4 Eylül 2013 Çarşamba

Benim savaşım değil!


Benim savaşım değil!

Son günlerde sıkça gördüğüm ve duyduğum bir cümle oldu, “Benim Savaşım Değil!” . Bir propaganda cümlesi gibi duruyor. Bir anlamda deniliyor ki; bu savaşta ölen ben değilim. Ben olmadığıma göre neden taraf olayım? Uzakta bir köy (ülke / devlet) var, o köyde bomba patlamış, insan ölmüş, aç kalmış, organları tüccarlar tarafından sökülüp savaşın olmadığı ülkelerde satılmış … gibi şeyleri gözüm görmediğine göre, orada her türden insanlık dışı cinayet işlensin! Çünkü benim savaşım değil!
Her savaş bir şekilde bizi etkilemektedir, bilmeden, hissetmeden ve direk bağlantı kuramadan etkilemektedir.
Doğal olmayan bir yıkım yaşanmaktadır savaşın olduğu yerde, doğası, kültürü, yaşam kalitesi, yaşam seviyesi ve geçmişin bütün birikimleri savaş ile birlikte yok edilmektedir.
Savaş yok eder, var ettiği şey ise cinayettir, yıkımdır.
Her yıkım, her bomba; uzakta savaşa sınırı olmayan bir ülkede yaşayan bireyi dolaylı ya da direkt olarak etkileyebilir, çünkü küçülen dünyamızda, savaş teknolojisi o kadar gelişmiş ve yıkıcı olmuştur ki, bir nükleer, kimyasal ya da biyolojik silahın etkisi bir dünyayı sınır tanımadan kuşatabilmektedir. Biyolojik değişim yanında ekonomik etkisi göz ardı edilmemelidir. Ekonomik olarak çıkış kapısı olarak gören kapitalist sistem, savaşlar ile kendi varlığını yaşatmayı ve yaşadığı krizlerden çıkış kapısı olarak görmektedir.
Savaş, bir anlamda kapitalist ilişkilerin yoğrulduğu ticari yaşam için çıkış kapısı olarak görülmekte ve istisnasız olarak uygulanmaktadır. (Ucuz iş gücünden, yeniden yapılacak şehirlere kadar her şey rant için kullanılmakta ve emperyalist devletleri destekleyen şirketler aracılığı ile savaş kışkırtılmaktadır.)
Her savaşın tarafı vardır ve taraflık bizim istemlerimizin dışındadır.
İster yakınımızda, ister uzağımızda yaşanan savaşlara karşı olmak ve emperyalist güçlerin çıkarlarına karşı; yerel halkın çıkarını ve kendi kendi yönetmesini savunmak gereklidir. Bu cümleyi biraz açmak gerekli olduğunu düşündüm; yerel halk iktidarı derken; sanki diktatörleri, soykırım yapanları ve zalimleri savunduğum anlaşılabilir, çünkü her iktidar; halkı için ve halk adına yaptığını söyler, fakat ben onların söylemlerini kastetmiyorum. Gerçek bir halk iktidarından bahsediyorum ve bu iktidarın çıkarı emperyalist ülkelerin çıkarları ile aynı olmaması gereklidir. (devlet için çalışan halk yerine, halk için çalışan devleti savunuyorum, halkların çıkarı emperyalist çıkarların her zaman karşısındadır.)
Savaşın tarafı olan bir hükümete sahibiz, bu durumda ben muhalif duruşumu sergilemem ve hükümetin taraf olmasını ortadan kaldırmam gereklidir. O yüzden acil bir şekilde savaşa hayır eylemleri tüm ülke safına yayılması tarafındayım ve ben, barış konusunda tarafım...
Kısaca “benim savaşım değil” diyerek ölümlere onay veremem, çünkü her savaş birazda olsa benim savaşımımdır, bir anlamda emperyalist savaşa karşı olmak zorunluluğu olduğunu hissediyorum.
Geçmişte Vietnam savaşında olduğu gibi emperyalist savaşa karşı evrensel barış eylemleri örgütlenmeli ve daha fazla Vietnam etkisi yaratılmalıdır...
Emperyalist güçler yenilmelidir... Yenilmediği sürece bizlerin üzerinde düşmeye hazır birer bomba durmaya devam edecektir... 
Ve bizlerin istemleri dışında her hangi bir savaşa girmek ve tarafı olmamız kaçınılmaz olarak iktidarların önünde ödev olarak durmaktadır. Çünkü çıkarlar, emperyalist güçlerin çıkarları ile paralel olduğunda; kaçınılmaz olarak onların suçuna da ortak olmak anlamına gelir…
Yaşamı savunan her birey, savaşa karşı olmalıdır diye düşünüyorum...
Savaş sınır tanımaz, çıkarların çatıştığı her yerde savaş olabilir ve bizler ister istemez taraf olabiliriz!
Bir arada yaşamak, sınırların ortadan kalktığı bir dünya için savaşa hayır, barış hemen şimdi!
İsmail Cem Özkan

3 Eylül 2013 Salı

Savaş kapımızı çalıyor…


Savaş kapımızı çalıyor…

Kelimeler beynimin içinde fırtınalar estiriyor, dışarıda sükunet. Olaylar benim dışımda gelişiyor, ben ise sonbaharda düşen bir yaprak gibi kendimi rüzgara vermiş, bir sağa bir sola, bir yukarı bir aşağıya doğru gökte asılmış gibiyim. Rüzgar nereye isterse beni oraya sürükler diye düşünüyorum ama doğa yasası içinde rüzgarında bir gücü olduğunu ve zaman içinde yok olacağını biliyorum. Toprağa düşeceğim ve çürüyeceğim, tıpkı diğer canlılarda olduğu gibi.
Toprağa düşen, toprağa kavuşur.
Savaş çığlıklarının gökyüzünü kuşattığı bu günlerde kuşlar bildik yollarına devam ediyorlar. Göç yolları binlerce yıl içlerine işlemiş ama insan o göç yollarını sürekli değiştiriyor, yok ediyor. Göç yolunun üzerine bir rüzgar gülü dikiyor. Donkişot gibi kuşlar saldırıyor ama teker teker ya yok oluyor ya da yaralı olarak toprak ile buluşuyor. Şanslı olanlar rüzgar gülünün yarattığı çekim gücünden uzakta bildikleri yollar içinde uçmaya devam ediyor.
Savaş çığlıklarının gökyüzünü kuşattığı bugünlerde, geceler daha da soğuk olmaya ve kendisini hissettirmeye başladı.
Soğuk, evsiz insanlar için ölüm demektir.
Savaş ise binlerce insanı evsiz bırakacak ve sığınacağı olmayan insanlar, olmayan sokaklarda ve caddelerde yıkıntılar içinde sonbahar havası içinde bir birlerine daha da düşman olacaklar, bir ekmek için bir birlerini öldürmekten geri durmayacaklar, açlık insanın biriktirdiği tüm değerleri yok eder, birikimleri siler ve toprak artık onlara daha yakındır…
Savaş, günlük yaşamımızı etkileyen doğa dışı olaydır. Savaş zenginleri etrafımızda cirit atarken, bizler kuyruklarda; yok olan geçmişimizi düşünemeyecek bir şekilde birbirimiz ile kavga ederken bulacağız. “Öne kaynamayın!”
Savaş, bizim için kurtuluş değildir, fakat ekonomik kriz yaşayan kapital sistem için bir çıkış kapısı olacağı kesindir, çünkü kan ile beslenecek sistem, kendisini yeniden yaratmak için zaman kazanacaktır ve her seferinde olduğu gibi yeniden krize düşecek ve her kriz bizi bir birimize kırdırmaya devam edecek.
Savaş, çıkar kavgasıdır, o çıkar kavgasında bizler birer tüketici ve tüketilen olacağız…
Kelimeler beynimin için fırtınalar çıkarıyor, zaman zaman kasırgaya dönüşüyor, dışarıda ise yaşam kavgasının telaşı var.
Sessiz ve haksızlıklar karşısında suskunum, çünkü çıkarlar suskun olmayı getiriyor… Korkutulmuşum, sindirilmişim, sessizleştirilmişim. Görüyorum, biliyorum ama…
Savaş çok yakınımda, evimin oturma odasında bir ekran içinde…
Evimin odasında savaşı izliyorum…
Oturma odamda savaş için bahane üretenleri görüyorum, sessizce ve izliyorum…
Bir bomba geliyor, sesli…
Oturma odam yok!
Ekran yok..
Ekran karşısında koltuk yok…
Bir zamanlar koltukta oturan ben, toprağa daha yakın ve sonbahar rüzgarını üzerime çekiyorum…
Üşüyorum…
Çürüyorum…
Toprağa karışıyorum…
Kelimeler beynimin içinde…
Tarihe bir dip notu dahi bırakamıyorum…
Rakam oluyorum, savaşta kayıplar listesi içinde…
Sessizce ve kimse fark etmeden, diğerleri gibi…
Savaş toplu cinayettir…
Her birimiz kurbanız…
Kanımız toprağı suluyor, toprak ölüyor!
Kelimeler, gökyüzüne asılı kaldı, çünkü artık beynim gökyüzüne savruldu…
Bir ses...
Bir bomba…
Son nefes…
Savaş çığlıkları gökyüzünü kuşattı, altında bizler ölüyoruz…
İsmail Cem Özkan