20 Haziran 2009 Cumartesi

AKP, Kürt sorunu çözmek istiyor mu?

AKP, Kürt sorunu çözmek istiyor mu?

Sol liberal aydınlarımıza bakılırsa çözecek, elini şu ordu bir bağlamasa. Bir de derin devlet var, AKP iktidarını aşağıya atmak için mücadele veriyor. AKP, bu sorunları ortadan kaldırdığı gün, ne Kürt sorunu kalır, ne başka sorunlar!

AKP, Kürt soruna bakış açısını Abant toplantılarında F. Gülen cemaati ile birlikte seslendirmektedir. Bir de seçimlerin öncesinde TRT 6 ile açılımını sürdürmüştü, Kürtçenin çok konuşulduğu illerde Kürtçe bez afişler astırmıştır. Merkezi bir Kürtçe afiş çalışması yoktur, daha çok yerel çalışma içinde bulunmuştur. Bu göstermektedir ki, sorunu yerel olarak görüyor ve orada iktidarı ele geçirdin mi, sorunu kendisine göre çözmüş sayacaktır. Onların iktidarı döneminde hizmette sınır olmayacaktı. Fakat evdeki hesap, Diyarbakır’dan döndü. İstediği kalenin surları yüksek çıktı, kendisi duvara tosladı. Evdeki bulgurdan da oldu, bu arada.

Var olan siyasi partiler sorunu yerel gördükleri için, sorunu tam olarak tarif edememekteler ve bu yerellik bağlamı içinde çözmeye çalışmaktalar. Yerellik içinde sorun daha da karmaşıklaşmakta ve geçmişin parçalanma korkusu ‘Elveda Rumeli’ gibi üzerimize oturmaktadır. Elveda Rumeli’nden sonra ‘Elveda Kürdistan’ denmek istenmemektedir!

AKP Kürt sorununa çözüm bulmak ile yükümlüdür, fakat bu yükümlüğünü hep ‘yarına’ atmaktadır ve bu sayede hiçbir zaman yarınlar tükenmeyecektir. Ekran üzerinde yapmış olduğu açılımı, kağıt üzerinde yapamamaktadır. Çünkü geçmişte almış olduğu kararlar ve sözler, önünde bir bağ olarak durmaktadır. İçinde barındırdığı, 12 Eylül zihniyeti taşıyan Türk ırkçılarının, atacağı her adımda, çelme takma ihtimali vardır. AKP ümmetçi bir parti konumdadır, ANAP’dan dolaylı olarak aldığı zihniyeti içinde barındırmaktadır. Sorun tek boyutlu değildir ve tek boyutlu olmayınca, çok bilinmeyenli denklemde, satranç oyuncusunun zihniyeti ve öngörüsü gereklidir. Fakat bu öngörü onlarda yoktur. Her türlü uluslararası istem, içteki adımların sanal ve ekran üzerinde atılmasına olanak vermektedir, diğer adımı atacak ne cesareti vardır, ne de olanağı!

AKP, bugün Kürt sorununa gerekli neşteri atacak hukuki düzenekten yoksundur. Hukuki anlamda düzenleme yapabilmesi için hukukun yeniden yorumlanması ve değiştirilmesi gereklidir. Buda köklü bir değişimi temsil etmektedir. Anayasayı köklü değiştirecek milli irade henüz yoktur, yaratılması içinde mücadele edilememektedir, çünkü AKP öncelikleri içinde bu düzenleme ön sıralarda yerini almış değildir. AKP kurmayları kasalarını doldurmaktan, çocuklarının geleceğini garantiye almak için uğraşmaktan ülkenin gerçek gündeminden uzak, sanal ve ekran gündemler ile zamanı doldurmakta ve sanal olarak bir kahramanlık yaratılmak istenmektedir. Göstermelik olarak yapılan açılımlar, günlük yaşamın içinde bir nebzede olsa, umut bırakmış olmasına rağmen, kısa zaman içinde bu umudunda tükenmesi ile karşı karşıya kalmış durumdayız. Resmi devlet anlayışı içinde düşünülemeyecek olan sanal açılım, toplum içindeki çatışmalara biraz durgunluk kazandırır gibi olmasına rağmen, birkaç ilde Kürt görünümlü ve Kürtlere karşı saldırıların olması sanal olarak şişirilen balonun çabuk sönmesine sebep olmuştur. Ekranda özgürce türkü söyleyen AKP’li milletvekilleri, kendi kültürünün eşit düzeyde gelişimi için açılımlar yapamamakta, parti başkanın ağzından çıkacak kelimeye bakmaktadır. Başkanı ise, olaya daha pragmatik bakmakta, kendisine uygun olduğunda, adım atmaktadır. Kürt kökenli milletvekilleri, Kürt sorununu parti başkanlarının inisiyatifine bırakmışlar ve bu konuda başkanın vereceği görevlendirmeyi beklemektedirler. Bu durumda Kürt sorunun çözümünü daha da zorlaştırmakta, muhatap olduğunu söylediği siyasi rakibini yok etmek için her türlü manevrayı yapmaktan da geri durmamaktadırlar.

Kısaca AKP, Kürt sorunu dışarıdan itekleme ile küçük adımlar ile ilerlemektedir ve dışarıdan gelen yönelimler yönünde ürkek adımlar atmaktadır.

AKP var olan düzenin değişimini gerçek anlamda isteyip istemediğini kendisine dahi sormamaktadır, gündem ve öncelikleri içinde Kürt sorunun kısa vadede AKP için ön sıralarda yer almadığını son attığı adımlar ile kendisini göstermiştir.

Cumhurbaşkanı ve AKP başkanı kaçırılmaması gereken olanaklardan bahsettikleri sırada Kürtleri temsil ettiğini söyleyen sivil kitle örgütlerine yönelik operasyonlar yapmaktan geri durmamıştır. Kitlesel tutuklamalar, AKP iktidarından habersiz yapılamaz, bu durumda AKP kafasındaki çözüm yolu daha açık ortaya çıkmaktadır. Kürt sorunu muhatapsız ve dış güçlerin belirlediği rota içinde çözülmeye çalışılmaktadır. Kaçırılmaması gereken fırsatlar, kime göre ne anlam ifade ettiği muğlak olarak ortada durmaktadır.

AKP’nin bu konuda açılımı, özgürlükler ve hukuk konusundaki bakış açısı ile orantılıdır. Bakış açısı belli olan bir partiden, ileri ve sonuç alıcı adım beklemek biraz saflık olarak ortada durmaktadır. Var olan partiler (iktidara yakın) içinde, yinede en iyi konumda olanda AKP olduğunu söylemeden geçemeyeceğim, çünkü en azından inkar etmiyorlar! Gerçi iktidara gelenler, Süleyman Demirel’in son başbakan olmasından beri, realite olarak tanımaktadırlar, ama realite sorunun çözümü için adım atmamaktadırlar.

Orman yangınları başladı!

Orman yangınları başladı!

Orman yangınları güney illerimizde başladı diye düşünmeyin, çünkü orman yangınları güneyde değil, batı güney bölgede başladı. Türkiye’nin en sıcak yerlerinde zaten pek orman yok, oralar çölleşme yolunda emin adımlar ile ilerliyorlar. Çöllerde gözüken karayılanlar bile artık ülkemiz topraklarına geldi.

AKP iktidarı, orduyu teslim almak için her türlü manevrayı yapıyor, ordu düşmanı eski solcuları da kendilerine yedek güç almış durumdalar. Yedek güçler, 12 rakamı ile başlayan darbelerden almış olduğu yaraların hesabını sormak istemektedir, AKP iktidarı ise 28 Şubat’ta yediği tokadın hesabını sormak ile meşguldür. AKP ve onun yandaşlarının birinci hedefi, orduyu; çağdaş, demokrat ve hukukun üstün olduğu bir devlette olması gereken yere çekmek değil, kontrol altına almak için her türlü yolu denemektedir. AKP’yi destekleyen Gülen ve onun taraftarı orduyu kendi kontrolüne geçirmek için her türlü çalışmayı yapmaktan geri durmamaktadır ve bunu açıkça seslendirmektedir.

Bugün yaşananları, ordu ile hükümet arasında bir çatışma gibi algılayanlar vardır, ortada çatışma değil, başka şeylerin olduğu gözükmektedir. AKP, orduyu Ergenekon davası ile köşeye sıkıştırılmakta ve istediği tavizi almak ile meşguldür. (Ergenekon davasının temelini oluşturan ‘darbe girişim günlükleri’ henüz davada isimi geçmiş olmasına rağmen, günlüğü tuttuğu söylenen kişinin davaya müdahil olmamasını nasıl açıklarsınız?)

AKP kurmayları demokrat mı? Demokrat olmayan birileri demokrasi isteyebilirler mi?

AKP, AB ve ABD tarafından ‘sorun’ olarak konulmuş olan sorunlara çözüm aramak ile yükümlüdür. Bunun içinde; demokrasi, insan hakları ve hukuk alanında bazı açılımlar yapmak ile yükümlüdür. Çünkü, hedef olarak ‘göstermelikte olsa’ koymuş olduğu amaca yönelik çalışmak zorundadır. Bu amaç doğrultusunda, liberal eski solcuları da yanına yedek güç olarak almış ve onlar aracılığı ile kamuoyu çalışması yapmaktadır. Bugün, bazıları için AKP demek, demokrasi mücadelesi yapan ‘gerçek demokrat ve özgürlük’ partisidir. Bazı sol liberal aydınlar, bugüne kadar üzerine dahi gidilemeyen konuları cesaret ile gündemine alan parti olarak görmektedir, AKP’yi. Gerçekten böyle midir?

AKP’yi denemek için bazı alanlar seçilebilir. AKP’liler dini alanda özgürlük istemekteler ve dini cemaatlerin gerçek laiklik ilkesinde olduğu gibi, özgürce örgütlenmelerini dillendirmekteler. Bu dillendirme alanında dikkat edilirse, devletin dini konularda elinin çekmesini ve bazı tarikatlara ve mezheplere devlet yardımının kesilmesi için herhangi bir şey yapıyorlar mı? Var olan uygulamanın devamcısı konumdalar ve bu konuda değişim yapacaklarına daha çok örgütlenmeye ve kadroları genişletmeye çalışmaktalar. Din özgürlüğü söylemi içinde, Alevilere yönelik yapmaları gerekene açılımların hangi adımını bugüne kadar atmışlardır. AB mahkemeleri tarafından alınan, din dersi zorunlu olmaktan çıkarılsın kararı neden bugüne kadar uygulanmaz? ‘Alevi Çalıştayı’ adı verilen toplantılar neden uzun bir süre sonra AKP hükümeti gündemine aldı? Bu sayede bazı Alevileri yanına mı çekmek istemektedir? Göstermelikte olsa bir açılım mı yapmaktalar, çünkü dinden sorumlu bakanları ve diyanet işleri başkanlığı Alevilere karşı bakışlarını açıklamaları ile değiştirmiş gözükmüyorlar. Türbana özgürlük için imza kuyruğuna giren sözde aydın solcular, neden din alanında tüm kısıtlamalara karşı olduklarını ve diğer alanda kısıtlamalar kalkmadan türbanın da özgür olamayacağını dillendiremiyorlar. Bugün türban özgür olsun diyenler, daha sessiz ve dillerinin ucu ile söyledikleri özgürlüklerden yüksek ses ile neden konuşmazlar? Özgürlük birileri için evet ama AKP çıkarına uymayanlar için özgürlük yok!

Özgürlük anlayışı, AKP amacına uygun olduğunda bir anlam ifade ediyor ve dillendirilmesinde bir sakınca yoktur. Diğer özgürlükler sırada bekleyebilirler!

Hukuk kavramı da AKP’ye uygun olarak yönetilmektedir. AKP çıkarlarına uygun yaslar ışık hızı ile geçerken, AKP amacına uymayan ama çağdaş dünyada olmaz ise olmaz yasalar meclis kürsüsüne dahi gelmez! AKP hukuku ve uygulamasını kendi amacına göre yorumlamakta ve kendi denetimi olan yerlerde anlayışına uygun karar alabilecek hukuk adamlarının olmasına özen göstermektedir. Çünkü yüksek olarak kabul edilen tüm mahkemelerin atamaları hükümetin denetiminde ve bilgisi dahilinde olmaktadır. Aynı mahkeme birbiri ile çelişen kararlar alabilmekte ve her yüksek mahkemenin açılışında bu kararlar ve hukukun üstünlüğü kavramı tartışılmaktadır. Hukuk, bugün içinden çıkılamayacak bir kargaşanın içindedir. Bu kargaşa yaşamın her alanında kendisini göstermektedir. Kazanılan hakların geri dönüşümü olmaz ilkesi bile artık raflarda yerini almış durumdadır. Mücadele ile kazılan haklar, bir hükümet kararnamesi ile rafta yerini alabilmektedir. Meclisten geçen hukuk kuralları bile, gerçek anlamda müzakere edilemeden ışık hızı ile geçmekte, daha sonra alınan kararlardaki çelişkiler gün yüzüne çıktığında, çözüm arayışına gidilmektedir.

AKP, hukuk anlayışını kendisine göre yorumlamakta ve ona göre adım atmaktadır. Gerçek anlamda hukuk devleti ilkeleri gereği olan, herkese eşit düzeyde yaklaşım bu dönem içinde varlığı tartışma götürmektedir.

Bugün ülkemiz çölleşmeye devam etmektedir. Gün be gün ormanlarımız yanmaktadır. Orman yangını sırasında şehitler vermekteyiz. Bu çölleşme siyasi yaşamımıza benziyor mu diye sormadan geçemeyeceğim? Çünkü o kadar bir çölleşme yaşanmaktadır ki, güneşin yeryüzüne yansıdığında (çöllerde) oluşan göz yanılmaları, bugün aydınlarımız arasında yaygındır ve onlar gördüklerinin gerçek olduğuna inanmaktadırlar.

Çağdaş, demokrat ve hukukun üstün olduğu, gerçek özgür ve bağımsız Türkiye savunucuları dünde vardı, bugünde her türlü olumsuzluğa rağmen varlığını korumaktadır. Çölleşen siyasi yaşam içinde onlar vaha olma özelliklerini koruyorlar.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Kol kırılır…

Kol kırılır…

Eskiler derdi, içte yaşadıkların içte kalsın, dışarıya yansıttın mı kötü olur, kurumumuz zarar görür. Kurum zarar görürde, kişi zarar görmez mi? Kurum mu önemli, kişiler mi? Kurumu ortaya çıkaran kimler?

Kurum kişilerine sahip çıkmalı, onlara her yerde sarılmalı, içeride ve dışarıda. Bizde nasıl oluyor? Kurum içinde her türlü haksızlığı yap, sonra dışarıya dön, ne mükemmel kurum biziz de. Emek mücadelesinden bahset, özgürlükten bahset ama içeride bunlardan hiçbir olmasın. Demokrasi mücadelesi diktatörlük ile verilir!

Kurum içinde anlaşmazlığa düşüp, kurum dışına düşenler, kurum zarar görmesin diyerek susarlar. İçten içe kendilerini yerler ama nedense konuşmazlar. Düşmana bir neden mi olalım? Kurum bizim, yaşamalı! Bireyin biri o yolda ayrılmış, eziyet görmüş, haksızlığa uğramış önemli değildir. Dost bildikleri ile, kurum içindeki düzensizlikten konuşur, hatta kurum içi tartışmalarda en ağır eleştiriyi verir, sonra dışarıya düşünce hiçbir şey olmamış gibi davranır. Dürüstlük bunun neresinde?

Kurum, dürüst olmaz, çünkü her türlü iç işleyişini dışarıya kapatarak kalın bir duvar örer. İçeride ne yaşandığını genel kongrelerde dedikodu olarak duyulur ama o kadardır. Dışarıdan kimsenin bu duvarı aşmasına izin verilmez. İçte ise, her türlü ayak oyunu ve iktidar mücadelesi sürer gider. Dış dünyada ki gelişmeler ise, çok farklı boyutlarda devam eder. Kurumun bir odak noktası vardır, o odak noktası içinde dünyanın kendi etrafında döndüğünü sanır. Bir girdap oluşturulur, o girdabın içinde yaşayanlar kendilerince mutludurlar, her türlü haksızlık onlar için doğal gelir ve tartışılmasını bile garipserler.

Söz söylenir içeride kalır, sözün dışarıya çıkmasını ise anlayamazlar. Dışarıya çıkaran ise haindir ve o hain, ne yaşıyorsa hak ediyordur!

Kurum dışına düşmüş ama kurumun işleyişini iyi bilenin ayağına kurumun başındaki gider, ne yaşadıksa içte kalsın diyerek el altından sopa gösterir. Zaten kurum dışına düşen ama dostlar arasında şikayet etmekten geri durmayan ise, o kurum zarar görmesin diyerek susar. O el altından sopayı görür ve diline kilit vurur. Dili ama dostlar sofrasında dışarıya çıkmamak kaydıyla açılır. Yeter ki kurum zarar görmesin! Kurum oluşturmak o kadar kolay değildir. Kurum mu önemlidir, kişiler mi? Kişiler gelir geçer ama kurum ayakta durur! O halde her türlü haksızlık karşısında sus ve otur! Konuşanı ise görmemezlikten gel. Hatta konuşanı, neden konuşuyor, ne hedefliyor, diye kendi kendisine soran zavallı müritleri sessizlik içinde kınarlar. Mürit, kurumu için her şeyini verendir, sorgu ve sual etmez. Elinde ne varsa verir, yeter ki kurum yaşasın. Kurum eldekilerini vermeden yaşayamaz! Mürit, sonsuz inanmıştır, o kurum olmadan yaşayamayacağına inanan ve özgüveni olmayan demektir. Özgüveni olsa, dışarıdan bir bakabilse, o kurum içinde neler yaşandığını, nasıl haksızlıkların olduğunu görür. Birileri ham hamam sahibi olurken, birileri öteki dünyada yerini sağlama alma mücadelesi içindedir.

Kendi kurumu dışında olan kurumların çalışmasını eleştiri göz ile izlerler. Dini siyasete ve ticarete kattığını iddia ettiği karşı kurumu olabildiğince eleştirir, onun haksızlıklarının mahkeme önüne çıkmasına sevinerek bakar, fakat kendisi oldu mu sorgulanamaz!

Dini kendi siyasi hedefi için kullandığını hiçbir zaman kabul etmez. Din kullanılmaz yaşanır. Karşı tarafta yer alanlar ise dini kullanır ve hedeflerine doğru örgütlenir!

Karşı taraftakilerinin içe kapanık yaşantısı ve içte toplanan paraların birileri tarafından kullanılması ve birilerinin zengin olması eleştirilir. Hatta onların kurmuş olduğu birlikleri olabildiğince kamu önünde tartışmaya açmak için yayın organlarında yazılar yazarlar. Fakat kendisinin yaptığı ve içeriği aynı olan örgütlenme oldun mu, kuruma zarar gelmesin diyerek göz nuru gibi bakılır ve onlar gibi hedefleri olmadığı için göz kapanması istenir.

Eleştirdiği kuruma o kadar çok benzerler ki, o benzerliği bile göremezler, çünkü kendileri kendileridir, onlar değildir. Öteki olmadıkları içinde her türlü haksızlık görülmez, konuşulmaz, duyulmaz! Duyulduğunda ise, görmezlikten gelinir. Hatta haksızlık yapan, hırsızlık yapan kollanır, korunur, yeter ki dışarıya karşı güçlü görünülsün! Güçlü görüntü vermek gerek ki, müritlerinin gözünde başka anlamlar yüklensin!

Birbirini eleştiren kurumlar ne kadar çok birbirlerine benzerler. Sadece kullandıkları semboller farklı, öz aynı olduktan sonra ha o, ha bu!

16 Haziran 2009 Salı

Yol TV kimi temsil ediyor?

Yol TV kimi temsil ediyor?

Yol TV konusunda yazmaya devam edeceğim bugünde. Çünkü giriş bölümü biraz uzun oldu. Sanırım üç yazı olarak elinize ulaştı. Bu uzun giriş sonunda yazının bir de gelişme bölümüne başlayayım. Girişi bu kadar uzun olunca gelişme ve sonuç bölümü ne kadar olacağını siz düşünün!

Yol TV bir iddia üzerine geldi ve o iddiasını sürdürmek için AABF binasının altında yayına başladı. Yayına başladığında o çatı altından yapmasına rağmen, onun çatısı altında olmak istemedi. Yayının ilk başladığı günlerde bol klip ve tanıtım yazıları ekrandan hiç eksik olmadı. Hiç anımsayanız var mı, bu ünlü ilkeleri? İlkelerde neler deniyordu? Çağdaşlık, emeğe saygı, hukukun üstünlüğü… İlkeleri uzattıkça uzatabiliriz. Çünkü o kadar geniş yazılmıştı ki, bu ilkelere bakıp da iddialı olmadığını söylemek görmezlikten gelmek olur. Biz görmezden gelmeyelim ve o ilkelerin hayata geçişini izleyelim! Çünkü o kadar iddialı olsun ve sonra içi boş bir kanal olsun, olacak iş mi?

Hadi ilkler bizim anayasamızda ve yasalarımızda yasalar gibi olsun! Çünkü bir kez delinmekle bir şey olmaz, kağıt ayrı yazar, uygulama başka… Geldiğimiz ülkenin yansımasını burada da yaşayalım, bir şeylikten bir şey olmaz!

Başlangıçta kimler vardı, şimdi kimler var? Kimler bu kısa dönemde genel yayın yönetmenliğinden geçti gitti, kaç çalışan bu dönemde Yol TV içinde bulundu, kaçı parasını aldı, kaçı alamadı? Kaçı hangi sorunları yaşadı?

AABF adı üzerinde Almanya alevi örgütlerini temsil eder. AABF Avrupa alevi derneklerinde bir standart getirdi, Alevi Kültür Merkezleri. Alevilik Avrupa topraklarında bu dernekler etrafında AABF’ye bağlı olarak örgütlendiler. Başka örgütlenmelerde var elbette, onlarda başka adlar altında Türkiye’deki örgütlenmenin yansıması konumdadır. AABF ise örgütlülüğü Avrupa örgütlenmesine dayanır. Diğerlerinden ayrılan en önemli farkı buradadır. Yayın organı ise Alevilerin Sesi dergisidir. Ayakları Avrupa’da gönülleri Türkiye’de olan Alevilerin çatı örgütlenmesidir.

Çatı örgütlenmesi elbette gönlü olan topraklara ulaşacak yolu arar ve teknolojinin ucuzlaması sonucu ve daha önce Kanaltürk’de ilk Muharrem Sohbetleri adı altında sohbet ile ilk deneylerini yaşamışlardır. Daha önce Mozaik Radyo deneyleri vardır ama orada neler olmuştur, kapanması nedendir gibi sorulara, o deneyi yaşayanlar elbette bu konuda yazı yazacaklardır. Bizim konumuz YOL TV ve onu çatısı altında barındıran AABF’dir. SU TV ile ilk defa yayının olabileceğini görenler, ‘Sessizlerin Umudu’ olmayı duyurmuşlardı. Sessizlerin umudu kısa süre sonra kimin sesi olacağı tartışmaları içinde ayrılığa düşmüştür. Yol TV bu ayrılığın ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Su TV ayrılığı elbette o süreci yaşayanlar anlatacaktır. Çünkü iktidar kavgası o günden ileriye doğru yansımasını göreceğimizi düşünüyorum.

Yol TV sonuç olarak çatısı altında kurulan kurumu temsil etmeye başlamıştır. Bu temsil sorunu bugüne farklı bir şekilde yansımaktadır. Çünkü Yol TV Alevileri temsil ettiğini söylemektedir. Bu gerçek midir? Alevilere sormak gerek, kaç alevi bu kanalın kendisini temsil ettiğini söylemektedir? Bu konuda araştırma yapılmadığından dolayı her şeyi söyleyebilirsiniz! SU TV, CEM TV, DEM TV ve Kanal 12 hepsi Alevileri temsil ediyor mu? Her biri temsil ediyorsa, hangi Aleviliği temsil ediyorlar? İslam içinde olanı mı, olmayanı mı? Ayrı din olduğunu söyleyeni mi, mezhep olduğunu söyleyeni mi?

Bütün kanalların alevi olduğunu yayınladıkları türkülerden mi biliyoruz, yoksa aleviler için önemli olan Muharrem Sohbetleri yapmalarından mı? Bunları kriter olarak alırsak o zaman Kanal Biz nerede durmaktadır? Aleviler için açık oturum ya da tartışma programları baz alırsak, bu sefer kanal sayısı artıyor. Bir kanal Alevileri temsil etmesi neye göre belirlenir?

Muharrem Sohbetleri deyince, içeriklerine hiç baktınız mı? Hani gericiliğe karşı çağdaş dünyanın sesi olacağını söyleyenler, sohbetlerde neler yapıyorlar? Neler konuşuluyor? Onun analizini alevi üzerine yazı yazanlar yapsınlar, çünkü sohbetlerde karşı olduklarını söylediklerinin propagandasını yapıyorlar gibi geldi bana, yoksa öyle değil mi?

Alevileri temsil ettiğini söyleyenler çalışanlarının maaşını vermemesi, acaba Alevilik içinde doğal bir durum mu? Hem insani çalışma hakkı için mücadele ettiğini söyleyen kurumlarda çalışanların mesai saatleri (çalışanlar açısından) neye göre belirlenmektedir? Günde 8 saat mi, yoksa hafta sonları da dahil, haftanın her günü 12 saat mi? İzin konusu ne durumda, alevinin izin hakkı yok mu yoksa? Alevi yorulmaz, yıpranmaz! Alevi işadamı ise, ona karşı direnilmez mi? Direndiği zaman, kuruma zarar veriyorsun diye bastırmak doğal mıdır?

Çağdaş olduklarını duyuranlar, elbette çalışanların parasını vermemek için yalan söylemelerini nasıl açıklanır? Yalan ile uzun süre oyalayanlar şimdi çağdaş ve demokrat mı olmuş oluyorlar?

2 Temmuz yürüyüşüne katılmak için Sivas’a gideceklerin kaçı aleviler içindeki gelişmelere vicdanları ile yanıt verecekler? Toplumun vicdanın hesaplaşması olarak sundukları 2 Temmuz yürüyüşünü, kendi vicdanlarına soruyorlar mı? Alevilik üzerinden nasıl bir hesap içindeler? Geçmişte denenen bir milletvekilliği hesapları mı var? AABF başkanlığı yapanlar bir süre sonra CHP içinde milletvekili olarak ya da yönetimde görmemiz bize neyi anlatmaktadır? Aleviliği kimin bahçesi olarak görüyorlar ve örgütlediklerini kimin arkasından gitmesine çanak tutuyorlar? Bugün Alevilik üzerinden söz söyleyenlerin alevi ilkleri içinde ne kadar alevi olduklarını kim tespit edebilir? (bu soruyu sorarken, geçmişte birilerini düşkün ilan edenlerin ölçülerini baz alırsak soruya yanıt bulunur mu?) Birileri Aleviliği ölçüyorlardı, hani ermeni dönmesi alevi diye suçlayanlarda olmuştu geçmişte, hem soldan gözüküp hem de ırkçı olan alevi şaşırtıcı gelir mi size?

Yazılarımızı artık sorular sorarak bırakacağız, sorulara sizler yanıt verin…

14 Haziran 2009 Pazar

Kriz ortamı!

Kriz ortamı!

Kriz geldi buldu bizi, teğet geçerken, delip geçti dedik!

Kriz geldi, işçiler işyerlerinden olmaya başladı… İşçiler işyerini kurtarmak için her türlü özveriyi gösterdi ama kriz çalışma dünyasındaki yaratmış olduğu travmayı ortadan kaldırmadı…

Kriz piyasayı vurdu, ÖTV ve KDV indirimi yapıldı, elde olmadığı söylenen paralar ile otomobil satışında patlama oldu!

Kriz geldi, eğlence sektörü yara aldı dendi. Hafta sonları eğlence merkezlerinde doluluk oranı araştırılmış olsa, orada kimler kimler ile kolbastı oynadığı ortaya çıkacak! Küçük eğlence yerleri kapılarına kilit vururken, büyük eğlence merkezleri şubeler açmaya devam ediyorlar. Global çaplı mekanlar şimdi tüm dünya caddelerine yerlerini almaya devam ediyorlar!

Kriz ortamı bazı sektörleri vurmadı, onlardan biri futbol!

Futbolculara ödenen paralar ile kaç fabrika kurulabilir, kaç iflas haline düşmüş fabrikanın kurtuluşunu sağlayabilir? Kriz futbola aktarılan paraların göze batmasını sağlar mı?

Şampiyonluk kutlamalarına küçük bütçeleri ile katılanlar, kutlama sonunda bir hafta soğan ile tasarruf yaparken, futbol kulüpleri transfer ataklarına başladı… Bilmem kime ne kadar paralar aktarılırken, kriz dışarıda yaratmış olduğu travmanın etkisi ile olsa gerek soygunlar artmaya başladı. Amatör soyguncular ellerinde silahlarla girdikleri kuyumcuda, kuyumcuya silahını kaptıranlarda arttı!

Kriz sadece ekonomik değil, ülkeler arası seyahatlerde de kriz yaşanmaya başlandı. Uçak firmaları uçaklarını birleştirerek, fiyatları yukarıda tutmaya çalışıyorlar.

Uçakların krize buldukları çare yanında bir de domuz gribi olarak adlandırılan H1N1 virüsü de krizin tuzu ve biberi oldu! Uçağa binenler birbirinin yüzüne bakıyor, acaba yüksek ateşi olan var mı?

Kriz dünyaya nasıl yayıldı bilinmez ama domuz gribi uçak ile yayıldığını söylemek abartı olmasa gerek, çünkü bir anda kıtalar arası grip gidip gelmeye başladı…

Kriz ortamında ilaç fiyatlarını düşük gören bazı ilaç firmaları ilaç üretimi durdurarak ilaçlara zam almaya çalışıyorlar. Hayati önemi olan ilaçların üretiminin durdurulması üzerine kimse konuşmuyor, kriz var!

Kriz var, hangi sektör neden üretimi düşürdüğü ya da kapılarını kapattığını araştırılmış olsa, neler ile karşılaşırdık? Krizi aşmak için birileri borsaya giderken, birileri tatile gittiği görülecektir! Üretim yerine hayali kağıtların alınıp satılmasından para kazanmayı kendilerine iş edinenler, krizden daha çok karlı çıkmak için teknolojinin her türlü olanağını kullanmaya devam ediyor!

Kriz en çok turizmi vurur denildi, dünyanın 7 yıldızları arka arkaya açılmaya devam ediyor. Onlara bakarak, kriz kimi vurduğunu söylemek ne kadar doğrudur?

İşçiler işyerlerinin kapılmaması için her türlü özveri gösterirken, fabrika sahipleri ve borsada hissesi olanlar nasıl yaşıyor? Kriz gerçek anlamda kimi vuruyor? Kime teğet geçiyor?