2 Eylül 2012 Pazar

Şehir ve insan ilişkisi…


Şehir ve insan ilişkisi…
Şehirler mi orada yaşayanları biçimlendirir, şehirde yaşayanlar mı şehri biçimlendirir? Sorusu aklınıza gelmiş olabilir, tarihin izdüşümüne bakarak yanıtlaması basit bir soru gibi durur, fakat günümüzde bu sorunun yanıtı iç içe geçmiştir. Karşılıklı etkileşimin olduğu ve yaşayan kültürü belirlediği konusunda ortak bir noktada buluşulabilinir. Günümüzün çağdaş şehir planlamacıları siyasi iradenin istekleri yönünde şehre yön vermekte gözükmesine rağmen, metropol şehirler artık kontrol edilemeyecek boyutta yatay olarak gelişimine devam ederken, dikey olarak kontrollü olarak ve bir birinden farklı mimari özellikleri olan birer anıt yapıtlarına kavuşuyor. Şehirler biçim değiştiriyor, değişim yeni insanı da biçimlendiriyor. Çağdaş insan doğadan kopuk, doğa özlemi içinde saksı içinde yetişen bir bitki gibi ya bodur kalmakta ya da şehrin betonlarına saran sarmaşık özelliğini göstermektedir.
Ülkemizin dışında çok başarılı şehir yapılaşması gösteren şehirler vardır, o şehirlerde insanlar daha özgür ve kişilikli yapısını korumaktadır. O şehre gittiğinizde hangi şehre geldiğinizi ilk bakışta binalara bakarak söyleyebiliyorsunuz, fakat bazı şehirler var ki, isim tabelası olmadığı sürece hangi şehirde, hangi semtinde olduğunu anlayamazsınız. Kişiliksiz, karaktersiz ve birbirine benzeyen binaların çirkin görünümü tüm şehre yansımıştır.
Batum şehri en son gördüğüm ildir, o şehrin yapısını ve dokusunu belirleyen binalar şehrin en önemli noktalarına konumlanmış ve o şehre girerken sizi nasıl bir şehrin karşılayacağı konusunda ilk izlenimlerini belirtmektedir. Sovyet döneminden kalan kişiliksiz, ihtiyacı karşılayan binaların karşıladığı şehir, merkeze doğru yol aldıkça modern dünyanın son anıt heykel gibi binalar ile karşılaşırsınız. Modern yüzün hemen yanında geçmiş dönemin kültürünü ve oradan geçen kültürlerin izlerini taşıyan inançların ibadet yerleri ve yaşam alanı olarak görülen evler ile karşılaşırsınız. Binalara bakarak bile tarihin izdüşümünü izleyebilirsiniz. Şehir birikimleri ile kendisini diğer şehirlerden hemen ayırmakta ve özgün kültürünü ve insanını öne çıkarmaktadır. Çok kültürlü, çok inançlı, bir arada yaşama kültürünün yaşayan nüvesi olarak karşımızda durmaktadır. Yağmalayan, çadırda oturan insanlar yoktur, yağma modern heykel olarak kabul edilen kumarhaneleri içinde barındıran büyük otel binalar ile karşılaşırsınız. O binaların girişlerinde bile o şehrin geçmiş izlerinin parmak izlerini bulabilirsiniz. Kendisine özgü alfabesi ola Gürcistan, kendisine ait bir eyaletinin içinde ayrı bir kültür ve mozaik olan botum, yapıları ile şehre gelen konuklarına kendisini fısıldar. Karakterli, kişilikli ve gelecekten ne beklediği ortada olan bir şehir kendi içinde yaşayan insanını da belirlemekte ve özgür ve bir Karadeniz sahilinde Akdeniz havasında şehir ile karşılaşırsınız.
Sarp kapısından Türkiye içlerine doğru adım attığımızda Karadeniz kültürünün yansıması ola köyler ile karşılaşırsınız, köylerden kasabalara doğru yol aldığınızda tabelalar önem kazanır, çünkü kasabaları bir birinden ayıran sadece tabelalardır. Bir birine benzeyen ve hangi kasabadan geçtiğinizi anlayamadığınız bir binalar sizin üzerinize üzerinize gelmektedir. Denizden koparılmış kasabalar, otoban yanında yaşayan ve denizden kazanılan düzlüklere yapılmış yüksek katlı binalarda yaşayan bir kültürü yaratmış. Geçmişe doğru iz düşümü sadece Türkçe konuşulan şivede kalmış, o yörenin konuşulan dilleri yok olmak üzere olduğunu tabelalara yansıyandan anlayabiliyorsunuz. Geçmiş ile bağı kalamamış binalar, içinde insanı da her hangi bir şehirde göreceğiniz insana benzetmiş. İstanbul’un bir semtinde oturan ile Kemalpaşa’da apartmanda oturan arasında ayrılık yok gibidir. Yerleşim birimleri ve binalar benzer insanları yaratmıştır. Kimlik, şehre özgü karekter ortadan kalkmıştır. Çadır yerleşim yerlerini bir birine benzeyen çirkin beton arme çok katlı binalar almıştır. Bir birine benzeyen mağazalar, bir birinin taklidi olan markalar, bir birini anımsatan sokakalr, bir birinden arılamayan şehirler yol boyunca dizilmiş, sanki tüm ülke mantar görünümü kazanmış gibidir. Bugün eski yerleşim yerleri olanlar dışında hangi şehre giderseniz gidin bir birinin taklidi olan binalar ile karşılaşırsınız, aynı kıyafetler içinde gençler, kadınlar ve şehir insanı ile karşılaşırsınız. Hangi şehre geldiğinizi çok iyi tanımıyorsanız sadece tabeladan fark edersiniz. Şehirleri belirleyen coğrafi özellileri bile yok eden yeni yerleşim birimleri, bir birinin kopyası binalar ile doldurulmuş, topraktan ağaç yerine beton fışkırmış gibidir.
En başta sorduğumuz soruya yeniden dönelim, bugün şehir mi insanı yaratır, biçimlendirir, insan mı şehri yaratır?
Bir birinin benzeri kıyafetler ile sokakları dolduran kadınlar, erkekler, siyasi tercihler size nasıl bir çağrışım yaptırır, bu soru!?
İsmail Cem Özkan