29 Ağustos 2012 Çarşamba

Değişimin olduğu günlerde yaşıyoruz…


Değişimin olduğu günlerde yaşıyoruz…
Geçiş dönemlerinde semboller sürekli değişir. Yaşadığımız çağı ileride nasıl anlatacaklar bilinmez. Kışla sesinin yok olduğu yerini cami gölgesi ve ezan sesinin aldığı bir dönemi yaşıyoruz.
Eskiden istiklal marşı çalındığında, duyduğumuzda hemen hazır ol duruma geçer, kıpırdamadan marşın bitmesini beklerdik. Nerede olursak olalım, yeter ki bir marş sesi duyalım, şapkası olan elini asker selamı gibi yapar, şapkanın ucuna doğru götürür, şapkası olmayan sıradan bir er gibi hemen ellerini yan tarafa doğru uzatır, kımıldamadan beklerdi.
Her okul açılışı ve kapanışında marş söylenir, her sabah ant içilirdi. Her gün bir başka kişi çıkar, hep bir ağızdan ant tekrarlandı…
Okulda, eğitim ant içtikten sonra başlanırdı. Siyah önlükler içinde beyaz yakalı çocuklar olarak tek tip kıyafet içinde gülmeden ve her adımı ve sözü çok ciddiye alarak yapardık. Sınıflara bile marş marş emri ile gider, ayaklar uygun şekilde sınıftaki sıramıza ulaşırdık.
Askeri disiplin yaşamın her alanındaydı. Çocukluktan çıkıp büyüdüğümüzde bile, her hangi bir devlet dairesine girerken bile önümüzü ilikler öyle girdik. Kapılar çalar ve içeriden gir sesini duymadığımız sürece kapı önünde bekler, sabır içinde çağrılacağımız anı beklerdik. Devleti temsil eden masanın arkasındaki kişiye oldukça alçak ses ile derdimizi anlatır ve onun vereceğe karara saygı duymak zorunluydu. İtiraz etmek demek anarşist gözü ile bakılmak anlamına gelirdi.
Yıllar içinde askeri disipline alışmış bizler, her nüfus sayımında evinde oturan, sokağa çıkmadan sayım yapanların geleceği ve forumları dolduracağı saati evde beklerdik. Bir ülke nüfus sayımı için bir günde olsa ikinci bir emre kadar evde bekletilirdi.
Darbe olur, evde radyodan marşlar ile öğrenirdik, marşı duyduğumuzda hazır ola geçer, bize dokunmadan bu karanlık günlerin geçmesini beklerdik, evde olası bir kitap hemen sobaya atılır, ateş içinde kalması izlenirdi.
Her darbe günleri kitapların küle döndüğü günlerdir.
Kitaplar ezberlenme ve onun doğru olduğuna inanılarak eğitildik, tek doğru vardı, tek ulusun olduğu ülkede, tek dilin konuşulduğu topraklarda yaşadığımıza inandırıldık. Başka dil konuşanların çocukları yatılı eğitime alınır, orada bu ulusa sadık, ulus için canını feda edecek ve annesinin konuştuğu dili küçümseyen hayırlı evlatlar yetiştirdik, yetiştirdik.
Dünya her gün yeniden kuruluyor, her yeni kurulan günde değişiyoruz.
Bir gün marşlar ile uyandık ve marşlardan sonra elinde kuranı kerim ile meydanlara çıkan bir general, ülkenin kaderini ve ekonomisini istenilen değişime uyduracaktı. Biz Avrupa ülkesi olmaktan uzaklaşacak ve orta doğunun karanlık sokaklarına doğru kayacaktık, kayarken itiraz edenler, alışamam diyenler alışacaktı, çünkü yeni liberal ekonomi kendisine ait insanı yaratıyordu, tüketiyordu, tükettikçe daha çok tüketiyordu.
Dünyaya açılıyorduk, tek doğruların yerini tek yol tüketim olduğu çağa giriyorduk, tüketirken düşünmüyorduk, düşünmek içinde neden yoktu, tüket demişlerdi, yastık altında birikimleri harca denmişti, harcıyorduk.
Hızla tüketmek için Amerikan dizi filmleri ile örnek insanlar ve ideal tipler yaratılıyordu. Bir anda tüm Türkiye basketbol oynar oldu, bir anda futbol başarıları ve sonuçları sokak eğlencesine dönüştürüldü. Spor artık para için takip edilen, amatör ruhun yerini profesyonel bakış açısının aldığı döneme girdik.
Değişim o kadar hızlı oldu ki, alışamadık diyenler alıştı. Cami gölgesi kışla gölgesini alan bir dönem başlıyordu. Bu başlangıca sızıntı diyordu cami gölgesinde duran vatandaş.
Yaşamın akışı değişmişti, sokaklar eskisi gibi marş çalındığında hayatın durduğu bir durum olmaktan çıktı, ezan sesi yerini alıyordu. Siyasi amaçlı propaganda konuşmalar ezan saatine göre ayarlanır oldu, ezan sesi geldiğinde tüm kalabalık susup ezanın kutsallığını düşünür olduk. Ezan aslında bir çağrı olmasına rağmen, onun çağrısına kulak kabartmak değil, içimizde bıraktığı manevi tada yönelmiştik. Kalabalık ezan biter bitmez nerede kaldık der gibi ezan öncesi coşkuya ve heyecana hemen dönmekte, hatip kaldığı noktadan konuşmasına devam etmektedir.
Değişimin yönünü elinde kuran ile meydanlarda konuşan asker vermişti, kutsal topraklardan altın ve faizsiz bankacılık adı altına para akışına olanak tanımıştı. Para vardı, ortam vardı eee dediler, bir de ılımlı biri gerek istenen düzene geçiş için… Çok aranmadan bir metropolden bulunmuştu. Heyecanlıydı, hırslıydı, amacı için her türlü özveriye hazır biri, danışmanın dediği gibi iş bitince delikten aşağıya atılacak biri…
Değişim kaçınılmaz olarak toplumu değiştirirken alışkanlıklarda değişiyordu.
Marş yerini ezan alıyordu. Düğünde çalan müzik bile ezan sesine göre ayarlanır oldu.
Ezan sesi marşın yerini almıştı, daha liberal gibi gözüken ama sıkma başlı kadınların her yeri kuşattığı bir döneme geçiş yaptık. Sıkma baş denilen şey başörtüsünün altına başka bir örtünün örtülmesi ve saçın hava akışını hepten ortadan kaldıran bir Ortadoğu sembolü. Şii kadınlar diğer kadınlardan kendilerini ayırmak için geliştirdikleri kıyafeti suniler sahipleniyordu.  
Ülkemizin İslam geleneği, genelde Şii geleneklerine uygun olması tesadüfi değildir. Şii kıyafetler ve görenekler ile Suni bir yaşam tercih edilmişti.
Geçiş dönemi yaşıyoruz, bazıları için bahar olan günlerdeyiz.
Bu bahara günlerinden kimler en kazançlı çıktı? Liberal ekonomi ve uluslar arası ilişkiler çıkara göre belirlenir. Kimin çıkarı bu yaşananlardan daha verimli çıkmıştı?
Kışla sesinin yok olduğu yerini cami gölgesi ve ezan sesinin aldığı bir dönemi yaşıyoruz. Gelecekte bu iki sesin yerini ne alacak? Bugünden yarını görmek kolay değil ama kışla ve cami sesinin ortak bir tınısı vardı, o tınıyı yakalayabildiniz mi? Çünkü her iki seste ortak bir sesin olduğu ve her iki sesin içinde iktidar ile iyi geçinen bir sermaye grubundan bahsedebiliriz. Bizim sanayimiz ve ticari yaşamımız dışa bağımlıdır, bu bağımlılık ilişkisi içinde öznelerden bazıları silinmiş olsa da sonuçta pek bir şeyin değişmediğimi söyleyebilir miyiz?
İsmail Cem Özkan