2 Şubat 2019 Cumartesi

Atanarak gelen başkanlık adayı…


Atanarak gelen başkanlık adayı…

Alper Taş Beyoğlu belediye başkanlığı adayı olarak atandı. Şimdi diyeceksiniz ki o kadar CHP hakkında yazı yazdın, şimdi ne yapacaksın? Elbette CHP hakkında ki düşüncem değişmediği gibi daha da katmerlendi.

Alper Taş arkadaşımdır. Elbette ona destek vermek dostluk gereğidir, ama CHP seçmeni olmayacağım, çünkü Beyoğlu’nda oturmuyorum...

Alper, oraya peki neden atandı sorusu ortada duruyor.
Kılıçdaroğlu çok kurnaz biri, ileride yapılacak kongrede kendisini savunacak mevziler yaratıyor. Ankara için sağcı, Beyoğlu için solcu aday atadım deme özgürlüğüne kavuştu.

Hem sağdan hem soldan adaylar!

Yeni CHP, dört eğilimi birleştiren ANAP, AKP gibi... Alper Taş atanması açıkça bunun ilanıdır...

CHP artık sol bir parti görme eğiliminde olanlar varsa vazgeçin, CHP liberal sağ ama sağın biraz solunda partidir...

Kafa karışıklığı yaratmaya çalışıyor Kılıçdaroğlu...

Şimdi Alper neden böyle bir oyunun içine düştü? O yapacağı sunum ile “bu oyunu sosyalistlerin lehine değiştireceğim” diyebilir ama sözün pek önemi yok, önemli olan önce kazanması...

Alper Taş, ilk söylemlerinde Beyoğlu’na gereğinden fazla atıfta bulunuyor ki, çok gereksiz bir atıf. Ülkenin vitrini artık her yer, Beyoğlu vitrin olmaktan çoktan çıktı... Şimdi Beyoğlu’nu klasik sanatın, sinemanın merkezi yapacak etkinlikler yapması, onun yanında varoşları bol olan yerde tarikatlar ve cemaatler ile iyi geçinmesi ve onların ihtiyacını bugüne kadar olduğu gibi karşılanması, onun dışında AKP tarafından öteki konumuna getirilen Aleviler ve solcuların yeniden gönlünün kazanılması... Kısaca Alper’in işi gerçekten çok zor... Çünkü Beyoğlu belediye başkanılığını belirleyen seçmen varoşlarda yaşayanlardır...

Azınlıklar bu seçimde önemli olacaktır, çünkü CHP ve AKP arasında oy oranı çok yakındır... Azınlık üyelerin yöneticileri, önder kadrosu AKP yanında yer alacaktır ama seçmeni bağımsızdır...

Alper Taş programını koyacak ve o program dahilinde hareket etmek zorunda, onun içinde iyi bir kadro hareketi kurmak ile yükümlüdür.

Sol kadro işidir, programı olandır. Olayların akışına göre dönen ve ihtiyacı giderecek reçete sunan olmaması önemlidir, sorunu kökten çözecek projeler ile ortaya çıkarsa Kılıçdaroğlu'nun oyununu bozmuş olur.

Alper Taş'ın seçilmesi Kılıçdaroğlu'nun çok korktuğu başkan adayı çıkarır bölümünü hiç etkilemez. Seçilse de seçilmese de Alper Taş Kılıçdarıoğlu’nun koltuğunda gözü olmayan biridir.

Alper Taş’ın seçimi kısa vadede Kılıçdaroğlu için avantajlı gibi gözüküyor ama gelişmeler belki CHP’eye kızgın ve küskün olan seçmeni kitlesel sol bir partinin oluşumu için zemin hazırlamış da olabilir. Umarım öyle olur...

Alper Taş, Beyoğlu’nu değiştirecek potansiyele sahiptir, atanmıştır ama atanmışlığı pozitif bir alana dönüştürebilir... Sosyalistlerin ve solun yeniden ülke sathında yeni dalganın da nedeni veya itici gücü olabilecek somut işler yapabilir... Umarım Alper bunu yapacak enerjiyi ve gücü, en önemlisi de kadroyu bulur...

Şimdi Alper Taş'ın önünde en büyük engel geçmişte birlikte çalıştığı ama parti içinde iktidar mücadelesini kaybedip başka partilere geçenlerin duygusal tavırları ve dedikodulardır ki, bu konuda ne kadar başarılı olacağını zaman gösterecek. Diyeceksiniz ki o kadro Cihangir meyhaneleri ve cafe'leri ile sınırlı ama ellerinde bulunan medya etkisi ile etkileri olan bir kesim olduğunu ve yaptıkları projeler ile iyi para kazananlar olduğu gerçeği de var. Bir çoğu belki de Beyoğlu belediyesi ve diğer belediyeler ile bağlantılı proje yürütücü konumunda olabilir...

Arkadaşımın yanındayım, Alper Taş seçilecektir umudumu koruyorum...

Şimdi, en fazla Alper Taş ve ÖDP’yi fırsatçılık ile suçlayacaklardır ama “tencere dibin kara senin benimkinden kara” konumundadır suçlayacak olan potansiyel kesim. Sol (sosyalist, devrimci), ne yazık ki elindekine güvenerek bugüne gelmedi, sürekli başkasından faydalanarak varlığını korumaya çalıştı... Bu gerçeğimiz de ne yazık ki solun güdük kalmasından ki en büyük nedenlerden biri...

Peki, Alper Taş aday olması yeni bir umut ve yeni bir kitlesel sol parti yaratması için umut olabilir mi? Sandığa gitmeyecek olan Beyoğlu’nda oturan solcuların ve AKP’nin yaptıklarına tepkili olanların birleşebileceği ortak aday olabilir mi, onu zaman gösterecek. Mart 31’ini bekleyip çıkan sonuca göre görüşümüz biçimlenecek…

AKP’nin Beyoğlu’na verdiği özel önemden dolayı bu seçim başka bir anlam kazanmış durumda… “Bu şehri garipler değiştirecek!” sloganına yeni bir şey ekleme zamanı geldi sanırım. Çevreye duyarlı, Gezi sürecinin dostluk, kardeşliğinin yaşandığı yerde yeni bir dayanışma ağı ile kardeşlik ve çok kültürlü, hoşgörülü, belediye başkanın odasının kapısının olmadığı, yaptıklarını halka açıklayabileceği projelere imza atan bir sosyalistin olması bize başka kapıların açılması içinde olanak sunabilir…

Atanarak da gelse bu olanak kongre kaygılarından dolayı sunulmuşsa da değerlendirilmelidir. Alper Taş Beyoğlu başkanlığına yeni bir soluk getirecek umudu içindeyim… Umarım orada oturanlar seçer…

İsmail Cem Özkan


31 Ocak 2019 Perşembe

Şiirdir Sennur Sezer


Şiirdir Sennur Sezer

Ölüm bir hayattır. 

Her ölüm bir hayatın gözden geçirilmesi ve yeninde yorumlanmasıdır bir anlamda. Bazen yeniden yaratılır ama yeniden yaratım süreci zaman içinde olgunlaşır. Türklerin bir atasözü vardır, “kör ölür badem gözlü olur, kel ölür sırma saçlı olur.” ama Mehmet Esatoğlu şairin ölümünü şiir dizelerinden ve anılardan derlemiş ve şairi şair olarak yaşatmış. Şair ne kördür, ne de keldir. O safını ezilenden ve emekçiden yana belirlemiş usta bir şairdir... oyun içinde de o dizelerinden çıkmış, Hale Üstün ile canlı olarak aramızdadır.

Ölüm, her an olabilir, çoğu zaman ne zaman geleceğini kimse bilemez. Planlar yapılır ama planların önünü doğanın bir yasası gelir ve yok eder. 49 yıllık birliktelik sonunda Sennur Sezer dokuza beş kala yatağından düşer ve artık o şiirleri gibi ölümsüzlüğe kavuşmuştur. Eşi ölüm anında başındadır, yapacağı tek şey vardır, anılarına sarılmak. Çünkü ölen hayat yoldaşıdır, bir ömrün her anını birlikte yaşanmışlığın getirmiş olduğu birikim vardır… Zaman içinde birikimlerini damıtmış eserlerine yansıtmıştır. İşçi sınıfının penceresinden bakarlar hayata, olayları ezilenlerin safından irdelerler…

Sennur, ikinci dünya savaşının bitiminde yaşadığı şehir olan Eskişehir’de yakalandığı bir hastalığın kötü ama ders dolu anısı canlandır oyunun bir bölümünde. Annesi o kadar özveridir ki, doktorun dediği her gün tavuk eti ile çorba, etini yemesini söylediği için o savaş koşullarının henüz bittiği dönemde kıtlık vardır ve o kıtlık ortamında çocuğuna tavuk bulamaz ama yapmış olduğu tuzak ile kuş eti yedirir… O anısını anlatırken gözleri dolar, annesinin kuşlar ile olan ilişkisini anlatırken neden bir fotoğraf olmadığı hayıflanır. o günden bugüne doğru bir hüzün nehri oluşur. Bugün ki olanaklar düşünüldüğünde elbette fotoğraf karesi olabilirdi ama o dönemde çoğu insanda kişisel fotoğraf makinesi yok! Hadi oldu diyelim o savaş koşulları içinde film yok! Bugünden bakınca geriye keşkeler o kadar çoktur ki. Annesi kuş avlamıştır çocuğunun iyileşmesi için ama çocuğu iyileştikten sonra sürekli kuşlara yem atmıştır, onlara özen ile bakmıştır… Zorunlu koşulların çareleri çoğu zaman vicdan kanatıyor ama o vicdan kanamasını yok edende içinde ki merhamettir…Belki oradan öğrenmiştir ezilenin, en altta yaşayan fakirin duygusunu. Belki de şiir dizelerini oluştururken annesinden feyiz almıştır. Onu işçi sınıfının yanına taşıyan yokluk yıllarında annesinin özverisidir.

Ölüm üzerine konuşulması gerekendir, acılar hafifler.

Acılar hafifletir doktoru ile konuşurken Adnan Özyalçıner. Acıların üzerindedir güzel anılar. Anılarda canlanır Sennur, kendisini anlatır. Çevresinden etkilenmesi, dergilerde çalışması, işçi sınıfı içinde gözlemler. Aklına bir dize geldiğinde otobüste de olsa kalemi, akıl defterini alır yazardı. Çalışma disiplini edinmiş çocukları olunca, sabah erkenden kalkar aldığı notlar ve şiirleri üzerinde çalışır… Çalışması evden birinin uyanması ve kendisine ihtiyaç duyması ile sonlanırmış. Özverilidir. 

Uykusundan çalar zamanını, şiire yatırır…

Oyunu Mehmet Esatoğlu yazmış, yönetmiş. Onun dilinde bir destan, bir öykü, gerçeklerle harmanlanmış zamanın içinde yolculuktur. Fahri Bozbaş oyunun can damarıdır, görünmeyenidir, her ne kadar sahnede doktor, amele ve başka roller rolü ile çıkmış olsa da, o bir işçisidir tiyatronun, emekçisidir. Hale Üstün Sennur Sezer’dir. O ona öyle bir hayat verir ki, o aramızda anıları ile değil, içimizde, seyrettiğimiz salondadır. O canlıdır. O şiir okurken Sennur sese kavuşur ve yeniden şiir okur.

Oyunun müziği oyunun akışına uygundur, geçişlerde hem ışık hem de müzik oyunun akışını kolaylaştırdığı gibi seyirciye başka bir konuya geçtiğini de fısıldamaktadır. Her ölüm anı başka bir yaşamın anlatımdır…

Oyunu izlediğinizde buraya yazmadığım bir çok konuyu da göreceksiniz… Her bölümü yazmadım özellikle, çünkü gidin izleyin… 

Siz de bir şairin hayatına bir tiyatro eserinden bakın…


İsmail Cem Özkan


Şiirdir Sennur Sezer
Yazan/Yöneten: Mehmet Esatoğlu
Oyuncular: Mehmet Esatoğlu, Hale Üstün, Fahri Bozbaş
Efekt Müzik: Yeliz Yılmaz
Işık: Muhittin Dumangöz
Aksesuar: Işık Sevgi
Afiş: Hamit Demir