Ülkenin yüzüdür konsolosluklar…
Geçmişin karanlık yüzünü çağrıştıran bir çok şey günümüzde
daha fazla gözüme batıyor. İkinci ve birinci dünya savaşının koşullarına benzer
göçmen hareketliliği yaşanmaktadır ama insanlık bu iki büyük savaştan gerekli
dersi almıştır diye umut ediyorum ama her umudun boşa düştüğü bir kırılma
döneminden de geçtiğimizi göz ardı etmiyorum.
Popülist söylemlerin iktidara taşındığı, bir birinden daha
tehlikeli liderlerin egosu altında belirsiz bir gelecek önümüzde durmaktadır.
Belirsizdir, çünkü krizden krize doğru geçiş yapan kapitalist sistem, ulus
devletinin üzerine yeni bir şey koyamadığı gibi, geçmişin ulus devletli
reflekslerine benzeyen ama ulus kavramını da aşan yeni bir faşist liderlerin ve
onları destekleyen geniş bir halk tercihi ile karşı karşıyayız. Bugün ki
liderler ülkelerinde emperyalizm politikalarını sosyal devletin yerine ikame
etmektedir. Savaş ve işgal ile içte yaşadıkları krizi aşacağını düşünen
liderler, aynı zamanda özelleştirme adı altında ulus devleti için olmazsa olmaz
sermaye biriktirme araçlarının elden çıkarılması ve küresel firmalara peşkeş
çekildiği bir zamanın ruhu içindeyiz.
Popülist söylem elbette üçüncü dünya ya da daha kibarcası
ile gelişmekte olan ülkeler için geçerli değildir. Emperyalist geçmişi olan
geçmişlerinde faşizmi yaşamış toplum liderleri içinde geçerlidir. Faşizm ırk
söylemi yerine göçmen karşıtı söylem ile kendisini ortaya koymaktadır. Popüler
politikalar aslında gerçek anlamda krizlere / sorunlara çözüm önerilerinin
olamadığının bir kanıtıdır. Liderler başarılarını daha ağırlıkta tesadüfi ve
gelişmekte olan olgular karşısında anlık tepkileri ile çözüm arayışındalar.
Uzun vadeli politikalar artık geçmişin soğuk savaş koşularında kalmıştır.
Ülkelerin küçük bir yansımasıdır başka ülkelerde ki
konsolosluk işleri. Suudi Arabistan'ın İstanbul Konsolluğunda
işlenen cinayet ülke içinde doğal olanın küresel anlamda doğal olmadığının
kanıtıdır. Orada kral istediğini asıyor, istediğini kılıç ile idam ederken
dışarıdan gelen tepkilere pek kulak asmamıştır ama başka ülkenin vatandaşı ama
aynı zamanda Suudi vatandaşı olunca ortaya karmaşık hukuki sorun ortaya
çıkarmaktadır… Çünkü iki farklı hukuk ve bakış açısının karşılaştırmalı olarak
bir olguda çatışmasına şahitlik etmekteyiz…
Onlardan bağımsız ama Ortadoğu ülkelerine silah satışı ile
sürekli gündeme gelen ve benim de ikinci vatanım olan Almanya'nın dış
temsilciliklerinden biri olan İstanbul konsolosluğunda yaşadıklarımı yazmak
istiyorum…
Almanya’dan doğduğum ülkeye taşınma kararı verdim ve yeni
Alman kimliğimi konsolosluktan alayım dedim ama sözde söylendiği gibi basit
değil, sizi bir sıra zorunluluklar bekliyor… Alman vatandaşlığını alalı
yaklaşık yirmi yıl olmuş ve bu arada ben bir çok şeyi artık biriktirmek ya da
saklamaktan vazgeçmişim ve atmışım… Normal koşular içinde en fazla resmi bir
belge on sene saklanıyor… Artık önemsiz olmuş şeyler yirmi yıl sonra baş
ağrıtmasını da düşünemem… Neyse konumuza dönelim;
Bugün (22 Kasım 2018) ikinci vatanım olan Almanya
konsolosluğuna gittim, birden kendimi zaman tüneline girmiş ve 1942 yılını
yaşayanların ruh halinde hissettim. Elbette ben bir Yahudi duygusu hakimiyeti
içindeydim... Düşünün ‘gestapo subayları’ kapıdan size bakıyor... Yahudi
diyecek biri ve bizi hemen sarmalayıp sabun üretim merkezine götürüp suyumuzdan
sabun, derimizden abajur yapacaklar... Almanya İstanbul konsolosluğunda
çalışanlar kapıdakiler Türk, özel güvenlik elemanı, diğerleri Alman!
Almanlar cam arkasında mikrofon ile iletişim kuruluyor... Aranda koskoca bir
cam, camdan cama sohbetler Amerikan filmlerinde mahkumların birbiri ile
konuşması gibi... Demokrasi, özgürlük sözlerini ağızlarından eksik etmeyenler,
geçmişlerinde faşizm olan bir halkın devletinin konsolosluklarında geçmişi
çağrıştıracak hiç bir şeyin olmaması gereklidir, oraya giden, ki sadece Alman vatandaşı
gidebilir, vize almak isteyenlerin yeri özel firmalardır, Alman konsolosluğu
muhatap bile değil, kendi vatandaşına SS subayı gibi yaklaşımın doğu olmadığını
düşünüyorum... Ben bir Yahudi gibi hissettim orada ve Yahudi soykırımına
uğrayan tüm Yahudilerin neler hissettiklerini yeniden anladığımı itiraf etmek
isterim... Tüm konsolosluklar büyük olasılıkla böyle olmuştur, çünkü Almanlar
standartlarına çok önem verirler...
İnsanın olmadığı yerde devlet var olmuş ne anlamı var?
Protokol: önceden internetten randevu almak...
İnternette belirtilen evrakları toplamak... Almanya’da yaşayanlardan istenmeyen belgeleri istemek... Türk doğumluların Türkiye’deki nüfus kağıdı, doğum belgesi gibi...
İnternetten aldığın randevu kağıdını istemek... Onsuz gelirseniz konsolosluğa sokulmayabilirsiniz...
Yanınızda bozuk para, istenilen parayı kuruş kuruşuna bozuk almak için, para bozmuyorlar...
Cam arkasında mahkum ziyareti gibi, insandan uzak, resmi konuşma ve resmi formlar...
Randevuda belirtilen işlemlerin yapılabildiği başka soruların alınmadığı bir konuşma düzeni...
Her geliş için, her randevuda aynı belgelerin istenmesi, kendi arşivine bakmak yerine belge toplanmasını istiyorlar... Günümüzde artık her türlü bilgiye her yerden ulaşılmasına rağmen hayır biz ulaşmayız siz getirin biz kontrol edeceğiz demeleri...
Fotokopi biz çekemeyiz, gidin dışarıdan çektirin! (Neden çekemezler, toner ücreti mi pahalı, çalışanın ayağa kalması mı paralı?)
Dışarıdan içeriye girerken cep telefonunuza ve yanınızda
varsa eğer çantanıza el koyuyorlar, onlar bir dolapta... Telefonun kapalı
olmasını istiyorlar, cemakanın arkasında olan görevliye kapalı vermek
zorundayız… Çantanızı bir köpek koklayarak arıyor... Çantada hadi uyuşturucu
olsa ne yapacaklar, yani Almanya’da uyuşturucu kullananlar yokmuş gibi, hangi
alman kurumuna girerken uyuşturucu aramasından geçtiniz? Hollanda
konsolosluğunda köpek araması var mı?
Konsolosluk içinde cep telefonunuz yok, iletişim hakkınız
kapıdan girerken ortadan kalmış demektir… İnsan hakları mı dedi biri, yok canım
o sadece kağıt üzerinde ki bir leke…
Bu arada kimlik değiştirme ücreti 59 Euro’dur, yanınızda
bozuk para ile gidin... Bozuk paramız yok diyerek sizin paranıza devlet yardımı
alabilirler.
Peki, neden bu kadar kontrol?
Sadece kendi vatandaşlarının girdiği bir yerde güven sorunu
var. Kendi vatandaşına güvenmiyor ve korkuyor… aklıma başka bir şey gelmiyor… Eskiden
bankalar cam arkasından hizmet verirdi, sonra camlar ortadan kalktı, yüksek
masaların yerini rahat oturacak masa ve koltuklara bıraktı, işi olan elinde
numara ile sırasını beklerken oranın havasından rahatsızlık duymadan orada
zamanını sinirlenmeden geçirmektedir. Bankalar sistemin camekanıdır ve
kapitalist sistem müşteri odaklı bir tercih yapmışken, devlet hala vatandaş
merkezli değil… Vatandaşın ve bireyin hakları daha öne çıkarılması gereken
yerlerdir devleti temsil eden yerler, çünkü orada küçük bir Almanya’nın profili
olmalıdır. Misafirperver, dostça, insana yakışan ve geçmişini çağrıştırmayan ve
geleceğe bakan bir çalışma alanı…
Peki bu çok mu zor?
Terör tehlikesi gibi kavramların ne kadar altı boşaltıldığı
ve bugün ki teknoloji ile çok önceden tahmin edildiği bir yerde, güvenli alanda
bir hapishane atmosferi ile gardiyan mahkum konuşmasının olmasını anlam
veremiyorum…
Almanya insanı geçmişin karanlık yüzünü ortadan kaldırmış,
sosyal devletin hala güzelliklerini üzerinde taşıyan ve ülkesine her türlü
zenginliği davet eden ve zenginlikler ile kendisini güçlendiren bir ülke
olduğunu hayal etmek çok mu ütopik?
Almanya içinde gelişen ırkçı, sağın yansımasını hiçbir zaman
ülke dışında görmek istemiyorum…
İsmail Cem Özkan