28 Ağustos 2010 Cumartesi

Bir daha üretilmesin postallar


Bir daha üretilmesin postallar

1 Eylül, dünya barış günü. Yıllardan 1939, o gün Alman askerleri Polonya’yı sabah saatlerine postalları, bombaları ile ezmeye başlamıştı. O gün, bir dünya savaşının fitili ateşleniyordu.

1 Eylül, savaşa karşı, barışı sembolize eder, fakat aynı zamanda savaşın başlangıcı ve milyonlarca insanın ölümü ve soykırımı da sembolize etmektedir.

1 Eylül, henüz yaşama merhaba diyenlerin, savaşta ölüm makinesine dönüşeceğini bilmediği bir sürecin ilk adımını sembolize eder.

1 Eylül, ölümün sıradanlaştığı günü sembolize eder.

Bugün, savaşlar olmasın, barış hemen şimdi deme günüdür, çünkü insanlık tarihi 1 Eylül’ü kanlar ile yazmıştır. Barışın değeri, savaşı yaşayanlar bilir, çünkü savaşın olduğu zaman dilimi içinde, insana ait tüm birikimlerin nasıl yok sayıldığı ve mantık dışı ölüm makinesine nasıl dönüştüğünü yaşamıştır.

Bugünde dünyamızın her noktasında savaşlar sürmektedir. Savaşı önlemek için kurulan Birleşmiş Milletler ve onun Güvenlik Konseyi savaşı izler ve savaşa ortak olur konumuna gelmiştir. Savaşa karşı kurulan örgütler, savaştan kasalarını dolduranların denetimi ve yönetimi altına girmiştir. Bunun en çıplak örneğini Ruanda’da yaşadık. Orada, toplu sürgünler, öldürmeler ve soykırım karşısında barışı sağlamak ile sorumlu olanları sessizce izlemişlerdir.

Irak’ın işgali, Afganistan’ın ilhak edilmesi yine barışlı sağlamak ile yükümlü olduğunu söyleyen askerler tarafından ölüm topraklarına dönüştürülmüştür. Asker postalarının değdiği topraklarda savaş ne yazık ki devam ediyor.

Savaşın değişik boyutları vardır, ateşli silahların kullandığı savaşlar ülkemiz torakları yabancı değildir. Savaş yorgunu topraklar, yeterinden fazla kan ile sulandı, yeterinden fazla insan öldü, köyler yakıldı, toprak artık ürün veremez hale geldi. Dağlar ateşe durdu, ormanlar küle dönüştü.

Savaş tüm birikimleri yok eder, çünkü yok edicidir savaş.

Tarihin birikimleri yoktur savaşta, bol kahramanlar ve destanlar olur. Savaş kahraman yaratır, savaş bittiğinde kahramanların adı dahi anılmaz olur. Savaş, insanlık birikimini yok eder ve kendi birikimini yaratır, savaşın birikimi öfke ve kindir.

1 Eylül dünya barış gününde, bir daha üretilmesin postallar diye haykıralım, bir daha üretilmesin silahlar… Eller tetik yerine, sevdiğinizin elini tutsun…

Barış, komşunu düşman olarak görmek değil, bir arada yaşamak demektir. Komşunun dilinde günaydın diyebilmektir, o da senin dilinde günaydın diye yanıt vermesidir.

Savaşa ve şiddete hayır, yaşasın barış!

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Gazete okumuyorum!

Gazete okumuyorum!

Gazete okumuyorum, dinliyorum ve izliyorum. İzlemediğimi gidip satın alıyorum, onda da haberleri okumadan köşe yazarlarına bakıp, izlediğim birkaç yazarı okuyup kapatıyorum.

Gazete okumuyorum, çünkü ilk sayfaları sabah haberlerinin hepsinde okunuyor… Dinliyorum, izliyorum…

Öğlene doğru ekonomi sayfaları okunuyor…

Spor sayfaları okunuyor…

3. sayfaları okumaya gerek yok, çünkü haber programları onları veriyor sadece…

Başbakanın uzun propagandasını ve çok bildik konuşmalarını izlemiyorum, o çıktığında zaping!

Magazin haberlerini sabah dinlemeye gerek yok, çünkü TV kanalları magazin ile doldur, akşam kırmızı nokta saatlerinde her türden ilişkiyi isterseniz bir anda öğrenebilirsiniz. Kim, kim ile tatile gitmiş, kim hangi otelde hangi fındığı kırmış???

Gazete okumak için bana neden kalmıyor, çünkü hepsini izliyor oluyorum…

Köşe yazarların yazılarını bile istersem dinleyebiliyor, izleyebiliyorum.

Gazete, okunmak olmaktan çıktı, sabah kahvaltısında aç ekranı, izle…

Gazeteyi cep telefonunda okumak istiyorsan, tıkla numarayı, gelsin haberler canlı canlı…

Gazeteyi izlemek değil de bilgisayar ekranından okumak mı istiyorsun, bağlan gazete sayfasına her ayrıntıyı oku…

Gazeteler, gazetecilerin dışında işadamların eline geçtiği günden beri gazete olmaktan çıktı, patronun işini ve patronu için gerekli kamuoyu oluşturma aracına döndü. Patronu hükümet ile kavgalıysa gazete de kavgalı, patron ihale alacaksa, hükümetin bütün hatalarını aslında hata yapmıyorlar diyerek doğrultma ve doğru yaptığına dair kamuoyu oluşturmaya döndü…

Gazeteler, patronları için prestij aracına döndü, o günden sonra çalışanlara para yerine bol öğüt verildi, ihale alana yazlık, tatil hediye edildi!

Gazeteler, içinde çalışanları ile alındı, satıldı, devlet el koydu, ihaleye çıkarıldı ve ihalede alan gazetenin yeni patronu oldu ve gazete yeni sahibinin sesine ve rengine dönüşüverdi… çalışanlar ekmek kapısı diye yeni renge hemen uyum sağladı. Cuma günleri patronu ile saf tutmaya özen gösterenler, gazete içinde masaları oldu. Altında çalışanlarına bağırma hakkı elde etti, stajyer kızlar/ erkekler ile kaçamak yapmak doğal karşılanır oldu!

Basın içinde çok satan değil, çok dağıtan prestij kazandırır oldu. Patronlar kendi iş yerlerinde çıkardıkları gazeteleri parasız dağıttı, o parasız dağıtılanlar ise tiraj olarak döndü…

Gazete etkilediği kamuoyu kadar gazete, yaptığı haberlere göre gazete olmaktan çıktı… Ne kadar çok kamuoyunu etkilerse, o kadar işadamları kendi reklamlarını orada yayınlatmak istemektedirler. Reklam gazetelerin içeriğini belirler oldu, reklamlar ana sayfadaki manşetin büyüklüğünü bile belirler konumuna gelmiştir. Reklam veren, kendisi/ firması ile haberi gazetede görmek ister. Gazetede, onun ile röportaj yapmak için bir muhabirini görevlendirir. Eğer iyi para veriyorsa, gönder bir köşe yazarını tam sayfa ayır, para gelecek yerden sayfa cimriliği yapılmaz.

Gazete okumuyorum, izlemeye devam etmek için sabah erken kalkıyor, ekranı açıyorum, yarı uykulu halde yattığım yerden izliyorum, dinliyorum…

Gerçekten, gazetenin görevi ve işlevi neydi, anımsayanınız var mı?

24 Ağustos 2010 Salı

Silah ve propaganda…

Silah ve propaganda…

Reklamlar ve propagandalar insanı aptallaştırma yönünde atılan en önemli silahtır. Propaganda doğumdan başlar, ölüme kadar sürer. Çünkü propaganda üzerine yaşam kurulmuştur. Her şey ama her şeyin bir propagandası vardır.

Okula ilk adım atacaksınız, aileniz propagandaların iz düşümü sonucu oklunu beğenir, o okulda aldığın eğitim seni aptallaştırma üzerinedir, çünkü senin o güne kadar özgür olan hayal dünyanı yok eder ve sistemin çarklarına uygun yeni bir beyin yaratılır. Bu yaratılan beyin, aslında zeki olan seni ortadan kaldırır.

Eğitim, dünyadaki en büyük silahtır ve eğitimin tek tipleştirilmesi süreci tarihi olarak çok yenidir. Bütün ülkenin homojen olmasını savunan ulus devletin propagandası sonucu ve devletin yapılanması sonucu oluşmuştur. Devlete göre tarih ve eğitim!

Devletler, silah üzerine ve düşman üzerine kuruludur. Her devletin düşmanı vardır ve bu düşman ile mücadele vardır. Eğer karşısında devlet yoksa, iç düşman vardır. Tarihe bakın, devlet; ya dış ya da iç düşmandan yıkılmıştır. O yüzden iç düşman korkusu, kardeş katilliğini meşru kılmıştır. En sevdiğin kardeşini iktidar koltuğu yüzünden boğdurmuştur, bu boğma işini de yasal kılmıştır. Ölümü yasal hale getirmek devletin görevidir.

Devlet, her türden silah üretimi ve silah ticaretini kendi denetiminde olmasını ister, tıpkı okulların olduğu gibi.

Silahlanmayı kim/ler teşvik eder? Kim/ler değişik ülkelerde lobi faaliyeti yürütür? Lobi faaliyeti yürütenler, kasalarına ne kadar para götürür? Kim/ler bu işten nemalanıyor ve kimler silahlanmak için meclislerine önerge veriyor? Silah ithalatına/ ihracatına kimler onay vermiştir?

Silahı toptan tüketene devlet denir. Silahı küçük çaplı ve orta ölçekli tüketene terör örgütü denir. Silahı tek tek tüketene ise, bireysel silahlanan denir. Bireysel silahlanmayı bir ülkenin en başındaki teşvik eder, gelen yabancı konuklarına değerine göre silah hediye eder ve silah alır, altın kaplamalıdır!

Silah, ülkeler arasına konuşulan dil gibidir. Silahın vatanı olmaz, sürekli hareket halindedir, ta ki içinden çıkan bir kurşun bir canı alana kadar, ondan sonra mahkeme tutanaklarının ve arşivinin bir parçası olur, dava sonuçlandıktan sonra yok edilir.

Silahı bireysel olarak kullanan kişi ise, devletin eğitim çarkından geçmiş ve aptallaştırılmış bireydir. Bu birey kendisine güvenmez, eksik gördüğü tarafını silahın gücü ile doldurmaya çalışır. Bu eksiklik duygusunun yok edilmesi ve beslenmesi içinde sürekli uyarıcılar yapılır ve beslenilir. Bu uyarıcılar, geleneklerdir, eğitim sistemidir, ülkenin medyasıdır. Buralardan bilinç altına doğru uyarıcalar gönderilir ki, silah tüketimi bir gereklilik olarak kalsın ve tüketilmeye devam edilsin, hatta markalar arası yarışmaya dönüştürülsün. Markalar arası rekabet tüketimi teşvik eder. Bunun için bilgisayar oyunları, oyunlar gibi aktion filimler mükemmel bir propaganda alandır. Gazetelerin 3. sayfası bu yaşamın bir izdüşümüdür. Bu alanlarda uyarılan birey, kendisini güvende hissetmek için silah almak ve bulundurmak zorundadır. Gereği gördüğünde de düşünülmeden kullanacaktır, çünkü camekanda sergilenecek kadar işlevsiz değildir.

Peki, bireysel silahlanmayı ortadan kaldırmak için ne yapmalı? Çünkü bugüne kadar yapılan yürüyüşler, açıklamalar ve propagandaların etkisi olmadığı yaşanan can kayıpları ile bir kere daha ortaya çıkmaktadır ve gün geçtikçe de bu can almalar daha da büyümektedir. Mantık olarak, o halde sorunun temeline inmek ve o temelinde yer alan uyarıcıları ortadan kaldırmak ile mümkün olur ama bu seferde bunun için oluşturulmuş olan tüm propaganda araçların ortadan kalktığını düşünün; ısısızlığın ortasında tek başınıza kaldığınızı hissedersiniz, çünkü bütün tüketim araçları bir anlamda silahın tüketimi üzerine kurulmuş gibidir. Çocuklar için üretilen oyuncaklar, hızlı yemek yediğimiz yerdeki afişlerden, dağıtılan oyuncaklardan bakın, hepsinde silah vardır, silahı çağrıştıran bir şeyler ile karşılaşırsınız. İzlediğiniz ve zevk aldığınız her filimin içinde silah vardır. Sigara gibi mozaikleştirmeye kalkarsanız, o zaman mozaik arası bir iki öpüşme sahnesi görürsünüz, neyse ki sevişmeler hala silahsız oluyor!

Toplumu aptallaştıran ve bizleri bir birimize düşüren çarkın kırılmasından geçiyor bu silahsızlanma mücadelesi... Ülkemizde Umut Vakfı’nın yaptığı çalışma yeterli değildir, senede bir Taksim’de yürüyüş yapmak, birkaç ilan vermek çok yetersizdir, ama en azından bir karşı duruştur, desteklenmesi gereklidir… Yetersizdir, çünkü sorunun özü ile mücadele yoktur...

‘Silahlar yeryüzünden silinsin, bir daha insan eli silaha dokunmasın!’ çağrısı ütopiktir ama bu ütopyayı seslendirmek de yararlıdır, çünkü o durumda aynı zaman dilimi içinde ‘vicdanı retçi’ olursun... Silahların kullanılmasına olanak sağlayan ortamların ortadan kaldırılması için genel bir politik duruşumuz olur. Bir arada yaşamak ve bu yaşamı sürekli hale getirmek için, silahların ortadan kalktığı, hakların bir birini anladığı ve kendisini geliştirdiği bir gül bahçesini savunmak anlamındadır. Silahlar yerine insanın refahı için çalışan bilim insanlarının desteklenmesi olarak algılarım, bu çağrıyı. Daha güzel bir yaşam için, insan eli silaha hiç değmesin, silahların yeri müzelerdeki camekanların arkası olsun…

Bireysel silahlanmaya hayır!

Bireysel silahlanmaya hayır!

Silah, öldürür. Öldürmek için geliştirilmiştir. Daha seri ve anında öldüren silahların üretilmesi için bilim insanları yıllarca uğraşmıştır. En tehlikeli ve kullanımı kolay olanın nasıl üretileceğine bilim insanları, silah tüccarların emrinde çalışmış, üretmiş ve geliştirmiştir.

En büyük silah üreten ve pazarlayan firmalar; ABD, İngiltere, Çin ve Rusya’dır. Bu beş ülke Birleşmiş Milletlerin Güvenlik Konseyi’nin beş daimi ülkesidir ve bunların onayı olmadan hiçbir karar çıkmaz.

Silah öldürür, ölüm iyi kar getiren araçtır. Dünya ölüm ve paylaşım üzerine kuruludur. Paylaşım öldürme ile mümkün olmaktadır. Çünkü biri, ötekinin elindekini zor ile almaktadır, kendisi rahat yaşasın diye. Dünyanın büyük bir bölümü yoksulluk ile boğuşurken ve yoksullar bir birleri ile kavga ve savaş ederken, öte yandan kendi ülkesi topraklarında hiç savaşmayan ülkeler varlığını korumaya ve yaşam standardın, var olan standartların en üstünde yaşamaya devam ediyorlar.

Bireysel silahlanma, devletlerin silahlanmasından farklıdır, çünkü bireysel silahlar bireye aittir ve o birey silahını istediği yönde kullanma hakkını verir. Devletin izni ile alınmış olduğunda yasal, devletin haberi olmadan alınana ise kaçak silah denir. Fakat ortadaki durumu değiştirmez bu sıfatlar, çünkü silah aynı yönde hizmet eder, öldürür. İster yasal, ister yasadışı olsun, silahın fonksiyonunu değiştirmez.

Silah, dünya piyasası içinde uyuşturucudan daha büyük bütçeye sahip olan kara paranın hareket alandır. Yani kontrol dışı paranın dünyayı değiştirmesi için kullanılmasıdır. Bu para, yasal olarak kontrol edilememiş olsa da, BM Güvenlik Konseyi daimi beşlisi tarafından kontrol edilmektedir, çünkü kara paranın oluşmasına olanak sağlayan piyasa bu beş ülkenin kontrolündedir ve bu beş ülke silahları gizli olarak el altından satan konumundadır. Bu konu resmi belgeler ile kanıtlanamamış olsa da, silahların üretim yerleri ve markaları bunları ele vermektedir.

Bugün, ülkeler arası, ülkeler içi çatışmadan en büyük parayı kazanan ve yıllık bütçelerini buradan gelecek paraya göre; ‘örtülü ödenek’ olarak düzenleyen bu beş ülkedir. Bizim gibi geri kalmış ülkelerde, oradan aldıkları silahları, üçüncü kişilere ve örgütlere satarak bu ‘pazar’ içinde yer elde etmeye çalışmaktadır. Örtülü ödeneklerin ve faili meçhul cinayetlerin finans edilmesi büyük olasılıkla bu silah ticareti ile mümkün olmaktadır, çünkü devlet harcamaları içinde görülmeyen harcamalar, bir kaynaktan beslenmek zorunadır.

Bireysel silahlanma ülkemizde yasaldır, sürekli silah kullanılması ve bulundurması teşvik edilmektedir. Geçenlerde meclise gelen önerge ve önerge değişikliği için verilen tutanaklarda; iki parti (AKP ve MHP) bireysel silahlanama için sanki yarış içindeler. Evde beş adet silah bulundurmaya evet derken, öteki madem evde bulunduruluyor, üzerinde de taşısın demiş. Silah evde durmaz, bir düğün olur, bir maç kazanılır, bir arkadaşınız ile kavga edersiniz, çocuğunuz oyuncak sanır ve ateş alır. Her ateş alması bir kişinin ölmesi anlamına gelir. Bireysel silahlanma sonucu kaç kişi bir yıl içinde hayattan kopuyor? Kaç çocuk büyümeden ölüyor?

Bireysel silahlanma, toplumun en küçük birimine ölümün girmesi anlamına gelir. Doğal ölüm yerine silahın patlaması sonucu oluşan ölüm ve bu ölüm; toplumun yarayan yarasıdır. Bireysel silahlanma var olan bu sistem içinde her biçimde varlığını koruyacaktır, çünkü bireysel silahlanmayı teşvik eden filmler, kitaplar, yazışmalar, sohbetler varlığını koruduğu sürece de var olacaktır. Kahramanlıklar, eşkıya destanları var olduğu sürece, silah tüccarları kasalarına para ile dolduracaktır.

Bireysel silahlanma, bireyseldir ama sonucu bireysel olmaktan çıkmaktadır, toplumsal bir kanserdir. Silah tüccarlarının para ile dönmüş gözlerinin doymaz açlığı karşısında insanlığın teslim olması anlamına gelir. Bireysel silahlanmaya hayır demek, bu güçleri karşına almak anlamına gelir. Onların elinde her türlü gücü kontrol edecek para mevcuttur ve gerek gördüklerinde o güçlerini kullanmaktan çekinmezler.

Bireysel silahlanmayı savunmak demek, ölümü savunmak ve silah ile öldürmeyi doğal olarak görmek anlamındadır. Silah birilerin egosunu tatmin edebilir, çünkü zayıf kişiliği olanlar kendilerini ancak silah ile güçlü hissediyor olabilir, fakat en büyük silah; bilgidir ve bilgiyi kullanmaktır. Dikkat edin üçüncü dünya ülkeleri ve insanları bilgiyi en az kullanandır, onun yerine ateşli silahları kullanırlar.

Bireysel silahlanma, sadece ölümü toplumun her katmanına ve en küçük birimine para için taşımaktır. Bu para da elbette silah kullananın kasasına değil, silahı satanın kasasına girer. Bireysel silahlanmaya hayır demek, bu para akışına da itiraz etmek demektir. Bu beş ülkenin dünyayı istediği gibi biçim vermesine de hayır demektir. O zaman hayır deyin, silah kullanmayın, ölümü içimize almayın!