4 Haziran 2011 Cumartesi

Karaborsa ve ölümler…


Karaborsa ve ölümler…

Karaborsa tarihimiz içinde hep var olmuştur. Ama bugün yaşadığımız karaborsa daha farklı anlamlar içeriyor, çünkü karaborsa adam öldürüyor.
Geçmişte, 5 cente muhtaç olduğumuz günlerde, karaborsa kıt olan ürünler üzerinden oluyordu. Ürün fazla değildi, üretim kısıtlıydı ve planlı bir şekilde üretilen mal; el altından piyasaya sürülerek pahalı satılıyordu. Bu durum yerli sermaye için yaratmak için kullanılıyordu. Yerli sermeye birikimini karaborsanın işleyişi sayesinde oluşuyordu, çünkü sanayisi olan ülke değildik, bir bakkaldan burjuva yaratmak kolay iş değildi. Liberal ekonominin şartı yerli sermeye sahiplerinin olmasından geçiyordu. Planlı bütçeler ile, planlı bir şekilde ‘yerli’ vatandaşlarımızdan sermayedarlar yaratıldı. Devlet fabrikasından üretilen, devlet eli ile ihraç edilen ürünler bu yeni sermaye sahiplerinin depolarından piyasaya sürülmesini sorgulamak için bir neden yoktu, devletin tercihi buydu zaten. Karaborsada birikimler borsada değerlendirilir olduktan sonra zaten bir çok ürün tüketimi serbest kalmıştı ama karaborsa başka ürünler içinde kendisini göstermeye devam etti. 24 Ocak karaları ile mal girişi için vize duvarlarının kalkması ile birlikte, karaborsada belirleyici olanlar kendilerini borsa içinde buldular birden. Mal alım fiyatı ile satım arasındaki fiyat farkı olmadığı için mallar üzerinden karaborsa olmadı. Alım gücünün sınırlı olduğu zaman diliminde, borçlandırarak tüketim çılgınlığı teşvik edildi. Olmayan para karşılığında, tüketen olduk...
Karaborsa, yalnız ulusal sermaye birikimi amacı ile kullanılmaz, bugün yaşadığımız zaman biriminde olduğu gibi, karaborsa ideolojik inancına göre toplumun tasarımlamak içinde kullanılabilinir.
Devlete yeni biçim vermek isteyenler; ekonomiyi iyi yönetirlerse, istedikleri bir toplum oluşturabilirler, çünkü ekonomik araçlar silah olarak kullanılabilinir. Tüketici toplumda bu daha rahattır, çünkü tüketicinin alışkanlıklarını ve beğenilerini değiştirdiğiniz an, talep belirlenmiş olunur. Talebe göre arz hemen yaşamda yerini alır. Piyasa boşluk kaldırmaz.
Devlet mekanizmasını iyi kullananlar eğer isterlerse bütçe açıklarını da bu ekonomik /ideolojik tercihlerine göre kullanarak kapatabilirler. Bugün, devletin bütçe açığını ve giderlerini direk vergilerden daha çok dolaylı vergiler ile karşılaması tesadüfi değildir. Tüketici, devlete her aldığı üründen bir dolayı vergi verir. Bu vergiler ile devlet işleyişini ve sürekliliğini korur.
Sigara ve içkiye yüklenen vergiler, benzine, elektriğe, doğal gaza yüklenen vergiler devletin tercihleri ile bire bir ilişkilidir. Benzin, doğalgaz ve elektrik, su gibi yaşamımızın olmazsa olmaz tüketim ürünlerimizin şu anda yaşamakta olduğumuz piyasada karaborsası oluşmamaktadır, çünkü alternatif ürün satıcısı yoktur. Devletin belirlediği firmalar bu alanda aldıkları vergilerin bir bölümünü devletin kasasına aktarırken, bir bölümünü de yeni yatırımlar için teşvik olarak geri almaktadır. Sigara ve içki konusuna gelince, bu alanda denetim dışında veya denetim içinde karaborsanın oluşması kaçınılmazdır. Çünkü ürün, üretim ile tüketim arasındaki fiyat uçurumu vergilerden oluşmaktadır. Dolaylı olan bu vergileri vermeden piyasaya ürün sürümü de kolaylaşmaktadır. Bu fark, elbette dışarıdan veya kaçak olarak üretilecek ürünlerin el altında piyasaya sürümünü yaratacaktır. Eğer fiyat farkı çok yüksek olmazsa o zaman karaborsa için kimse elini kımıldatmaz. Demektir ki karaborsa olması için üretim ile tüketim arasında fiyat farkı olması yeterlidir.
Bir ülke bir ürün üzerine aşırı derecede fiyatlandırarak devlet giderlerini bu farklardan sağlamayı planlıyorsa, doğal olarak karaborsanın da oluşumunu desteklemiş olmaktadır. Bu karaborsanın oluşumu denetim dışı ürünlerinde piyasada olması anlamına gelmektedir. Denetim dışı ürünlerde sağlığa ne gibi zararlar verdiği bilimsel çalışma ile ortaya konamazken, yaşanan ölümler bu denetimsiz ürünlerin hangi sonuçları ortaya getirdiğini çıplak gözlerin önünde ortaya sermektedir. Denetimsiz piyasa, yeni zenginleri oraya çıkarırken, halk sağlığını da yok etmektedir.
Ülkemizde yaşanan karaborsa devlete yeni biçim vermek isteyenlerin halk sağlığını yok saydığı anlamına gelmektedir. Karaborsanın oluşumunu sağlayanlar, karaborsa üzerine polisiye tedbirler ile gitmeleri küçük bir dalgalanmaya sebep olabilir ama asla karaborsanın ortadan kalmasına neden olamaz. Bu şartlar olduğu sürece karaborsa var olacaktır.
Karaborsa ne zaman ortadan kalkar?
Üretim ile tüketim arasındaki fiyat farkı ortadan kalktığı an karaborsa diye bir şey olmaz, çünkü karaborsa için kimse kendisini riske atmaz.
Bugünlerde içki yüzünden yaşanan ölümlerin tek sorumlusu üretici konumda olanlar değildir, bu duruma olanak tanıyan alınan kararlar ve bu kararları alanlardır. İşin kolayına gidip devletin cari açığını bu şekilde kapatmaya çalışanlar, daha büyük bir açık yaratmakta ve bu açıkta insanlar ölmektedir, sakat kalmaktadır. Kısaca halk sağlığı alınan ekonomik kararlar ile bire bir ilişki içindedir. Suç, tek başına karaborsa değildir, karaborsada hareket eden kara para sahipleri değildir, onlara bu olanağı veren koşullardır.
İsmail Cem Özkan

31 Mayıs 2011 Salı

Yüzleşmek!

Yüzleşmek!

Yüzleşmek, tarih önünde olur ancak. Tarih yazıcıları, tarihi para verene göre yazmaya başladığı günden beri yüzleşme tarih önünde olmadı. Para verenlerin ve erk sahiplerinin kurmuş olduğu göstermelik mahkemelerde ise yüzleşme yerine, kendilerinin gerçek yüzlerini kapatma davaları olmuştur. Nürnberg davası buna örnektir.
Tarih önünde; yakın tarihimiz ve uzak tarihimiz içinde insanlar yaşadıkları ile yüzleşti mi, kimler yaşananların gerçek yüzünü görebildi? Baba İshak isyanı ile yüzleşildi mi? Ya Ermenilerin zorunlu göçü? Ermeniler ile birlikte gidenler kimlerdi?
Yakın tarihimiz içinde son otuz yıldır adı konulmamış ‘düşük yoğunluklu’ savaş devam ediyor ve savaşın sonuçları henüz ortada yok, çünkü savaş sonlanmadı, devam ediyor. Savaşın kurbanları ve katillerine durmadan yeni anlamlar yüklenerek, algı daha karmaşık hale getiriliyor, süreç karmaşıklaştıkça cephelerde o kadar karmaşıklaşmaktadır. Ve savaş karanlığın içinde, daha kanlı hale geliyor.
Tarih, sayfasına kan ile notlar düşmeye devam ediyor, tıpkı insanların toprağa kan içinde düşmesi gibi.
Devam eden savaş ile yüzleşilebilinir mi? Ancak bir bölümü ile…
Savaş durmadan yüzleşme olmaz, durduktan sonra zaten taraflar anlaşmış olacak ve para verenin kalemine göre tarihçiler, tarihi yazmaya devam edeceklerdir… Mahkemeler, gücü elinde bulundurana göre kararlar vermeye devam edecektir. Aynı dava üzerine birden çok farklı kararlar açıklanması, o davanın hangi süreçler içinde, kimin iktidar olduğu ile bire bir ilişki içinde olacağı açıktır.
Erk, kanunları da kendi çıkarına uygun yorumlar ve düzenler.
Sivas yangını davası bugün farklı kanallara doğru yöneliyor. Kurban ve katili belli olan yakın tarihimizin içinde, farklı katiller yaratılıyor, farklı kanallardan kafalar karıştırılıyor. Tarih yazıcıları farklı şeyler yazacak, mahkemeler farklı. Savcılar iddianamelerinde ise hepsinden farklı şeyler yazacak…
Tarih, erk sahiplerinin olduğu yerde yüzleşme alanı değildir, sadece notların düşüldüğü yerlerdir.
Parası ve erk sahibi olan kendisini hep haklı, tarihi istediği gibi biçim vermeye kadir olarak görür, çünkü tarih güce göre yazılmaktadır.
Tarihi güçlüler yazdığı sürece, yüzleşme olmayacaktır, olamayacaktır.
Erk sahibi olan güçlüler katil olsalar da masum rolü oynamaya devam edecektir… Yaşananları ise haklar vicdanlarında mahkum edeceklerdir…
Son otuz yılın yüzleşmesini kanunlar ile gerçekleştiremeyenler, aklama işine başlamış durumdalar. Göstermelik bir iki sorgu, göz boyamaca dışında yapabilecekleri fazla bir şey yoktur, çünkü iktidar olanlar o otuz yıl önce gerçekleştirilen kararların ürünüdürler, gerçek anlamda yüzleşildiğin de kendileri ile yüzleşileceğini bilirler.
Yüzleşmek; cellat ile kurbanın rollerinin net olarak ortaya konmasıdır ve bir daha yaşanmaması için yasaların ve toplumun yeniden düzenlenmesidir. Bugün dahi cinayetler ve sürgünler devam ediyorsa, toplumumuz hiçbir zaman kendi gerçekliği ile yüzleşilemediğinin kanıtıdır.
Yüzleşmek arınmaktır… Arınmak ve temiz olmak isteyen yoktur bugün, çünkü ellerinin kiri ile beslenmeye devam eden anlayış bugün her kesim içinde varlığını büyüterek korumaktadır.
Kirlemeyi erdem görenler, bugün dahi kirli elleri sıkmayı ve onların verdiği paraya dua edenler toplumuz içinde varlıklarını korumaktadırlar.
Erk sahibi olanlar, kapılarının önüne her dünya görüşünden kapı kulu almayı ihmal etmezler. Kapı kulları ekmek yedikleri kapıya sadıktırlar ve erk sahibinin iktidarı için her türlü özveriyi göstermeye ve celladı korumayı meslek ilkeleri gereği savunmaya devam ederler. Profesyonel kapı kulları bugün erk sahibinin gölgesinden kapıya gelenin dostu gibi gözüküp, onu da kirleterek kapı kulu yapmaya çalışıyorlar. Kapı kulları tarih içinde yüzleşme önünde en büyük engel konumda olmalarına rağmen, en çok sesi duyulanlarda onlardır.
Toplumu kirletenler ile arasında çizgi çizmeyenler, kapı kullu olmaları yakındır. Çünkü vampir ısırdığını öldürmez, kendisinden yapar!
İsmail Cem Özkan

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Aşk örgüt müdür, örgüt aşkı mı örgütler?

Aşk örgüt müdür, örgüt aşkı mı örgütler?
Örgütlerin tarihi ayrılıklar üzerine oturur. Ayrılık çanları her yeni doğan bebe ile başlar, çünkü her çocuk doğduğu yerden ayrılacaktır. Örgütlerde, kuruluşunda ayrılığı içinde barındırır. Örgüt olmanın öteki adı gibidir ayrılıklar. Örgüt içinde ayrılığa karşı verilen tepkiler ise, o örgütün ne kadar demokrat ve toleranslı olduğunu gösterir.
Ülkemiz içinde legal, illegal bir çok örgüt kuruldu ve yok oldu. Siyasi tarihimiz ölü örgütler topluluğu gibidir. Devamlı ve istikrarlı olan tek şey vardır, örgütlerin istikrarlı bir şekilde bölünmesidir.
İstikrarın temelinde ise, hep görmezden geldiğimiz, konuşurken dahi sıkıldığımız bir konu yatar, özel ilişki. Özel ilişkiler bölünmenin temelinde olmasına rağmen, teoride yerini alamaz, çünkü bölünme olduktan sonra, ‘neden’ üretmek daha kolay olur. Kişisel ihtiraslar, egoların çatışması bir çok uydurma teorisinde doğmasına sebep olmuştur. Örgütler, içinden ayrılan parçalar ile gittikleri yola bakarsanız, çizgide büyük kopuş göremezsiniz, normal koşullarda yan yana oturup, sakin konuşmada çözülebilecek çizgi ayrılıkları, bakmışsınız farklı isimlerde örgüt isimler oluvermiş. (Gerçek ayrılıklarda ise ayrılışın teorisi önceden yapılır, sonradan teori uydurulmaz, sonradan teori uyduran örgütler içindir bu yargılarımız.) Her ayrılan, ayrıldığı yere karşı düşmanca duyguyu beslemek zorundadır ve kendi örgütüne kutsallık vermek için anlamlar yaratılmaya girişir, çünkü çatışma ile kendi varlığını tartışmasız yapacaktır. Tartışmasız olduğunda ise, artık yeni ayrılık çanlarını içinde duymaya başlar. Örgütlerin köklerine doğru bakın, bir örgütten yüzlerce örgüt çıkmış, yüzlerce dergi, gazete, broşür, ayrılığın nedenleri üzerine açıklamalar ile ince çizgilerini kalınlaştırma derdinde olduklarını görürsünüz. Ortak çözüm yerine, küçük olsun benim olsun çizgisi, ‘kader çizgisi’ gibi örgütlerin üzerine yapışır kalır. Birlikte mücadele etmenin koşulları küçük zaman dilimleri içinde olmuş olması bile, birlikteliği ortaya çıkarmaz, aksine daha da uzaklaşmayı ve her şeyi bilen ve yorumlayan kadrosunu yaratır. Her örgüt ve üyesi; her konuda bilgi ve fikir sahibidir, bilimsel temeli olmayan ama sözde bilimsellik verilen düşünceler alıntılar ile desteklenir. Ayrılığın temelinde olan kadın artık yoktur, onun yerini başka uğraşlar almıştır. Aşk başka baharadır.
Örgütlerin erkek ağırlıklı olması ve erkek egemenliğinde olması ayrılığın temelinde kadın aşkını bulmanızı daha kolay kılar. Çünkü, örgüt başkanı ve yönetim kurulu (merkez komite üyesi ya da başka isimde olan ekipten biri) üyesi aynı kadına doğru sevgi duyması ve aşk ile bakması ayrılığın ana temelini oluştururken, ayrılık ve kavgada bu aşkı göremezsiniz. Kadına karşı duyulan özlem, ayrılık olarak yansır. Her ayrılıkta kadının adı yoktur…
Örgütler temelde çözüm üretmek için kurulmuştur, toplum sorununa karşı toplu çözüm için bir adrestir. Örgütlerin kutsallığı yoktur, sorun çözüldükten sonra örgüt dağılması kadar doğal bir şey yoktur ama genelde dağılmaz, tutucu ve toplum önünde engel olurlar… Engel olan yapı içinden başka yapıların çıkması doğaldır, çünkü eğer küçülmez ise, toplumun gelişimini engel olabilirler. Örgütlerde bu duruma karşı kendisini kutsallaştırır. Kutsallaşma o kadar boyuta varır ki, örgüt hakkında eleştiri yapana acımasızca saldırırlar, çünkü kutsallığa karşı eleştiri olmaz…
Kutsallık zaman içinde konuşulmayan ve dokunulmayan olur. Her yanlış harekete anlamlar yüklenir ve anlamalar geçmişin izleri içinde bulunur. O kutsallık içinde kimse o kurumun varlık sebebini sorgulayamaz hale gelir. Fakat, her kutsal olanda bir zaman içinde tarihin tozlu rafları içinde yok olur…
Örgütlerin tarihi ayrılıklar üzerine oturmaktadır, eğer örgütlerden ayrılık yoksa orada tarih çizgisini engelleyen büyük bir diktatör vardır demektir. Büyük diktatörler ise, kan ile beslenir. Yaptıklarına kutsallık veren bir cemaat içinde yaşarlar. Onu kutsayan, ona boyun eğer bütün kapı kulları gerekli ilgiyi ve rahatlığı o iktidar olduğu sürece yaşarlar. Yandaş medya, yandaş bürokrat, yandaş güvenlik gücü her diktatörlükte vardır. Diktatörlüğün varlığı, ancak kafasında gerçek, var olan gerçek ile çatışmasında yok olur.
Örgütlerdeki dağılmalara ve ayrılıklara sebep olan kadınları acaba bugün tarihin izini sürenler araştırsa, bu kadınları bir tanısak; tarihin çizgisi ve tarihi yorumlamamızda nasıl bir sonuç yaratır? Kadın örgüt içinde görevi pasiftir, fakat belirleyicidir. Gözlemeyebildiğim, görebildiğim örgütsel yapılarda, üst yönetimde kadının yer almamasının temelinde acaba bir aşk hikayesi yatıyor olabilir mi, ya da aşktan korkunun bir işareti? Soruyu başka şekilde soralım, aşk örgütleri ve örgütlü olanları bir arada tutar mı, dağıtır mı?
Başlığımıza dönersek eğer, aşk örgüt müdür, örgüt aşkı mı örgütler? Bu sorunun yanıtını bu yazı içinde bulamazsınız, sizin yazacağınız yazının içinde saklıdır, o da sessizce kafanızda yazdığınız yazıda saklıdır, o saklı olanı bir gün paylaşırsınız umarım.
İsmail Cem Özkan

Neron yaşıyor, çevresindekiler de…

Neron yaşıyor, çevresindekiler de…
Neron Roma’yı yaktı derler, genelde de öyle bilinir, aslında Neron Roma’da bir bölgeyi yaktı, şehri yakmadı. Adam durduk yere yaşadığı yeri neden yaksın, değil mi, şehri yeniden inşaat ettiği için yaktı dediler ama yeniden inşaat etmediğini bugün var olan yapılara bakarak anlarız.
Neron, Roma şehrinde gelişen yeni dinin mensuplarını geniş bir alanda yer alan binaların içine toplar ve yakar. Yakan aslında yanandır, çünkü o kutsal devlet artık yoktur.
Neron, bina içinde yaşayan insanlar ile birlikte yanarken, yapmış olduğu işi büyük zevk ile izlediği düşünülür. Roma, Neron zamanında Hıristiyan öncesi inancını ve iktidarını savunmaktadır, iktidarını güçlendirmek için kendisinde her şeyi yapmaya kadir olarak görür. Yer altında gelen yeni güce karşı acımasızdır ama yangın Roma’nın kaderini değiştirmeye engel olamamıştır.
Roma, bugün Hıristiyan şehridir ve içinde bu yangının yaşandığı yeri hala barındırmaktadır. O yerin adı Vatikan’dır. Vatikan bugüne kadar gelen kanlı oyunların sahnelendiği bir alan olma özelliğini korumuştur. Koridorlarında binlerce insanın çığlılığını hala sakladığına inanılır.
Neron düşmanını yaktı, dönemin içinde binlerce Romalı bu zaferinden dolayı kendisini kutlamıştır. Bugünün liberalleri gibi zafer çığlıkları adı altında narlar atmış olabilirler, Neron balkon konuşmasında, bugünkü liberallerin adlarını ağzına alarak teşekkür etmiş olabilir.
Neron bugünde yaşıyor, yaşanan olaylara bakarak görebiliriz. Geçmişte kilise içinde insanları yakanlar, Sivas’ta otel içindekilerini alevlerin dumanları arasında bırakmaya özen gösterenlerle akrabadır, Neron.
Neron durduğu yere göre kendisince haklı, çünkü ona bu düşünceyi aşılayan çevresinde çıkarcı insanlar topluluğu vardı…(Paradigma teorisi daha sonra yazıldı ama paradigma tarihin her döneminde varlığını korudu) Devletin bekası, iktidarın nimetleri için öldürmesi gerekliydi, öldürdüğü insanların torunları o topraklarda iktidar oldu, devleti yok oldu. O gün Neron’u alkışlayanlar zemin değiştirip, yeni olanın içinde imtiyazlı yaşamaya devam ettiler. Bugünde Neron’a alkış tutanların torunları, tıpkı Neron gibi yaşanların çevresinde varlığını korumaya devam ediyor, tarihte devamlılıktır önemli olan. İktidar sahipleri alışkanlıklarını ve yalakalarını istikrarlı bir şekilde geleceğe taşımaya devam ediyor.
Neron’u bugün dahi yaşatanlar aslında bizleriz, onun çevresinde olanlara da büyüten ve onlara değer verenlerde bizleriz. Çünkü çevresinde yer alanların yaptığı her olumlu davranışı övüp, öne çıkarıyoruz. Onların yapmış olduğu binlerce hatayı görmezden geliyoruz. Hatta bazı uyanıklar onlara karşı eleştiri yapanlara ‘kıskançlık yapıyorsun’ diye ahmakça onları savunurlar. Ahmakların bol olduğu yerde Neron’da yaşar, onun çevresinde olanlarda. Duruşu olmayanların yaşam tarzı ne yazık ki Neron gibilerin yaşam alanı bulmasına sebep oluyor. Binlerce şehri, köyü yakan Bush’u bugün alkışlayanlar var, alkış aslında Neron’a doğru yapıldığının kaç kişinin haberi var?
Bugün, AKP iktidarının yaptıklarını alkışlayanlar, onun çevresinde olanlar geçmişte Neron’un çevresinde onlar ile akrabalığı var mıdır? Bir devamlılıktan bahsedebilir miyiz? Kendisini tarihçi olarak vurgulayan, eski bir sol örgüt içinde yer almış biri, bugün yaşanan sorunları AKP çözer diye talimat verirken, kimin ile akrabalık kurduğunun elbette bilinci içindedir.
Liberal dünya görüşünde olduklarını söyleyenler, aslında liberalizmi anlamadıkları ve bilmedikleri ortada, çünkü onlar kendilerine her ne kadar liberal deseler de Neron’a alkış tutucularıdır. Muhalefetmiş gibi gözüken ama iktidarı hiç eleştirmeyen bir gazetede gönüllü yazarlık yapanlar, Neron’un çevresinde yer alanlar ile tarihi devamlılıktan dolayı ilişkileri vardır. Kürtlerin eline Türk bayrağı vermek için her türlü ayak oyunu oynayacağını ilan eden iktidardaki bakanlar kurulu başkanı, ana muhalefet liderinin Hakkari’deki mitingini eleştirirken kendini ele vermekten çekinmiyor, saklamıyor da. Neron ve çevresi bugünde yaşamaya devam ediyor. Roma yok oldu, yakılanlar Roma’nın gerçek sahibi oldular. Bugün tarihten ders alıp, Neron çevresinde yer alanları iyi tanımalı ve oluşacak olan yeni yaşam içinde onlara da yaşama hakkı tanınmamalıdır. Tarih tekerrür etmemesi için, bugünü iyi anlamak için geçmişe bilinç ile bakmak gereklidir. Kimler sizin gerçek dostunuz, kimler sizi yakması için Neron’a alkış tutuğunu iyi tespit etmek gereklidir. Bir daha Neron ve Roma olmaması için duruşumuzu ve kimleri dostumuz olarak göreceğimizi iyi tespit etmek zorunludur. Neron’a alkış tutanlar bugün daha varlığını korumaktadır. Neron’a alkış tutanları iyi tanıyın, onlar maskeleri çabuk değiştirdiğini göreceksiniz. Sizin gibi gözükürler, fakat onlar alkış tutucudurlar. Alkış tutanların yanında gönüllü duranları iyi tanıyın, kirletmeyin kendinizi. Neron’a alkış tutanlar, Neron’dan daha kirlidir ve kirliliklerini bugüne ve geleceğe kadar taşırlar.
İsmail Cem Özkan