3 Aralık 2014 Çarşamba

Tiyatro yok edilemez!

Tiyatro yok edilemez!

Bazı tiyatrocular ve tiyatro severler hükümetin tiyatroyu ortadan kaldıracağı fikrini taşıyor. Ben o fikirde değilim, çünkü tiyatro bir hükümet istedi diye ortadan kalkmaz.
Tiyatro yerleşmiştir, geçmiş birikimi vardır, geleceğe mesaj taşımaktadır, evrenseldir, sınırları ortadan kaldırmıştır...
Hükümetin amacı tiyatroyu ortadan kaldırmak değil, öyle olduğunu da düşünmüyorum, çünkü tiyatroyu kendi propaganda amacı olarak kullandığı alanlar vardır, fakat etkili değildir, çünkü onun amacı yönünde üretilmiş eserler denizde bir damla kadar etkisi yoktur. Yetişmiş tiyatrocu kadro, geçmişin izlerini üzerinde taşımakta ve yaşama oradan bakmaktalar. Hükümetin amacı doğrultusunda değil, farklı duruş sergileyenlerin parasını veren devlet, yeni konumu ile kendi içinde çelişkiye düşmekte, “madem parasını veriyorum, o halde benim dediğimi yapmak zorundalar” görüşünü maddi güç ile dayatmaktadır ama ‘başarılı’ olamamıştır. Hükümet her istediğini hukuk kuralları içinde düzenlemeler ile yaptığından TÜSAK adını verdikleri yeni bir düzenlemeye giderek tiyatro, bale ve operaya yeni duruşu konumlandırmak istemekteler. ,
Her rejim kendisine uygun hukuk kurallarını dayatır ve toplumu o kurallar içinde bir homojen şekilde hareket etmesi beklenir. Rejimler, kendilerinin ihtiyacı yönünde tarih algısını ve kültürel duruşunu homojenleştirmek için eğitimin bütün araçlarını kullanarak istenilen insan profili yaratılması için mücadele eder. Ulus devleti, homojen bir ulus yaratmak amaçlı, kültür alanın tüm araçlarını amacı yönünde kullanmış, tiyatro, opera, bale millileştirilmesi için sanatçılar desteklenmiş, dışarıdan öğretim üyeleri getirtilmiş ve eğitmen ve sahnede rol  alan sanatçıları yetiştirmiştir. Eğitim politikasının sadece bir parçasıdır. Okullarda çocukların hayalleri yeniden düzenlenirken, yeniden tarih algısı organize edilirken onun bir parçası olan yan etmenlerinde düzenlenmesi bir zorunluluk olarak devleti biçimlendirenlerin karşısında çıkmaktadır. Rejim, yeni kurbanlarını sistem için bıçak altına yatırırken, yeni bir kuşak yaratma amacındadır.
Tiyatro ile popüler hale gelen kültürel alanda değişim bir rejimin ihtiyacı yönünde atılmış adımdır. Bu zamanın dayatmasıdır, çünkü parayı veren Nasreddin Hoca değimi ile “düdüğü” çalacaktır! Devlet adına parayı veren hükümettir, hükümetin uzun süre iktidarda kalmasının getirmiş olduğu “devlet benim, ben devletim” anlayışının yansımasıdır.
Peki, hükümet neden devlet kurumu olan opera, bale ve tiyatroyu devlete ait olmaktan çıkarıp, sermayenin bir para kazanma aracı yapmak istiyor? Bu soruya verilecek her yanıt aslında hükümetin algısı içinde var olan düşüncelerin seslendirilmesidir!
Dünyanın mirası olan klasik eserlerin sahnelenmesi, seyirciye ulaştırılması önemli bir masraf gerektirmektedir ve kamu hizmeti olarak ancak sunulabilinir. O sunumdan kar beklenilmez, beklenildiği an ekonomik ‘verimlilik’ yasası içinde ortadan kaldırılması gereken bir gider hanesi olarak karşımıza çıkar. Devlet işte bu birikimi kendi hükmettiği halkından yoksun bırakarak, izole altında yaşayan bir nesil yetiştirmek istemektedir. Tarih kendisinden başlamasını istemektedir. Kısaca geçmişin birikimi ile bağı koparıp, geçmişinden ve dünya mirasından kopuk bir nesiller yaratırsa, o kadar başarılı olacağını düşünmektedir. Ülkemizde liberalizm geçmiş birikimlerinden kopuk, geçmiş değerleri paraya döndüren, para kazanma için atılan her adımı meşru gören bir anlayışa sahiptir. Bu anlayışın içinde sağ, sol liberal ayrımı yapmadan genel kabul gören bir duruşa sahiptir.
Klasik tiyatro eserlerin ortadan kalkması demek yerine küçük, (hedef kitlesi parası olan seyirci) oda tiyatroların yaygınlaşmasıdır ki, bu da klasik ve büyük bütçeli ve oyuncusu olan dünya mirasının ülkemizin sahnelerine ulaşmaması anlamını taşır. Çünkü oda tiyatrosu yapacak olan özel tiyatroların bütçesi bellidir ve o bütçe ile en az masrafla seyirciye ulaşmak ister... İşte bu az masraf ile ulaşılan eserler hükümetin canını hiç bir şekilde sıkmayacak ve zaman içinde tiyatro algısı bu ülkede yaşayanlar için değişecektir. Başarılmak istenen şey budur.
Tiyatro ortadan kalkmayacak ama tiyatro kültür mirasının önemli eserlerinin bu ülkeden uzaklaşması istenmektedir. Sorgulayan, yeren, eleştirel olan ve sahneyi dolduran eserler bu ülkenin seyircisine yabancı kalacaktır...
Oda tiyatroları konumuna gelecek özel tiyatrolarda devletten alacağı yardım için takla atacak, onların istediği gibi oyunu sahneleyerek küçük eleştiriler dışında bir şey yapamayacaktır. O eleştirilerin de direkt olacağını düşünmeyin, dolaylı eleştiri ile algıya göre değişen cümleler kurulacak!
Devlet tiyatrolarının ortadan kalkması kültürlü, tiyatroyu bilen seyirciyi ortadan kaldırıp, eğlence aracı olarak algılanan bir seyirlik olarak algılanacak tiyatro yaratılacaktır...
Tiyatro ortadan kalkmayacak, ortadan kalkacak olan tiyatro tarihinin en önemli eserlerinin ülkemiz sahnelerinden kalkmasıdır... Ticari olmayan değerli eserlerin yok olmasıdır.
Devlet kültür kurumlarının ortadan kaldırılması veya dönüştürülmesi aslında şu anda gözlemci ve seyirci olanların değişimini beraberinde getirmektedir. Seyircilerin koltuklarının yönünü değiştirip, karanlık salondan aydınlık sahneye bakanların ortadan kaldırılması ve yeninden biçimlendirilmesidir. Seyirci oda tiyatrosunda karanlık salondan bakmayacak, sahne ışıklarının aydınlığı kadar alandan sahnede olanları izleyecektir. Kısaca sahne artık aydınlık olmayacak, dekorlar hiçbir zaman görsel değil, sadece ihtiyacı karşılayacak en düşük bütçeli halde olacaktır.
Tiyatro yok edilemeyecektir, sadece tiyatro algısı değişecektir!

İsmail Cem Özkan

30 Kasım 2014 Pazar

Kelimelerin arasında tatmin oluyorlardı!

Kelimelerin arasında tatmin oluyorlardı!

Bugün yolum kitabevinin önünden geçti, içeri girip sol adına çıkan dergilere bakayım dedim. Dergiler bölümünde her bir dergiye bir dakika ayırsam bir saatten fazla zamanımın orada kaybolacağını hesapladım ve sadece birçoğunun isimlerine bakıp ayrıldım. Demek ki bu ülkede sol adına yüze yakın dergide bir şeyler söyleniyor... Soruyorum şimdi kendi kendime bu dergilerde yazılan kelimelerin kaçı bana ulaşıyor? Sanırım önemli bir bölümünden orada haberdar olduğuma göre, çoğu denizde oluşan dalganın etkisi kadar!
“Birileri kendini dergilerin sayfalarında kendilerini tatmin ediyor” diye içimden geçirdim ama Marks 11. tezinde ne diyordu; “oysa sorun onu değiştirmektir.” diye söylemiyor muydu?
Ne oldu da sol dergi kapaklarının altında kendisini tatmin eder konuma geldi ya da başka söylem ile eylem yapamayan sol, ulusal mücadele arkasına takılmış, onların kazanımlarından doyuma ulaşır konuma geldi?
Sol, sınıf mücadelesi yerine ırk, halk, din, mezhep … mücadelesi yapanların kazanımlarının kendi kazançları görür hale geldi?
Dayanışma yapmak ile mücadele etmeyi bir birine karıştıran, mücadele yerine ‘birilerinin yararına’ diye susup ‘sessizce’ beklemek, onlardan ayrılma olasılığı olan kitle ile bağ kurmak için sipere yatmış bir asker gibi beklemek, sol mu oluyor?
Bu ülkede sol, sol olabilseydi, sol adına bir şey yapacak konumda olabilseydi ulusal mücadelenin içine düştüğü girdap bu şekilde olmazdı. Ne de Kobenê'de ISİD bu kadar rahat saldırı yapabilecek konumda olamazdı, çünkü ISİD’i yaratan kurumlar yaratmaktan/ desteklemekten  önce birkaç defa daha düşünmek zorunda kalırdı. 
Sol, dayanışma ile mücadeleyi bir birine karıştırmamış olsaydı ve görevini yapıp ayakta durabiliyor olsaydı yaşadığımız sorunları daha farklı şekillerde yaşıyor olabilirdik.
Bugün AKP, iktidarın tek değişmez gücü olarak görünüyorsa, karşısında gerçek anlamda solun olmadığındandır. (var olan CHP vb gibi sol adına işlevi olduğunu söyleyenler sadece AKP iktidarının ömrünü uzatmak ve onun tıkandığı noktalarda ona destek ve yol açıcı olma özelliğini göstermektedir. AKP ne zaman bir çıkmaz yola girse onun yedek değneği olarak kendisine Marksist diyen soldan, MHP ve BBP gibi sağın en uç noktasına kadar kesim iktidarın yedek değneği olması tesadüfi değildir.) 
Ulusal mücadelenin sınırı ve gücü bellidir, o sınırı ve gücü ile zaten konumunu ortaya koymuştur, ama sol ne gücü ortada, ne de yapabilecekleri... çünkü sol ortada yok, olduğunu söyleyenler ise dergi ve gazete sayfalarında kendilerini tatmin etmekteler.
Dergi ya da gazete sayfasından "bu gidişatı durduracağız" diye bağırmak hayatta örtüşmeyen bir çığlık olmaktan öte bir anlam ifade etmiyor.
Marks önemli olan “değiştirmektir” der, sol kendisini değiştirememiş hatta yaşadığı travmanın etkisi ile kendisinin yaratmış olduğu geçmiş mücadelenin anıları ile ayakta tutmaya çalışmaktadır. 
Bugün satılan dergilere baktım, kaç kişi geçmişinin değerlerini küçük çaplı da olsa ranta dönüştürüyor diye... Geçmişe övgü, geçmişin kahramanlıklarından destan yazmak satışa etkisi oluyorsa, yazılır! çünkü önemli olan derginin masrafını çıkarmak, gerisi ... bırakalım gerisini isterseniz...
Bütün bunların dışında bir de projeci sol / solcu vardır! Onlar için her şey mubahtır... Para için yapmayacakları şarlatanlık yoktur. Bir gün AKP'den ya da onların iktidar olduğu belediyelerden proje alırlar, o taraflı olurlar.  Bir gün İstanbul Kültür Başkenti projesinden para alırlar o tarafa yönelirler. Bir an ulusal mücadele yapanlardan para alırlar o tarafa yapışırlar, başka gün bir hareket kurulur onun yayın organından itibar almak için yazar olurlar… yani her şey olurlar, yeter ki ün ve para olsun. Ünü olanın parası olur diyerek her yerde kendilerini göstermek isterler... Projeciler bu ülkenin sol damarı için çok tehlikelidir ama projecesiz de sol olmuyor günümüz koşullarında! Her sol katmanın içinde günlük dile vurmuştur artık proje! Şunu da bir projelendirelim arkadaşlar sesi kulağıma dokunur ve geçer! 
Bugün kitabevine gittim, sol adına çıkan bir çok yayını orada gördüm. Sol kendisini var eden sınıfın yanı olan sokak/ işyeri yerine kelimelerin arasında tatmin olmuş şekilde durduklarını fark ettim!
İsmail Cem Özkan