Değişimin olduğu günlerde yaşıyoruz…
Geçiş dönemlerinde semboller sürekli değişir. Yaşadığımız
çağı ileride nasıl anlatacaklar bilinmez. Kışla sesinin yok olduğu yerini cami
gölgesi ve ezan sesinin aldığı bir dönemi yaşıyoruz.
Eskiden istiklal marşı çalındığında, duyduğumuzda hemen
hazır ol duruma geçer, kıpırdamadan marşın bitmesini beklerdik. Nerede olursak
olalım, yeter ki bir marş sesi duyalım, şapkası olan elini asker selamı gibi
yapar, şapkanın ucuna doğru götürür, şapkası olmayan sıradan bir er gibi hemen
ellerini yan tarafa doğru uzatır, kımıldamadan beklerdi.
Her okul açılışı ve kapanışında marş söylenir, her sabah ant
içilirdi. Her gün bir başka kişi çıkar, hep bir ağızdan ant tekrarlandı…
Okulda, eğitim ant içtikten sonra başlanırdı. Siyah önlükler
içinde beyaz yakalı çocuklar olarak tek tip kıyafet içinde gülmeden ve her
adımı ve sözü çok ciddiye alarak yapardık. Sınıflara bile marş marş emri ile
gider, ayaklar uygun şekilde sınıftaki sıramıza ulaşırdık.
Askeri disiplin yaşamın her alanındaydı. Çocukluktan çıkıp
büyüdüğümüzde bile, her hangi bir devlet dairesine girerken bile önümüzü
ilikler öyle girdik. Kapılar çalar ve içeriden gir sesini duymadığımız sürece
kapı önünde bekler, sabır içinde çağrılacağımız anı beklerdik. Devleti temsil
eden masanın arkasındaki kişiye oldukça alçak ses ile derdimizi anlatır ve onun
vereceğe karara saygı duymak zorunluydu. İtiraz etmek demek anarşist gözü ile
bakılmak anlamına gelirdi.
Yıllar içinde askeri disipline alışmış bizler, her nüfus
sayımında evinde oturan, sokağa çıkmadan sayım yapanların geleceği ve forumları
dolduracağı saati evde beklerdik. Bir ülke nüfus sayımı için bir günde olsa
ikinci bir emre kadar evde bekletilirdi.
Darbe olur, evde radyodan marşlar ile öğrenirdik, marşı
duyduğumuzda hazır ola geçer, bize dokunmadan bu karanlık günlerin geçmesini
beklerdik, evde olası bir kitap hemen sobaya atılır, ateş içinde kalması
izlenirdi.
Her darbe günleri kitapların küle döndüğü günlerdir.
Kitaplar ezberlenme ve onun doğru olduğuna inanılarak
eğitildik, tek doğru vardı, tek ulusun olduğu ülkede, tek dilin konuşulduğu topraklarda
yaşadığımıza inandırıldık. Başka dil konuşanların çocukları yatılı eğitime
alınır, orada bu ulusa sadık, ulus için canını feda edecek ve annesinin
konuştuğu dili küçümseyen hayırlı evlatlar yetiştirdik, yetiştirdik.
Dünya her gün yeniden kuruluyor, her yeni kurulan günde
değişiyoruz.
Bir gün marşlar ile uyandık ve marşlardan sonra elinde kuranı
kerim ile meydanlara çıkan bir general, ülkenin kaderini ve ekonomisini
istenilen değişime uyduracaktı. Biz Avrupa ülkesi olmaktan uzaklaşacak ve orta
doğunun karanlık sokaklarına doğru kayacaktık, kayarken itiraz edenler,
alışamam diyenler alışacaktı, çünkü yeni liberal ekonomi kendisine ait insanı
yaratıyordu, tüketiyordu, tükettikçe daha çok tüketiyordu.
Dünyaya açılıyorduk, tek doğruların yerini tek yol tüketim
olduğu çağa giriyorduk, tüketirken düşünmüyorduk, düşünmek içinde neden yoktu,
tüket demişlerdi, yastık altında birikimleri harca denmişti, harcıyorduk.
Hızla tüketmek için Amerikan dizi filmleri ile örnek insanlar
ve ideal tipler yaratılıyordu. Bir anda tüm Türkiye basketbol oynar oldu, bir
anda futbol başarıları ve sonuçları sokak eğlencesine dönüştürüldü. Spor artık
para için takip edilen, amatör ruhun yerini profesyonel bakış açısının aldığı
döneme girdik.
Değişim o kadar hızlı oldu ki, alışamadık diyenler alıştı. Cami
gölgesi kışla gölgesini alan bir dönem başlıyordu. Bu başlangıca sızıntı
diyordu cami gölgesinde duran vatandaş.
Yaşamın akışı değişmişti, sokaklar eskisi gibi marş çalındığında
hayatın durduğu bir durum olmaktan çıktı, ezan sesi yerini alıyordu. Siyasi amaçlı
propaganda konuşmalar ezan saatine göre ayarlanır oldu, ezan sesi geldiğinde
tüm kalabalık susup ezanın kutsallığını düşünür olduk. Ezan aslında bir çağrı
olmasına rağmen, onun çağrısına kulak kabartmak değil, içimizde bıraktığı
manevi tada yönelmiştik. Kalabalık ezan biter bitmez nerede kaldık der gibi
ezan öncesi coşkuya ve heyecana hemen dönmekte, hatip kaldığı noktadan
konuşmasına devam etmektedir.
Değişimin yönünü elinde kuran ile meydanlarda konuşan asker
vermişti, kutsal topraklardan altın ve faizsiz bankacılık adı altına para
akışına olanak tanımıştı. Para vardı, ortam vardı eee dediler, bir de ılımlı
biri gerek istenen düzene geçiş için… Çok aranmadan bir metropolden bulunmuştu.
Heyecanlıydı, hırslıydı, amacı için her türlü özveriye hazır biri, danışmanın
dediği gibi iş bitince delikten aşağıya atılacak biri…
Değişim kaçınılmaz olarak toplumu değiştirirken alışkanlıklarda
değişiyordu.
Marş yerini ezan alıyordu. Düğünde çalan müzik bile ezan
sesine göre ayarlanır oldu.
Ezan sesi marşın yerini almıştı, daha liberal gibi gözüken
ama sıkma başlı kadınların her yeri kuşattığı bir döneme geçiş yaptık. Sıkma baş
denilen şey başörtüsünün altına başka bir örtünün örtülmesi ve saçın hava
akışını hepten ortadan kaldıran bir Ortadoğu sembolü. Şii kadınlar diğer kadınlardan
kendilerini ayırmak için geliştirdikleri kıyafeti suniler sahipleniyordu.
Ülkemizin İslam geleneği, genelde Şii geleneklerine uygun
olması tesadüfi değildir. Şii kıyafetler ve görenekler ile Suni bir yaşam
tercih edilmişti.
Geçiş dönemi yaşıyoruz, bazıları için bahar olan
günlerdeyiz.
Bu bahara günlerinden kimler en kazançlı çıktı? Liberal ekonomi
ve uluslar arası ilişkiler çıkara göre belirlenir. Kimin çıkarı bu
yaşananlardan daha verimli çıkmıştı?
Kışla sesinin yok olduğu yerini cami gölgesi ve ezan sesinin
aldığı bir dönemi yaşıyoruz. Gelecekte bu iki sesin yerini ne alacak? Bugünden yarını
görmek kolay değil ama kışla ve cami sesinin ortak bir tınısı vardı, o tınıyı
yakalayabildiniz mi? Çünkü her iki seste ortak bir sesin olduğu ve her iki
sesin içinde iktidar ile iyi geçinen bir sermaye grubundan bahsedebiliriz. Bizim
sanayimiz ve ticari yaşamımız dışa bağımlıdır, bu bağımlılık ilişkisi içinde öznelerden
bazıları silinmiş olsa da sonuçta pek bir şeyin değişmediğimi söyleyebilir
miyiz?
İsmail Cem Özkan