15 Ağustos 2016 Pazartesi

Nefret söylemi bitmez!

Nefret söylemi bitmez!

Savaş bir yerde biterken öte yerde yeniden başlar. Ölenler değişir ama öldürenler ve kar edenler hep aynı kalmaya devam eder. Nefret söylemleri coğrafya değiştirse de, kullanılan dil ve kültür değişse de hep aynıdır. Toplumları parçalamak ve bir biri ile savaşmasını sağlayacak düşmanlık tohumu ekmektir.  Düşmanlık tohumu çabuk ekilen ve kök salan zararlı bir canlı varlıktır. Bu varlık tüm toplumu kucaklamaya başladı mı o toplum boğulur ve üzerine bu işten kar sağlayanlar toprak serper.

Nefret söylemi dilde ırkçılık konusu bilince çıkarılmadığı sürece sürekli yeni ekilen tohumların uzayan kolları arasında boğulmaya mahkumuz. Nefret günlük yaşantımızın bir parçasıdır ve yüzyıllardır iktidarlar tarafından sürekli aramıza ekilmektedir. Tehcir, katliam, soykırım hepsi bu ekilen tohumların alınan ürünüdür. O kadar ki kan ile sulanmayan bir karış toprağımız ne yazık ki yok! Her yer her şey kan üzerinden bilince çıkarılmaya çalışılıyor, insanlığın en kötü buluşu bayrak işte bu kan ile açıklanmaya ve o bayrak denen sembole verilmiş anlamlar ile nefret söyleminin üstü örtülmüştür. Bayraklar kötü bir şeyin üstünü örtmek için kullanılmamalıdır, bu düşünceye hakimsek eğer o zaman dilimizde ki nefret söylemini, ırkçılık belirlemesi olan kelimeleri söküp atmak zorundayız. Söküp atamıyorsak yeni bir savaş, katliam, linç kültürünün girdabına girmek kaçınılmazdır ve kapı komşumuz, sevdiğimiz saydığımız insanlar bile en kısa sürede çatıştığımız insanlar bile olabilir. Hatta öz kardeşimiz ile kanlı bıçaklı olur ve ömür boyu görüşmeyiz. Geçmişin tarım yapılan günlerine bir bakın, en kanlı kavgalar kardeşler arasında miras yüzünden çıkmıştır, şimdi o kanlı bıçaklı olan toprakları üstüne para verecek konuma geldi, değersizleştirildi. O kavgalar yok oldu ama nefret kelimelerin içinde yaşamaya devam ediyor.

En son nefret söylemleri kitlesel kıyıma yol açan Irak işgali ve sonrasında gelişen Arap Baharı sürecinde yaşadık. Afganistan’da CIA denetiminde başlayan El Kaide birden nefret söylemlerinin kaynağı olmuş ve bütün dünyada İslami fobi adı verilen bir dalgaya dönüştürüldü. Elbette bu dalga İslam dünyasının dışında farklı bir İslam algısı oluşturdu ve bu nefret söylemi hiç tanımadıkları bütün Müslümanları canlı bombaya dönüşen fanatikler olarak gördü. Nerede bir İslamcı örgüte üye olan görülse linç yapacak, katliama neden olacak biri olarak bakılmaya başlandı. Bu söylemin tehlikeli boyutunu fark edenler ılımlı İslam adını verdikleri yeni bir dalga oluşturup devletlerin başına bu ılımlıları getirip güya panzehir olarak sunuldu ama kağıt üzerinde ki hesap uymadı ve Mısır’da askeri darbe oldu. Arap Baharı adı verilen dalgada Libya parçalandı, Irak daha önce parçalanmıştı, Suriye parçalandı. Parçalanan ülkelerde savaşlar nefret söylemlerine paralele olarak devam etmektedir. Elbette bu parçalanma ve silah ticaretinin yapıldığı coğrafya sadece İslam dünyası değil, Avrupa’nın doğusunda da aynı yöntemler ile ama aynı sonucu göreceğiniz iç savaş devam etmektedir. Bunun gerekçesi de dünya üzerinde yaşanan kapitalizm içsel krizidir. Sistem yeni bir sıçramaya ihtiyaç duymakta ve bu ihtiyacını karşılayacak bir organizasyon yaratamamıştır. Ulus devleti şeklinde örgütlenen ve ulusal sınırlar içinde sermaye birikimi yapan anlayış yerini Liberal Ekonomi adı verilen politik tercih ile parçalanmış ve devlet çökertilmiştir. Çökmüş devlet yerini alacak devlet ne yazık ki hala oluşturulamadığı gibi, rol örneği olarak gösterilen Avrupa Birliği de dağılma sürecine girmiştir. Kapitalizm hala varlığını koruyan Amerika ve Avrupa kıtası için krizden kısa yoldan çıkış gibi gözüken silah sanayisi pohpohlanmış ve var olan savaşlar ile silah sevkıyatı sayesinde göreceli refaha ulaşmıştır. Fakat bu içsel krizi ve kaosu ortadan kaldırmamıştır. Daha fazla savaşa ihtilaç duymaktadır ama var olanlar da bir şekilde bitmek zorunda, çünkü mülteci akımı ve tahmin edilemeyen göç dalgası bu refah ülkelerine doğru yönelirken savaşın başka boyutu da ülkelerine gelmektedir. Kendi topraklarından uzakta savaşmaya alışmış ülkeler yükselen ırkçılık ile savaşı ister istemez ülkelerinin topraklarının üzerine çekmektedir. Klasik devlet ortadan kalkmıştır ama korumak zorunda oldukları bir coğrafya vardır ve bu görev ister istemez savaşları bir yerde sonlandırıp başka ülkelerde yeniden başlatarak süreci zamana yaymaktan başka çıkar yolları yoktur.

Suriye ve Irak'ta yaşanan vahşi karanlığın sonuna doğru gidiyoruz. Savaş bitecek ve bu karanlığa sebep olan İslam faşizmi ile hesaplaşılacak!

Biliyoruz ki hesaplaşma olmayacak!

Tarihte faşizm ile hesaplaşılmamış, sadece hasıraltı edilmiştir. Bu bilinmesinden dolayı hemen soruyu sorayım; İşleri sadece adam öldürmek ve baş kesmek olan bu karanlık Müslümanların nasıl topluma kazandırılacak ya da başka bir İslam dünyasına gönderilip orada cihat savaşı vermeye mi devam edecekler? Yugoslavya iç savaşında kullanılan bu adamlar daha sonra Afganistan, Libya, Irak ve Suriye de kullanılmaya devam ediliyor. Türkiye’de canlı bomba olarak karşımıza çıktı. Soru açık aslında orada biten iç savaş yerini hangi ülkede iç savaş başlayacak ya da hangi iç savaş bölgesinde daha kitlesel cinayetler işlenecek? Potansiyel iki ülke var Türkiye ve Pakistan! Bangladeş ve Malezya’da olabilir... Savaşı yönetenlerin bileceği iş artık, bundan sonra hangi ülkede kendi senaryolarına hayat verecekler? Türkiye batı için sınır, mülteciler yüzünden sanırım hemen kabul görmez ama belli de olmaz…

Batı için kullanılan ‘aptallar listesi’ gün be gün artıyor, çünkü silah üreticilerinin yarattığı nefret söylemi birçok toplumda hemen kök saldı ve komşusunu boğazladı… Bu büyük bir oyundur ve bu oyunun faktörü olan siyasi liderler Tony Blair gibi durumu kabul etmekteler.  Tony Bliar ve onun ile aynı suçu işleyenler mahkeme önüne çıkacak mı?

Sanmıyorum…


İsmail Cem Özkan