30 Nisan 2016 Cumartesi

İstanbul’da 1 Mayıs!

İstanbul’da 1 Mayıs!

İstanbul’da ilk 1 Mayıs 1912 yılında kutlandı. Onun öncesi elbette işçi sınıfının ağırlıkta olduğu 1909 yılında Üsküp ve Selanik’te 1 Mayıs, çok kültürlü yapıya uygun olarak dört dil ile basılan bildiriler ile duyurulmuş ve kutlanmıştır. O dönemin en önemli siyasi istemi “herkese seçme ve seçilme hakkı”  talebi olmuş.
1912 yılında Hüseyin Hilmi Bey’in başkanı olduğu Osmanlı Sosyalist Fırkası, İstanbul’da işçi dernekleriyle birlikte (İstanbul) Pangaltı’daki Belvü bahçesinde 1 Mayıs kutlamaları için mütevazı şekilde bir araya gelmişler.
İstanbul’da Türkiye Sosyalist Fırkası tarafından gerçekleştirilen ilk kitlesel 1 Mayıs 1921 yılında gerçekleşmiş. Dönemin Osmanlı idaresi yasaklamış olmasına rağmen işgal altında kitlesel 1 Mayıs her şey göze alınarak kutlanmış.
1922 yılında ise 1 Mayıs Komisyonu kurularak tek elden yönetilmiş. ‘1 Mayıs Komisyonu’nda; Türkiye Sosyalist Fırkası, Türkiye İşçiler Derneği, Beynelmilel İşçiler İttihadı, Sosyal Demokrat Fırkası, Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Partisi, Ermeni Sosyal Demokrat Fırkası ve Esnaf Cemiyetleri yer almaktadır. Komisyon, Pangaltı’da toplanılacak ve yürüyüş yapılarak Kağıthane’de kutlanacağı ilan edilmiş. Ve ilan edildiği gibi de kutlanmış.
1923 yılında ise 1 Mayıs, Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası ve Ankara Hükümeti’ne yakın Umum Amele Birliği tarafından ayrı ayrı kutlanmıştır. Tam altı ay önce Hüseyin Hilmi Bey ( Türkiye Sosyalist Fırkası lideri) öldürülmüştür. Buna rağmen 1 Mayıs kutlamasını yapmışlar.
1924 yılında göstermelik bir kutlamaya izin verilmiş, 4 Mart 1925’te kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu ile demokratik haklar yok edildiği gibi, 1 Mayıs’lar üzerinde yıllar boyu devam edecek yasaklı yıllar başlamıştır. 
1976 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu tarafından İstanbul (Taksim’de) düzenlenen mitingle bu yasak sona erdirilmiştir.
1977 yılında İstanbul Taksim Meydanı'nda yaklaşık 500 bin kişiyle en geniş katılımlı 1 Mayıs toplantısı düzenlendi. Ancak, göstericilerin üzerine ateş açıldı ve göstericilerden 34'ü, yaralanarak ve üstlerine ateş açılması sonucu çıkan izdihamda ezilerek öldü. 1977 yılının 1 Mayıs günü, tarihe ‘Kanlı 1 Mayıs’ olarak geçti.
1978 yılında yüzbinlerce kişi tarafından Taksim Meydanı'nda kutlandı.
1979 yılında yasaklandı, ona rağmen korsan gösteriler ile bu hak kullanıldı, 1981 yılında tamamı ile yasaklandı.
1989 yılında yasaklara rağmen kutlandı, etkinliklerde polisinin açtığı ateş sonucu işçi Mehmet Akif Dalcı yaşamını yitirdi.
2007 yılında Taksim yeniden işçilere açıldı.
2010 yılında Taksim’de kutlanılmasına izin verildi.
2013 yılında tekrar yasaklandı. Taksim yayalaştırma projesi adı altında getirilen yasak bugün dahi devam etmektedir.
Taksim bir inatlaşma alanı değildir, aksine hak edilmiş ve kanlar ile yazılmış bir tarihin mirasıdır. Faili meçhul cinayetlerin kitlesel olarak uygulandığı bir alandır. İşçi sınıfının kitlesel ve bir arada olduğu etkinlikler bilinerek ve sistemli olarak yasaklanmaktadır. Taksim dışında izin verilen Kadıköy meydanında ki etkinliğe de polis saldırmış, orada da vatandaşlarımız öldürülmüştür. Polis hangi alanda kutlanılırsa kutlanılsın saldırmak için yukarıdan emir almış ve emri yerine getirmiştir.
İşçi sınıfının tırnağı ile elde ettiği hakların gaspına karşın kazanılmış hakkın elden alınmasına karşı girişilmiş bir mücadeledir. Taksim bunun sadece bir sembolüdür. Sermayeyi temsil eden devlet, tüm gücü ile işçi sınıfının kazanılmış haklarını elden almak ve sindirmek için her türlü baskı aracını kullanmaya ve işçi sınıfını içten parçalayabilmek için yandaş sendikalar aracılığı ile Taksim üzerinden söylem geliştirmektedir.
Taksim, Kavel Direnişi ile elde edilen sendikal hakların geri alınmasına karşı geliştirilen bir direniş hattının sembolüdür.
Kavel’de direnen işçiler ve önderinin kararlı tutumu ile sendikal hak yasal olarak güvenceye alınmasına rağmen, 12 Eylül sonrası kurulan sendikalar grevsiz bir kitle örgütü olarak işlevsiz olarak varlıklarını devam ettirmesi bu 1 Mayıs etkinliğinin ve geçmiş ile bağının önemi bir kere daha ortaya çıkmaktadır.
Taksim, Kavel ile kurulan bağın sembolüdür.
Taksim, DİSK’in devrimci olduğu dönemlerinin ruhunu taşıyan ve Kazancı yokuşunda sıkışarak öldürülen işçilerin mücadele alanında yaşadığı yerdir.
Taksim, korkutmaya karşı direniş, sindirmeye karşı başkaldırı, yok sayılmaya karşı sınıf olduğunun haykırıldığı bir alandır.
Taksim tesadüfen ortaya çıkmış bir alan değildir, 1 Mayıs’ı yaratan işçi cinayetlerine karşı yaşama hakkının savunulduğu mücadele alandır…
1 Mayıs’tan Taksim’i alın içini boşaltmış olursunuz. Bunu bilen devlet, tüm organları ile Taksim etrafında duvarlar örmekte, işgal edilecek bir alan olarak görmektedir.
İşçi sınıfının sesi bir gün mutlaka o meydanda özgürce dalgalanacak ve kardeşlik, bir arada, çok dilli, çok kültürlü, çok inançlı işçilerin birliği ile o güzel günler yaşanacaktır.
Taksim mücadele alanıdır, hayallerini satmayanların bir arada olduğu alandır…
1 Mayıs’ta ölen, öldürülen, faili meçhul cinayete kurban giden tüm işçi sınıfı ve dostlarını saygı ile anıyorum, mücadeleleri bugün dahi mücadele alanlarında yaşamaya devam ediyor, onlar ölmedi, yaşıyorlar!

İsmail Cem Özkan

24 Nisan 2016 Pazar

Ergenekon davasına son nokta kondu!

Ergenekon davasına son nokta kondu!

Ergenekon davası henüz adı konulmadan yapılan operasyonlar ve bir çuvalın içine değişik dünya görüşünden insanı yığmaları aslında var olan kontrgerilla teşhirinin üstünü örtmek ve açılması muhtemel olan yakın tarih ile yüzleşmenin önüne bent oluşturmak için yapıldığı görüşü bende hakimdi ve o günlerde yazdığım yazıların konusunu oluşturuyordu. O zaman ki iddiam olan bu olmayan örgüt adına açılan davada yer alan her olayın aklanacağı, çünkü olmayan örgütün davası olmaz tezimi bugün alınan karar ne yazık ki doğruladı.

Ergenekon davası bir örgüt olmadığı gerekçesi ile davaya son nokta kondu ve o davadan yargılananlar bir şekilde aklandı. O davanın içinde gerçekten suçlu insanlar vardı, yapılar vardı. Eğer Susurluk Davası ile gerçek anlamda üstüne gidilmiş olsaydı Ergenekon davasına ihtiyaç duyulmadan faili meçhul cinayetler ve darbelerin üstüne gidilebilinirdi, fakat gidilmedi ve sürüncemeye bırakılarak birkaç söylem dışında ortada somut bir iş olmadan sonlandırıldı ama bu sonlandırılma işi yeni açılan bir davanın oluşturmasına zemin olacaktı. O zeminde açılan Ergenekon adı verilen dava bir anlamda Susurluk’ta yapıldığı gibi aklama davası olacağı tezim bugün doğrulanmış oldu. Bu aklama davasında suçlu suçsuz, haberi olan olmayanın bir dosyaya birleştirilmesi ve gerçek suçun gözden uzak tutulması amaçlanmıştı ki bunda da başarılı olundu. Birkaç simge isimin etrafında dönen tartışmalar bu örtünün nasıl kullanıldığını çıplak olarak bize gösterdiler. Gerçek suçlular, birileri için kahraman olarak çıktı ve sessizliklerini hala da korumaya devam ediyorlar. Suç hala ortada, faili belli ama artık kimse o faile sen suçlusun deme konumuna şimdilik sahip değil, çünkü yakalanmış, yargılanmış ve aklanarak çıkmış dava tutanakları var elinde!... Onların işlediği suçları bundan sonra uluslararası mahkemelere taşlayacak bir sürecin önü kapanmıştır. Ergenekon davası açılırken aslında bu sonuç ile biteceğini herkes biliyordu ama bu davayı bahane ederek açan siyasi irade gerçek amaçlarına ve hedeflerine ulaşılmıştır.

Sağ gösterip sol vurulmuştur. Bu sol vuruşu medya ayağı olarak Taraf Gazetesi özel olarak kurgulanmış ve verilen görevi en iyi şekilde bavullar ile yerine getirmiştir. O bavulu taşıyan, bavulun içini dolduran, bavula içeriğini bilmeden savunma hakkını yok sayarak kesin kanaatler ile sonuç üretenler yaşadığımız bugün ki kriz ortamını doğmasına sebep olmuşlardır.

“Kullanışlı aptallar” adı verilen gönüllü ya da profesyoneller eli ile bu davaya biçim verilmiş ve istenilen belgeler yaratılmıştır. Mağdur olduğunu iddia eden bir iktidar, yeni mağdurlarını “kullanışlı aptallar” eli ile yaratmıştır. Bu el ile toplusal hareketlilik ve kitle örgütlerinin altını boşaltmış ve yeni kavramlar ile algı operasyonunda kullanılmıştır. Hissettikleri yüksek söylemeye çalışanların sesleri yok edilmiş ve tek bir iddia üzerinden suçlular olarak kabul edilenler ayrım gözetilmeden ve suçların tasnifi yapılmadan var olan ve failleri ortada olmayan tüm suçların failleri bulunmuş gibi yapıldı ve geçmiş bir anlamda temizlendi. “Temiz Eller” operasyonu adı verilen ama ‘kirli ellerin’ daha da kirleterek kirli bir operasyona damgalarını vurmuşlardır. İddia üzerine yapılan saldırılar, iddia üzerine yapılan oturumlar ve iddia üzerine medyaya verirken ayarlar otokratik bir devletin olgunlaşması için ortam hazırlanmış ve bu bilinen yol bile bile savunulmuştur.

Yalnız geçmişte hiç acı duymayanlar, işkence tezgahlarından geçmeyenler, işkence tezgahından geçmişler adına öç alma yarışına girmişlerdir. Fakat olayı yaşamayanlar kulaktan dolma bilgiler ile savunma hakkını ve tutukluluk süresini ortadan kaldıran uygulamalar 12 Eylül zulmü ve askeri ile yüzleşeyim derken aslında yüzleşildi sanılan bir olgunun paralelini yarattıklarının farkında bile değillerdi. Dava ile hiçbir aşamada yüzleşilmedi, yeni suçlar ve acılar yaratmak dışında.

“Hukuk siyasi iktidarın fahişesi” olurken, bir grup ‘kullanışlı aptallar’ bu iş için ortam hazırlayıcısı konumuna soyunmuş olduğu, çıkarları ile örtüşen alanlarda masa başına geçtikleri ya da kürsülere sahip oldukları gözüküyordu.

Bu dava kullanılarak, hakim ve savcıların göreceli özerk yapısı tamamı ile ortadan kaldırılmış ve iktidara tabi olan bir adalet ve hukuk sistemi oturtulmuştur. Bu dava siyasi bir dava olduğundan siyasi iktidarın çıkarlarına uygun olarak yeniden bozulmuş ve “paralel devlet” adı verilen paralele bir örgütü ortaya çıkarmak için fırsat olarak kullanılmıştır. (Henüz ‘paralel yapı’ adı verilen ve her türlü suç ve günah onların üstüne yıkılan davanın sonucu ne olacağını şimdiden söylemek çok güç, çünkü belirleyici olan hukuk değil iktidar mücadelesidir. Elbette onların içinde Ergenekon davasında olduğu gibi gerçek suçlular var ve bilerek onları destekleyen, lojistik destek verenlerin olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız, fakat önemli olan savunma hakkına saygı ve hukukun üstünlüğü kavramının hayata geçirilmesidir.) Paralel devlet ve söylem ile iktidar kendi üstüne düşen tüm suçları başkasının üstüne yıkmış ve sanırım yakında o suçların da üstünü örtecektir, çünkü gerçeklerin tam anlamı ile ortaya çıkması demek suç ortaklarının da gün yüzüne çıkması demektir. Paralel yapı adı verilen operasyonlar bir anlamda iktidarın zayıf noktasını sağlama alma çabasından başka şey değildir.

İktidar mücadelesinin ortasında kalan Ergenekon davası iktidarın çıkarlarına uygun olarak aklanmış ve noktalanmıştır. Bu noktalanma aynı zamanda kontrgerillanın yapmış olduğu tüm suçların ve faillerinin üstünü örtmek anlamındadır. Cinayetler ortadadır, faillerin üstünü aklanmış bir Ergenekon davası kararı vardır. Faili meçhul cinayetlerin katilleri bilinmesine rağmen, devlet nezdinde onurlandırılmaya devam edilmektedir. Çünkü siyasi çıkarlar bugün onu gerektirmektedir.

Geçmişte yaptıklarından pişman gibi gözüken liberaller (solcu, sağcı, dincisi) bugün dahi hala “yetmez ama evet” demeye devam edeceğiz derken, bu dava nezdinde kimleri akladıklarını ve nasıl bir ortam yarattıklarının farkında olmalarına rağmen, bir iddia uğruna “dönen dönsün yolundan” demeye devam etmekteler ve hiçbiri geçmişte yaptıklarından pişman olmadan… Gerçek anlamda özeleştiri yapmadan, arada “kullanıldık” demek ile geçmişin üstü ne yazık ki örtülemiyor…

Ergenekon davası bitti ama biçim değiştirerek kontrgerilla suç işlemeye ve yeniden yeniden toplu katliamlar ve linç yaratmak için ortam hazırlamaya devam ediyor. Geçmiş ile gerçek anlamda yüzleşilemediği sürece katliamlar, linçler hayatımızın bir parçası olmaya devam edecektir.

İsmail Cem Özkan