28 Mart 2024 Perşembe

Kardeşlerimi Arıyorum

Kardeşlerimi Arıyorum

Bir gün bir şehirde bir bomba patlar, o patlayan bombanın faili bir Ortadoğulu olarak gösterilir. Medya ve polis anonsları ile gözler o şehirde yaşayan Ortadoğu görümlülere çevrilir. O şehirde yaşayanlardan biri de Tunuslu öğrencidir.

Tunuslu öğrencinin adı Amor’dur. O olayın olduğu zamanda diskotekten evine dönerken sarhoştur ve çocukluk arkadaşının sürekli telefon etmesine rağmen kayıtsızdır. O kayıtsızlık anından itibaren Amor’un geçmişine doğru bir yolculuk başlar, çünkü onun çocukluğu o andaki duruşunun sebebidir.

Eğitiminde hep çalışkandır, kendisine göre ezberleme yöntemleri bulmuştur, örneğin kimya dersi için; ezberlenmesi gereken elementleri arkadaşlarına uyarlayarak bir anlamda yansıtmıştır. Her bir arkadaşının özelliğine göre elementlerden isimler seçmiştir. Arkadaşları onu “inek” olarak tanımlar…

Birbirinden bağımsız ama bir biri ile ilişkisi öyküler bütündür “kardeşimi arıyorum” oyunu…

Her bölümde bağımsız bir anlatım söz konusudur, başlangıç, gelişme ve sonuç. Her sonuç diğerinin başlangıcıdır ve diğer bölüme hip hop müzik ile geçiş olur. Müzik sözleri bizi ne beklediği konusunda ipuçları verir. Söz ve müzik uyumu başlangıcından itibaren kendisini gösterir. Batı ve doğunun harmanlanmış halidir bir anlamda…

Çocukluk ile başlayan öyküler okumak için gidilen Stockholm ve orada yaşamının ülkesi olan Tunus ile bağlantısının devamı seyirciye verilir. İsveç'te bir öğrencidir, yalnızdır. İsveç insanın kendisine bakışı, duruşu ve onun İsveçlilere karşı önyargısı ve bu yargının oluşturmuş olduğu içsel çatışmaya şahitlik ederiz.

Azınlık olmak, öteki olmak yalnız olmak gibi kavramlarının birey üzerine etkisi öyle bir çıplak şekilde verilir ki, okuyucu/ seyirci bu gerçeklik ile yüzleşmesini olanak verir.

Farklı bakışlar aynı metin içindedir.

Bir İsveçli olayı algılayışı ile bir yabancının aynı olaya bakışı ve algısı farklıdır. Farklı yerden bakanın elbette tepkisi de farklı olacaktır…  Çoğu zaman görünmez olan bu insanların penceresinden kendilerine karşı gelişen tepkinin öznesi olmanın yaratmış olduğu baskı ve o baskının geldiği ülkede yaşayan yakınlarının endişeleri ve korkuları bu oyunun içinde ironik bir anlatım ile seyirciye verilir.

Seyirci kara mizahın dilini sahne ışıkları içinde yakalanmaktadır.

Bir bomba patlar ve o şehirde yaşayan bir Ortadoğulu öğrencin tüm hayatı değişir.

Değişim fiziki değildir, ruhsaldır. Gerçek hayatta veremediği tepkiyi düşüncesinde, hayalinde vermektedir. Büyük bir çelişki yaşamaktadır. Tepkilerini bastırmak zorundadır ve oluşan atmosferin bir kurbanı olduğu içinde sinmiş, kaçak ve her an suç üzerinde kalacak korkusu içindedir. Bir diskoteğe girmek isteyen bir Ortadoğulu öğrencinin hayatını karartan polisiye bir olay aklının bir köşesinde saklıdır ve o saklı olan açığa çıkar, çünkü o Ortadoğulu, ayrımcılığa karşı durduğu için ömür boyu taşıyacağı suçlu olarak kaydetmiş fişi hep önüne çıkacaktır…

Bir yabancının üzerine atılan her unsur onun suç hanesine kaydedilir, polis bu konuda araştırma ihtiyacı dahi duymaz, çünkü oluşan önyargı gerçek olarak algılanır ve ona göre raporlanır… Küçük bir yaratılmış suç yabancının üzerinde ömür boyu sürecek bir lekedir…

Ön yargı öyle bir şeydir ki, normal yol tarifi için polisle konuşan vatandaşı bile kahramanımız polis şiddeti gören olarak algılar ve polislere saldırmayı planlar, çünkü o kendi gibi bir mazluma suç atıldığını düşünür…

Önyargı karşılıklıdır, çünkü öyle bir atmosfer içinde yaşamaya zorlanan yabancı ve aynı zamanda Müslüman biri batı dünyası içinde potansiyel cihatçıdır, kelle kesen, araba patlatan, uyuşturucu satan, toplumun düzenini bozan, çocuklarını zehirleyen olarak algılanır… Kişinin öznel durumu göz önünde değildir, o toptan bakışın içinde “kurunun yanında yanan yaştır”… Elbette bu önyargı karşılıklıdır, o da aynı şekilde tüm İsveç vatandaşı ırkçıdır, polisi suç yaratıp yabancıya işkence yapan, devlet memuru her zaman en kötü olasılığı yabancıya layık görendir ve ölümü ve şiddeti hak etmiştir!…

Şehirde bir araç patlamıştır, okumak için İsveç'e gelen zeki bir öğrencinin hayatı iç çatışması ile birlikte değişmiştir.

“Kardeşlerimi Arıyorum”, toplumu her açıdan eleştiren bir öyküler toplamıdır…

Her bölüm bir biri ile ilgilidir, birbirinden bağımsızdır… Her olayın örgüsü sizi diğer olayın içine çekmektedir. Telefon konuşmaları çok iyi düşünülmüş bir bağlantıdır. Bizi Amor’u zaman zaman şizofren olup olmadığını sorgulatır, zaman zaman paranoyak olarak karşımızda buluruz. Çocukluk arkadaşı Shavi vicdanıdır, aynı zamanda onu merak eden, olayları önceden haber vermek isteyen bir iç sesidir…

Oyunun konusu bu olunca, oyuncuların işi zordur, çünkü iç içe geçmiş hayal ile gerçek sahnede seyirciye verilmelidir. Her şey sahnede olması gerek, öncelikle telefon konuşmaları. Telefon konuşmaları arasında iç konuşmalara geçişler olur, her geçiş ışık ile seyirciye verilir…

 Amor rolü ile Uğur Uzunel müthiş bir performans sergiler. Sahneden hiç ayrılmadan her bölümde yönetmenin kendisine vermiş olduğu tüm görevleri yerine getirmiştir. Özellikle efor çok kullanılan sahnelerde sesini çok iyi kontrol etmekte ve seyirciye anlaşılır bir dil ile rolünü oynamaya devam etmektedir…

Shavi rolü ile Metehan Kaya’yı izliyoruz. Uğur Uzunel’in sahnedeki başarısına katkı yaparken, aynı zamanda kendisine verilen rolü -diğer oyuncular gibi-  yerine getirirken sahnede hareket alanı yaratarak Uğur Uzunel’i daha görünür kılmaktadır… Endişeli, neşeli, çocuk gibi saf halini hem mimikleri hem de vücut dili seyirciye rolünü başarılı bir şekilde ulaştırır…  

Can Sertaç Adalıer, kuzen rolündedir ama şivesi ile dikkati çeker, öykünün o bölümünde din ve toplumsal algılayış konusunda Tunus toplumu ile yüzleşmemizi sağlar. Tunus’ta muhalefetin iki net ayrımın olduğu ama o, o ayrımın ortasında kendisine ait bir buda yaşamını seçmiştir. Farklıdır ve farklı olduğunu da özellikle konuşması ve şivesi ile gösterir…

Buse Külekci, Gülün Bakkaloğlu hafiye, büyükanne, hayvan hakları derneğinde telefonda pazarlamacı rolü ile oyunun ayrılmaz parçasıdır. Adını andığımız oyuncular oyuna diğer oyuncuların yapmış oldukları katkılar kadar katkı yaparken, her biri canlandırdıkları roller ile hem eğlenceli anların yaşanmasını sağlamışlar, hemde oyunun daha anlaşılır olmasına katkı sunuyorlar. Oyun onlarsız olmazdı, eğer onları çıkarırsınız sahnede ne Uğur Uzunel ne Metehan Kaya gözükür olur…

İzlediğim yerden sahneyi tam olarak göremedim, o yüzden mimikleri ve köşelere doğru hareket alanları benim için karanlık noktaydı… Elimden geldiğince arkamda oturanları rahatsız edecek şekilde vücudumu eğip bükerek oyuncuları takip etmeye çalıştım. (Balkonda köşe bir yerde oturuyordum.)

Ülkemizde Arap kültüründen gelen bir yazarın sahneye uyarlanmış öykülerini seyretmek büyük bir keyif verirken, bizi batı dünyası içinde yaşanmakta olan günlük hayata her iki açıdan büyüteçle bakmaya davet etmektedir…  Oyun sonunda sizde çok önemli izler bırakacağını düşünüyorum, en azından ülkemizde mülteci olarak gelenlere karşı yaratılan önyargılardan biraz da olsa sıyrılmamızı sağlar…  Oyun üzerine daha fazla söz söylenir elbette, ben sadece bir köşe yazısı boyutu içinde izlenmesi gereken bir oyundan bahsetmek istedim... Konusu ve oyuncuları ile müzik, sözleri, ışık, sahne tasarımı, sahneye arka fonunda kullanılan perde, oyuncular rol dışında orada sahneyi izlemesi akıllıca düşünülmüş olduğunu gördüm. Sahnede bir halı, bir plastik sandalye, birkaç poşunun olması oyunda oyuncuların çok rahat hareket etmesini sağlamış… Bir bütün olarak baktığımızda yönetmen çok iyi değerlendirmiş metni ve metne uygun bir oyunu sahneye taşımış... Oyunda her emeği geçen üzerine düşeni en iyi şekilde yapmış.  İzleyin derim, kaybetmezsiniz kazanırsınız… Bir araç patlar birinin hayatı değişir, seyredin sizin de hayata bakışınız değişiminde küçük de olsa katkısı olsun…

 

İsmail Cem Özkan

 

Kardeşlerimi Arıyorum

Yazan: Jonas Hassen Khemiri

Çeviren: Eylül Aktürk

Yöneten: Barış Gönenen

Yardımcı Yönetmen: Aslı Menaz

Metin Düzenleme & Dramaturji: Kayra Babalık

Dekor ve Kostüm Tasarım: Bengü Şener

Dekor ve Kostüm Uygulama: Ferhat Kaya

Müzik: Utku Güçoğlu

Şarkı Sözleri: Kayra Babalık

Hareket Tasarım: Orçun Okurgan

Işık Tasarım: Ra Yavuz

Işık Kumanda: Deniz Kayas

Müzik Kumanda: Ergün Metin

Afiş Tasarım: Açelya Kırmalı

Fotoğraflar: Gökhan Polat

Yürütücü Yapımcı: Aylin Pınar Aydemir

Asistan: Aylin Akın

Yapım: Ara Sahne

Oynayanlar: Buse Külekci, Can Sertaç Adalıer, Gülin Bakkaloğlu, Metehan Kaya, Uğur Uzunel

 

25 Mart 2024 Pazartesi

Bize sunulanlar bizi kendi gerçekliğimizden uzaklaştırıyor…

Bize sunulanlar bizi kendi gerçekliğimizden uzaklaştırıyor…

Son yıllarda yapılan seçimlerde seçmeni motive edenlere bir baktım, AKP seçmenini CHP, CHP seçmenini de AKP motive ediyor. Karagöz ve Hacivat oyununda hep dayak yiyen bellidir. Seçimlerde hep ayak yiyen bugüne kadar CHP oldu...

Peki, bu oyuna seçmen neden gelir?

Çaresiz ve alternatifi olmadığı için...

 İki sağ parti Türkiye'de yaşayan tüm seçmenlerin akıl tutulması yaşamasına sebep oldu, peki bu akıl tutulması politikası nasıl uygulandı?

Amerika'da iki parti dışında yüzlerce parti olduğunu biliyor musunuz? Olması kadar doğal bir şey yoktur ama kapitalist Amerika’da seçimi kazanabilecek her daim iki parti vardır, diğerlerinin varlık sebebi sosyal hizmet! Bu durum nasıl yaratıldı?

Kapitalizm, kendi kalesinde işçi sınıfının yok eden bir seçim sistemini nasıl hayat verdi, çünkü kapitalist sistemde işçi sınıfının güçlü olması demek sistemin tartışılması anlamına gelir. Seçimler, sistemi tartışmayan ve sistemi hiç söz etmeden savunan iki partinin devir törenidir, başka bir anlatımla yorgun lideri değiştirme törenidir…

Bir ülkede sistemi tartışma dışına çıkardığınız an; sermaye her durumda kazanır, kısaca buna "kazan kazan" modeli derler...

“Kazan - kazan” modeli kapitalizm tanımıdır!

Ülkemizde bu süreç 12 Eylül öncesi 24 Ocak kararları ile başladı...

Liberalizm, revizyonist bir toplumu yarattı…

Kapitalist sistemde yer alan sistemi sorgulamayan sağ sol, ayrımı yapmadan tüm siyasi partiler ve halk revizyonistir...

Amerikan modelini kendine model olarak alan ülkelerde, sistem içinde sistemin sorunu sistemin büyük olarak ortaya koyduğu iki sağcı parti içinde aramak... Sol güçsüzleştirilir, çünkü sol işçi sınıfı demektedir, işçi hakları filan, onlar sermaye sahiplerini rahatsız eder, işçiye verilecek hakları da patronlar belirlemelidir...

 Her şey sistem içindir.

Her şey kapitalizm için işler...

Ülkemizde revizyonist olduğunun “farkında” olmayan sol mevcuttur, devrim hedefi yerine yeniden yaratılacak "cumhuriyet" için mücadele eder… Önüne hangi sıfatı koyduğunuzun önemi yoktur, çünkü sistem ile çatışmaya girmeden sistemin belirlediği sınırlar içinde riske girmeyen politika ve söylem üretmektir... Analiz eder ama analize uygun bir siyasi mücadele partisi yaratmaz, seçimden seçime seçim adaylarını belirleyip analiz etmeye devam eder… Kısaca, 11. Tez sadece geçmişte kalmış bir cümle yığını olarak unutturulur!

Bugün AKP bakanları ile sahaya çıkması tesadüfi mi, değil... Kibirli liderin kaybettiği ortada ama o kibri saklamak için devletin parası, yani halkın parası ile halka propaganda yapılıyor...

Peki, alternatif?

AKP politikası dışında bir politika ortaya koyamayan diğer siyasetçi...

 İmamoğlu sağcıdır. Sağ politika savunur tıpkı öncesi Kılıçdaroğlu ve Baykal gibi... Onların birincil görevi AKP seçmenini sandığa gitmesi için motive etmesi...

Söylemler, bağırmalar, kavgalar, dalga geçer gibi konuşmalar ve hareketler...

Bu sistem içinde tüm liderler kibirlidir.

Üstten bakış söz konusudur ve halkın sorunu yerine ortaya serilen bakanların propagandası, satın alınan bina filan... kısaca halkın gündemi dışında halkın parasını harcayanların suç teşkil etmeyecek ya da hafif ceza alacağı işlerdir...

Tüm bakanlar, tüm vekiller, tüm bürokratlar, memurlar hepsi halkın parasını harcayan asalak konumdadır, başka söylem ile kene konumundadır... Kene yapışmış ama kimse o keneyi çıkaracak ne gücü ne de politikası vardır... Üretmeyen ama denetim görevini de yerine getirmeyenler sadece maaşlarını düşünür ve maaş artışı için ara ara ülkenin liderinden ricada bulunurlar… Lider ne tasavvur ederse –uygun görürse- o maaş onların hakkıdır, kimse bunu tartışmaz, itiraz bile edemez, sadece sendika başkanları görevleri gereği itiraz eder gibi yapıp, üyelerini ikna eder…

Kapitalist sistem içinde kalarak kapitalist sistemi yok edecek bir güç oluşturulamaz, Amerika’nın sırrı burada yatmaktadır...

İşçi sınıfını ve sınıf mücadelesini modası geçmiş bir söylem olarak görenler sistemin gerçek savunucuları ve bekçileridir...

İsmail Cem Özkan