7 Kasım 2008 Cuma

Yeni yıl yaklaşırken…

Yeni yıl yaklaşırken…

Yeni yıla henüz çok zaman varken, benden yeni yıl için bir yazı yazmamı istediler. Bende yeni yıldan uzak bir zaman diliminde yeni yıl hakkındaki düşüncelerimi aşağıya aktardım. Yeni yıl denince neler geliyor aklıma diye düşünürken aşağıdaki cümleler ekranın üzerine yayıldı.

Yeni yıl demek eskiden kartlardı, büyüklerin el öpülmesi idi, şimdi ise internet ortamı için yaratılmış kartlar ve sms için uydurulmuş sözlerdir. Yeni yıl olduğunda birbirimize göndereceklerimiz şimdiden hazırdır.

Yeni yıl demek takvimlerin değiştirilmesidir. O yüzden takvimler için çalışmalar yapılır, her firma kendi reklamını yapmak ve müşterilerine vermek için bastırır. Takvimlerin hazırlıkları yurtdışında aylar öncesinden yapılmasına rağmen, bizde hep son dakikada olur. Genelde bizim takvimlerimiz o yüzden özensiz ve duygusuzdur! Birbirine benzeyen ve sadece alt tarafta yer alan yazıların değiştiği şablon takvimler elden ele dolaşır. Yurt dışında önemli firmaların takvimleri birer ‘kült’ örneği olarak saklanır ve çok büyük paralara satın alınır. Bunun en güzel örneği Pirelli’dir. Pirelli takvimleri aylar öncesinden gazetelere ve internet ortamına düşer. Orijinal baskısına sahip olmak önemlidir. Bizim takvimlerimiz birbirine benzeyen ve daha çok milliyetçilik duyguları ya da başka duyguları okşayan şekilde yapılmaktadır. Pirelli takvimlerinde olduğu gibi büyük masraflar ve çekimler yapılmaz.

Yılbaşı için haftalar öncesi sokaklar ışıklandırılır, kestane satanlar sokakların ayrılmazlarıdır. 31 Aralık gecesi içki fiyatları, yılbaşı eğlence ürünleri yeni yıla yaklaşırken artar, sokak tezgahlarında kopyaları ile birlikte satılır. Sokaklarda yılbaşında hareketlilik artarken, cebinde parası olanlar farklı eğlence mekanlarına gider, genel ise teve ekranı önünde kuruyemişini yer ve eğlenenlere bakarak eğlenmeye çalışır. İstanbul Taksim Meydanı’nda ise, turist kızları sıkıştırmak ve elleri ile yoklamak için ‘abaza’ erkekler topluluğu ekranların ve polislerin gözü önünde düşüncelerini gerçekleştirme gayreti içinde olurlar. ‘Yeni yıla nasıl giriyorsan öyle geçer bir yıl’ inancı gereği, ellerini boş bırakmak istemezler!

Son yıllarda ise, yılbaşı kutlamalarına karşı direnenlerin mücadelesi ile de ekranlar önünde karşılaşmaktayız. O gün İslami ağırlıklı yayın yapan kuruluşlar tam gün Kuran süreleri okuyanların görüntüleri ve dini sohbet programlar yayınlarlar. Bu sayede Müslüman ülkesinde bu kutlamalara kendilerince protesto etmek ve bir direnişi göstermek istemektedirler. Yılbaşı kutlamaların alternatifini bu yayınlar ile göstermekteler.

Yılbaşı kutlamasının olmaz olmazı kanallar arasındaki reyting savaşı ve aylar öncesinden yapılan çekimler ve sanatçı avı olarak geçer. Bir sanatçıyı aynı anda birden fazla kanalda görmek şaşırtıcı olmamaktadır. Reyting uğruna yılbaşı öncesi ekranların bütçeleri olabildiğine açılır ve bu yapılan çalışmalar aylar boyunca magazin programlarında işlenir. Pahalı gibi gözüken çalışmalar günlük masraflar içinde düşünüldüğünde, tekrarlar sayesinde masraflar minimuma indirir. Aslında ekranlar bütçelerini zorlamazlar bu eğlenceler için ama sıradan vatandaşın bütçesi hep açık verir her yeni yıl eğlencelerinde!

Yeni yıla giriş hep geçmişin muhasebesi olduğu söylenir, o yüzden bir yıl içinde neler yaşadığımızı haber kanaları ve haber merkezleri kronolojik olarak incelerler, fakat benim bildiğim çoğunluk ne yaşadığını değil, o an ne yaşadığına bakar ve Taksim meydanında gelecek olayları dört gözle bekler!

Yeni yıl bütün insanlığa güzellik, sağlık, neşe getirsin söylemleri ile karşılanır ama her gelen yıl geçmişi aratır, o yüzden nostaljik sohbetler daha çok ilgi çeker!

Yoldan…

Yoldan…

Yolculuklar sadece yol kenarında duran gerçekleri görmemize yol açar! Avrupa kıtasını bir baştan bir başa geçenler ile sınırlarda sohbet etme olanağı buldum. Sınırlar ülkenin gerçekliğinin ilk yansıması olarak yer alır.

Almanya’dan başlayan yolculuğum, Türkiye sınırını geçip İstanbul’a vardığımda sonlandı. Ülkeleri gece gündüz demeden geçtim. Gece ve gündüzün yola yansımasını günün kısa ışıkları altında izledim. Amerikan seçimleri geçtiğim bütün ülkelerin gazetelerinde yansıması vardı, fakat ülkeler komşusunda hangi hükümetin ne yaptığına ilgili haberlere ABD seçimleri kadar yer vermediklerini ilk sayfadan yansıyanlara bakarak söyleyebilirim. Ülkeler kendi içlerinde kendi gerçeklerini yaşarken, yollar sınırlar ile ayrılıyordu.

Ülkelerin topraklarından geçerken geçmişi düşündüm. Tarih kitaplarından öğrendiklerimi düşündüm. Binlerce insan bu toprakları kanları ile sulamıştı. Bugün ölenler ayağa kalksalar ve geçmişe doğru yolculuğa çıksalar acaba ne düşünürler? O toprakları hangi ulusun evladı sulamıştı? Ne için ölmüşlerdi? Bugün geçmişin savaşlarının bir önemi var mıydı?

Ülkelerin topraklarından geçerken, yol kenarlarında bulunan tabelalarda izledim ülkenin kısa tarihini. Yol kenarında bulunan sarı tabelalarda tarihi bilgiler yer alıyor ve sizi o toprakların geçmişine yolculuk için davet ediyordu. Müzeler, özel korunaklı yerler. Ortaçağın, belki daha öncelerin izlerini taşıyan tarihi yerleşim yerleri. İşgaller ve işgale karşı direnenlerin hikayeleri. Sarı tabelalar sizi çağırıyor ama sizin zamanınız onları izlemek için yok, kenarından hızlı bir şekilde geçiyorsunuz.

Otobanlar yerleşim yollarından uzaktır, şehrinin ışıkları otobanlara yansımaz, bütün otobanlar birbirine benziyor, sadece yol kanarında duran tabelaların dili değişiyor! Düz ve geniş. Hızlı araçlar için ideal. Otobanlar şimdiki zamanı anlatıyor. Hızlı ve hedefi belli olan yerler. Orada zamanın nasıl geçtiğini ve kaç kilometre gittiğinizi anlamazsınız, çünkü orada zaman durmuş gibidir, ne kadar gittiğinizi ve ne zamandan beri yolda olduğunuzu aracınızdaki sayaçlar gösterir. Bir de birbirine benzeyen tabelalardaki şehir isimleri. Otobanlar teknoloji harikası olarak durur, teknoloji insana nasıl ki zaman kazandırmak için geliştirildi ama sonuç olarak zaman bırakmayan bir durum yarattı. Günümüzde geçmişe göre daha fazla çalışılıyor ama elde ettiğimiz sonuç zamanın yokluğudur.

Ülkeleri birbirinden ayıran sınırlar, sınır kontrolleri ve rüşvetler. En çok rüşvet alan ülke Bulgaristan. Sınırda beş ayrı noktadan geçerken, kontrol edeni kontrol eden bir sistem yaratmışlar. Bu durum bende şu duygunun oluşmasını sağladı, kontrolcünün kontrol edilmesi bile gizli işsizlik olarak duruyor. İnsanları oyalamak için bu yöntemi uygulamışlar. Eğer bir ülkede gelir düzeyi ve yaşam kalitesi o ülkede sınır korumaları rüşvet ile orantısını sergiler. Sınır korumaları rüşveti esas gelir olarak görüyorlar, çünkü her gelenden bir şeyler alıyorlar. Sırp sınır koruması her tır şoföründen 2 Euro para alırken, Bulgar koruma ise bu 2 rakamı yanına sıfır ekliyor. Sınırdan girer girmez, otoban ücretini peşin alınması. Her ülkede değişiyor bu durum, eğer ülke çapında değil de her otoban girişinde almak isteyenlerde var. Sırplar bu konuda daha uzmanca davranmışlar, inşaat halinde bir yer için bile para alıyorlar. Bütün ülkelerin ortak yönü, ülke gişelerinde Euro geçiyor olması. AB üyesi olsun ya da olmasın fark etmeyen bir durum olarak duruyor. Bu ülkeler sanki para birliğine girmiş durumdalar. Bütün ülkeler arasında bir standart yakalanmış gibidir. Global dünyanın yayımlını daha iyi izleyebiliyorsunuz, yolarda giderken. Bütün ülkelerde ortak firmalar durmaktadır. Firma logoları aynı ama logonun altında ya da yanında yazan yazılar farklı. Ülkelerin kullandığı alfabeye göre değişiyor. Bir ülkede gördüğünü diğer ülkede görmek şaşırtıcı değil!

Otobanlarda yol hep aynı, kaç ülke geçtiğini verdiğin rüşvet ve zorunlu vergiler ile öğreniyorsun! Yol eskisine göre daha az yorucu olmasına rağmen, ülkelerin gerçekliğinden uzak, farklı bir dünyada gittiğinizi düşünüyorsunuz.

2 Kasım 2008 Pazar

Üzmez üzer mi?

Üzmez üzer mi?

Üzmez olayı üzmeye devam ediyor diye düşünenler vardır sanırım. Aslında üzmez olayı yeni ve birden çıkmış bir durum değildir, fakat olaylara bakış açısı açısından turnusol işlevi görmektedir. Çağdaş dünyanın normlarını kendisine bakış açısı kabul edenler ve orta çağ düşüncesini kendilerine temel olarak kabul edenler arasındadır. Duruş noktası olaylara bakışı ve haklılık kavramını ortaya çıkarır.

Üzmez olayında onu haklı görenler ile onu sübyancı olarak görenlerin duruş noktalarına bir bakın, bu uçurumun ne kadar büyük olduğunun farkına varmanız için yeterlidir. Haklı görenlerin bakış noktası İslam ve geleneklerinin bakış açısıdır. Yaşadığımız ülkenin yasalarını ve gelişimini insanlığa kazandırdığı yeni bakış açısını ret eden, onların dışında kendi dünyalarından bakışının bir temsilidir.

Vakit gazetesi, yazarı olduğu için ve duruş noktası ile bu konuda savunma durumundadır. Diğerleri ise sessiz kalarak takkiye halindeler, eleştiri yoksa kabul vardır! (Yeni Şafak gazetesi eleştiri durumu bunlardan ayrılmaktadır.)

2 Kasım 2008 tarihli Vakit gazetesindeki açıklamadan bazı şeyleri öğrenebilirsiniz, çünkü onlar duruşlarını açık açık yazmaktan çekinmiyorlar. “Biz Müslümanız. Bizim ölçümüz Kur'an ve Hz. Peygamber'in ölçüleridir.” Bu söylemden çıkarılacak sonuç ortadadır.

Üzmez olayı sıradan taciz olayı değildir, çünkü sürekliliği olan ve yaşam biçimi olarak kabul edilen durumun bugünlerde göze batmasıdır. Küçük yaşta evlilikler, küçük kız çocukların taciz ve tecavüz edilmesi, kimsesiz çocukların başından geçen olaylar geçmişin sayfalarında canlı canlı durmaktadır. Son birkaç yıl içinde bu tip davalar yazılarımın konusu olmuştu. Suç toplu yapıldığında suç olmaktan çıkıyor sonucunu çıkarmıştım, çünkü davalar sonunda toplu yapıldığı için ceza almdan ya da en düşük ceza alarak kurtulanlar ya da yaşları tutmadığı için beraat edenler dava dosyalarında durmaktadır.

Başörtüsü altında saç örtü takmayı bir sembol olarak seçenler, bu gelişmeler karşısındaki duruşları sessiz olmuştur. Saç örtüsünü sıkı sıkıya saçlarını sararken, çağdaş dünyanın benimsediği ve evrensel kurallara karşıda duruşlarını ortaya sererken, bunun bir özgürlük olarak sunmuşlardır. O özgür beyinler bu durumun karşısında nerede durdukları ortada değil midir? Başörtüsü altında saç örtüsü takanların özgürlük mücadelesi diğer özgürlük mücadelesinin önünü aldığında ve onlara destek verenlerin duruşları nedir diye sormak gereklidir. Evet, küçük kıza taciz ve tecavüz özgürlüğünü savunanlar olacak mıdır? Yaşlı adamların küçük yaşta ve reşit olmamış kızlar ile evliliği onaylayanlar var mıdır?

Üzmez ve onun gibi düşünenlere göre regl olmuş kız ile ilişkiye geçilebilinir ve evlenilebilinir, bundan doğal bir şey yoktur. Bunun doğru olduğunu düşünüyor musunuz? Duruş noktanız çağdaşlık mı, yoksa geçmişin alışkanlıkları mıdır?