20 Ocak 2023 Cuma

Süper kahraman olunmaz, yaratılır!

Süper kahraman olunmaz, yaratılır!

 

Her cezaevine girene “kahraman” payesi veriliyor oldu. Giren “kahraman”, dışarıda kalan “maraba” olmaya devam…

 

İçeriye giren dışarıda yapılan her etkinliğe mesaj göndererek kendisi hala kavganın içinde olduğu vurgusunu yaparken, mesajında geçmişten de alıntılar yaparken “hep orada olduğu” vurgusunu da yapmaktadır.

 

Birçok insan mesleğinden dolayı oradadır ve o yaptığı işten para kazanmaktadır. İşini yaparken işten dolayı alınan riskler birden sizi kahraman payesi almanıza sebep olabiliyor. Medyada görünmeyen ama arka taraftan kendi kariyeri için yol alanlar içeriye düşünce görünür oluyor ve görünen kahramanlık payesi içinde kendisini bulabiliyor. Bugün kahramanların bir bölümüne bakarken aslında arka konumda, para kazanmak amaçlı olduğu noktayı mücadele alanı olarak sunup, oradan paye çıkarmak artık doğallaştı. Kısaca para kazandığı işvereninden dolayı orada olan biri birden süper kahraman oluyor.

 

Pelerini takmıyor ama dünyayı ya da ülkeyi kurtarıcı rolünde poz veriyor bizim kahramanlarımız!  Bizim süper kahramanlarımız Amerikan süper kahramanı gibi isim ve biçim değiştirmiyor, özel kıyafetler içinde her türlü saldırıya karşı korumalı pelerinli de değil, çünkü kahramanlarımız kendilerini saklamıyor, olduğu gibi aynı isim ile yol alıyor... Bir bakıyorsunuz o süper kahraman işvereni iktidarda olunca iktidar yalakası oluveriyor ama olsun, süper kahramanlara bu sistemde hep ihtiyaç var...

 

Her etkinlikte süper kahramanlar cezaevinden mesaj gönderiyor, hepimiz mağdur olduğu için alkışlıyor gibi yapıyoruz ama bizim kahramanlar az konuşmayı bilmediği için uzattıkça uzatıyor yazdıklarını, okuyan da nefes alarak okumaya devam ediyor... Sonuçta cezaevinde kalan süper kahramanlar ülkesi olduk...

 

Hep ölenler ile fotoğraf paylaşılmaz, süper kahramanlar ile birlikte çekilmiş fotoğraflar da paylaşılır...

 

Garip bir kırılma sürecinde ayağı yere basmayan süper kahramanların yaratıldığı bir süreçten geçiyoruz...

 

"Ben bedel ödüyorum, sizin için" demekte süper kahraman, "sizin için"…

 

Aslında her insan mücadelesini kendisi ve sevdikleri için yapar, kahraman olmak için değil. Eğer kahraman olmak, sadece gözükmek için yaparsanız; gelirsiniz son bir noktada milletvekili olup, o yüksekten konuştuğunuz süreç biter, gidip bir meyhane açıp arkadaşlarınız ile meclisten aldığınız maaşı tüketmeye devam edersiniz... Süper kahramanlık rolü vekil seçilene kadar ya da bir ödül alana kadardır...

 

Örneğin bir dönemin popüler yazarı, Nobel Edebiyatı Ödülü alınca ülke gerçekliğinden kopup ülke ülke gezmeye, her geziden para kazanmayı seçti. Eskiden nerede bir grev olsa, nerede bir insan hakkı olsa orada olur ve Yaşar Kemal arkasında durur ve ona söz verilince sözünü söylerdi... Bugün eski günlerinden kalan sadece gazete kupürleridir, çünkü artık kazanmıştır ve kaybedecekleri vardır.

 

Kaybedeceği olanın süper kahraman rolü oynamasına ihtiyacı yoktur...

 

Bizim her zaman bir kahramanımız olmuştur, ihtiyaç duyulunca iktidar süper kahramanları çıkarıp, onlara her türlü rolü oynama hakkı tanır...

 

“Kurtar bizi süper kahraman!” eskiden kahraman denmez “baba”, “Karaoğlan” denirdi…

 

Kahramanların olduğu yerde kitleler sadece alkışlar...

 

Bizde kahramanlardan gelen mesajları hep alkışlıyoruz...

 

İsmail Cem Özkan

 

17 Ocak 2023 Salı

Bir kış gecesi…

Bir kış gecesi…

 

Kuzey kutup dairesi sınırında, kuzey ışıklarının vurduğu zamanda, adı ve sanı konmamış, unutulmuş ya da unutturulmuş bir kasabanın içinde yaşayan bireylerin, birbirinden bağımsız gibi görülen ama aynı konu etrafında oluşmuş öykülerin birliğinden bir tiyatro eseri çıkmış…

 

Aynı bankta oturan iki insan, birbirine karşı sevgi konusunda açılırken erkek omzuna başını dayamış kıza “aslında biliyor musun, biz birbirimizden çok uzaktayız!” der… Kız önce anlamaz, çünkü başı aslında sevdiğinin omuzundadır, platonik aşk aşka dönüşmüştür… Nasıl uzak fikrini açıklar erkek, eline aldığı kartopu ile dünyamızın eksenini işaret eder, ters taraftan bakınca 360 derecelik bir bakış, en yakınındakini en uzağa bırakır, aslında bakış açısı ile ilgilidir, duygular ile değil...

 

Duygular mı önemlidir, bakış açısı mı?

 

Sahne karanlıktır, seyirciler oyunculara üç ayrı bakış içinde görmektedir… Seyircinin durduğu nokta aslında oyunun içinde bakış açısını da sorgulayacak boyuttadır…  Oyuncuların etrafındadır ama bir nokta oyuncuyu sahnenin tek duvarı ile sınırlar... Sahne üç duvardan oluşmaz, bir duvardan geriye kalan iki duvar işlevini seyirci ve seyirci koltuğu oluşturur…

 

Sahneye iki giriş vardır ve her giriş duvarında kara tahta asılıdır, her öykü bu kara tahta üzerine yazılarak seyirciye yeni bir öyküye başlıyoruz imajı verilir… Yaz kara tahtaya ve oyuna başla!

 

Kırık kalpler kuzey ışıkları altında kendi gerçeklikleri ile yüzleşecekler… Hava çok soğuktur ve o soğuk havada kuzey ışıklarını görmek için gelenlerin acıları, sevgiye olan hasretlikleri, kuzeyin haritada adı ve konumu belirlenmemiş bir yerinde Amerikan günlük yaşamının öyküleridir… Aynı sığınma evinde yaşayan fırtınadan evi kullanamayacak olan kazazedelerin bir çamaşır odasında diyalogları. Canı yanmayan birinin acıyı hissetmesi, acıyı hissedenin acısına sevgi ile yaklaşan birlikteliğinin sorunlarından kaçışı, acı ve acı duymaktan kaçışın buluştuğu o çamaşır odasında buluşma… Boş bir eskiden patates tarlası olarak kullanılan tarladan çadır kurmuş kızın tarla sahibi ile karşılaşması ve kırık kalbini bir torba içinde taşıması, torba ile oluşturmuş olduğu ilişkinin o karanlık gecede oluşacak olan kuzey ışıkları ile dağılıp yerini başka duygulara bırakması, ‘bekarlığa son’ partisinin gecesinde eski sevgili ile karşılaşmak ve mutsuz olana her şey bedava denilen bir gecede kola yazılan bir dövmede geçen isim ile karşılamak, her mutsuzluk bitimi yeni bir sevgi ile hayatının devam ettiği, her uzak noktanın aslında uzak olarak görülenin ne kadar yakın olduğu, sorulan bir soruya yıllar sonra verilen yanıtın zaman kavramı içinde ne kadar uzağa fırlatıldığı ve bir daha o soru sorulan anının yakalanamayacağı gerçeği ile sıradan bir Amerika kültürü içinde yakalıyoruz…

 

Modern yaşamın sevgi kavramının sorgulandığı yerdir, o adı sanı olmayan kasaba…

 

Öyküler bağımsız gibidir ama iç içedir, aynı kasabada aynı gökkubbe altında, aynı kuzey ışıkları oluşurken o anın içinde dokuz öykünün sahneye taşınmasıdır… Öykülerin yazılışına bakınca baştan sorduğum soru öne çıkıyor oyun sonunda da, “duygular mı önemlidir, bakış açısı mı?” sevgi açlığına nereden bakarsanız sizi o açlıkta kurtaracak, ya da var olan akış devam mı edecek?

 

Öykülerin birleşimi sahneye taşınması burada yönetmeni Zeynep Özden’in yanında en büyük sorumluluğu dramaturjisini yapan Şafak Eruyar’a vermektedir. John Cariani’in öykülerini sahnede kuzey ışıklarının dalgalarının ulaştığı Tiyatro Pera’ın salonun yaşayarak gördük. Zeynep Özden hem çevirmiş, hem de çevirdiği öyküleri sahneye taşımış, bunun ile yetinmemiş sahnede kendine rol vermiş ve oynamış… Tiyatro Pera’ın oyunlarının dramaturjisini yapan Şafak Eruyar gibi ustanın tecrübesinden ve birikiminden yararlanarak oyuna hayat vermiş… Oyun elbette sadece yazıdan oluşmuyor, oyuna sahnede hayat veren oyuncular, ışık, ses, müzik, dekor… Tiyatro bir bütündür, bütünün bir parçası uyumsuzsa o oyun aslında başarısız sayılır. Kısaca tiyatro oyunun bir bütün yapan tüm öğelerinin de birbiri ile uyumu ve sahnede seyirciye ulaşan mesajlarının doğru, anlaşılır bir şekilde olması önemlidir… Başak Meşe, Barış Çakmak, Arzum Orhan, Doruk Akçiçek, Zeynep Özden oyundaki karakterle hayat verirken, onlara eşlik eden ve oyunculuklarını öne çıkaran dekor ve kostüm Cemre Bulak, ışıkta İlayda Erdinç, oyunun akışında müzik ve ses efektlerinde Emil Tan Erten’in başarılı tercihleri ile oyunun içine seyirciyi davet ediyorlar…

 

Seyirci zaman zaman oyuna kahkahaları, zaman zaman iç konuşmaları ile katıldı. Oyunu keyifli yapan aslında seyircinin refleksi, doğru yerde doğru tepki vermesidir. Daha çok gençlere seslenen, onların duygularına hitap eden oyun, bir anlamda sevgi ile hayata bakan herkese sesleniyor. Her öyküde değişik karakterleri canlandıran oyuncular, bölümler arası zamanı terse sarıp aynı zaman geri dönüşleri ile başarılı olarak gördüm… Elbette bu bölümler arası diyalogun geçişini sağlayan yönetmen ve dramaturgun uyumlu çalışması olarak algıladım.

 

Oyun yaşadığımız zamandan, sorunlardan uzaklaşmak için, bir an olsun keyifli dakikalar geçirmek için gidilip sığınılacak bir liman özelliği taşıyor… O kadar karmaşık ve ilişkilerin ve de duyguların kırıldığı zamanı yaşıyoruz ki, bizimde sığınacağımız bir kuzey ışıklarının olmasını isteriz… Ne yazık ki ülkemizde kuzey ışıklarını yarattığı ve sorunların sevgi ile çözüldüğü bir süreçte değiliz ama bir anda olsa gelin oyunu izleyin ve o yaratılan atmosfer içinde keyifli zaman geçirin, belki sizde zamanın kırılma anında oluşan sevgi enerjisinden yararlanırsınız…

 

 

İsmail Cem Özkan

 

 

Bir Kış Gecesi Rüyası

Yazan: John Cariani

Çeviren- Yöneten: Zeynep Özden

Dramaturg: Şafak Eruyar

Dekor- kostüm: Cemre Bulak

Işık: İlayda Erdinç

Müzik: Emil Tan Erten

Oynayanlar: Başak Meşe, Barış Çakmak, Arzum Orhan, Doruk Akçiçek, Zeynep Özden