Şehir ve insan ilişkisi…
Şehirler mi orada yaşayanları biçimlendirir, şehirde yaşayanlar
mı şehri biçimlendirir? Sorusu aklınıza gelmiş olabilir, tarihin izdüşümüne
bakarak yanıtlaması basit bir soru gibi durur, fakat günümüzde bu sorunun
yanıtı iç içe geçmiştir. Karşılıklı etkileşimin olduğu ve yaşayan kültürü
belirlediği konusunda ortak bir noktada buluşulabilinir. Günümüzün çağdaş şehir
planlamacıları siyasi iradenin istekleri yönünde şehre yön vermekte gözükmesine
rağmen, metropol şehirler artık kontrol edilemeyecek boyutta yatay olarak
gelişimine devam ederken, dikey olarak kontrollü olarak ve bir birinden farklı
mimari özellikleri olan birer anıt yapıtlarına kavuşuyor. Şehirler biçim
değiştiriyor, değişim yeni insanı da biçimlendiriyor. Çağdaş insan doğadan
kopuk, doğa özlemi içinde saksı içinde yetişen bir bitki gibi ya bodur kalmakta
ya da şehrin betonlarına saran sarmaşık özelliğini göstermektedir.
Ülkemizin dışında çok başarılı şehir yapılaşması gösteren
şehirler vardır, o şehirlerde insanlar daha özgür ve kişilikli yapısını korumaktadır.
O şehre gittiğinizde hangi şehre geldiğinizi ilk bakışta binalara bakarak
söyleyebiliyorsunuz, fakat bazı şehirler var ki, isim tabelası olmadığı sürece
hangi şehirde, hangi semtinde olduğunu anlayamazsınız. Kişiliksiz, karaktersiz
ve birbirine benzeyen binaların çirkin görünümü tüm şehre yansımıştır.
Batum şehri en son gördüğüm ildir, o şehrin yapısını ve
dokusunu belirleyen binalar şehrin en önemli noktalarına konumlanmış ve o şehre
girerken sizi nasıl bir şehrin karşılayacağı konusunda ilk izlenimlerini
belirtmektedir. Sovyet döneminden kalan kişiliksiz, ihtiyacı karşılayan
binaların karşıladığı şehir, merkeze doğru yol aldıkça modern dünyanın son anıt
heykel gibi binalar ile karşılaşırsınız. Modern yüzün hemen yanında geçmiş dönemin
kültürünü ve oradan geçen kültürlerin izlerini taşıyan inançların ibadet
yerleri ve yaşam alanı olarak görülen evler ile karşılaşırsınız. Binalara bakarak
bile tarihin izdüşümünü izleyebilirsiniz. Şehir birikimleri ile kendisini diğer
şehirlerden hemen ayırmakta ve özgün kültürünü ve insanını öne çıkarmaktadır. Çok
kültürlü, çok inançlı, bir arada yaşama kültürünün yaşayan nüvesi olarak
karşımızda durmaktadır. Yağmalayan, çadırda oturan insanlar yoktur, yağma
modern heykel olarak kabul edilen kumarhaneleri içinde barındıran büyük otel
binalar ile karşılaşırsınız. O binaların girişlerinde bile o şehrin geçmiş
izlerinin parmak izlerini bulabilirsiniz. Kendisine özgü alfabesi ola Gürcistan,
kendisine ait bir eyaletinin içinde ayrı bir kültür ve mozaik olan botum,
yapıları ile şehre gelen konuklarına kendisini fısıldar. Karakterli, kişilikli
ve gelecekten ne beklediği ortada olan bir şehir kendi içinde yaşayan insanını
da belirlemekte ve özgür ve bir Karadeniz sahilinde Akdeniz havasında şehir ile
karşılaşırsınız.
Sarp kapısından Türkiye içlerine doğru adım attığımızda Karadeniz
kültürünün yansıması ola köyler ile karşılaşırsınız, köylerden kasabalara doğru
yol aldığınızda tabelalar önem kazanır, çünkü kasabaları bir birinden ayıran
sadece tabelalardır. Bir birine benzeyen ve hangi kasabadan geçtiğinizi
anlayamadığınız bir binalar sizin üzerinize üzerinize gelmektedir. Denizden koparılmış
kasabalar, otoban yanında yaşayan ve denizden kazanılan düzlüklere yapılmış
yüksek katlı binalarda yaşayan bir kültürü yaratmış. Geçmişe doğru iz düşümü
sadece Türkçe konuşulan şivede kalmış, o yörenin konuşulan dilleri yok olmak
üzere olduğunu tabelalara yansıyandan anlayabiliyorsunuz. Geçmiş ile bağı
kalamamış binalar, içinde insanı da her hangi bir şehirde göreceğiniz insana benzetmiş.
İstanbul’un bir semtinde oturan ile Kemalpaşa’da apartmanda oturan arasında
ayrılık yok gibidir. Yerleşim birimleri ve binalar benzer insanları
yaratmıştır. Kimlik, şehre özgü karekter ortadan kalkmıştır. Çadır yerleşim
yerlerini bir birine benzeyen çirkin beton arme çok katlı binalar almıştır. Bir
birine benzeyen mağazalar, bir birinin taklidi olan markalar, bir birini anımsatan
sokakalr, bir birinden arılamayan şehirler yol boyunca dizilmiş, sanki tüm ülke
mantar görünümü kazanmış gibidir. Bugün eski yerleşim yerleri olanlar dışında
hangi şehre giderseniz gidin bir birinin taklidi olan binalar ile
karşılaşırsınız, aynı kıyafetler içinde gençler, kadınlar ve şehir insanı ile
karşılaşırsınız. Hangi şehre geldiğinizi çok iyi tanımıyorsanız sadece
tabeladan fark edersiniz. Şehirleri belirleyen coğrafi özellileri bile yok eden
yeni yerleşim birimleri, bir birinin kopyası binalar ile doldurulmuş, topraktan
ağaç yerine beton fışkırmış gibidir.
En başta sorduğumuz soruya yeniden dönelim, bugün şehir mi
insanı yaratır, biçimlendirir, insan mı şehri yaratır?
Bir birinin benzeri kıyafetler ile sokakları dolduran kadınlar,
erkekler, siyasi tercihler size nasıl bir çağrışım yaptırır, bu soru!?
İsmail Cem Özkan