10 Ocak 2009 Cumartesi

Tezek kokuyordu sokaklar…

Tezek kokuyordu sokaklar…

Tezek kokuyordu şehirler bir zamanlar, şimdi kömür. Denilecek ki, tezek kokusundan kömür kokusuna geçmek ilericiliktir. Doğru, ileri bir adımdır, fakat kömürden sonra doğal gaz havasına geçmemiş olsaydık!

Tezek kokan zamanlarda sokaklarda her türden hayvanın olduğunu söylemek abartı olmasa gerek. Sokaklarda at arabaları ve köpekler cirit atardı. Kediler çöplüklerde tek değillerdi, tavuklar, horozlar ve değişik kuş sürüleri. Özellikle minicik kuşlar her yerdeydi. Serçe bir çoğunuza bir şey ifade etmez, çünkü şehirlerde artık onları pek görmezsiniz.

Sokaklar zaman içinde temizlendi, toplu yaşamanın kurallarına uygun hale geldi, evrensel olarak şehirler birbirine benzemeye başladı. Hangi şehre giderseniz gidin, şehir bir düzeni ifade eder. Sokaklar tezek koktuğu zamanlardaki gibi parke taşları ve Arnavut kaldırımları ile döşeli değildir, asfalt ile örtülmüştür. Elektrik ilk geldiğinde sokakları teller kaplamıştı. Arkasından telefon telleri, arkasından derken sokakların üstü, binaların cephesi teller ile örülmüştü. Arkasından gelen televizyon ile çatılar antenler ile örülmüştü. Tezek kokan zamandan bugüne kadar şehirler şekil değiştirdi. Şekil değiştirirken içeriği de değişti. Bir düzen yerleşti, bütün dünya aynı düzeni kabul etti. Hangi şehre giderseniz gidin, sokaklar birbirine benzer, tek ayrımı binaların inşası ve camlarıdır. Şehirleri bir birinden ayıran şey dillerdir. Her şehir kendi dilini konuşur. Fakat bu da zaman içinde yok olmaya başladı, çünkü ulus kavramı içinde belirli sınırlar içinde yer alan şehirler konuşmaları ile de ötekine benzedi. Öteki hep yüksek dil olarak kabul edildi. Türkçede İstanbul Türkçesi kabul gördü ama onu da zaman içinde Anadolu Türkçesi ile başka bir biçime dönüştürdük. Şu anda bütün şehirler tek bir şive konuşur gibi. Bazı ülkelerin şehirleri kendi dilini korudu ama değişimden kaçamadılar. Şiveler bile artık dil okulunda okutulur hale geldi, kısaca yok olmak üzereler.

Türkçe denince belirli kuralları olan bir dil olarak anlaşılır. Kuralları ve ses dizimi bellidir. İstisnası sanki yok gibidir. Araya bir w atamazsın, x bizim 29 harfin arasında yoktur ama günlük yaşamımız içinde hepsi vardır. Standarda gittin mi, kaçınılmaz olarak bütün dünyanın şehirleri de zaman içinde bir birine benzemeye başladı, bu benzeme dalgası liberal ekonominin global olarak uygulanması ile daha çıplak olarak göze batar oldu. Hangi şehre giderseniz gidin, mağazalar bir birine benzer oldu. Mağazaların isimleri değil yalnız, camekanları da aynı oldu.

Tezek kokan zamandan bugüne kadar çok şey değişti. Tezek kokan zaman içinde komşuluk vardı, mahallede bir şey olduğunda imece olarak koşulur yardım edilirdi. Düşmanlık, ayrımcılık bugünkü kadar sert çizgiler içermiyordu. Bugün şehirde yaşayan yalnızlar bireyleriz. Arkadaşlarımızı da teknoloji sayesinde bulur olduk. Arkadaşlığı da çabuk tüketir hale geldik.

Tezek zamanından bugüne gelirken bir çok değişimleri fiziki olarak da yaşadık, fakat esas değişim anlayış ve kavrayış alanında oldu. İnsanların içine sanki bir art niyet akmış gibidir. Kendisine göre yorumlayan bir bakış açısı içinde karşındakini düşünmeyen, ne tepki vereceğini önemsemeyen bir duruma dönüştük.

Evinde hayvan besleyenlerin durumuna bakın, eskiden evde hayvan besleyenler hayvanlardan yararlanmak için beslerlerdi ve onları günlük yaşadıkları alana koymazlardı. Onların alanı hep yaşam alanı olarak bahçe olurdu. Şimdi hayvanlar oturma odasında özelliklerini kaybetmiş şekilde bulunmaktadır.

Bugün evine hayvan besleyen kişi, hayvan dostu değildir, sadece kendisin duygularını tatmin etmek isteyen kişidir. Efendi olma, hükmetme duygusudur bu. Hayvanı istediği gibi biçimlendiren, genetiği ile oynayan insan, şehir yaşamına uygun, evde beslenecek, sadece görüntüsel olarak değil, davranış olarak da biçim değiştiren bir canlıya hükmetmektedir. Ona karşı davranış geliştirirken kendisini ve çocuğunu düşünür. Çıkarına ters geldiği an gözden rahat bir şekilde çıkarır. Çıkarlar duyguların yerini aldı. Eskiden hayvan sevmek demek farklı anlaşılıyordu, bugün hayvan sevgisi olduğunu söyleyenlere bakın, hangi duygularını okşuyorlar?

Sokaklar tezek koktuğu zamanlardan daha fazla başıboş hayvanlar ile istila edilmiştir. Kulaklarında küpeler ile dolaşan köpekler, kediler. Bu hayvanlara küpe takılmasının sebebi artık her şehirde yaşayan tarafından biliniyor. Peki, kulağına küpe taktığın canlıyı neden sokaklara bırakırsın? Sokaklar onların doğal yaşam alanları mı? Onları öldürmüyorsun, kısırlaştırıyorsun! Kısaca kısırlaştırılan canlı ne olacak? Bir süre sonra gözlerden uzak ölecek, soyunu takip ettiremeyecek. Şehir yaşamından uzun vadeli olarak uzaklaştırmak. Bir an içinde ölüm ile uzun vadeli ölüm arasında ne fark var? Uzun vadeli ölüm daha büyük acı değil mi?

O canlıları sokaklara bırakanlar kimlerdir? Evinde beslerken bir anda sokağa bırakılan canlı ne yapar? Tatile giderken evinin kapısının önüne bırakılan canlı ne olur? Irkı bozulmasın diye sürekli kontrollü dolaştırılan cins köpekler, kediler ve diğerlerinin sahipleri, o canlıları birer meta olarak görüp görmediklerini kim söyleyebilir. Cinsi belli olanın yavrusu iyi para getiriyormuş, yapılan masraflar bir şekilde karşılanmalı değil mi? İşte hayvan sevgisi bu konuma dönüşmüştür. Verimlilik sevgi konusunda da hakim olmuştur.

Tezek kokan zamandaki duyguları özler oldum, o dönemdeki ilişkiler ve tek yüzlülük. Modern insan çok yüzlüdür ve bencildir. Kendisinin çıkarı için her türlü rezaleti yapmaktan çekinmez, düşünmez. Modern insan düşmüştür, düşkündür

Bir zamanlar tezek kokuyordu sokaklar, o günden bugüne çok şey değişti. Değişim kaçınılmazdır, fakat değişim insan yaşamını daha basitleştireceğine daha çok karmaşıklaştırmıştır. Karmaşanın ortasında, ne olduğunu dahi anlayamayan, yaşamın akıntısına kapılmış, her şeye hükmetmek isteyen, her şeye sahip olmak isteyen garip bir insan türü ile karşılaştık. Paylaşanları da neden paylaşıyor diye ayıplayan bir dünyadayız! Kesin sınırları belli olan, o sınırlar içinde başka şeyler olduğunda itiraz eden bir topluluk olduk. Her konuşmanın, davranışın bir yeri ve zamanı vardır, o aşıldın mı rahatsız oluruz!

Kendisini ve kendi doğrusunu ifade etmek isteyenlere burası yeri değil diyerek itiraz ederiz. Burası senin ifade alanın değil, burası senin özgürce paylaşacağın alan değil, çünkü buranın amacı budur, bu amaç için buradayız deriz. Amaçları beli gruplar içinde kalırız bir anda ve o grup bizi ifade etmez! Bir yanımızı okşar ama ifade etmez, ayrılık yakındır artık, başka yerlere doğru gidişler. Tezek kokan zamanda ayrılık ne kadar azdı, şimdi ise birleşmeler ne kadar azaldı?

Sokakların tezek koktuğu zamandan bugüne geldik, akşamları soğukların bastırdığı günlerde kömür kokar oldu. Sokaklar kömür kokarken, evlerden cesetler çıkmaya devam ediyor.

Sokaklar kömür kokarken, geçmişin cinayetleri ve kullanılan silahlarda toprak altından çıkarılıyor. Fakat korkarım ki, o cinayetler neden işlendiği ve neden yapıldığı tam anlaşılmadan birkaç kişinin üstüne kalacak ve vicdanımızı rahatlatacağız. Hitler Almanya’sının suçları yargılayan mahkeme gibi sadece vicdan rahatlatacağız ve suçluları kullanmaya devam edeceğiz.

6 Ocak 2009 Salı

İki yüzlülük görüyorum!

İki yüzlülük görüyorum!

Olaylara bakıyorum, anlamaya çalışıyorum ve verilen tepkilere bakınca genelde iki yüzlülük görüyorum. Eğer savaşa karşıysanız her türlü savaşa karşı olmanız gerekir, savaş ayırımı olmaz. Yok, ben savaşa karşı değilim, ama benim siyasi gücümü besleyenlere karşı yapılan saldırıya ya da savaşa karşıyım diyorsanız, işte orada iki yüzlüsünüzdür.

Savaşlara karşı verilen tepkilere bakıyorum, iki yüzlülük görüyorum. Çıkarı gereği savaşa karşıymış gibi gözüküp, taraf olanları izliyorum. Taraftırlar, çünkü kendi güçsüzlüklerini savaşa karşıymış gibi göstererek, lehlerine döndermeye çalışıyorlar. Tavrımız, iki katilin arasındaki savaşa / kavgaya müdahil olmak mıdır, yoksa sadece genelde yaptığımız gibi izlemek midir?

Savaş karşıtlığı evrenseldir ve dünyanın neresinde olursa olsun savaş varsa orada katliamlar, bebek ölümleri, kadınlara karşı tecavüz vardır. Suçlar evrenseldir, savaş sırasında duyulanda / hissedilen de evrenseldir. Korkunun dili olmaz, korkunun memleketi olmaz. Korku beklemektir, ölüme karşı duyulan acıdır. Ölümü gören, korkar. Savaş her an ölümü görmek demektir.

Filistin’e yapılan saldırı vardır. Güçlünün güçsüzü ezmesidir. Savaş yüzyıllardır dengesiz yapılır. Dengeli güçlerin çarpışması yoktur. Haksız bir durum mevcuttur. Güçlü gelir, bütün insanların gözü önünde kendisi için tehlike olanı yok eder. Yok ederken her türlü silahı kullanır. Hangi savaşta centilmenlik anlaşması yapıldı?

Filistin’de yapılan bir katliamdır, savaş dahi denmez, çünkü orada belirli alana sıkıştırılmış bir güce karşı her yerden ve orantısız olarak güç gösterisidir. Bu orantısızlık sadece silah anlamında değildir, siyasi olarak da orantısızlık vardır. Hamas, İsrail’in kurduğu ve Filistin halkını içten bölen bir örgüttür. Hamas’ın geçmişi o kadar parlak değildir. Eli kanlıdır. Kanlı elleri ile Filistin halkının biriktirmiş olduğu laik örgütlülük yapısını parçalamıştır. Devletleşme yolunda önemli adımlar atan, Filistin halkının önünde kullanılan bir piyon durumuna dönüşmüştür. Bu piyon rolünü en iyi şekilde yerine getirmiştir. Artık kuran tarafından gerek görülmediği ve kontrol dışı hareketlerini kontrol etmek için yapılan bir hareketten söz edilmektedir. Bu katliam bir anlamda Hamas örgütünün tasfiyesi hareketidir.

Gazze’de yapılan saldırı bir anlamda radikal olan unsurların yoluna su dökmektir. Radikal unsurlar bu tip saldırılardan beslenir. İsrail bu hareket ile dünya kamuoyu önünde radikal unsurları kendisine doğru çekerken, yaptığı saldırıyı da bir anlamda meşrulaştırmaktadır. İran’daki radikal güçlerin güçlenmesi ile yapılacak seçimlerde onların kazanmasını sağlamış olacaktır. Doğal olarak yıllardır planlanan İran saldırısı için zemin hazırlanmış olmaktadır. Suriye ile yapılan görüşmelerde, İsrail istediğini alabilmek için hem elini güçlendirmiş oldu, hem de Suriye içindeki radikal muhalefeti desteklemiş oldu. Bu durumda Suriye istediği gibi hareket etme alanı daralmıştır. Türkiye’de de aynı durum söz konusudur. Saldırı sonucu hükümet nasıl tavır geliştireceğini bilemez duruma düşmüştür. Stratejik ortağının ortağı ile ilişkileri vardır ve aynı zamanda yaklaşan yerel seçimler nedeni ile kazanmayı garanti gibi gördüğü şehirlerde kaybetmesi gündemdedir, çünkü içinden çıktığı güç, bu saldırı sonucu daha da güçlenmiştir. Kaybetmesinin sebebi, elbette muhalefetin iyi projeler getirdiği için olmayacaktır. Gelişen olaylar bir anda siyasi olarak lider yapabildiği gibi, yok olmaya da sebep olabilir.

İsrail saldırılar sırasında camileri bombalıyor diye avazı çıktığı kadar bağıranlar görmekteyim. Bu ikiyüzlülüğün en çıplak görünenidir. Çünkü camiler ilk defa bombalanmıyor. Irak, Pakistan, Afganistan ve Avrupa’nın değişik yerlerinde bombalandı. O bombalar karşısında ne yaptın? Camiyi bombalayanın kendi görüşüne yakın olduğunda sustun, görmedin, duymadın. Kerbala’da Şii camisi bombalandı, yüzlerce insan öldürüldü, o zaman neredeydin? Sokaklar neden boş kaldı? Pakistan’da bombalanan camide onlarca insan öldürüldü, neredeydin? Senin katilin olduğunda haklı, başkası olduğunda mı haksız oluyor?

Savaşa karşı duruluyorsa eğer, bu her yer için geçerli olmalıdır. Benim savaşım, senin savaşın olmaz. Savaş savaştır. Savaşa karşı olmak evrensel insan olmak demektir. Siyasi amaçlar için kullanılan bir araç değildir. Eğer savaşta karşılıklı güçlerin dengeli olmasını savunuyorsan, yanı başındakine de bakman gereklidir. Uzakta değil, yakınına bakarak da duruşunu sergileyebilirisin.

Savaş karşıtlarının meydanı doldurması sevindiricidir, umarım ki bu karşıtlık bütün savaşlar için olur. Bir yandan katilleri kahraman ilan edip, öteki taraftan ölümlere karşı olmak büyük bir çelişkidir. Bu çelişki çıkarlara göre belirlenmektedir. Eğer çıkarlar senin tarafındaysa görme, duyma ve konuşma boyutundadır.

Bugün sokaklar Filistin için ayaktadır. Filistin bizim yakın geçmişimiz. Yakın geçmişimizin duyarlılığı bizi duygusal tepkilere değil, bilinçli tepkilere yönlendirmelidir. Bu savaş karşıtlığı gösterileri, cihat savaşı için destek gösterilerine dönüşmemelidir. Savaşa hayır derken, başka savaş çığırtkanlıkları yapılmamalıdır. Fakat gösterilerde gördüğüm kadarı ile, savaşa karşı savaş derken, yine ölümler kutsanmaktadır. Bebe ölümleri, kadınların tecavüzleri istenmektedir. Evrensel barış söylemleri henüz yoktur. Savaşa karşı olmak demek, evrensel olarak bakmak demektir. Çünkü savaşın insan için savunulacak tarafı yoktur.

Savaş demek, birilerinin ürettiği bombaların, silahların tüketilmesi demektir. Bu işten en çok onlar karlı çıkar. Savaş demek, açlık, sefalet, yaşam kalitesinden geriye gitmesi demektir. Bu durumda kimler karlı çıktığı ortadadır. Kendi yaşadıkları krizleri, bizim üzerimize yıkıp, kendilerine daha rahat ve sorunsuz yaşam yaratanları görmemiz gereklidir. Savaşlar hep ezilmişlerin topraklarında olur. O yüzden savaşa karşı olmak demek, mazlumun yanında olmak demektir.

Savaşa karşı olmak demek, insan olmak demektir. İnsanlığı savunmak demektir. İkiyüzlülerin yaptığı ise ihanettir. İnsanlığa yapılan ihanettir. Eğer karşıysan her türlü savaşa karşı olmak demektir. Taraf olmamak demektir. Taraf olmak demek, insandan yana, yaşamdan yana olmak demektir.

Meydanlarda bir anda binlerce insanın toplanması güzeldir, keşke tek yüzleri ile gelseler meydanlara… Siyasi çıkarları için bugün barış, yarın savaş söylemini dilendirenler ikiyüzlüdür. Bu ikiyüzlülüğün ideolojisi olmaz!

4 Ocak 2009 Pazar

Issız Adam!

Issız Adam!

“Issız Adam, modern hayatın yalnızlaştırdığı insanları anlatan, yemekler, anneler, eski şarkılar ve aşk üzerine bir film.”

Tanıtımlarında bu sözler yer almaktadır. Tanıtımlar filme açılan kapıdır. O kapıdan içeriye bakılır, sonra karar verilir. Kararımı etkileyen en önemli neden aslında duyduklarımdır, o kadar çok şey duydum ki, git dedi içimdeki ses. Gittiğime pişman mıyım, elbette hayır. Yaptığım hareketlerden dolayı pişmanlık duymam, çünkü tercihimin yanlışlığını da ilk zamanlarda anlayamazsam da zaman içinde anladığım için kendimi hazırlayarak yol alırım. Birden ve aniden olaylar ile sık sık karşılaşmam, ani olaylar ve tepkiler bilinç ile yapılmadığında sonuç itibari ile pişmanlıklarımda olur.

Modern yaşamı yalnız yaşam olarak algıladım. Modern insan yalnızdır ve ilişkilerini para karşılığında ya da başka yollar ile giderendir. Bağlanmak istemez, bağlanmak onun sonu olacağını düşünür. Filmin kahramanı bakış açısından budur. Fakat filmin ikinci rolünde olan kadın için (Ada) öyle değildir. Bağlanmak ister ve ilişkileri onu hayal kırıklıklarına yol açmıştır. Tek başına ayakta durmak için iradelidir ve kendi işinin sahibidir. Boşluktadır, yeni bir ilişkiden çıkmıştır ve bağlanmak ve ilişkide olmak onun için başlangıçta cazip değildir ama olaylar o kadar hızlı gelişir ki bağlanır. Bir gecelik ilişki uzun süreli ilişkinin başlangıcı olur. Tutulur. Tutkudur onu oraya götüren. Çekicidir ve kendine güvenen bir yüz vardır. Çocuk yüzü yoktur ama gözleri hep yalnız adamın çekingenliği ve çocukluğunu sakalların altında yaşayan bir adam vardır. Farkındadır, kimin evine gittiğinin. Arkadaşını arar ama ayakları onu o eve götürür. Beklediği cinsel temas olur, beklemediği bir şey değildir. Beklemediği şey ona bağlanmaktır. Modern insan bir gecelik ilişkilere alışıktır.

Filmin kahramanı istediği an, cinsel ilişkiye gireceği kadın bulmakta zorlanmaz. Hatta cinsel fantezisi olan ailenin yanına bile gider, orada toplu sekse katılır. Oradan çıkarak başka bir kadın ile para karşılığında olur. Önünde gelen ile ilişkiye girebilecek düzeydedir. Adam iş yerindeki kadınlar ile cinsel ilişkiye girmez, (Öyle algılıyoruz, ama olup olmadığını bilmiyoruz!) iş saatleri dışında birden fazla kadın ile ilişkiye giren ve kendi gücünü kadına göstermekten mutluluk duyan biridir. Cinsel birleşmeden bir zevk almaz ama fiziki ihtiyacını giderirken, psikolojik ihtiyacını da giderir. Dominant olmak duygusunu tatmin eder. Kadına acı çektireceğini bile bile para karşılığında ilişkiye girer. Hatta girdikten sonra onu o hali ile bırakıp gittiğine dair bir alışkanlığı olduğu bir hayat kadını ile yaptığı sohbette ortaya serer. O sahnede hayat kadını ile konuşmak ister ama kadın konuşmaz gider. Parasını sadece daha uygun şekilde vermesini ister. Duygu yoktur, para karşılığında tatmin vardır.

Bir gün bir sahafçıda plak almak için bulunurken, orada tesadüfi sonucu bulunan güzel bir kadına karşı ilgi duyar ve onu etkilemek için aklına gelen her şeyi her şeyi dener. Sonunda başarırda!

Onun bir tutkusu vardır, plaklar. Eskiden plaklar doğal sesi kayıt ederdi, çünkü o günkü koşullarda teknoloji ancak o kadardır. Bugünkü kullandığımız müzikler hem sıkıştırılmış hem de ses kalitesi olarak eskisi gibi değildir. İnsan sesi yerine teknolojik ses duyarız. Yaşamın kendisi gibidir, yaşam sıkıştırılmış yaşamlar üzerine kuruludur. Modern yaşam apartmanda ve her dairede bireylerin olduğu yerdir. Yaşamın sadece görüne kısmını alır, onun üzerinden yola çıkar.

Her ilişki para karşılığında olduğu gibi değildir. Para verdiğinde istediğini alana kadar ilişki vardır, onun dışında yabancıdır iki kişi. Fakat elinde kitap ile peşinden koştuğu kadın ile başlayacak olan ilişki para karşılığında olduğu gibi olmayacaktır. O duygu koşarken yaşanmaz ama zaman içinde baskın olur. Başlayan ilişki ve sonlanması o peşinden koşarken duyduğu duygudur. Para karşılığında yaptığı gibi süreli olacaktır. Sekstir amacı, onun ile yatıp ayrılmaktır. Peşinden koştuğunu yakalayabilirsin, çünkü insanlar ilişkiye açtır. O açlık onu başarıya götürecektir. Yalnız insan biri ile yakaladığı fırsatı değerlendirir. Modern insan budur!

Başlatmayı başardığı ilişki bir süre içinde onu insan yönünü açığa çıkarır ve sevişmek aslında karşındaki olmaktır. Acı çektirerek zevk alan değil, onun ile birleşmenin getirdiği zevki öğrenir. Kitaplardan öğrendiği, seks filmlerinde gördüğü gibi değildir. Gönüllü yapılan cinsel birleşmek karşındaki olmaktır. Doyuma ulaşmaktır. İlk defa o duyguyu yaşar ve doyuma ulaşır. İlişki başlamıştır, yaşadığı aşk mıdır, tutku mu? Kafası karışıktır.

Uzaktan annesi gelir, ona tanıtır. Arkadaşını, tanıtırken gurur duyar. Fakat anne ile de ilişkisi uzaktır. Yabancıdır aslında. Paylaşımları o kadar çok azdır ki, konuşacak konusu bellidir. Arkadaşının düğününe gider ama kalabalıkta olmaktan ve tanıdık çevre içinde bulunmaktan kaçtığı için görünür ve kaçar. O yalnızdır ve yalnızlık onun modern yaşamın getirmiş olduğu doğal sonucu olduğunu hissettirir. O yalnızlığı tercih etmiştir, o yaşamın içindedir.

Kalabalıktan kaçış ve annesinin yolculaması onun kararını uygumla zamanı geldiğini gösterir ve eve varır varmaz ayrılmak istediğini belirtir. Tartışmaz, ayrılır. Ayrılık onu o an için yaralamaz, verdiği kararın doğru olduğunu bilir. O karar karşısında kadın şaşırmaz aslında ama aniden olması ve nasıl tepki vereceğini ilk anda bilemez. Tutulmuştur, onun ile olmaktan mutlu olduğu bir anda, neden ayrıldığını tam kavrayamaz. Ayrılık modern yaşamın ayrılmaz parçasıdır.

Ayrılık ve sonrası yaşananlar adam için değişik değildir, yabancısı olduğu bir duyguyu hep içinde yaşatacaktır. Tutku ile ayrıldığına bağlıdır. Çünkü ilişkide o olmuştur ve bir daha o olduğu ilişki yaşamamıştır. Yıllar sonra bir sinema girişinde o ile karşılaşır ve orada içsel konuşmalar ile duygular açıklanır. Ada isimi tesadüf sonucu seçilmediği daha çıplak olarak yansır. Ada ulaşılması zor olandır artık, arada deniz vardır. Büyük adaya gitmesi ya da İngiltere’ye gitmesi önemli değildir, o yaşadığı yerin adını almıştır, yalıtılmıştır, uzaklaşmıştır. Kendi dünyasında geçmişin tutkusu ile vardır. Tutkular karşılıklıdır ama artık ikisi farkı adadırlar.

Film sosyal çevrenden kopuktur. Psikolojik açılımı zayıf bir filmdir. Filmin türü dram/ romantik olarak belirtilmiş ama burada başka bir şekilde işlenmiş olsaydı daha başarılı olurdu diye içimden geçirdim. Film sosyal çevresinden o kadar kopuktur ki, dışarıda yaşanan sosyal gerçeklik ile hiç karşılaşmayız. Soyutlanmış insanların yaşamıdır. Geçmişin kültürü yoktur. Geçmiş orada sadece bir plaktır. O plak ile günümüze doğru yolculuk vardır ama yeterli değildir.

İstiklal Caddesi ve Galata Kulesi çevresinde geçen bir ayrıntıdır. Cımbız ile tutulmuş bir ayrıntı beyaz perdeye yansımıştır. Fakat bu filimin kişileri neden etkilediğini anlamadım açıkçası. Filmin güzel görüntüler ve kurgusu dışında bana bir şey vermedi. Öyle bir yaşantım olmadığı için belki bana sadece duygusuz geldi. Senaryo ve film biraz aceleye gelmiş gibi geldi. O yüzden olsa gerek benim hoşlandığım filmler arasına giremedi. Türk sineması içinde bana göre iz bırakacak filmler arasında olmayacaktır. Birileri etkilenmiş olması, ona övgüler düzmüş olması onun iyi olması anlamına gelmiyor.

Modern yaşam filmde anlatıldığı gibi değildir, fakat o yaşamı tercih edenlerinde olduğunu kabul edebilirim. Fakat tanıtımda anlatıldığı gibi değildir. En azından bizim sanatçılarımıza destek amacıyla da olsa gitmiş olduğum için pişman değilim.