2 Mart 2016 Çarşamba

Son kavga sınıf kavgasıdır!

Son kavga sınıf kavgasıdır!

“Tüfek icat oldu mertlik bozuldu”
Köroğlu

Sınıf kavgasında taraflar meydana çıkıp er kavgası yapmamaktadır… Köroğlu değimi ile tüfek icat oldu. Bir tüfeğin sınıf lehine kullanılması ve sınıfı için sermaye birikimi aracı olduktan sonra savaşlar meydanlara çıkıp, daha karmaşık ilişkilerin olduğu bir alana kaydı. Kapalı kapılar arkasında verilen kararlar sonucu birçok insan haberi dahi olmadan, ne için öldüklerini bilmeden toplu katliamların, soykırımların kurbanı oldu.

Sınıf mücadelesi her zaman barışçıl ortamda olmamıştır, zaman zaman meydanlara kurulan barikatlar, fabrika önlerine asılan grev afişleri eşliğinde yaşamın her alanında kıyasıya açık mücadele şeklinde olmuştur. Bu mücadele içinde bir çok işçi hayatını kaybetmiş, burjuvazinin yanında yer alan “Murtaza”lar (Orhan Kemal) ise içinde bulundukları sınıfın gerçekliğini kabul etmeden kendi hayatını kurtarma adına sınıf arkadaşını, mücadele yoldaşını arkadan bıçaklamıştır.

İçinde yaşadığımız kapitalizm çağı, içinde yeşermekte olan kendisini yok edecek sınıfı yok etmek adına birçok mücadele aracı geliştirmiş olmasına rağmen, her şeye rağmen, bütün üstünlüklerine rağmen sınıfın yani üreten olan emekçilerin direnci karşısında çaresiz kalabilmektedir. O yüzden işçi sınıfını ne adar çok parçalarsa o kadar direnç az olacağını bilerek sınıf içinde çelişkilerden yararlanarak sınıf içinde kategoriler yaratılmıştır. Beyaz yakalı işçi ile fabrika işçisini ayırırken, sendikal mücadele alanlarını ayrı örgütlenme modelleri üzerine oturmasını sağlamıştır. Ülkemizde 15–16 Haziran hareketi ile burjuvazi işçilerin elde ettiği moral üstünlüğünü örgütlü yapısını 24 Ocak 1980 yılında alınan kararlar ile yok etmeyi planlamış ve bu planın uygulanabilirliği için ülkemizde 12 Eylül faşist darbeyi organize etmiştir. Darbe sonrası işverenlerin birliği başkanı “bundan sonra biz güleceğiz!” diyerek darbenin kim için yapıldığını ilan etmiştir.  12 Eylül ülkemiz için kırılma noktasıdır, karma ekonominin yerini serbest piyasa adı verilen liberal ekonomi politika almış, hapishanelerde kaynaştırma adı altında yapılan sağ ve sol mahkumları aynı hücre ve kafesler içine yerleştirdikleri gibi toplumu da kafesler içine koyup kaynaştırma modelini uygulamış, dört eğilimin temsilcisi olarak ANAP iktidara taşınmıştır. Bugün ANAP isim değiştirmiş ve liderini değiştirerek varlığını günümüz zamanında geçerliliğini korumaktadır. 12 Eylül sonrası toplum mühendisleri projeler üretmiş ve o projeler farklı liderlerin gözetimi ve bilgisi ilinde uygulanmıştır.

Toplum mühendislerinin çalışma hayatına kazandırdığı liberal düşünceye uygun iş yerini içinde daha örgütsüz emekçilerin yer alacağı bir sistem geliştirmiştir. Bu uygulama daha önce birçok ülkede uygulanmış ve sınıf mücadelesi sonucunda elde edilen tüm hakları geri alan ve yeni boyunduruk yasasını hayata geçirmiştir. İşçi sınıfı aynı iş yerine farklı patronların emri ve gözetimi altında çalışmasına taşeron işçilik ve taşeron yapılanma adı verilmiştir. Her ne kadar taşeron firmalar aynı iş yerinde daha düşük ve daha verimli çalışan işçi modelini kağıt üzerinde kanıtlamış olsa da hayat içinde o kadar başarılı olup olmadığını istatistikler göstermektedir. Taşeron işçilik ile üretilen ürün kalite açısından eskisine göre daha düşüktür, fakat zaten kapitalistler kaliteli ürün değil, kullan at modelini kabul ettiklerinden daha fazla tüketime yönelik siyasi kararları hayata geçirtmişlerdir. Artık sanayi ve kalkınma öncelikli değil, ne kadar çok tükettiğin gelişmişlik ölçütü oldu. Çok tüketen daha gelişmiş ve çağdaş dünyanın nimetlerinden yaralandığı algısı oluşturulmuştur. Buna dayalı olarak devletin elinde olan tüm işletmeler zaman içinde özelleştirilerek devletin elinden (kamunun elinden) çıkarılmış, özelleşen kurumlar da kısa zamanda uluslararası firmaların denetimine girmiş ve işletmeler zaman içinde kapanmış, özelleştirmenin olduğu ülkelerde işsizlik artmıştır. Bu bilinçli bir tercihtir. Bu tercihi ülke siyasetine koşullayanlar da uluslar arası firmalar ve tröstleşmiş firmalardır. Her ülkede her konuda borsanın kurulması ve o borsa aracılığı ile paranın 24 saat hareket etmesi sağlanmıştır. Para altın karşılığı basılan bir meta olmaktan çıkarılmış, borsanın ihtiyacı yönünde ve borsanın yönlendirmesi ile basılan bir soyut metaya dönüştürülmüştür. Bugün ülkemizde HES adı verilen tüm enerji firmaların çoğalması enerji borsasının oluşması içindir, enerji borsası açıldıktan sonra ülkeye ait tüm enerji kaynakları tröst firmaların denetimine geçecek ve onların istekleri yönünde tüketilmek üzerine enerji üretilip satılacaktır.

Sınıf mücadelesi artık eskisi gibi görünür ve direkt savaş üzerine oturmamaktadır, o yüzden işçilerin örgütlü yapıları sendikalar ve siyasi partiler artık marjinal diyebileceğimiz konumuna dönüştü, burjuvazi elde ettiği üstünlüğünü sınıfı parçalayarak sınıf bilinicinin oluşumunu engelleyecek yapılanmaya girdi. Bugün adında devrimci sıfatı olan sendika artık ne devrimcidir ne de sınıfın çıkarını koruyacak kadar bilgi birikimine sahiptir. Mülteci çocukların uluslararası tekel tekstil firmaları için işçi olarak çalıştıkları haberini DİSK yalanlamış, ertesi gün haber yapan kaynaklar fotoğraflar ile kanıtlamıştır. DİSK örgütlü olduğu işletmelerde kimlerin çalıştığını dahi bilemeyecek konumda ilgisiz ve patronun yanına düşmüştür.

Zonguldak’ta özelleştirilen bir firmada taşeron olarak çalışan firma ile sözleşmesini iptal etmiş, taşeron firmada çalışan işçiler sokakta kalmıştır. Çünkü taşeron firma iş alabildiği sürece işçinin maaşını ödeyebilecek bir anlayış ile yapılanmış, iş olmayınca tabela şirketi konumuna dönüşmektedir. Taşeron firmada çalışan işçiler ise tecrübe kazanmış, alanında kalifiye işçi konumuna gelmişlerdir. Kalifiye işçiler gerçek işveren firma önünde çadır kurup biz bu işi biliyoruz, biz olmadan siz enerji üretmezsiniz diyerek taşeron olarak çalıştıkları firmadan iş istemekteler. İhaleyi almış firma ise daha düşük ücrete başka taşeron firmaya işi yaptırmayı düşünmekte ve çıkarları ona göre hesaplamaktadır. Taşeron gelen her yeni firmada işçiler işi yeniden öğrenecek ve bu öğrenme süresi içinde birçok kazaya ve doğanın tahribatına kapılar açıktır. Kafalarda oluşan soru, firma gerçek anlamada layıkı ile iş üretip para kazanmak mı istiyor, yoksa nasıl olsa öyle de olsa böylede olsa devlet her ürettiğimi benden alıyor, kağıt üzerinde ürettiklerimi satar kağıt üzerinde rakamlar hesabıma girer hesabı mı yapmaktadır. Kapılarının önünde kurulan çadırı ve kalifiye işçi olduklarını söyleyen işçilerin sesini duyacak mı? 

Üretim mi, tüketim mi?

Günümüzde üretim artık yük olarak görülen bir işleve dönüştürüldü. Üretmeden tüketiyoruz. En fazla da insan tüketiyoruz. Ülkemiz savaş alanına dönmüş, sanki ikinci dünya savaşı yaşanıyormuşcasına sürekli gündemi kan belirliyor. Bu kan deryasının ortasında bizler ise sürekli tüketeceğimiz yeni sanayi ürünü ile karşılaşıyoruz. Onu almak içinde köle, kapı kulu... artık ne olmamızı istiyorlarsa o rollere girer olduk.

Direnmeyen, ekmeği için mücadele etmeyen, üretmeyen her toplum dejenere olmak ve yok olmak zorundadır.

Bugünlerde Otomotiv sanayisi işçileri Bursa’da sınıfsal karakterine uygun direniş gerçekleştirmeleri tüm umutların hepten yol olduğu anlamına gelmediğini, karanlığın zifir olduğu yerde de kıvılcım olacaklarını kanıtladılar. Onların haklı mücadeleleri yalnız kalmadığı ve halkın tüm katmanları tarafından sahiplenildiği sürece oluşturulan kölelik sistemine direnç artacak ve sınıfın ortadan kalktığı gerçek özgürlük düş olmaktan çıkacaktır.

“bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek
yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”


Adnan Yücel yıllar önce dizelerini bize armağan olarak bırakmış, bizde onun sözü ile bitirelim yazımızı… “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!”

İsmail Cem Özkan


29 Şubat 2016 Pazartesi

Sessizliğin içinden

Sessizliğin içinden

Duyan insan için sessizlik tanımı farklıdır, duymayan için ise yabancı bir kelime… Sürekli sessizlik içinde yaşayan birinin ses çıkarması tamamı ile ellerinin ve parmaklarının maharetine bağlıdır, eğer parmaklar olmazsa onların sesi çıkmaz, tamamı ile sessizliğin içinde kendisini ifade etmesi, derdini anlatması çok zor bir durum olsa gerek. Duyan ve gören bizler için duymayanların duyguları, hayata bakışı yabancıdır. Onlar adına kararlar alırız, onların adına yollara çizgi çeker, oradan ilerlemesini bekleriz.
Sessizliğin içinden Mark Medoff kelimeleri ile engelli olarak gördüklerimizin mesajını sahneden bize taşımaktadır.
İşitme engellilerine özel eğitim veren bir okul bir sahnenin ortasındadır. Okulun müdürü ve okula yeni gelen bir öğretmen bir sınıftadır. Okulun müdürü (Mr. Franklin) yılların tecrübesi ile yeni gelen öğretmene (James Leeds) tecrübesini aktarmaktadır. Öğrenciler ve çalışanlar ile ilişkilerine dikkat etmesini ve müfredata uygun davranmasını beklediğini söylemektedir. Kendisinden önce orada eğitim verenlerin neden gittikleri konusunda da ipuçlarını vermektedir. Kısaca dikkatli olmasını ve davranışlarını kontrol etmesini istemektedir. Müdür öğrencileri ile iyi ilişki kuran ve işinde başarılı olan Leeds’den eğitim saatleri dışında özel bir istemi vardır, okulda temizlik görevlisi olarak çalışan Sarah Norman’nın işaret dili dışında sesi kullanmadığını ve içe kapanık biri olduğunu, dudak okuması konusunda öğrencilerin seviyesine gelmesi için yardım etmesi konusunda ricada bulunur. Sarah dudak okumayı ret etmiş ve kendisi gibi sessizliğin içinde kalanlar ile ilişkilerini ilerletmiştir. Onun tepkisi aslında çevresinedir. Kendisi adına başkası karar vermesine karşı sessiz bir eylem içindedir.
Sarah’ın en iyi arkadaşı (Orin) dudak okumayı bilmekte ve sesini kullanabilmektedir. Hem dudaktan çıkan işaretleri ve sesleri iyi izleyebilmekte ve başarılı bir şekilde karşılık verebilmektedir. O almış olduğu eğitim ile sesini kullanabilmekte, gerek gördüğünde parmaklarını ses olarak yardımcı öğe olarak kullanabilmekte.
Orin, devrimcidir. Kıyafeti ve konuşması ile değişim için mücadele ettiğini sessizliğin içinde ilk etapta seyirciye aktarmaktadır. O okulda işleyişinden rahatsızdır ve değişim istemektedir. Arkadaşları adına konuşabilmekte, gerek olduğunda öğretmenin adına derse girip arkadaşlarına liderlik yapabilmekte ve tecrübesini aktarabilmektedir.
Okul müdürü (Mr. Franklin) sağır ve dilsiz değildir, o aldığı özel eğitim ile sessizliğin içinde yaşayanlardan farklıdır, onların iyiliği için orada okulu ve sessizliğin içinde yaşayanları yönetmektedir. O kurumun nasıl olması gerektiğini belirleyebilmektedir. Otoriteyi temsil etmektedir.
Okulun temizliğinden sorumlu Sarah, okulun vermiş olduğu dudak okumayı ret etmiş, verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışan bir çalışandır. Ailesinin yanından ayrılmış, okulun vermiş olduğu odada yaşamakta ve hayatını okulun sınırları içinde geçirmektedir. Onun dünyası şimdi okul ve okul içinde yaşananlardır. Sessizce kendilerine yapılan haksızlığa karşı pasif direniş içindedir.
Leeds, ideal öğretmendir. Öğrencileri ile ilişkileri çok iyidir. Meslek ilkelerine uyarken, farklı yöntemleri eğitim için kullanmaktan çekinmemektedir. Her öğrencisini ayrı değerlendirmekte ve kişiye özgü eğitimi elinden geldiğince yapmaktadır. O güne kadar dudak okumayı ret eden Sarah’a özel eğitim vermeye başlamıştır, fakat beklemediği bir direnç ile karşılaşmıştır. Bu direnç Sarah’a karşı duygusal yakınlaşmayı da beraberinde getirmiştir. Bu duygusal yakınlaşması karşılıksız değildir. Bu yakınlaşma ile birlikte altan alta gelişen bir direnişin de farkına varacak e onların dünyasını daha yakından anlayacaktır. Sarah kendi dünyasına taciz eden “normal” insanlara karşı öfkelidir ve bu öfkeye Leeds’de dahildir. Bir yandan yakınlaşırken, öte yandan geçmişte yaşadıklarını bu ilişkiye yansıtır.
Leeds, Sarah’ı daha yakından tanımak için annesi ile görüşmeye gider. Annesi uzun zamandır kızından haber almamaktadır, ilişkisi çok zayıftır, çünkü Sarah’ın öfkesini besleyen “normal” insanlardan biridir. Onun adına kararlar almış, gerekli gereksiz hastanelere, doktorlara gitmişler. Her gittiği uzman kişi farklı teşhisler ve farklı tedavi yapmış. Bu Sarah’ın öfkesinin daha artmasına sebep olmuş, normal çocuklar ile ilişkisi erişkinliğe geçiş döneminde yatak ilişkisi boyutunda olmuş, o ilişkide sesler yerine vücut konuşmasını yabancılaşma içinde yaşamış. Hissetmeden ve toplum içinde olmanın gerekliği gibi algılamış ve “normal” görmüş. Bir süre sonra bu ilişkinin normal olmadığını anlayarak okula sığınmış ve bir daha geriye dönüp bakmamış. Ama bu ilişkisi zaman zaman okulda da devam etmiş… Bir arada olanlar onun ile evlenmeyi düşünmemiş ama tensel ilişki yaşayıp kendilerini doyurup gitmişler. Leeds ile ilişkisi de bu boyutta olacağı düşüncesi ve ön yargısı ile yaklaşmış ama Leeds diğerleri gibi olmadığını zaman içinde kanıtlayacak ve evlenecektir. Fakat Leeds eşi olan Sarah’a hala ulaşamamış, eğitiminde başarılı değildir. Dudak okumayı ret eden ve sesini parmak işaretleri yansıtmaktadır. Leeds düşünmediği bir sorun ile karşı karşıyadır ve çözümü konusunda yol aramaktadır.
Leeds eşi ile ilişkisi her ne kadar istediği boyutta ilerlememiş olsa da bir çok tabu da ortadan kalkmıştır. Bu sırada Orin bir avukat ile sahneye gelir, açacakları davada Sarah’tan dayanışma ister. Önceden beri konuştukları direnişi artık somut duruma döndürmüşler, okulun müdürü dava etmişlerdir. Avukat müvekkilleri adına yazı yazmıştır ama Sarah buna çok sert tepki verir, çünkü o güne kadar protestosunu nedeni olan duruma parmak basılmıştır, onun adına kimse konuşmaz, kendi adına ancak kendisi ve kendisi gibiler kendi dilleri ile konuşmak ve savunma yapmak ister. Bu durumu elbette “normal” insanların algılaması güçtür, onlara verilen eğitim onlara yardım etmek ve onlar adına kara verileceği öğretilmiştir. Her ne kadar Leeds birçok ön yargısını yok etmiş olsa da istem dışı davranışları ve tepkileri Sarah’ın tepkisini çekmiştir. “Normal” giden evliliklerinde ilk kavgaları bu şekilde olur.
Sonuç olarak Sarah kendi sorununu net olarak kendi cümlesi ile yazar, okuması için eşine verir. Leeds okur ve onun kafasında oluşan ön yargılarında parçalanması kolay olmayacaktır. Çünkü o güne kadar bildiğini sandığı dünyaya ulaşamamış, hatta çok yabancıdır. Tepkisi serttir ama Sarah’ın evden ayrılmasına engel olamaz. Bu sorunun temeline inmek için Leeds annesi ile görüşür. Artık gideceği yolu idrak etmiştir, onun gerekliliğini yapacaktır.
Oyunun konusunu anlatırken aslında okul ve çevre ilişkisi içinde kara mizahın dili ile yaşadığımız toplumu ve yargılarımızı olabildiğince eleştirmekte ve gözümüzün içine bizim duruş noktamızı ve algımızın yanlışlığını sokmaktadır. Oyun yumuşak yumuşak bize söyleyeceği cümleleri sahnede canlandırırken, sonuç net ve keskin bir ifade ile ön yargılarımızın üzerine sert ve güçlü şekilde vurmaktadır.
Oyuncular bu mesajı muhteşem ve üstün performansları ile seyirciye ulaştırırken sanki doğal bir şeyi canlandırıyorlarmış ve sanki her daim sessizliğin içinden bize bakıyorlarmış gibi izlenim verdi. Seyirci olabildiğince eleştirilirken, aynı zamanda seyirciyi sahneye taşımakta ve sahnenin tozunu yutmaktadır. Oyuncular seyircidir, sahneden bize; “bakın ön yargılarınız nasıl büyük acılar yaşatıyor engelli gördüklerinize” diye haykırmaktadır.
Oyuncuların sahnedeki performansına sahne ışığı ve müzik dengeli bir şekilde eşlik ederken, kostüm dekor bu bütünlüğü bozmaz. Gözü rahatsız edecek ne bir abartı vardır, ne de her hangi bir dengesizlik. Oyuncuların bir bölümü (öğrenciler) gerçek duymayanlardır. Fakat onların gerçek olduğunu sadece sahneye alkış sonrası çıkan ve daha geniş alkışı alan yönetmen Faik Ertener işaret dili ile anlattı…
Tiyatro sanatın tüm dallarını kullanır, dijital görüntü ve işaret dilinin su içinde kullanımını bölüm geçişlerinde gördük. Bu dijital geçişler bölümler arasında nefes almayı ve bir biri ile bağlantı kurmakta ki işlevini çok iyi kullanmışlar.
Sonuç olarak ve kestirmeden yazayım, fırsatınız varsa ve olanağınız bu oyunu görmeye uygunsa kaçırmayın derim, muhteşem bir tiyatro şöleni ile karşılaşacaksınız… Kelimelerin yerini zaman zaman işaretin aldığı, mimiklerin ve vücut dilinin sahnede ki ritmine şahitlik edeceksiniz…  


İsmail Cem Özkan



Sessizliğin İçinden

Yazar: Mark Medoff
Çevirmen: Beyhan Karadağ
Yönetmen: Faik Ertener
Dramaturg: Günay Ertekin
Dekor Tasarımı: Şirin Dağtekin Yenen
Kostüm Tasarımı: Mihriban Oran
Işık Tasarımı: Enver Başar
Yönetmen Asistanı: Canan Maktal
Oyuncular: Ebru Aytürk Evren, Cem Zeynel Kılıç, Elvan Boran, Aylin Gürsoy, Canan Maktal, Tuncay Koçal, M. Coşkun Ülgen, Yasin Yiğit, Buse Yörükoğlu, Bingül Utsukarcı, Zehra Gül Yiğit
Müzik Direktörü: Melikcan Zaman
Sahne Amiri: Cem Kenar
Kondüvit: Armağan Çartık
Işık Kumanda: Gökhan Gülçebi
Suflöz: Şeyda Pektok