayaklarınızın altında yatan olduğunu görürsünüz. O kadar iç içe ve yan yana konumlandırılmıştır ki, otobüs içinde kalabalıktan beter bir görünüm arz eder. Mezarlar, huzurun hüküm sürdüğü alanlardı eskiden, şimdi ise kargaşanın hükümdar olduğu alanlar olmuştur. Kargaşa o kadar büyüktür ki, her alan bir değer biçilmez metaya dönüştürülmüş durumdadır. Mezarlar, eskiden birer ticari alan olacağı hiç düşünülebilinir miydi?

Mezarlar geçmişi belgeler, geçmişi günlük yaşamdan uzaklaştırmak için mezarlar duvarların arkasına gizlenir. Belgeler tıpkı arşivler gibidir, hep kapalı alanlarda ve havasız yerlerde olur. Fakat, mezarlar yeşilliğin içinde olurdu eskiden, şimdilerde duvarların içinde, duvarlar inşa edilmiş konumdadır. Yan yana yatması gerekenler bile, günümüzde üst üste yatmaktadır. Sahipsiz olanların taşları sökülmüş, yerlerine yeni sahiplerinin isimleri konumlanmıştır.

Mezarların bizde haritası yoktur, kim nerede yatar, ne zaman oraya yerleştiğini bilemezsiniz. Ama bir içeriye girmeyin, aklınıza dahi gelmeyen bir taş sizi geçmişe götürmüş olabilir. Mezarlar, arşivde yol almak gibidir, sizin özel yaşantınızın geçmişi olabileceği gibi, bu dünyadan gölge gibi geçmiş, geçenlerin yaşamların varlığına da şahit olursunuz. Hayata gelmiş, çocuk ve bir de ev yapmış geçip gitmiş kaç insan vardır? Kaç insanın yaşamdan sonra fotoğrafları / resimleri duvarlarda asılı durur? Kaç insanın yaşamı, albümler içinde saklı kalır?

Mezar taşarlı duvarda aslını bir fotoğraf gibidir, belgedir. Belgeler, geçmişi anlatır, bakmasını bilenler o taştan ne anlamlar çıkarır? Bugünlerde mezar taşları da bir standarda büründürülmüştür, isimler ve tarihler değişir ama diğer görünümler aynıdır. Bir estetik kaygı yoktur, yaşamdan iz yoktur. Mermer kafalı, taş çerçeveli bir beton yığını içinde geçmiş yaşam durur, kaç kişi bunun farkında olur? Birinin diğerinden ne farkı var? Kim neyi yaşadı, nasıl yaşadı? Eski mezar taşlarına bakın, geçmiş bir hayatın izini bulursunuz, bugün neden mezar taşları üzerinde yaşamın izi yoktur?

Globalizm, insanın yok edilmesi bir standart yaşam biçimine büründürülmesidir. Hangi ülkeye giderseniz gidin her yerde aynı tip yaşam biçimi görürsünüz, insanların göz biçimleri değişir ama yaşama katılımları aynılaşmıştır. Taşıdıkları markalar, yedikleri yemekler gibi. Yaşam sonrası ise, onlara verilen değerler mezarlarda durur. Mezarlara bakın ve ülkenin ne kadar yaşama önem verdiğini görürsünüz. Ölüm sonrasına gösterilen itina, yaşama ve insana verilen değeri ortaya serer. Bizim gibi mezarları kaos olan ülkelerde, insanın değeri yoktur! Bizde küçük çapta global görüntü mezarlardır, hangi kültüre ait olduğu belli olmayan bir duruş sergiler. Mezarlarda ırk, dil ve ten ayrımı yoktur. Yaşamın çelişkilerinin bir çoğu yoktur orada, tek bir görüntü ve sessizlik hakimdir. Mezarlar yaşamın rengini ve güzelliğini yansıtabilmelidir, fakat bugünkü hırslar ve para kazanma saldırganlığı, geçmişin güzelliğini duvarlar arkasına, betonların içine hapsetmiştir, yok etmiştir.

7 Nisan 2009 Salı

Gazeteleri başlıklarından okumak!

Gazeteleri başlıklarından okumak!

gazetelere göz gezdirmek genelde günlük yaşamın başlangıcında yer alır,. Şimdilerde, ekranlar aracılığı ile sabah kahvaltısı sırasında gazete başlıklarını görüyor ve duyuyorsunuz.

Gazete başlıkları o gazetenin duruş noktasını gösterir.

Gazete başlıkları, gazete için önemli olan haberlerin öne çıkmasıdır. Vurgular ona göredir. Bizim ulusal gazetelerin başlıklarına (duruşlarına) bakarken insanın aklından şu atasözü çıkmıyor. ‘Dervişin fikri neyse zikri de odur.’

ABD Başkanın ziyareti sırasında İslami sermeye ile yayınlanan gazetelerin başlıklarına baktığımızda gündemi nasıl algıladıkları çıplak olarak ortada durmaktadır. Başkanın İslam söylemi onların (Taraf, Sabah, Yeni Şafak, Zaman, Vakit, Bugün, Star…) gazetelerinde öne çıkar. Diğerlerinde laik Türkiye vurgusu öndedir. Değişim isteklerini öne çıkaran medya grubu ise, bugün yaşadıklarından bir an önce kurtulma telaşı içindedir ve ABD Türkiye aynı yolda yürüyeceğini dillendirmektedir. İnsan hakları ve yaşam alanından bakan Birgün gazetesinde ise Obama’nın barış çağrısı ölüm anlamına geldiğini öne çıkarmaktadır.

Medya sermaye sahibinin sesidir.

Bugün atılan başlıklardan, hangi gazetenin sermayesinin hangi dünya kesime olduğunu çıplak olarak görmemize sebep olur.

Yeni dönemde ‘model’ oluşturulacak ilişkiler istenmektedir.

Yeni Obama döneminde stratejik ortaklık yanında başka bir isteği öne çıkmaktadır. Bu modelin ne olduğu NATO toplantısında ortaya çıkmıştır. Model’e göre; NATO sekreteri seçimi konunda resmi olmayan açıklama yapan ülken başbakanı ve cumhurbaşkanının ağzına bir parmak bir şey sürüp düzene sokmaktır. Danimarka eski başbakanı NATO genel sekreteri olmasın diyenler nasıl bir gün içinde çark ettikleri ve bu çarkı kendi medyalarında nasıl yansıttıkları ortada değil midir? Bu yeni modelde yer alan ülkenin yöneticilerinin nasıl davranması gerektiği çıplak olarak kendisini göstermedi mi? Büyük birader ve onun G8 ortakları, yeni modeli tüm çıplaklığı ile ortaya koymadılar mı? Yeni model, bizim kapitülasyonlar dönemini anımsatmıyor mu? Gönüllü başlanan ilişki (NATO) daha sonra tek yönlü bağımlılık ilişkisine dönüşmüştür. Bizim ne sözümüz olacak ne de yetkimiz. Görüntüsel olarak bize taviz verir gibi olacaklar ama asla taviz vermeyeceklerdir. O görüntüsel olanı bizim kamuoyu gerçek sanacak, (medyanın gücü ile) sonra bizim başbakanımızın ya da cumhurbaşkanımızın elini tutması ve vücut dili yakınlaşması abartılarak anlatılacaktır. Ne zaman vücut dili ortaya çıktı? Ne zaman el tutmalar ve dirsek teması önemli oldu? Bir düşünün!

Bu model yeni değildir, eskiden beri uygulanana yeni bir isim vermektir. Söz hakkımızın ve müdahil hakkımızın ortadan kalması uzun zamandır uygulanmıyor mu? Bu modelde yönetici olanlar 12 Eylül darbesi ve sonrası verdikleri tavizleri yan yana koysanız eğer, neler ile karşılaşırsınız? 12 Eylül darbecileri bize söz gelmesin diyerek Almanya’da oturan vatandaşların serbest dolaşım hakkını gözden çıkarmalarını nasıl açıklarsınız? Gözle görülmeyen ama hissedilen tavizlerin ardı arkası yoktur. Devlet olma ve devlet üzerinde otorite sahip olma hakkı elinden alınmış bir ülkede yaşıyoruz. İşte yeni model budur. Bizlerin geleceği, bu yeni modele göre, daha çıplak olarak dış güçlerin yani bu G8 biraderlerin elinde olduğu ortadadır. G8 biraderlerin başkanı olan ABD başkanın iki dudağı arasındayız. (Onun kötü kopyası bizim seçimler ve aday belirlemeleri zamanında olmuyor mu? Bir başkan bütün adayları belirliyor ve başkan meydan meydan belirlediklerinin kazanması için propaganda yapmıyor mu?)

Bu yeni modelde bizler onların çıkarları yönünde her türlü özveri yapmak ile yükümlüyüz. Bizlerin yaşamış olduğu ekonomik kriz ya da başka kriz önemli değildir, yeter ki onların projeleri önünde engel olmasın. Projesi elinden alınmış, gelecek programı olmayan bir devlete dönüştürülmesidir bu yeni model. Bizim eskiden 5 yıllık kalkınma planımız vardı, ne oldu? Bizim artık bu sene sonuna götürecek bir planımız bile yok! Bu sene sonunda ülkenin geleceği nerede olacaktır, bilen var mı?

ABD başkanı anladığım kadarı ile Müslümanlıktan dönme biri ya da ailesi dönme konumundadır. Şimdi bizim atasözümüzü tekrarlamadan geçemeyeceğim. ‘Dervişin fikri neyse zikri de odur.’

Dönmeler, yeni elde ettikleri kimliğe ve inanca ne kadar sadık ve fanatik olduklarını geçmiş döneklerin yaptığı ile düşünürseniz, nasıl bir sonuca varırsınız? O kadar tarih kitaplarına bakmayın, günümüz medyası içinde çok dönek vardır, onların savunduklarına ve tavırlarına bakın, ne demek istediğimi anlarsınız.