5 Mayıs 2017 Cuma

Sol bilinçtir…

Sol bilinçtir…

Sol üzerine binlerce yazı kaleme alınmıştır, binlerce sayfa üzerine leke olarak işlenmiştir, çünkü bilince çıkarılmak istenen şey bilimsel açıklaması olan, akla uygun ve yaşamda karşılığı olan bir tanımdır… Sol denilince her bireyin kafasında duygusal olarak bir şeyler yansısa da aynı şeyler algılanmadığını yaşanan sol yapıların çeşitliliğine bakarak anlayabiliyoruz. Çünkü olaya nasıl baktığın değil nereden baktığın solun tanımını de etkilemektedir… Ama üzerinde ortak mutabakata varılmış ilkeler vardır ki, bu ilkeler yüzlerce yılın sonunda akla uygun geldiği için kabul edilmiştir. Çünkü kapitalizm her şeyi kategorize ederken, her sıfata başka anlamaları zamana uygun şekilde verebilmektedir. Popüler söylem her zamanın ruhuna göre değişmektedir…

Sol adına yapılan her adım bir birikimdir ve her birikimden elde edilen tecrübeler ile bireyin özgürlüğünü, yaşama bakış açısını genişletmek için kullanılmıştır. Özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, kardeşlik solun belirleyen temel sıfatlardır… Bunlar olmadan sol tanımlanamaz ve düşünülemez…

Fransız devrimi çok kısa süreli iktidar süreci içinde birçok tecrübeyi de arkasında bırakmıştır ama bu kısa zamanda insanlık için çok değerli birikmeleri de bırakmıştır. Kısa zamanda çok şeyler öğrendi insanlık, çünkü içinden doğduğu kapitalist sisteme karşı işçi ve kenar mahallenin yoksul kesimi ortak olduklarında, el ele verdiklerinde, omuz omza barikatların arkasında yer aldıklarında en güçlü görünen devlet mekanizmasını elinde bulunduranların iktidarını da yok edecek kadar güçlü olduklarını gösterdiler… Burjuvazinin o fiyakalı zafer çığlığını yerle bir edilebileceğini göstermesi açısından önemlidir. Feodal düzen içinde büyüyen burjuvazi iktidarı elde ettiğinde söz verdiği eşitlik, kardeşlik ve özgürlük söylemlerinin altını boşaltmış ve işçi sınıfı ile birlikte kenar mahallerin yoksul kesimini devlet mekanizması içinden uzaklaştırmıştır. Henüz iktidarı alacak şekilde bilinç anlamda kendisini geliştirememiş olan işçi sınıfı ilk tecrübesini barikat arkasında yaşamış ve ilkelerini burjuvazi yaşamına karşı oluşturmak için nüvelerini ekmiştir. Daha doğrusu daha önceleri toprağa ekilen düşüncelerin filizlenmiş ve yaşamda karşılığı denendiği bir alan olmuştur…

Sol, bilinç ile geleceğe adım atacağını ve bilinç ile örgütlendiğinde başarıya ulaşacağını yaşayarak öğrenmiş ve Ekim devrimini hazırlamıştır. Ekim devrimi elbette teorilerde olduğu gibi bir işçi sınıfı devrimi değil köylü ittifakı ile iktidarın ele geçirilmesidir. İşçi devletinin kurulabilmesi için öncelikle köylülerin işçi sınıfı içinde erimesi ve köylülüğün ortadan kaldırılması için liberal bir ekonomi politika hayata geçirilmiştir.

Devrimin lideri Lenin düşüncelerinde hayata geçen büyük deneyim, kısa sürede çökeceği tahmin edilirken, uzun süreli bir birikimin başlangıcını ifade ediyordu.

İktidar Sovyetlerin oldu…

Sovyetlerin birliği değişik halkların ve beklentilerin bir meclis ve bayrak altında toplanmasıdır… İşçi devleti adına atılmış büyük bir adımdır ama yaşam teoride olduğu gibi olanak sunmamış ve o dönemin yaşanan krizleri oluşmakta olan Sovyet devletini de biçimlendirmiştir…

İç dinamiklerden daha çok dışta gelişen birinci dünya savaşı sonrası kapitalist krizin rüzgarı bu yeni oluşmakta olan ülkenin sol tanımını da biçimlendirmiştir… Lenin’in erken ölümü oluşmakta olan devletin de kaderini değiştirmiştir. İktidar kavgası ve ikinci dünyanın gelmekte olan ayak sesleri yeni devletin özgürlük kavramını devrim sürecinde olduğu gibi algılanmasını ortadan kaldırmasına ve kendi evlatlarını iktidarı güçlendirmek adına feda etme sürecidir.

Tek coğrafyada güçlü devlet ve iktidar.

Güçlü iktidar da tek lideri yaratmıştır. Tek lider, tek parti, tek ideal, tek gelecek! “Özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, kardeşlik” kavramları yaşanan sürece uygun olarak yeniden tanımlandığı dönemdir…

Özgürlük tek partinin özgürlüğü olmuştur. Sınıf devletinde iktidar; parti değil sınıftır, sınıfı tek parti temsil edemez, çünkü tek parti kontrol mekanizmasını ortadan kaldırıp tek liderin her şeyi yapabilmesi anlamına geldiğini kısa sürede öğrenilecektir.

Çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli, çok renkli, çok uluslu olan Rusya stepleri homojenleştirmek adına tek tipleşmesi işçi sınıfının iktidarını aslında çöküşünün başlangıcını ifade ediyordu. En güçlü ve şatafatlı gözüken süreç yıkımın filizlerini de kendi topraklarına ekiyordu…

Teknolojik anlamda ülke birden çok atılım yapmış, şehirler bir düzene girmiş, köylerde üretim teknolojiye bağımlı olarak gelişmiştir. Ama çarın gizli servisinin ve polislerin yerini Moskova merkezli partinin elemanları almıştır. Parti üyeleri özgürlüklerini yaşarken partili olmayanların söz ve yaşam hakları ellerinden alınmıştır. Hatta sürgüne gönderilenlerin ölüm fermanları bizzat yerine getirilmesi için devlet olanakları çekinilmeden kullanılmıştır…  

25 Aralık 1991 tarihi bir istifa değil yıkımın da tarihidir. Son tekmeyi bizzat ülkenin evlatları atacaktır…

Fransız devriminden sonra en büyük deneyim artık solun gelecek için elindedir…

Sol yaşananlarda elbette yeni sonuçlar çıkaracaktır, en azından tek parti rejimi ve solun tüm renklerini yok eden yaklaşım sol olmadığı, özgürlük kavramını yok ettiğini devlet mekanizmasının söndürülmesi için atılması gereken adımlar bu yaşanmış deneyimlerden elde edilecek olan sonuçların pratiğe yansıması ile ortaya çıkacaktır. Teoride söz edilenlerin yaşamda karşılığı bire bir olmadığı için her somut durumun somut tahlili yeni deneyimlerin adımları olacaktır… Elbette her somut durum elde edilen tecrübelerin yaratmış olduğu olanaklar içinde olacaktır…

Sol bilinç ile adım atar. Bilinç yaşanmış tecrübelerin ve gelecekte kurulması hedeflenen işçi devletinin kapitalist devletin eleştiri olacağını ve kapitalizmin yaratmış olduğu tüm olumsuzlukları yok edecek şekilde adım atması anlamındadır…

Kapitalizm bireyi yok eder, üretici değil tüketimin bir parçası yapar…

Kapitalizm birey özgürlüğünü savunur gibi yapar ve özgürlüğün ve sermayenin küçük bir azınlık için ayrıcalık olduğunu kulaklara fısıldar. Kapitalizm kendisine muhtaç kapı kullarını yaratır ve onlardan hizmet etmesini bekler. Hizmeti ve insanı satın alır…

Kapitalizm kapital için her şeyi yağmalar ve değerler birikimini küreselleşme adına yok sayar… Tüm çeşitliği tüketir ve sadece para getirebilecekler için yaşama alanı bırakır... Kısaca kapitalizm para getireceği acın gölgesini bile satabilecek kadar anlayışa sahiptir…

Kapitalizm doğayı yağmalar ve kirletir…

Kapitalizm kurulu aşamasında ulus devletini kendisini geliştirmek için kullandı ve ulus devletini yarattı. Ulus devleti, küreselleşme karşısında ayak bağı olduğunda liberal politikalar ile yıktı ama yerine henüz küresel ihtiyacı karşılayacak herhangi bir devlet mekanizmasını yaratamadı. Bugün yaşanan küresel sorunların temelinde tröst firmaların (küresel) ulus devletlerin yaratmış olduğu hareket alanını kısıtlayan uygulamalarının sonucudur… Devlet yoktur ama devlet gibi hareket eden bir mekanizma söz konusudur… Son yıllarda ulus devletini savunan aşırı sağın yükselmesi işte bu yıkımın ortaya çıkarmış olduğu krizin üründür… Liberal ekonomi birey özgürlüğünü öne çıkararak ulus devletin tüm birikimlerini firmalara devrederken devleti küçültme adına geniş kesimleri işsiz bırakmıştır…

Kapitalistler çıkarlarına uygun olarak en ucuz malı istedikleri ülkede üretmiş, en yüksek fiyatta satabildikleri ülkede ürünlerini satışa çıkarmıştır. Karlarını azaltmamak adına ülkelere göre malın kalitesi ile oynamışlardır. Örneğin Avrupa’da satılan bir ürün ile ülkemizde satılan bir ürün arasında kalite, çevreye verdiği zarar ve kullanılan kimyasal madde farkı ortaya çıkmıştır. Avrupa için verdiği paraya göre (fakirlere ucuz marketlerde bizde satılan malın kalitesine yakın ürün pazarlamaktalar) mal üretip pazarlarken bizim ülkemiz için daha düşük kalitede ürün pazarlayabilmektedir. Bayer CEO'su Marijn Dekkers “paran kadar sağlık (ilaç) alabilirsin” diyerek açıklamıştır. Elbette sadece kendi adına konuşmamaktadır. Çin malı parasına göre kalitesi vardır. Aynı ürün, aynı görünüm ama farkı kalite...

Kapitalist sistem insanları homojenleştirmekte ve herkese aynı pencereden bakıp belirlediği standarda göre mal üretmekte ve o ürünü kullanmaları beklemektedir…  Sağlık, eğitim, güvenlik küresel standartlara göre belirlenmeye başlamış ve ülkeler ve coğrafyanın getirmiş olduğu değişiklikler yok sayılmıştır. Amerika veya başka ülkede üretilen ya da patenti alınmış her hangi bir sağlık aracından elde edilen verilen tüm dünyada standart olarak uygulanmakta ve o standart verilere göre insanlar hasta ya da sağlıklı diyerek sağlık sanayisi için müşteri olmaları sağlanmaktadır… Aslında bireyin özgürlüğü ve farklılığı hepten teknoloji ile yok sayıldığından sağlıklı insanlar ilaçlar ile hastalandırılmakta ve küresel olarak hastalıkların yaygınlaşması sağlanmaktadır. Bu sayede sağlıklı olan bireylerin tüm birikimleri sağlık firmaları ve sigortalarının kasalarında birikmesine sebep olunmaktadır.

Ulus devleti çatısı altında üretim yapan tüm sanayi fabrikaları daha ucuz üreten ülkelere taşınmakta ve ülke içinde var olan örgütlü işçi sınıfı ortadan kaldırılıp onları hizmet sektöründe çalışan kalifiyesiz ve taşeron işçi konuma getirilmektedir. Bu liberal ekonominin başarısı olarak sunulmuş ve işçi sınıfı elde etmiş olduğu birikimleri/ kazanımlarının çoğunu kaybetmesine sebep olmuştur. İşçi sınıfının örgütlü olduğu Almanya gibi ülkelerde işçi sınıfını temsil eden partilerin başına liberal solcuları getirerek bu başarı elde edilmiştir. Üstelik işçi sınıfı sendika ve partisi eli ile bir çok tümüne yakın haklarını kavgasız ve grevsiz kaybetmiştir… Fransa’da 2017 seçiminde sağ partiler arasında olmaktadır, sol ve komünist partilere iki sağdan birini seçme hakkı verilmiştir…

Yaşanan liberal ekonomi ve politikalar da solun alışkanlıklarını ve beklentilerini hepten değiştirmiştir. Klasik sol, ulus devletinin yaratmış olduğu birikimlere göre tepki vermektedir ve bütün yorumlarını ulus devletten elde etmiş olduğu tecrübeler ve alışkanlıkları ile ortaya çıkarmaktadır. Somut durumun somut tahlilinde liberal ekonominin ve politikalarının yıkımının sonucu ve yenilgi süreci yeteri kadar dillendirilmemekte ve pratik politik alanda kendisini günlük sorunlara günlük tavırlar ile ifade etmektedir. Uzun soluklu ve iktidar hedefli politika ancak örgütlü güç ile olunabileceği tüm sol tarafından kabul görmesine rağmen solun temelini oluşturan işçi sınıfının örgütsüzlüğü solun önünde en büyük çıkmaz sokak olarak durmaktadır.

Sol kendisini yeniden tanımlamak zorundadır. Somut durumun somut tahlili var olan iktidara bakarak ona göre duruş tespit etmek ancak yaşanan krizin ötelenmesi anlamına gelmektedir… Sol, krizi kapitalist sistemin krizi olarak tanımlamış ama kendi yaşadığı krizi yönetmemektedir…

En büyük kriz sol değerlerin dini değerler ile karışmış olmasıdır…

Solun temeli kapitalist sitemi eleştirmek ve onun yerine yeni bir sistem oturtmasıdır…

Sol, yaşamak ve yaşatmak için vardır, sağ (kapitalizm ve onun temsilcisi ve müttefikleri) zaten; vatan için, millet için, bayrak için öl der... Sol da hop der kim için, kimin çıkarı için diye soru sorar ve savaşa/ ölüme karşıdır... Tek savaş varır o da sınıf savaşıdır ki, sömürü, emperyalizm, kapital üzerinde olan sistem kalksın diye... Eğer bu hedeflere doğru adım atmamışsa sol, sol değildir...

Ölümü kutsamak solda yoktur, çünkü solun cenneti ve cehennemi olmaz...

Sol da her ne olursa olsun bütün eylemler ve mücadele yolu tükenmediği sürece kendi vücudunu ölüme döndürmek anlayışı da yoktur...

Sol vicdana seslenmek için duygusal hareket etmez, akla ve bilime bakarak adım atar... Akıl tatile çıkmaz solda...

Arkadaşını, yoldaşını var olan mücadeleden ayrıldı diye düşman ilan etmez, her ne olursa olsun yaşam her şeyin üstündedir, savaşta barikatta dahi olsa yanındakine güven duymak zorundadır…

Her insan her şartta ve koşulda aynı tepki verir diye anlayış bilimde olmaz, çünkü her insanın konumu, duruşu, dayanıklılığı sadece o insana özgüdür...

Standart insan yoktur, standart insan kapitalist anlayışta vardır, ona göre standart elbise üretilir, standart ayakkabı, standart sağlık tetikleri, standart kategorize edilmek için vardır. Sol, standart değil, kişiye özgü, kişinin yeteneğine göre, kişinin kültürel ortamına göre arayışlar içinde olmak ve ona özgü ortam yaratmak için arayışlar içinde olur...

Kişileri standart yapmaz, eğer her kişiyi ak ve kara olarak ayırıyorsa zaten orada bilim yoktur ya da bilimi kötü amaçlarına uygun kullanım vardır...

Bilim çıkarlara göre eğilir bükülebilinir ama sol eğmeden doğrudan insan ve doğa hedefli olarak yararlanır...

Solcu olmak ve sol yapı içinde olmak demek özgür olmak demektir...

Özgür olmayan bireylerin özgür bir gelecek kurma hayali olabilir ama gerçekleştiremezler, çünkü özgürlüğü bilmeyenler özgürlük adına dikta rejimi kurmaktan başka iş yapamazlar...

Solcu başkasının iyiliğini düşünmez, kendisi ile birlikte ortak güzellikler yaratmak için omuz omuza çalışır ve üretenin iktidar olduğu düzeni savunur...

Uzun bir yazı oldu, istenirse daha da uzar ama genel anlamda ne anlatmak istediğimi sanırım anlatabildim… Ülkemiz öznelinde ve diğer ülkelerde solun yaşadığı krize yukarıdan bakarak bana yansıdığı şekilde dillendirmeye çalıştım. Elbette benim sözüm tek doğru ya da yanlış değildir. Tek doğru ve yanlış yaşanmışlıklara nereden baktığınıza göre değişir. Beklentiler zaten doğruyu ortaya çıkarmaz olasılıklardan birini veya birkaçını tartışma zemininde tutar…

“Özgürlük, bağımsızlık, eşitlik, kardeşlik” bugünde solun değerleridir. Ulusal sorun da, yaşanan krizlerde bu açıdan bakıldığında hakların çeşitliği, bir arada yaşama olanakları, verilen mücadeleler ve dayanışma için bize bir zemin yaratmaktadır. Elbette çağa, zaman, coğrafyaya, kültüre, konuşulan dile özgün düşünce yönetmeleri kapitalist sisteme rağmen hala kendisini koruyabiliyorsa hala umut vardır ve o umut işçi sınıfının devleti yeni tecrübeler ile yaşama geçirilebilinir…

Eşkıya şimdilik dünyaya hakim olmuş gibi gözükebilir, dünyaya hükmeden tüm devletler yok olmuştur, yerlerini başkaları almıştır. Üstelik dünyaya hükmeden tüm devletleri güçsüz olarak kabul edilen insanlar tarafından ortadan kaldırılmıştır…  Aklı ve bilimi bilinç ile kullananlar duygusal tepkilerden uzak durarak yarına örgütlü biçimde baktıkları oranda başarılı olacaklardır… 


İsmail Cem Özkan 

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Korkunun üzerinde hiçbir şey yaşamaz!

Korkunun üzerinde hiçbir şey yaşamaz!

Henüz sabahın ışıkları yaşadığım yere vurmamıştı ama sokakları ve şehrin karanlık noktalarını Bizans zamanın makamı çoktan kuşatmıştı. Erguvan ağaçlarının çiçeklerinin rengini alan boğaz artık anılarda kalan bir fotoğraf parçası, ayakta kalmış sütunların yanında gökyüzüne bırakılan bir renk konumuna düşmüştü. Ağacın gölgesi yaşadığımız zaman diliminde İstanbul boğazına ulaşamıyordu, denize çakılan kazıkların üzerine oturtulan yaya ve kara yolu ağacı denizden koparmıştı…

Sabah kalabalığı sokakları kuşatmadan sokakların hakimi olan köpekler grup olarak gezmeyi bırakıp her biri kendi bölgesine bireysel olarak dağılmak üzerine birbirine en son seremonilerini yapıyorlardı. İlk insan kalabalığı karanlıkta hareket etmeden ayrılmaları ve çöplerin kenarında olan yiyecek paketlerini koklamaya başlamamışlardı... Karanlık dağılmamıştı, aksine karanlık daha fazla kendisini hissettirirken doğudan başlayan bir aydınlanma yeryüzüne gelmekte olanı muştuluyordu...

Bizans makamı ses yok olmuştu... Zaten ortada ne yedi tepeli şehir kalmıştı, ne de onlardan kalan mahzenler...

Yeraltında var olduğu söylenen tüm değerler metro çalışması adı altında çoktan beton içinde ya kalmış ya da tarihi belge olmaması için çöplerde un ufak edilmiş, değerli gibi gözükenler de çoktan yurt dışında antik borsasının parçası olmuştu bile... Alan ve alıcısının belli olmadığı müzayedeler İstanbul’un yeraltından çıkanları ile daha da zenginleşmiş... İstanbul’un geçmiş sesi müzayedelerde bir başka topraklara ve sahiplerine doğru taşınmaktadır...

Sadece İstanbul’un yeraltı zenginliği mi, geçmişe ait yakın uzak ne varsa hepsi çöl kumu üzerinde ki gibi savruluyor ve çöl kumunun boşalttığı alanları beton kaplamıştır. Bütün değerler bir bir erozyona uğruyor yok oluyordu. Yeni gelenler geçmişi tanımadıkları için ayakları yere basmadan sanki havada uçar gibi geleceğe doğru uzanmaya çalışıyor ama ayaklarının altında zemin olmadıkları için gelen rüzgarın gücü ile her şeyi tüketmeye devam ediyorlar…

Tüketim çılgınlığının hakim olduğu yerlerde eğitim sadece yapılması gereken bir zorunluluk olma dışında eğitim de bir sermayedir… Ürünün pazarlanması için devlet eli ile öğrenci yaratılır ve orada eğitimden geçenler neyi daha iyi tüketeceklerini hem eğitim kurumu hem de mahalle baskısı ile öğrenirler…

Eğitimin para etmediği, küçümsendiği toplumlarda eğitimsiz olanların para hırsı ile yaratılmış tüm değerleri yok sayarak " yalnızca ben yalnızca ben" diyerek hiç bir ölçü tanımadan toplumun bir enayi, kendisinin dahi olduğuna inanır...

Gelecek korkuların üzerine yükselmez...

Korku içinde koruyu büyütür ve yeni bir korku yaratarak süreklilik sağlar... Bugün yaşadığımız korkular aslında ilk atalarımızın yarattığı korkunun büyütülmüş halini yaşarız...

Bir diktatör sadece insanlığın değil aynı zamanda bulunduğu ülkenin de düşmanıdır...

Yol kenarında yatar cansız vücutlar, yanlarından geçen hızlı araçlar. Her birinin acelesi var ama çürüyenin acelesi yoktur, zaman onu bildiği gibi yok edecektir ama artık ona da müsaade etmez arabalardan çıkan egzoz... Yol kenarında cansız bedenler, yanlarından hızla geçen zaman ve neden öldüğünü hiç bir zaman anlayamayacak ruhlar... Ölmüş bir köpeğin başında gözü yaşlı başka bir köpek çaresiz içinde nefessiz yatana bakar. Çaresizdir, gözünden yaş akmaktadır. Gece karanlığında birbirine destek olan köpeklerden biri artık yoktur ve çürümeye başlamıştır…

Savaşın yaşadığı ülkede yaşayanlar, neden savaşıldığını anlayamadan mülteci konumuna düşenler her biri yarınlarının çalındığının farkına bile varamadan olayların ve bombaların bıraktığı rüzgarda savrulmaya devam ediyorlar... Zamanın ruhu şarapnel parçasında havaya savrulmaktır... Yol kenarında yanlarından hızla geçen araçlarının rüzgarından kendilerini koruyarak daha güvenli buldukları yerlere doğru yol almaya devam ediyorlar… Gözlerinde korku, tam kavrayamadıkları gerçekler arasında kafalarında oluşmuş korkudan kaçarken onlar karanlığı aydınlatan farların korkunç görüntüsü altında belirsizliğe doğru yürüyorlar…

Korkunun üzerinde hiçbir şey yaşamaz!

Korkular üzerinde gelecek inşaat edilemiyor…

Korkular üzerinden özgür düşünce varlığını koruyamaz…

Korkuların hakim olduğu yerlerde ve zamanlarda sağlık denen kavram bir sermaye yatırımından başka şey değildir…

Korkunun hakim olduğu yerde çaresizlik vardır…

Korku yol kenarında araçların bıraktığı bir rüzgardır belki de…

İsmail Cem Özkan


1 Mayıs 2017 Pazartesi

Sahtekar / Changeling

Sahtekar / Changeling


Amerika her yaşadığı olumsuzluktan olumlu sonuçlar çıkararak yol alan bir devlettir. Avrupa’nın önyargılarını olduğu gibi yenidünyaya taşıyan insanların oluşturmuş olduğu devlet mekanizmasında insanları denetim altında alan ve onları yönlendiren devlet mekanizmasının yaşadığı değişimleri hukuk mücadelesi içindedir. Amerika’da değerler yaşanan olumsuz örneklere karşı verilmiş direnişler üzerine oturmaktadır. Elbette direnişi ortaya çıkaran orantısız gücün mazlumun üzerine uyguladığı baskıdır. Avrupa kıtasından gelen sermaye sahiplerinin önyargıları ve kafalarında ki ideal toplumu yaratmak adına uyguladıkları tüm baskılara karşı verilmiş mücadelelerin tarihidir bir anlamda… Amerika’da sermaye egemenliğinin olduğu ama ona karşı liberal düşüncenin de mücadelesini görmekteyiz. Sistem ile kavgası olmayanların sistemin yaratmış olduğu sorunların üzerine yapmış oldukları mücadeleler ile reformlar ile adımlar atmıştır. Atılan her adım kazanılmış haktır ve o hakkı koruyan hukuk maddeleri oluşturmuşlardır…

Zalimlerin karşısında mazlumların zaferini konu alan birçok olay tarihin dehlizlerinde yerini aldığı gibi, tersi de söz konusudur. Sömürge döneminden emperyalist döneme geçişte sınıf mücadelesi Amerikan toplumun özgürlükler karşısında ki duruşunu somutlamıştır… Amerika bugün Avrupa’dan birçok konuda farklılık göstermektedir. Avrupa kültürünün yeniden yaratılması değerlerin yeniden oluşturmasında elbette Avrupa kıtasında azınlık olanların Amerika kıtasında en azından yönetim alanında çoğunluğu temsil etmesinin payı vardır. Zalimlerden çok çekenler kendi zalimliklerini kurarken temelde sınıf bakışı içinde fark olmamasına rağmen pratik alanında değişiklikler ortaya çıkarmıştır.
 
1928 yılında Amerika’da bir şehir. Los Angeles’in işçi sınıfının yoğun olarak yaşadığı bir şehrin kenar mahallerinden bir semt… O dönemde teknolojinin gelişimine bağlı olarak ortaya çıkan yeni iş alanları. Amerika Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşadığı krizler dönemine denk gelmektedir. Herbert Clark Hoover başkandır. Henüz New York borsası çökmemiştir. Toplum yaşanan krizlerin ağırlığını üstünde taşımaktadır. Devlet kendisini güvende hissetmek adına toplum üzerinde baskı aygıtını artırmıştır. Polise özel yetki veren şehir idaresi, toplum içinde potansiyel olarak suç işleyebileceklere karşı acımasız ve yargısız infaz etmektedir… Yetkiyi eline alanlar denetim olmadığı ortamlarda en acımasız uygulamaları doğal olarak görülür…

Ağırlıklı işçi sınıfından insanların oturduğu varoş mahallelerinden birinde, Los Angeles banliyölerindeyiz. 1928'in mart ayında, telefon operatörü olarak çalışan anne Christine Collins (Oscar ödüllü Angelina Jolie), sakin bir cumartesi sabahında işe gitmek üzere evden ayrılırken dokuz yaşındaki oğlu Walter ile vedalaşır. Akşam evine döndüğünde her ebeveynin en büyük kabusuyla yüz yüze gelir: Biricik oğlu kayıptır. Polis tarafından çok yoğun bir arama tarama çalışması başlatılır. Ancak küçük Walter en ufak iz bırakmadan ortadan kaybolmuştur. Ta ki aylar sonra polisten haber gelinceye dek Collins için umutlar tükenmiştir. Christine'in oğlu olduğunu iddia eden bir çocuk bulunmuştur. İtibarını kurtarmak isteyen polis, Collins ile evladının kavuşmasını medya önünde bir halkla ilişkiler-tanıtım etkinliği gösterisi olarak organize etmeyi tasarlar. Sayısız polis, medya organı, fotoğrafçı arasında allak bullak olup adeta serseme dönen Christine, getirilen çocuğu evine almaya ikna olur. Ancak yüreğinin derinliğinde kendisine getirilen çocuğun oğlu Walter olmadığının bilincindedir.

Öykünün kurgusu dönemin tüm özelliklerini ortaya sermektedir. Belediye başkanının tercihi ile oluşmuş olan polis teşkilatı içinde ki özel bir birim sokaklardaki potansiyel olan tüm farlılıkları ortadan kaldırmaktadır. Şehir öyle bir düzen içinde olması istenmektedir ki, tüm dünyaya örnek olacak kadar düzenli, sorunsuz ve ideal bir şehir yaratmak… Bu dönemde inşaat ile şehir yeniden biçimlenirken toplum da polis gücü ile hizaya sokulmaktadır. Bir çocuğun kaybolması polis teşkilatının popüler konumunu pekiştirmek ve kötü imajını ortadan kaldıracak bir fırsattır. Çocuk bulunacak ve aileler mutlu yaşamına geri dönecektir. Polis içinde oluşan yozlaşmanın da üstü örtülecektir… İmaj için fırsat ellerine geçmiştir.

Film imajları içinde polis teşkilatı, kadına saygısı olmayan ve kendi erkinin sorgulanmasına tahammül bile edemeyen erkek egemen düzenin sembolüdür aynı zamanda.

Polis bulduğu çocuğun kaybolan çocuk olduğunu iddia etmektedir, fakat anne o çocuk kendi çocuğu olmadığını bilmektedir. Kendi çocuğunun olmadığını kanıtlamak için öğretmene ve diş doktoruna giderek onlardan da bildiğinin teyidini alır. Medya önünde gerçekleşen bu trajediye polis teşkilatı sert tepki verir, onu görüşme adına polis karakoluna çağırır ve orada yapılan tehditlere boyun eğmeyen anne psikiyatri kliniğine kod 12 adı verilen özel bir statüde gönderilir. Orada başka bir gerçeklikle karşılaşılır. Polise mukavemet eden kim varsa suçu olsun olmasın her birey kod 12’den oradadır. Boyun eğmeyen, biat etmeyenlerin bir sorgu odası gibidir…

Amirine itaat etmeyen bir polisin tercihi başka bir zincirleme olayı tetikler…

Bu arada Kanada’dan ülkeye kaçak geçen bir çocuk yakalanmıştır. O çocuğun yurtdışı edilmesi için görevlendirilen polis orada başka bir gerçekle karşılaşacaktır. Yakalanan çocuk başka bir gerçeği ortaya çıkaracaktır. Ölü çocukların kemiklerinin olduğu bir çiftlik! Zaman çocuklarının kemiklerinin toprak ile buluştuğu dillimden ilerlemektedir ve başka bir şehrin kaderini değiştiren olayların aslında başlangıcıdır… seri cinayetler, kaybolan çocuklar… Polisin elinde ki kayıp çocukların akıbeti bu cinayetler ile aydınlanacaktır. Masaya bırakılan her fotoğraf başka bir trajedinin aydınlanmasını ve drama dönüşmesini anlatır…

Sistem, bulmayı istediği şeyleri buldu…

Olayların kurgusu yaşanırken fark edilmez ama ilerleyen zamanlardan geçmişe doğru bakıldığında nasıl ilmek ilmek iç içe geçtiği anlaşılır… Seri katil kardeşinin evinde kardeşinin kocasının ihbarı ile yakalanır. Sistem öyle bir şekilde eğitmiştir ki, kardeş kardeşi korumak yerine ihbar etmesini olağan karşılar hale getirmiştir. Önyargılar asılında yakalanmadan mahkum etmiştir, şimdi prosedür yerine getirilecektir...

İki dava açılır, paralel yürüyen iki dava... Birinde şehir idaresi ve polisler sorgulanırken, diğer tarafta katilin verilmiş kararının yasal hale getirilmesi… Yasalar ile polislere verilen orantısız güç hukuk maddeleri çıkan olumsuz koşullardan dolayı yeniden gözden geçirilmesi ve insan haklarına saygılı bir düzenleme adıma adım atılması… Sistem kendi içinde kendisine karşı oluşan havayı kendi lehine reform ile düzenlemesidir...

“Kavganın başlatanı olma ama bitireni ol!”

Dava bitmiş, beklenen karar açıklanmış… Biri idama giderken öte yandan özgürlükler hukuk maddesi altında güvence altına almıştır… Olayların merkezinde olan çocuk bulunmamıştır ama o ölüm çiftliğinde olay yeni bulunan çocuğun öyküsünde biraz daha umut şeklinde açılmıştır…

Anne artık eski işyerindedir, yaşama dönmüştür. Papaz olayların çözümcüsü olarak işlevine devam etmektedir. Polis devleti olmamak adına mücadele etmeye medya aracılığı ile işlevine devam eder. Reformist görevi üzerine kilise adamı üzerine almıştır. Anne umudunu üzerinde her daim taşıyacaktır, çünkü çocuğun akıbeti belirsiz bırakılmıştır. Şehir idaresi polis müdürleri ile birlikte görevini bırakmış ve bir daha yönetime talip olmamışlardır.

Bu kadar çok temaya değinme çabası, Angelina Jolie'nin gayet teknik ve yer yer abartılı oyunculuğu, son olarak da filmin finalinin hangi günde geçtiğini öğreniş şeklimiz, aslında Sahtekar'ın amacını belli ediyor. Filmin son bloğuna gelindiğinde, aradan geçen yılları anlatmak için Oscar ödül töreni kullanılıyor. Frank Capra'nın Bir Gecede Oldu (It Happened One Night) filminin Akademi Ödülleri'nden zaferle ayrıldığı günde geçiyor final. Bu konuda bayağı yorumlar da yapılıyor karakterler tarafından…

Kaybolan çocuk bir olayın sonlanmasına sebep olmuştur, yetkileri ellerinde toplayanların ne kadar zalim olabildikleri ve kontrolsüz güç kullandıkları kanıtlanmış ve onların gücü sistem içinde çözülmüştür…

Sahtekar / Changeling
Yönetmen: Clint Eastwood
Senarist: J. Michael Straczynski
Oyuncular: Angelina Jolie
John Malkovich
Geoff Pierson
Jeffrey Donovan
Jason Butler Harner
Colm Feore
Amy Ryan
Michael Kelly
Müzik: Clint Eastwood
Görüntü yönetmeni: Tom Stern

Kurgu: Joel Cox