2 Ocak 2021 Cumartesi

Yüzleşme zamanı geldi mi?

 Yüzleşme zamanı geldi mi?

 

Erdoğan ve ekibinin almış olduğu hatalı kararların sonucunu bu sene ambargo / yaptırım gibi kavramların somut halini göreceğiz gibi... Ne yazık ki bu ekibin hatalarını kararı alanlar değil, geniş bir kesim olan halk çekiyor ve çekmeye de devam edecek...

 

Asgari ücret için rakamlar ile oynayan bir istatistik kurumu, gerçekler üzeri örtsün diye besleme bir medya yaratan bu ekip, silah üretir ve bunun ticaretini de yaparız anlayışına hayat verdi...

 

Devleti şirket gibi görüp, benden olana kimse dokunamaz, öteki olana her türlü nefret söylemi mubah anlayışını geliştiren de bu ekip oldu... Kendi medyasında çıkana “düşünce ve ifade özgürlüğü” olarak gören, “öteki” kabul edilen medyada çıkana ise “kişi haklarına saldırı” olarak yorumlatanda bu ekip oldu.

 

Bu sene yakın tarihimiz ile yüzleşeceğiz gibi bir şeyler var ama gerekten yüzleşeceğimize de inanmıyorum, çünkü madalyonun bir yüzünü sürekli görüyoruz, muhalefetin görevi madalyonun öteki tarafını göstermek ama bizim muhalefet madalyonun tek yüzünde iktidarın belirlediği zeminde söz geliştirime yarışına girmiş durumda... O yüzden madalyonun öteki yüzünü göremediğimiz bir süreçte yüzleşme olmaz...

 

İktidar, kendi yarattığı muhalefet ile gücü azalsa da etkinliği devam etmektedir. Muhalefet, iktidardan bağımsız değildir, onun gündemi içinde kendi gündemini yaratmaktadır…

 

Muhalefet, iktidara aday ve iktidar yolunda kendi politikasını koyandır.

 

Erdoğan, "benim işim ekonomi" diyerek ekonomistleri iş bilmez olarak görüp, kendi "eğitiminden kaynaklanan" bilgisi ile ekonomiye yön vermeye çalışması ve piyasaya uymayan “beş büyükler” ve diğer yandaşlarının çıkarını koruyan kararlar alması ile popülaritesini yok etmektedir... Ülke gerçekliği ile uyuşmayan bu kararlar, yaşadığımız kaosu ve krizleri yaratmış ve beslemeye devam etmektedir...

 

Erdoğan, her ne kadar işi ekonomi ile olsa da ekonomist değildir (Adam Smith vb. gibi), ortaya koyduğu bir doktrini yoktur...

 

İktidara geldiğinde elinde olan formülü liberal bakış açısına uygun olarak devam ettirmiş ve küresel firmaların çıkarına uygun olarak “özelleştirme adına” devlete ait olan kalanı da elden çıkartmıştır. Ülkemizde açık ve şeffaf olan fazla bir şey yok gibi; veriler gizlidir ya da devlet sırrı adı altında açıklanamaz konumdadır. Bizlerde elde veri olmayınca olaylara bakıp, sonucunu görebildiklerimizden tahminler yürütmek dışında fazla bir şey yapamıyoruz, çünkü elde veri olmayınca ancak görünen kadar olguyu tahlil edebiliyoruz.

 

Devleti üreten değil, ihraç/ithal edilen mallara vergi koyan veya sıfırlayan hale getirmiştir...

 

Devlet yandaş şirketlere ihale veren bir mekanizmaya dönderilmiş ve bu yüzden de dünyada en fazla kamudan ihale alan sıralamasına ülkemizin beşli rakamını lider konumuna getirmiştir...

 

Eğer ülkemizde bir erken seçim olursa iktidarın mutlak değişmesi gerektiğine inanıyorum, çünkü ekonomiyi halkın çıkarına uygun olarak düzeltemeyenler, geniş kesim ve muhalefet olanların özgürlükleri yok ederek kendi güçlerini korumak için kararlar almaya devam edeceklerini düşünüyorum. Siyaseten yok edemediklerini kayyum atayarak denetim altına almaya çalışmaları bu özgürlük alanın ne kadar daraldığını kanıtlamaktadır.

 

Bugün reform kavramlarının havada uçtuğu ama alınan ve meclisten geçen kararnameler ve yasal düzenlemeler ile özgürlük alanın kapsamı iktidar için genişlerken, halk ve muhalefet için dalmaktadır...

 

Demokrasilerde ise "en öteki" olarak görülen ve dışlananların özgürlük alanları o demokrasinin işlevselliğini gösteren kriterdir ve ne yazık ki demokrasinin beşiği olduğunu söyleyen ve yaşattıklarını iddia eden ülkelerde de bu kriterlerde (suuni olarak yaratılan nefret söylemleri ile beslenen düşmanlıklar ve pandemi süreci) daralma ve kazanılmış haklarda yok edilmektedir. Onlarda yok olurken bizde de yok olmasını savunacak değiliz, aksine bizler demokrasiyi, özgürlüğü, aş, iş mücadelesini yükseltmek ve halkın/ işçi sınıfının refahını yükselmesini savunmak zorundayız.

 

Her kimden gelirse gelsin özgürlüğe karşı yapılan her adımı engellemek için mücadele etmek ile yükümlüyüz, eğer geleceğe, çocuklarımıza özgür ve refah ülkesi bırakmak istiyorsak...

 

Ülkemiz için ne istiyorsak dünya içinde istemek ile yükümlüğü olduğumuzu yaşadığımız pandemi süreci ile daha iyi anladığımızı düşünüyorum. Bir ülkede başlayan otokrasi, nasıl bir domino taşı gibi bütün ülkeleri kucakladığını ve işçi sınıfının kazanılmış haklarını yok ettiğine şahitlik ettik. Bir ülkede özgürlük adına kayıp tüm ülkeler için kayıptır, o yüzden demokrasi ve özgürlük için atılan her adım, yükseltilen her mücadele bütün ülkeleri için de geçerlidir…

 

Amerikan seçimleri ve sonrasında otokrasi ile özdeşleşen bir liderin gidişi, yeni bir yüzleşme sürecini başlatacak mı? Otokrasinin demokrasiye, özgürlüklere ne kadar zarar verdiğini gelişmiş ülkeler kendi içinde alacağı “bir daha” olmasını engelleyecek kararlar ile kendisini gösterecektir. Otomobil üreten gelişmiş ülkelerde en ufak bir trafik kazası bile ders alınacak sonuçları ile kaza ile yüzleşilir ve üretilen her yeni araç bu kazayı göz önüne alarak yeniden düzenlenir ve üretilir… Bizde ise kazalar “kader” olarak algılanır ve “trafik canavarı”nın bir eseri olarak haber bültenlerinde yerini alır…

 

Ülkemiz tarihinde geçmiş ile yüzleşildiği ve yasal düzenlemelerin yapıldığına şahitlik etmedik… Yapanın yanında kar kaldığı ve demokrasi ve özgürlükler güç kimin elinde ise onun lehine olacak şekilde düzenlendiğine şahitlik ettik… Umarım demokrasi ve özgürlükler adına bir geçmiş ile yüzleşmek için ortam yaratılır ve tarihimiz ve kaderimiz yeniden biçimlenir…

 

Ülkemizin kaderini değiştirmek ancak “yüzleşme” ile mümkündür.

 

Demokrasi ve özgürlük kavramının altı bu sefer gerçekten öteki kabul edilen ötekileştirilenlerin lehine doldurulacak mı?

 

İsmail Cem Özkan

 

30 Aralık 2020 Çarşamba

Değiştirin!

 Değiştirin!

 

Değiştirmek için önce bakış açısının ve düşünce biçiminin değişmesi gereklidir. İnsan nasıl düşünür ve yöntem izlerse hayata öyle bakar… İnsanın düşüncesini kullandığı dil belirler… Nefret söyleminin hakim olduğu yerlerde yetişen tüm bireyler nefret söylemini ileriye taşır ama onun farkında bile olmaz, çünkü o içinde bulunduğu kültürde o söylemin doğal olduğunu düşünür ve öyle yaşar.

 

İslam Arap topraklarında kız çocukların kuma gömülüp öldürülmesine karşı çıkarak doğdu, bugün ülkemizde uygulanan İslam ise kadın cinayetleri ile anılır oldu...

 

İslamı siyasiler yorumlayınca var olanı değil, olmasını istediği gibi yorumlar ve uygular...

 

Kadın cinayetlerini durdurun diye isyan eden kadınlar, öte yanda İslam adına fetva verenler…

 

Fetva verenler ne yapıyor, İslam’da seks konusu tartışmak dışında...

 

Birde sürekli tekrarladıkları "kadının ayağı altında..."

 

Kadının ayağının altında cennet, sırtında bıçak...

 

Bir dönem karnından bebeği eksik etme bakışı vardı, eksik edilmeyen bebelerin durumu ortada değil mi, ucuz işçi ya da cennette gitmek için adam öldüren, kendisini canlı bomba yapan mücahit...

 

Bunlar İslam dinin doğuşunda var mı?

 

Siyasilerin yorumlamasında var, vicdanların yorumlamasında yok...

 

Hiç bir din öldürmeyi kutsamaz, ölüm sonrasına insanı hazırlar, o da doğal ölümdür.

 

Din, insanları ölüme yani doğal akışında olan doğumdan gelen ölüme hazırlamak için ortaya çıkmıştır... Doğum varsa ölüm var, doğuma kimse hazırlanamıyor ama ölüme hazırlamak şarttır...

 

İnsanı manevi hazırlamak dışında var olan tüm din yorumları bir çıkar gurubuna hizmet için vardır...

 

Dini çıkarlarınızın aracı, hizmetkarı olmaktan çıkarın, insanı sevin...

 

İnsan sevgisi içinde kadın, erkek, çocuk doğa... sevgisi vardır, sevgi ayrım yapmaz...

 

Kadın cinayetleri İslam’ın farklı yorumunun sonucudur bugün yaşanan...

 

Kendisini can alan olarak gören cihatçı kafası...

 

Erkeklerin dinidir var olan tüm dini kurallar, kadınları kirli diye dışlar... Kir ise cinayet ile temizlemek olarak algılayan ve yorumlayan bir dini ne yazık ki yaşıyoruz ülkemizde...

 

Bu algıyı değiştirin!

 

Değiştirmek sizin elinizde.

 

İsmail Cem Özkan