7 Ekim 2011 Cuma

Röportaj denemesi…



Röportaj denemesi…

Anı röportajlar serisi elimdeki kitapta toplanmış olduğunu gördüm. Zamanı olmayan röportajlarda, sanatçının çevresi ile yakınlaşma, tanıma fırsatını elde ediyoruz.
Mehmet Güleryüz zamana yayarak sanat ve sanatçılar ile yapmış olduğu röportajlarını bir kitapta toplamış. İçten ve samimi olarak sanatın ve sanatçının yaşamına, yaşadıkları zamana dair notlar bulabilirsiniz. Bu röportajlarda istisnai durum var, o da Güler Sabancı ve gazeteci Nilgün Cerahoğlu. Güler Sabancı, sanat eseri satın alan olarak sanırım kitapta yerini almış. Sanattan çok, dönemsel sorunlar konuşulmuş. Ben o konuşmada; sanatçı genelde sipariş üzerine eserini ürettiğine göre, sanat eseri satın alan bir işverenin kitapta yer alması daha önemli belki, çünkü sanatı ve sanatçıların yolunu belirleyenler, sanatın tarih çizgisinde en önemli iz bırakanlar sanatçılar gibi gözükmesine rağmen, aslında sanata para yatıranlar olduğu gün gibi ortadadır. Sabancı ile yapılan sohbette dönemin satın alıcılarının düşüncelerini, onların bu yaşamları nasıl yönlendirdiklerini görmek isterdim açıkçası.
Güleryüzlü Sohberler’de genelde sosyal demokrat görüşteki sanatçılardan seçilmiş, bu durumunda istisnai durum mevcut. Erol Akyavaş.
Erol Akyavaş ile konuşurken röportaj yapanın dili de değişiyor. Demek ki röportajları yapan sanatçımız, dostları ile onların dili ile konuşmayı seviyor. Belki bir saygıdan dolayı olsun, belki başka nedenler ile her röportajın dili, duruşu farklı olduğunu bu 192 sayfa içinde görebiliyorsunuz.
Güleryüzlü Sohbetler Mehmet Güleryüz’ün seçkisi olduğunu düşünüyorum, çünkü röportajlarda tarih yok, tarih notu yerine sanatçıların döneme uygun düşünceleri mevcut. Karikatürden, resme, resimden heykele, heykelden gazeteciliğe, gazetecilikten gazete karikatürüne kadar uzanan bir çizgi içinde kısa bir Türkiye tarihinin düşünsel yolculuğuna röportaj yapanın gözünden bakıyoruz. Sorular bazen kısa, bazen uzun. Soruyu sorarken duygusal yönlendirme mevcut, duygusal sözcüklerin arkasında bir duruşu da yakalıyorsunuz.
Mehmet Güleryüz “Güleryüzlü Sohbetler” Ayrıntı yayınlarından 2011 yılında çıkmış. Raflarda yerini almış olan bu kitapta; sanatçının penceresinden, dostları ile yapmış olduğu sohbetlerin içinde kelimelerin, cümlelerin arasında sizi de davet ediyor.
Mehmet Güleryüz’ü biraz daha yakından tanımak ve düşüncesini, dostlarını öğrenmek istiyorsanız bu kitaba göz atın derim…
İsmail Cem Özkan

Muhalefet olmak “sazan olmak” değildir…

Muhalefet olmak “sazan olmak” değildir…

Bir ülke düşünün, çevresinde her ülke ile kavgalı ve sorunlar içinde yaşıyor olsun.
Bir ülke düşünün, ülke topraklarında yıllardır bitirilmeyen adı konulmamış savaş olsun.
Bir ülke düşünün, bir lideri olsun ve firmalar ile pazarlık yapıp, istediğini yaptırsın.
Bir ülke düşünün, kendisi gibi düşünmeyene yaşama hakkı tanımayan bir lideri olsun, ölenin arkasından ise hak etti desin, umursamasın.
Bir ülke düşünün, iktidarda olanlar mağdur yaparken, mağdur rolü oynamayı sürdürsün.
Bir ülke düşünün, muhalefette olması gerekenler; ülke liderine övgü düzsün, ona cesaretli, büyük ve destek verilmesi gereken olarak görsünler…
En iyisi siz o ülkeyi düşünmeyin, suya sabuna dokunmadan dağlara, ülkelere, macera olsun diye bir yerlere seyahat edin. Seyahat etmek için paranız mı yok, o zaman kadim konularda kafa yorun, matematik rakamlarından anlamlar çıkarmak için kutsal olanları yorumlayın, yeni anlamlar yükleyin ya da uzak doğu nefes alma tekniklerini öğrenin, öğretin, alternatif tıp olarak kullanılan yöntemleri bir seminer sonucunda öğrenin ve hemen uygulamaya geçin… Sonuçta alternatif tıp öldürmez, var olan sorunu büyütür ya da küçültür, yaşasın sanayi tıbbı! Sağlık sorununu sanayi tıp içinde çözmek isteyenler; ilaç firmalarının belirlediği tedavi yöntemini uygulayan hastanelerde, hastane yönetimi tarafından “müşteri” olarak görülen bizler ve hastalara “gerekli işlemi” yapan doktorlara bakın, sorgulamayın, onlar sizin adınıza düşünmüştür ve karar vermiştir. Sadece uyun, sigorta firmanız varsa eğer, masraflarınızı müşterileri yani biler ile yapmış olduğu sözleşeme sınırları içinde karşılayacaktır…
Sağlık, eğitim, ulaşımda bizler birer istatistiki rakam ve müşteri konumundayız, insan değiliz, bizlerin bir yıl içinde ne kadar harcama yapacağımızı istatistiki rakamlar içinde ön görülmüştür, uyalım!
Aman aman hiç birine bakmayın, yorumlamayın, çünkü lider gibi düşünmeyenin sonu gökyüzünü göremediğiniz, ışıkların altı olabilir…
Bir ülke düşünün, komşu ülkenin gelecekteki tasarlanan iktidarı için kendi topraklarında meclisler kurdursun, onlara her türlü özgürlüğü tanısın...
İnsan hakları için her şey…
Evet, her şey insan hakları için olsaydı, parasız eğitim diyen çocuklara uygulananlar da göz önünde olurdu, seçim çalışmasında muhalefetlik yapan ve biber gazının etkisi ile hayatını kaybeden bir emekli öğretmende…
Kendi ülkesi içinde yaşayanlara “insan gözü” ile bakmayanlar, işlerine geldiğinde dış ülkede yaşayanlara “insan gözü” ile bakıp, onların hakkını savunabiliyorlar.
İnsan hakkı ödülünü alıp, sonra insan hakkını ihlal ediyor diyerek, ödülü aldığı elin iktidarına son vermek için asker göndermek, birliğe dahil olmak, henüz iktidar değişmeden, muhalefetlerin bulunduğu şehre bir bakanını göndermek. Ne bu telaş, bu savunucuk demeden, orada neyin pazarlığı yapıldığı ortada değilken, değişen gündemler, değişen gündemi belirleyen iktidar ve onun yandaş medyası… Ve o rüzgara dahil olan muhalefet.
Muhalefet, gündem belirleyenin istediği gibi tepki veriyor, o tepkiler ise iktidarı daha da güçlendiriyor, çünkü iktidarın; kimi insan, kimi koyun, kimi çoban gördüğü konumu gözden kaçırılıyor…
Bir ülke düşünün, iktidar; ülkenin bütün derelerinde santral kurdurmak istiyor, onun için ihaleler yapılıyor. Santral için ihale kazananların ceplerine paralar giriyor, ormanlar, yollar, tabiat yok ediliyor. Uçan kuşların yolları değiştiriliyor, yok ediliyor ve o bölgede yaşayan, sağcısı, solcusu, dincisi her dünya görüşünden vatandaş karşı geliyor ve bir şey yokmuş gibi davranan bir iktidar, muhalefet bu ülkede Karagöz - Hacivat oyununu oynamaya ve gündem değiştirmeye devam ediyor.
Bir ülke düşünün, güneyinde işgal edilmiş ve yeni oluşturulmaya çalışılan bir devlet olsun. O işgale uğramış devletin batı komşusu iç savaş eşiğinde olsun, yıllardır iktidar koltuğunda bir ailenin fertleri olsun.
Bir ülke düşünün, ülkenin doğusunda dünyaya baş tutan ve ülkesinde nükleer çalışma yapan bir iktidar olsun. Onun kuzey ülkesinde ise iktidar kavgası güneydeki iktidar kavgası gibi aileler üzerinden olsun. O ülke ile kardeş olduğumuzu söyleyip, en pahalı doğalgaz alıcısı olalım. Dolar artar, ülke içinde elektrik tüketimi artmadan maliyeti artar olsun… Artan maliyeti sanki elektrik tüketimi artmış gibi gösteren bir enerji bakanlığı olsun… Enerji tüketmek için sanki son otuz yıldır fabrikalar kurmuş gibi sunulsun ama ağır sanayiden, orta ölçekli fabrikaların kapısına kilit vurulsun... Orman arazilerini talan eden altın arayıcısı firmalar, siyanür ile toprağı sulamış olsun… Talan edilen topraklara yerleşim hakkı verilsin, orman arazilerini bilinçli yakanlara af gelsin, onların yaktıkları yerleri orman arazileri konumundan çıkarıp, devlet destekli evler, villalar, residenceler yapılmasına izin verilsin.
Adını anmadan anlattığım ülkeyi bilen var mı? Elbette hepinizin aklından bir yerler geçiyor olabilir… Anlatılan her ne kadar senin hikayen gibi de olsa, tarih sayfalarına bakarsanız bir çoğu ile karşılaşabilirsiniz… bu söz ettiğimiz ülke belki kuzeyde, belki güneyde, onu arayıp bulmak tarihçilerin görevi olsun…
Atlantis gerçekten var mıydı?
Atlantis’te muhalefet olmak sazan olmayı getirdiğinden sanırım, denizin derinliklerinde muhalefet olarak görevini yerine getirmeye devam ediyorlardır. Deniz içinde “sazan” olmak doğaldır, ama yeryüzünde politik arenada ‘sazan’ olmak ise…. Hadi söz burada bitsin, siz nasıl olsa kafanızda o ülkeyi yazmaya, yaşamaya devam edeceksiniz…

İsmail Cem Özkan

Her halk hak ettiği şekilde yönetilir

Her halk hak ettiği şekilde yönetilir

Roma ülkesi; başında ise bir Sezar yani kral. Bir ülke olunca elbette bir yönetici olacaktır, yöneticilere; kral, padişah, başkan ya da başbakan diyebilirsiniz, sonuçta yöneticidir. Ülke içinde ekonomik kriz, dışarıda savaşlar ile meşguldür. Ekonomik kriz yaşayan ülkenin dışarıda başarı kazanma şansı yok gibidir, (‘gibi’diri fazla mı oldu dersiniz?) çünkü savaş para demektir. Ekonomik kriz yaşayan devletlerde ise; bankerler ve bankalar olur, çünkü devlete, halka borç para verirler ve kasalarını doldururlar. Bankası / bankeri olan ülkelerde bir şekilde kriz vardır diyebiliriz, krizin olmadığı ülkede kim, neden bankayı ve bankeri kullanacaktır ki?
Oyunumuzun konusu tarihte belki hiç yaşamamıştır, belki de yaşayan örneklerden biridir. Kara mizah unsuru yaşarken, kara mizah olduğu anlaşılmaz, yaşayanlar çok acı çekerler, onun isteklerine boyun eğerler. Diktatör kendisine diktatör demez, demokrat olarak görür. Birçok kişi diktatör zamanını özlem ile anar hatta, çünkü o iktidarın nimetlerinden yararlanmıştır. Baskı devri bittiğinde birleri artık açıktan iktidar sahibine diktatör der ve genel kabul görür. Onun iktidar olduğu dönemde ise yaşayan halk acısını içine gömer ve yaşadıklarına gülemez, uyum sağlar.
At oyununu kısaca tanıtmaya çalışayım öncelikle; oyun iki perdeden oluşmakta ve tiyatro eseri için uzun sayılacak süreye tekabül eder. Saat 20:00’de başladı, 23:05’de bitti. Oyunu baştan sona kadar büyük keyif ile izlerken, kendinize yansıyan bir aynanın içinde bulabilirsiniz. Hiç sıkılmadan akıcı bir dilin sahnede canlandırmasına şahitlik edeceksiniz. “Hadi” der gibisiniz, sanki duyuyor gibiyim, “artık oyunun konusundan bahset!”
Oyun; Roma döneminde geçiyor, Caligula Sezar’dır. Kumar düşkünüdür. Halkın arasına kılık değiştirerek kumar oynamaya bir pansiyona gitmektedir. Genelde bu durumu halk bilir, gelenin Sezar olduğunu ama bilmemezlikten gelirler. Sezar hiç yenilir mi, elbette yenilmez. Ama bir gün Roma dışında yaşayan bir genç atı ile şehre gelir ve kumara oturur. Kumar oynadığı kişiyi elbette tanımaz, çünkü sikkeler üzerindeki Sezar değildir karşısındaki, o sakal takmış, üzerine başka kıyafetler giymiş biridir. Ve genç, Sezar karşısında her şeyini kaybeder, elinde tek atı kalmıştır. Atı karşılığında kumar oynamak istediğini söyler ama alaya alınır. İkna etmek için atını anlatır ama başta kimseye inandıramaz, fakat atın sesi öyle bir gelir ki, artık roller değişmiştir. Atı karşılığında kumar oynamak isteyen kılık değiştirmiş Sezar’dır. Kaybettikleri karşılığında ve Sezar’a ait olan değişik ülkeleri betimleyen sembollere karşılık kumar son bir kere oturulur ve Sezar kaybeder. Kılığından artık çıkmıştır, genç kimi yendiğini o an anlamıştır ama artık iş işten geçmiştir. Sezar kaybetmenin hayal kırıklığı ve burukluğu içinde sarayına dönerken, genç ülkenin Konsülü olan babasının arkadaşını aramaya çıkar.
Konsül bugünkü anlamı ile başbakandır. Meclis başkanı rolünü de oynar. Roma hukuku içinde önemli konumdadır. Elbette Roma’nın lüks semtinde yaşamaktadır, lüks semtte yalnız değildir, kapı komşusu bir bankerdir. Genç bankerin kızına vurulmuştur, ilk defa göz ile dokunması onu hayatının kadının ismini söylemiştir sanki.
Konsül ile tanıştıktan sonra, yaşadıklarını anlatır ve dedikodu gençten önce konsüle ulaşmıştır bile. Midas’ın kulakları bile bu kadar hızlı duyulmamıştı!
Roma meclisinde senatörler birbirlerinin kuyusunu kazarken, komutanın (Günümüz adıyla genelkurmay başkanı diyelim) hanımı bülbüllerin yoğun olarak bulunduğu bahçeyi istemektedir, yani konsülün evini ve bahçesini istemektedir. Onun sonunu hazırlayacak senaryo hazırdır, uygulaması kalmıştır. Sezar komutanın hanımının elinde bir oyuncak gibidir, çünkü Sezar’ın önünde dahi eğilmemektedir. Sezar’ı elinde bülbül sesini çıkaran bir düdük ile oynatmakta ve isteklerini yerine getirtmektedir.
Krizin olduğu dönemde bir çok baş gider, koltukların sahipleri değişir. Bu Roma döneminde de böyleydi, bugünde oyun bir şekilde aynen devam eder ve Roma tarihten gelen geleneğe karşı gelmez ve Konsülün sahibi değişecektir.
Sezar, mecliste bu değişimi açıklar ama beklenen olmaz, çünkü beklenen ve kendisini konsül olarak görmek isteyen meclis üyesini değil, bir atı konsül olarak atamıştır ve kumarda yenildiği genç ve atın sahibini ise ata bakıcı olarak atamıştır.
Yüze Sezar’ın görüşü ve uygulamasını kim tartışabilir ki, kabul edildi ve yeni yaşama uyum sağlamak için atın dili, kıyafeti tüm topluma hakim olmuştur. Bir at konsüldür ve halk yeni duruma hızlı uyum sağlamıştır.
Atın malzemeleri moda olmuştur, konsül gibi yaşamak için değişim Roma sokaklarına yansımıştır. Bu durum Sezar’ı rahatsız eder. Konsülün ilgi odağı olmasından uzaklaşması gereklidir ve uygun bir yol bulunur. Evlendirilirse göz önünden düşecektir. Ve at ile evlendirilecek genç bakire kız aranır ve başvurular alınır.
Banker bu fırsatı kaçırır mı? Hangi dönemde bankerler veya banka sahipleri güç ile kaynaşmak ve akraba olmak için uğraşmamıştır?
Banker, kızını konsül at ile evlendirmek ister. Yarışmaya katılmak için giderler ama geç kalmışlardır. Bir fırsatını bulurlar ve Sezar ile karşılaşırlar ve Sezar kızın güzelliği karşısında kararını vermiştir. At ile evlendirecektir ama kendisi at kılığına girip onun ile birlikte olacaktır. Kılık değiştirmek onun için doğal bir şeydir ve tabisi olan halk bu durumu bilmektedir. Bülbül bahçesinde tüm kahramanlar buluşur. Kral at kılığındandır ve halk kral çıplak diyecektir. Halk at kılığındaki Sezar’ı bir eşek ile çiftleşmesine zorlar ve bu durum atın sonunu getirmiştir. At öldürülmüştür. Sucuk haline getirilen at artık yoktur ve konsül koltuğuna; konsül koltuğunu kaybedene bırakılır, çünkü Sezar öyle istemiştir.
Ve gökten üç elma düşer ve herkes mutlu olur. Aşıklar birleşir, istedikleri işi yapmak için Roma’yı terk ederler, Roma çalkantılı dönemden kurtulmuş, eskisi gibi sakin ve insanın hakim olduğu yaşama döner. Bundan hem halk, hem de Sezar memnundur. Halk, hak ettiği şekilde yönetilmeye devam edilir… Bugünde devam ediyor mu bu gelenek dersiniz?

İsmail Cem Özkan

At
İstanbul Devlet Tiyatrosu
Kadro :
Yazar: Gyula Hay
Yönetmen : Hakan Boyav
Çeviren : Prof. Özdemir Nutku
Dekor Tasarım : Sertel Çetiner
Kostüm Tasarım : Nalan Alaylı Türkoğlu
Işık Tasarım : Serhat Akın
Dans Düzeni : İhsan Bengier
Yönetmen Yardımcısı : Halil Doğan

Oyuncular
Tolga Evren, Süleyman Atanısev, Metin Beyen, Kaya Akarsu, Müge Arıcılar, Halil Doğan, Özlem Güveli Türker, Zeliha Güney, Ebru Bilingen, Sevinç Niş, Aydın Şentürk, İmer Özgün, Güneş Hayat, Ceyhun Turgut, Nuray Çokol, Tuncay Koçal, Zekeriya Karakaş, Ali Murat Altınmeşe, Berkan Bulut, Dilek Demir, Özcan Akgöz, Berkay Tulumbacı, Salih Şimşek, Kaya Akarsu, İmer Özgün, Aydın Şentürk, Güneş Hayat, Ceyhun Turgut, Nuray Çokol, Tuncay Koçal, Zekeriya Karakaş, Ali Murat Altınmeşe, Berkan Bulut, Dilek Demir, Özcan Akgöz, Berkay Tulumbacı, Salih Şimşek, Eylül Ezgi Yılmaz, İpek Şen