Biz güzel çocuklardık.
‘Biz Güzel Çocuklardık‘ Hasan Kaplan 12 Eylül süreci içinde
yaşanmışlıkları mizahı bir dil ile topladığı kitabın adıdır. Kitap her hangi
bir art niyet taşınmadan, dönemin duygusu ve tepkilerini bugünden bakarken
aslında acıların komik tarafını da gözler önüne serer.
Kitap; Suluova, Amasya, Vezirköprü, Yeni Çeltek
düzlemindedir. O bölgenin insanın acısıdır, yaşadıklarıdır. O
bölgenin acısı diğer bölgede yaşananlardan ne fazladır ne de düşüktür, 12 Eylül
sokağa çıkan panzerler panzerleri kullananlara verilen emir üstüne bir kuşak,
ona bağlı olan tüm yakınlarının üzerinden geçmiştir. O dönemde yaşanan acılar,
ölümler, faili meçhul cinayetler, idam ettiği gencin cesedi bile bugün
bulunmamaktadır. Mezarı olmayan ama sadece tutuklama kayıtlarında veya idam
fermanında ismi olan gençlerin mezarları yoktur… Kimsesiz ve çaresiz
bırakılanların acısıdır 12 Eylül sabahı başlayan ve uzayan yıllar.
12 Eylül öncesi yaşananları bugün çoğu insan artık
anımsamıyor ya da anımsamak istemiyor, yaşananları bir bölüm ise dokunulmaz ve
idealleştirmek gayretindedir. Geçmişe bakmak için işin boyutunu
aşağılamadan ve olduğu gibi acıları ile birlikte anlatmak önemlidir. Mizah dili
bir anlamda bizi geçmişe götürürken acılarımız ile yüzleşmemizi sağlayan en iyi
seçilmiş araç olduğuna inanıyorum. Bugünden düne baktığımızda elimizde bir
senaryo vardı ve o senaryoya uygun yaşadığımız duygusuna kapılıyoruz. Ama
elimizde ne senaryo vardı ne de önceden kararlaştırılmış bir yol… 12 eylül
sürecine giden bir kaos ortamı yaratmak isteyenler ve o kaos ortamında taraflar
yaratılması ve saldıranlar vardı. Ulus devletine uygun olarak farklı ve öteki
olarak görülenlere karşı planlı, istemli bir saldır olduğunu ve o saldırının
doğal sonucu olan da bir savunmanın olduğudur. Devrimcilere düşen görev
savunmaktır. Acılar ile karşı karşıya kalan, işçiler, Aleviler, Kürtlerin
yanında yer alan bir savunma arayışıdır. Bir senaryonun adsız
kahramanları ve muhatabı olmuştuk. Bizler yaşadıklarımız seçme özgürlüğü
bırakılan değildik, zorunlu olanı yaşadık, zorlukları yaşadık…
Karadeniz adı geçtiğinde ister istemez Fatsa ve onun
seçilmiş bağımsız belediye başkanı Fikri Sönmez, yaptığı işe bakarak söylenince
Terzi Fikri anıları da olmazsa olmazıdır. Onun da içinde bulunduğu cezaevi
koşullarında Terzi anlatılır. Yeni Çeltek Madenci Direnişi ve Yeraltı Maden-İş
ve Çetin Uygur adı geçmeden olmazdı. Olmadı da. Onların yanında yer alan, onlar
ile birlikte yeni bir dünya kurma hayali olan devrimcilerin öyküsüdür bu kitap.
Kitap ağırlıkla cezaevi süreci ile ilgilidir. Cezaevi öncesi Et ve Balık Kurumu
için yapılmış bir binanın işkence merkezine dönüştürülmesi ve bodrum katının
işkence tezgahı olarak işlev görürken hayvanların asılması gereken tellerde
insanların asılıp, işkence yapıldığını görmekteyiz. Oraya kimler gelmemiş ki,
solcu olarak görülen Aleviler hedef olmuş (her dönemde olduğu gibi). Onlar
sadece Alevi oldukları için suçlar yüklenmiş, köyler basılmış, köyde yaşlı,
kadın erkek ayrımı yapmadan düzenli aralıklar ile gidilip bu Et ve Balık Kurumunun
alt katında ki tezgahtan geçmiş. Herhangi bir Alevi köyüne bir askeri tim ya da
polis gelmişse bilinir ki oradan birkaç kişi o Et Balık Kurumunun “misafiri”
olacaktır. Aleviler dışında madende çalışan işçiler olmuş…
Ezilenlerin yanında yer almış öğretmenler olmuş, emekçiler ile birlikte
kurtulacağına inanan köylü olmuş... Kısaca muhalif olan kim varsa 12 Eylül
darbecilerin hedefindeydi. Bu kitap onların hikayesidir.
12 eylül öncesi tüm kasabalar, şehirler, köyler bile içten
içe parçalanmış ve sağ ve sol arasında görünmez sınırlar oluşmuştur. 12 Eylül
sabahından itibaren solcuların oturduğu mahallelerde ne kadar genç varsa,
kuşkulandıkları ve potansiyel devrimci oldukları kabul edilerek onlarda
tezgahların olduğu hücrelere seslerini bırakmış. Ceza almaları için devrimci gençler
için yeni suçlar yaratılmış, çünkü 12 Eylül faili meçhul olayları çözmek için
gelmiştir, failler yaratarak suçları ortadan kaldırıp “temiz” bir ülke yaratma
iddiasındadır. Maneviyata önem vererek dinsizleri ve Alevileri Müslümanlaştırma
adına işkence boyutunu yaşamın her alanına yaymıştır.
“Her nasılsa Türkiye’de Amasya'nın Gümüşhacıköy ilçesinde
doğmuş olan bu Ermeni oğlu Ermeni…” cümlesinin muhatabı olan Devrimci Garbis
Altınoğlu’nun yargılanmasına dair kısa bir öyküsü de bulunmaktadır. Hukuk fakültesinden
mezun olmuş bir hukukçunun yazmış olduğu iddianame de geçen bu cümle geçmişin
ve kendi vatandaşına bakışın çıplak bir örneğidir.
12 Eylül korkuyu sokakta hakim kılmak için kimsesiz, sokakta
yaşayanları bile cezaevine almış. Suçsuz oldukları anlaşılınca hiçbir kayıta
ihtiyaç duymadan Et Balık Kurumunun bahçesinden ana yola bırakılmış. Bir kaza
sonucu ölen işkence tezgahından geçmiş bir genç, kimsesizler mezarlığında
yatmaktadır.
İşkence tezgahlarında direnenler, konuşanlar, işlemediği
suçu kabul edenler, isim bezerliği yüzünden mahkum olanlar hepsi bizim
geçmişimizdir ve o geçmişimizin trajikomik olaylar ve anılar bu kitabın
içindedir. Cezaevinin kıt ve baskı altında ki koşullarda insanın insan olarak
kalmasının mücadelesidir.
12 Eylül öncesi odununu, kömürünü, gecekondusunu yapımını ve
yıkmaya gelenler ile çatışan devrimcilerin iyi niyetini yaşamış, onları evinde
ağırlayanlar 12 Eylül sabahından sonra onlara yüz çevirmişler ve göz göze
gelmemeye özen göstermişler. Hatta tesadüfen karşılaştıklarında ise “Sizden ne
çektik biz!” diyerek azarlayarak yanından uzaklaşanlar… Devrimcinin ağzının
kenarında işkence izinin bırakmış olduğu acılık değil, yaşadığı bu durumun acı
bir gülümsemesi kalmıştır.
Küçümsenen, aşağılanan bir vatan düşmanı olarak damgalanan
gençlerin yaşadıkları günlük bir dil ile içten anlatılan öyküler toplamıdır…
Darbe ile iktidarı ele geçiren rütbeli subayların birer
nutuk çekme ihtiyaçlarını giderdiği yerler olmuş cezaevleri, gözaltı
merkezleri… İşkence tezgahlarında çalışan memurların egoları ve fail arama
yarışları, örgütleri çözmek adına muhbir ve itirafçıların desteklendiği ama
ödül olarak onlara hiçbir şey verilmediği karanlık bir süreçtir.
Sağcıların nasıl olsa solcular direnir ve haklarını alır
bizde bundan yararlanırız diye baktıkları fırsatçılıkları…
Alttan alta dincilik faaliyetlerin cezaevlerinde yapılması
ve solcuların işkence ve dayak yemeleri için ayarlanmış ortamlar yaratılır.
İtiraz hakkı olmayan tartışmalar denilen söylevlerde devrimci gençlerin sadece
dinleyici olması istenmiş, homurdanan, itiraz edenlerin yeri işkence tezgahı
olmuştur…
Bütün bu olumsuzluklara rağmen hücrelerde, koğuşlarda
yaşanan birlikler, ortak çözüm yolları aranması ve uzun sürede bir arada
kalmanın getirmiş olduğu sorunlarda kitabın sayfaları arasındadır…
Kısaca okurken sıkılmayacağınız ama içinde bugüne dair
derslerinde olduğu kitaptır. Lider olmayan, liderlik gibi iddiası olmayan her
yerde emekçi, özverili, samimi olan bu gençlerin emekleri sık sık istismar
edilmiş olmasına rağmen inandıkları yoldan ayrılmamışlar.
Su yayınlarından çıkmış olan bu kitabı alıp okursanız en
azından 12 Eylül sonrası ve o kısa süreçte yaşayanların duyguların ile empati
kuracağınız bir çok nokta bulacağınızı düşünüyorum… O günleri anlamayanların
bugünü anlamlandırması gerçekten zor, çünkü kırılmanın başlangıcı 12 Eylül
öncesine dayanır ama bugün ise sonuçtur…
Kırılma sürecinde o kuşak üzerinde sadece işkence tezgah
izleri kalmadı, onların duyguları ve bakış açılarında ki derin ayrışmalarda
kaldı.
O dönemin travmasını anlamak gereklidir.
12 Eylül darbesine doğru bir ülkenin nasıl hazırlandığı,
hangi kesimleri bir birine çatıştırıldığı, ülkede birden var olan hükumeti
devirmek için nasıl karaborsanın ortaya çıktığı ve devrimcilerden beklenen
tepkilerin nasıl örgütlü bir güç ile karşı konulduğunu; bu kitabın içinde
satırların arasında bulacaksınız…
İsmail Cem Özkan
Biz Güzel Çocuklardık
Hasan Kaplan
Su Yayınları
Mart 2018, İstanbul