13 Kasım 2014 Perşembe

Toprağa beton döktük, toprak öldü!

Toprağa beton döktük, toprak öldü!

Modern yaşam dediğimiz, şehirde yaşam olarak algılandı. Şehir ticaret ile doğdu, korku ile büyüdü, çünkü insan kazandığını kaybetme korkusu ile bir arada ve güvenli ortamlarda yaşamak istedi. Bir arada olmak hem daha rahat savunma hem de güvende olma hissini büyüttü, geliştirdi.
Başkalarının emeği üzerinden zengin olmak isteyenler gitti, başka şehirleri işgal etti, çünkü şehir zenginlik demekti, altın elmayı yemek anlamına geliyordu.
Şehir demek ticaret demektir, aynı zamanda yağmalanmak!
Şehirde yaşayanlar, biraz gözü para hırsı ile dolanlar doğayı yağmalamaya başladı önce, sonra en yakın arkadaşını yağmaladı, öldürdü, onun zenginliğine kendi zenginliğine kattı.
Düşman her zaman en uzağında ki değil, en yakınında ki oldu.
En yakınındakinden korunmak için yollar aradı insan!
Şehir, önce en yakınındakine göre biçimlendi.
Kapılara kilit takıldı, kasalar icat edildi.
Zenginlik hep bir yerde saklı tutuldu, yağmalanmaktan korktuğu için göstermekten çekindi!
Zaman geçti, devir değişti, zenginliğini göstermek bir itibar sayıldı, zenginliğini göstermek için her fırsat kullanıldı.
Gösterişli binalar içinde, gösterişli toplantılar ile zenginlik sergilendi.
Zengini yanında olmak da bir güç gösterisine dönüştü.
Zaman içinde zenginler ve zenginlere yakın bir çevre oluştu.
Büyüdü, büyüdü…
Sonra büyük şehirler işgal edildi, çünkü büyük şehirler daha çok yağmalanacak zenginlik demekti.
İstanbul işte bu zenginlik ve gösterişin kurban oldu.
Her fırsatta yağmalandı, her fırsata seferler düzenlendi.
En son fetih batıdan geldi.
Hem dini hem de geleneği değişti.
Ayasofya’dan saraya kadar gecekondular dizildi önce sonra küçük yangınlar ile ortadan kalktı.
Su içinde yer alan bostanlar zaman içinde görevini göremez oldu, bereketli toprakların üstü taş ile dolduruldu, sonra betona dönderildi.
Deprem oldu, taş altında kalmaktan korktular, taş binaların yerini ağaç ve ahşap binalar kapladı. Onu da yangın alıp götürdü.
Yangına karşı taş, depreme karşı ağaç.
Korkuyu yenemediler, korkuyu yaratan doğa gücünü unutmayı seçtiler.
Bütün şehir düşmandan kaçırılırcasına yağmalandı.
Bereketli toprakları üzerinde taşıyan yedi tepe bir biri arkasına beton ile kaplandı, yüksek tepe diye en güzel ibadethaneler oralara yaptılar. Uzakta da görülsün, zenginlik ve güç halk üstünde gölgesi dursun diye daha büyük, daha görkemlisi yapıldı.
Birer birer tepeler betona dönüştü.
İstanbul’da tepeler yok denecek kadar az kaldı…
İstanbul yedi tepeli şehir derlerdi şairler, şimdi tepeleri gören ve bilene aşk olsun!
İstanbul yedi tepeli şehir dışına yayıldı, yayıldı, nice tepeleri kapladı ve her yeri beton yaptı. Her tepenin üstü beton ile örtüldü, üst üste insanlar orada yaşamaya zorlandı.
Eskiden yeşil olan, bostan olan yerler, meyve yetişen bahçeler birer birer yok oldu, topraktan ağaç, ot yerine beton çıktı. Otun yerini beton aldı.
Isındı doğa, ısındı şehir, kayboldu önce kar, arkasından yağmur...
Şehir toz, gaz ve ses gürültüsü oldu. Kuşlar havai fişeklerin çarpması işe öldü, doğada yaşayan kirpiler, yılanlar, börtüler böcekler ilaçlar ile öldürüldü, çünkü insan hayvandan tiksindi, korktu.
İnsan hijyenik ortamda yaşamak istedi, çevresini homojenleştirdi. Önce doğayı beton ile kaplayarak homojenleştirdiğini düşündü, çamur artık yoktu, ayakkabılar çamur, toprak olmuyordu. Sevindi. Arkasından komşusunun dilini değiştirdi, kendi gibi konuşmayanı ya sürdü, ya da kapısına işaret koyarak korkuttu, korkmayanı da öldürdü...
Doğadan sonra çevresini homojenleştirmek istedi, beton üzerine kan döktü. Erk sahibi kimse o kendi dilini, dinini, yaşam bakışını doğru gördü ve diğerleri de kabul etmesini bekledi. Beklemekle kalmadı, okul açtı, okulda çocuklara öğretti, eğitti, kendi tarihini gerçek ve değişmeyen tarih diye anlattı.
Zaman döndü, tepeler beton oldu.. Bir iki tepede kalan yeşili de din adına ibadethane yapma bahanesi ile o kalan yeşil alanda betona dönüştürdü, ibadethaneyi yeşile, alt katını da süpermarkete dönüştürdü...
İstanbul’da tepe kalmadı ama onun yerini alan gökdelenler aldı. Şimdi dünyada en fazla gökdelen olan şehirler kategorisinde ilk beşe girdiğimiz için övünür olduk...
Doğa sessizce intikam alacağı günü bekliyor gibi...
Doğanın sessizliği korkunçtur...
Korkunç bir geleceği ya da anı üzerine beton dökenlere yaşatacaktır...
Doğa her zaman üzerinde yaşayanlardan daha güçlüdür...
Toprağın üstüne beton döktük, toprak öldü, ama doğa hala yaşıyor, ölüler bir gün ayaklanacak ve üzerimizi kaplayacaktır.

İsmail Cem Özkan


Darbeler ve sonuçları…

Darbeler ve sonuçları…

Ülkemiz 1952 yılında NATO’ya üye olduktan sonra yaşanan tüm darbelerde NATO’nun izini görmemiz mümkündür, çünkü bizim NATO üyeliğimiz ile Gladio "stay-behind” ülkemiz topraklarında örgütlenmesi iç içe olmuştur. Ülkemizde 60, 71 ve 82 darbesi ile NATO ve dolaysıyla Amerikan çıkarları yönünde düzenlemeler olmuştur. 60 darbesinden sonra gerçekleşen 12 Mart 1971 darbesi ülkemizin rotasını rayına oturma girişimi olarak gündeme gelmiştir.
NATO, 61 anayasasına giden yolda önemli dersler çıkarmış, ülkenin öznel koşullarına uygun mücadele yöntemleri geliştirmişti. Gladio 60 darbesi ile artık oturmuş, her türlü şartta mücadele edecek şekilde örgütlenmiş olarak kendisini ispatlamıştı.
71 darbesine giden yolda Gladio, darbe ve müdahale için ortam hazırlıklarına Vedat Demircioğlu öldürülmesi arkasından Kanlı Pazar gibi olaylar ile başlamış, koşullar oluşması için elinde ki her olanağı kullanmıştır. 15- 16 Haziran 1970 işçi sınıfının kendisini sınıf olarak ifade etmesi var olan korkuyu büyütmüş ve müdahale kaçınılmaz hale gelmiştir.
12 Mart günü “Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.” denilerek darbe gerçekleşmiştir.
12 Mart rejimi sol harekete karşı geniş çaplı bastırma eylemi olarak kendisini ifade etmektedir. 11 ilde sıkıyönetim ilan edilerek, hemen arkasından gençlik gruplarının, derneklerin ve sendikaların faaliyetleri yasaklanmıştır. Sol kanadı temsil eden gazeteler ve dergiler ya bir süre için yasaklanmış ya da tamamıyla kapatılmıştır. Sıkıyönetim bölgelerinde grev ve lokavtlar yasaklanmıştır. Böylece, ordu faaliyetlerini daha ziyade güvenlik sağlamada yoğunlaştırmıştır. Kısaca 12 Mart devrimcileri ve lider kadrosunu yok etme harekettir.
71 darbesi sonrası sol yapıların kısa sürede yok olacağı, çatışmalar sona ereceği, kayıtsız teslim olacağı farz edilirken; gençlik ve işçi sınıfı içinde yeniden örgütlenilmiş olması darbeyi destekleyenlerin beklentilerini boşa düşürmüş ve 1 Mayıs katliamı ile yeni darbenin haberi verilmiş olunuyordu.
Gladio yeni bir dönemde de kaos yaratma görevini üstüne almıştı ve 12 Eylül’e giden süreç için toplumsal katliamlar, aydınlara karşı girişilen korku dalgası ve cinayetler sıradanlaşıyordu.
Devrimci mücadele; anti faşist mücadele olarak büyümüş, Gladio ihtiyacına uygun yerlerde kitlesel katliamlar için ortamlar yaratılmış ve uygulanmıştır. Devrimci mücadele işte bu Gladio uygulamalarına karşı direnişçi güç olarak halk arasında kitlesel güce erişmiştir.
Kitlesel güce erişen devrimcilerin darbe karşısında nasıl tepki vereceği 12 Eylül darbecileri tarafından zaman zaman test edildiği darbeci generallerin anılarında vardır. Onlardan biri Fatsa Nokta Operasyonudur. Bu operasyon için darbeci general bizzat darbe öncesi durumu yerinde kontrol etmek için gitmiş ve koordine etmiştir.
Arkasından TKP ve sendikaların gücünü bir suikast ile test ediyorlar ve ona gelecek tepkilere nasıl yanıt vereceklerini hesaplıyorlardı. 12 Eylül en son dönemecinde Çorum olayları ile karşılıyordu.
Devrimci hareketler yetmişli yıllarda liderlerini kaybetmişler ve yeniden toparlanması bir anlamda yeniden el yordamı ve yaşanan süreçlerden ders çıkarılarak yapılmıştı.
12 Eylül darbesinden önce ülkeyi cephelere bölmüş olan Gladio ve ona askeri, stratejik, lojistik katkı sunan bir siyasi partiyi (MHP) 12 Eylül darbesinden sonra sol ile birlikte aynı hücrede birbirine kaynaştırma adı altında ezmiş ve ülkenin cephesel görünümü görüntüsel olarak ortadan kaldırılarak bir “kurtarıcı” olarak asker ve Gladio alkışlanmıştır.
Darbeciler, 12 Marttan farklı olarak 12 Eylül devrimci liderleri ve merkez komitesinde yer alanların hepsini imha politikasına gitmemiş. Bu davranışın temelinde sanırım 71 faşist dönemi sonrası yok edilen örgütlerin yerine daha güçlü ve daha özgün örgütler oluşmuş, onlar ile mücadele daha çetin geçmiştir. Bu sefer merkez komitelerinin sağ olarak kalması, liderlerin destanlaşması engellenmiş ve yenilgi dönemi ile iç hesaplaşmaların yeni devrimci yapılar kurulması önünde engel olacağı beklentisi olabilirdi.
Yaşayan merkez komitesi üyeleri yeni oluşmakta olan her yapılanmanın önüne kendisini koyması kadar doğal bir şey yoktur, çünkü onların mücadelesi ve tecrübeleri üzerine atılacak her adım onlardan referans alması gerekmektedir.
Sol, dayanışma üzerine kendisini inşaat etmiştir, cezaevi sürecinde bu dayanışma durumunun ortadan kalması ve yalnızlaşma ile sonuçlanmış. Bu yalnızlaşma ise var olan organik ilişkilerin farklı algılanmalarına sebep olmuş, her algı kendi gerçekliğini yaratmıştır.
Gladio’yu yönetenler gerek gördüklerinde Gladio’nun hedefini, önceliğini ve içinde yer alan örgütsel ilişkileri tavsiye edip yeniden yeni insanlar ile yeniden kurgulayabilmiştir. AKP iktidarı sürecinde Gladio’nun Susurluk ile ortaya serilen ilişkileri yeniden ve “ülkenin çıkarına” uygun olarak biçimlendirilmiş ve yapılandırılmıştır. Geçmişte anti Komünist olarak örgütlenen ve olası düşman olarak kuzey komşumuzken, onun yerini yeni düşmanlar almış, yeni ittifak güçleri “baskı altında kalmış İslam kesim” olarak formüle edilmiştir.
Darbeler ve darbelerden sonra yaşanan süreçler hep birbirinden farklıdır. Bugün yaşadığımız sürecin üzerine hala 12 Eylül öncesi ilişkilerin gölgesi vuruyorsa, burada 71 darbesinde yaşanan ve liderleri imha politikasının dışında bir politikanın yansıması olarak okuyabiliriz. Yenilgi süreci sonrası oluşan travmatik davranışlar ve olumsuz yaklaşımların yaratmış olduğu atmosferi Gezi Direnişinde yaşanan kendiliğinden gelişen süreç kırmış olmasına rağmen tamamı ile parçalayamamış ve kendisine özgü bir siyasi örgütlülük kuramamıştır. Gezi Direnişi yeni bir gelecek için içinde önemli ipuçlarını taşıyan bir süreç olmasına rağmen, süreç yeteri kadar olgunlaşamadan direniş, zamana ve ülke sathında yer alan forumlara dağılarak bir anlamda ileri için zıplama işlevini gerçekleştirememiştir. Ama hiç geçiremeyecek anlamında umutsuz değilim, çünkü kimse zamanın ne sürprizler yapacağını önceden bilemez, sadece tahminleri olur!
Sol, 12 Mart yenilgisinden sonra kısa zamanda yeni yapılar kurmuş ve ülke sathında örgütlenilmiş olmasına rağmen, 12 Eylül yenilgisi sonrasında solun hem tecrübe hem de ilişkiler açısından daha fazla olanaklar olmasına rağmen gün geçtikçe daha da küçülmekte ve yeni ve kitlesel bir sol örgütlenme yaratılamamıştır. Bu gelişmenin en önemli nedeni olarak lider kadroların hala yaşıyor olması ve onların geçmişin alışkanlıkları içinde olaylara yaklaşımı olduğunu düşünmekteyim. Onlara rağmen yeniden bir şey yapmaya çalışanların ise ilişkileri yeniden kurmaları ve lojistik, maddi yönden zayıf olmalarında aranmalıdır diye düşünmekteyim.

İsmail Cem Özkan

9 Kasım 2014 Pazar

Surların Öte Yanı Zeytinburnu

Surların Öte Yanı Zeytinburnu

Eskiden evlerde ansiklopediler vardı, oturma odaların duvarlarını süslerdi. Arada lazım olunca sayfaları açılır, bakılır ve sonra bir daha anımsanacağına kadar orada kalırdı. Elbette bir daha anımsama yerine evin tozları alınırken aşağıya alınır, tozları silinir yeniden konurdu. Zaman içinde ansiklopediler evlerin oturma odalarından uzaklaştı, yerlerini plazma teveler aldı. Oturma odalarında kitaplar eski değimi ile anarşinin sembolü olarak görüldü, kitaplar ekranlarda suçlu gibi sergilendi, yayıncılarına cezalar verildi, okuyan çocuklar sırf kitap evde bulundu diye DAL grubuna misafir edildi, işlemedikleri suçlardan dolayı yıllarca cezaevlerinde örgüt üyeliğinden yattılar.  Kitaplar birer prestij olarak sunulması zaman içinde yeniden gerçekleşti ama prestij kitaplar da işletmeler ve kurumsal kimlikli yapılar için geçerliydi. Onlar, gelen misafirlere sunulmak için hazırlanmıştı ve içerikleri ansiklopedilerin içeriklerine benziyordu. Elbette ansiklopedilerin okunduğu kadar okunuyor ama biçimi, sayfa düzeni, fotoğrafları ile gözü doldurur şeklinde üretilmişti. Bu kitaplar bir proje olarak ortaya çıkmış ve proje sonunda ürün olarak okuyucusu ile buluşuyor.
Elimde Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları – 1 “Surların Öte Yanı Zeytinburnu” adlı kitap Burçak Evren yönetiminde ortaya çıkmış bir çalışmadır. Kitabı dikkatlice ve her bir kelimesini okuyarak inceledim. Öncelikle kitabın oluşumuna sebep olan bütün emeği geçenlere teşekkür etmek isterim, çünkü çok iyi düşünülmüş ve ayrıntılı bilgilerin olduğu bir çalışma olmuş. Bir bilimsel çalışma titizliği içinde bir bölgenin tarihi konusunda önemli ipuçlarını içinde barındıran ansiklopedik bir çalışma olmuş. En sonunda söylemem gereken cümleyi baştan söyleyerek kitabın içeriğine birlikte göz atabiliriz.
İstanbul, yedi tepeli ve surlar içinde kendi tarihini oluştururken, hemen surların batı yakasında alan ve Marmara denizi ile sınır olan yerin de bu şehrin tarihi ile bağlantılı olarak kendi tarihini oluşturmuştur. Bugün Zeytinburnu olarak bildiğimiz ilçe İstanbul tarihi ile iç içe geçmiş, hatta Bizans imparatorunun ilk fısıltısı bile burada çıkmıştır. O fısıltının çıktığı kaynak bir berekettir. O bereketin olduğu kaynaktan çıkan su şifalıdır. O şifalı su dönemlerin salgın hastalıklarına karşı ilaç olmuş, hastaları tedavi etmiştir. Çayırlar, ormanlar, bahçeler, bostanlar ile sur içinde havanın esen politik rüzgarından bağımsız olarak sessiz, sakin bir mesire yeri olarak doğmuş olmasına rağmen, seferlere çıkan orduların derlendiği, ilk emirlerin oluşturulduğu yerdir aynı zamanda. Zafer ile dönen, taç giyen imparatorlarında giriş yaptığı kapıdır. Bugün o kapının yerinde yedi kule zindanlarının surları ve kapatılmış duvarlar olmasına rağmen, bugün dahi şehri teslim alan Fatih olarak adlandırılacak 2. Mehmet burada atını denize sürmüş ve teslim alacağı şehri görmüştür. Otağlar kurulmuş, seferler yapılmış, toplar surların duvarını dövmüş, toprağı kan ile sulanmıştır. Kan ile ulanan topraklar aynı zamanda şifa veren kaynakların olduğu yerdir. Söylenceler vardır, destanlar üretilmiştir ama şehrin sahibinin değiştiği gibi buranında kaderi yeni sahipleri ile birlikte değişmiştir. Yedikule Zindanları burada oluşturulmuş, iktidara karşı gelen, savaşa girilen ülkelerin büyükelçilerin gözaltında tutuldu yer olacaktır. Nice feryatlara ev sahipliği yapacaktır. Ama surların öte yanı olan Zeytinburnu olarak bildiğimiz yerin kaderi sanayileşme ile bir daha geri dönüşü olamayacak şekilde değişmiştir. Önceleri ordular için kılıç, ok yapan yerler, kış koşullarında sefere çıkan askerler için giysi üreten debbağlar deriye hayat vermiştir. Kazlıçeşme debbağların yeri olarak bilinir şehrin yeni sahipleri ele geçirdiği günden beri. Havası değişmiştir, şehrin bu tarafına gelenler burunlarını kapatır, keskin kokular içinde göçmenlerin getirildiği yeni teknolojilerin yaşam alanı bulduğu yerdir. Sanayileşen, aynı zamanda şifahaneler ile İstanbul’un kadim kültürlerin burada sağlık aradığı hastahenelerin kurulduğu yerdir. Yaşanan salgın hastalıklara karşı burası bir sağlık yuvası konumuna gelmiştir. Bugün Ermeni ve Rum hastaneleri hala hizmet vermeye devam ederken, ordunun hastanesi yaşanan dünya savaşı koşullarında taşınmış ve bir daha yerine geri dönmemiştir. Bugün Belediye Binası olarak hizmet vermeye devam etmektedir.
Bir fetih ve değişen çehre buranın kader çizgisini olabildiğince değiştirmiş ve Osmanlı döneminde yaşanan siyasi gelişmelerden de ilk olarak etkilenen yerlerden biridir. Mevlevilerin ilk defa Galata bölgesinde açtıkları Mevlevihane’nin ikincisi bu ilçe sınırları içinde açılmış, bugün dahi turizm amaçlıda olsa hizmet vermeye devam etmektedir. Mezarlıkları Osmanlı mozaiğinin bir görünümü gibidir, her kültürün burada mezar yeri vardır, bir çoğu da zaman içinde yok olmuş, yeni gelen mezarlık sahiplerine yeni yerler açılması için sahipsiz olanlar yok edilmiş, yağmalanmıştır. Mezarlıkların önemli bölümü her ne kadar günümüze kadar gelmemiş olsa da izleri bugün dahi var olan mezarlıklar içinde görülebilinir.
İlkler yeridir Zeytinburnu. İlk sanayileşme burada olmuş, ona dayalı olarak ilk gecekondu burada hayata geçmiş. ilk gecekondu affı burada uygulanmış. İlk dolmuş burada ortaya çıkmış. İlk işçi sınıfı ve dayanışma dernekleri burada kurulmuş. İlk imece usulü devlet eli olmadan yollar yaşayanlar tarafından yollar burada yapılmış. dışarıdan gelen göçmenler buraya yerleştirilmiş, balkan ve orta Asya kültürler mozaiği burada oluşmuş. İdam edilen cumhuriyet sonrası ilk başbakan mezarı buradadır.
Bugün dahi surlar kenarında bostanlar bulunmasına rağmen, geçmişin geniş alana yayılan bağları, bahçeleri ve çimenlikleri yoktur ama Veliefendi hipodromuna sıkışmış bir yeşillik çimen bulunmaktadır. Geçmişin yaşanan eğlenceleri, Nevruz ve hıdrellez etkinliklerinden bugüne taşınan bir iz kalmamıştır ama yasal düzenlemeler tarihin tozlu raflarında yerinde durmaktadır. Çimenliklerde yaşanan kadınlı erkekli gezmeler yasaklanmış, bu yasak tam yüzyıl sürmüş olmasına rağmen yasaların kağıt üzerinde kaldığına dair bilgiler de yine yeni yasal düzenlemeler ile öğrenmekteyiz.
Zeytinburnu bugün yağmalanmış konumdadır, gecekondular burada bir ihtiyaç ile doğmuş ama zaman içinde birer rant alanına dönmüş, Zeytinburnu’nda yaşayanların paradigmalarına uygun ama çağdaş şehir yaşamı ile ilişkisi olamayan bir çarpık ilişkiler ve sosyal düzenlemeler oluşmuş. Tabakhaneler buradan taşınmış, havası değişmiş ama tabakhanelerde üretilenin pazarlandığı alan olmuş bir Zeytinburnu ile karşı karşıyayız. Limanı ticari konumundan çıkmış, küçük bir balıkçı barınma yerine dönüşmüş, sur kenarında kalan ama eskiden şehir dışında bir mesire yeri olan yer, şehrin tam göbeğinde kalmış konumdadır. Mesire yeri olan çayırlar, köşkler, bahçeler bugün birbirinden çirkin betonarme binaların aldığı, belediyenin yaptığı ve halan yeşil olarak kalan küçük alanlar olarak yaşamaya çalışmaktadır.
Ülkenin bir mozaiği olan Zeytinburnu, çağdaş belediyecilik hizmetinden yararlanmak için değişmeye çalışmaktadır. Birincil derecede deprem bölgesi olması yüzünden öncelikli değişim alanı olması sebebi ile her türlü yeniden yapılanmaya açık şekildedir. Belediye çağdaş bir Zeytinburnu yaratmak için projeler üretmekte ve bazılarına hayat vermiştir. Bugün şehir merkezi sayılan yerde bir kültür merkezi yaparak Zeytinburnu çağdaş sanattan faydalanabileceği bir mekana kavuşmuştur. Çağdaş bir şehir, sur dışında yeniden oluşturulması zorunludur, elbette bu orada yaşanmış güzellikleri ortaya çıkaracak şekilde olursa Zeytinburnu yeni kimliği ile daha göze dokunan yer olma potansiyelini içinde yaşmaktadır.
Elimde tuttuğum kitap onaltı yazar tarafından ortak bir çaba ile oluşturulmuş, kitabı yayına hazırlayan Burçak Evren şehir kültürüne önemli bir katkı sunmuştur. İmkanı olanların bu kitabı okumalarını öneririm, muhteşem bilgilerin içinde yer aldığı ve sizi düşünmeye iten ve şehir kültürümüzün gelişiminin kısa bir tarihçisi ile yüzleşeceksiniz.

İsmail Cem Özkan

Surların Öte Yanı Zeytinburnu
Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları – 1
4. baskı 2011

ISBN: 975-92356-0-9