19 Temmuz 2022 Salı

Biz bize benzemeyiz!

Biz bize benzemeyiz!

 

Kemalist arkadaşlar bazı sosyalistlerin kendileri gibi hayata baktığını ve yorumladıklarını gördükçe, duydukça diyorlardır “biz sosyalistiz herhalde!”... Ama Marksizimi bilen, onun düşünce yöntemini içselleştirmiş biri asla Kemalist olamaz ve hayata Kemalist gibi bakamaz, çünkü durdukları nokta farklı. Kemalistler burjuva ve sermaye bakış açısından devleti kutsallaştırıp, onu yaşatmak için düşünce yöntemini çizer, sosyalist ya da Marksistler ise tam tersidir, devleti “sönümlendirecek” işçi devleti kurmayı, yani işçi sınıfı ve mazlumların bakış açısına sahiptir...

 

Marksistler bir arada yaşamayı savunur, tüm diller, kültürler bir arada, "işçi sınıfının alın teridir bizim bayrağımız" der, o açıdan bakar hayata, küreseldir bir anlamda ama sermaye karşıtı bir küresel…

 

Arada bu kadar zıt farklar olmasına rağmen, kendisine “sosyalist” diyen ve kendisini ve çevresini kandıranlar Kemalist gibi hayata bakıp yorum yapıyorsa, “dolandırıcı” konumdadır, çünkü komünistler ve sosyalistler niyetlerini hiç saklamaz ve açık açık ortaya koyar...

 

Komünist veya sosyalist olduğunu iddia edenler dini örgütler içinde yer almaz, çünkü din sosyalist düşünce ve yaşam biçimi ile taban tabana zıttır, hayata biri “biat ve itaat” ederek bakar, sosyalistler ise tersidir, “sorgulayarak” bakar... Hem Alevicilik oynayıp hem kendisine sosyalistim diyende Kemalist gibi davranan “dolandırıcılar” gibidir...

 

Sosyalistler kimseyi kandırmaz, niyetini açıkça ortaya koyar ve sınıfsız toplum için işçi sınıfı devleti kuracağını ve bunun ütopya olmadığını, gerçekleşebilecek bir somut bir şey olduğunu vurgular ve bugünden sosyalist yaşama uygun yaşam nüvelerini oluşturmaya çalışır...

 

Türkiye'nin 100 yıllık bir tarihi var, en azından cumhuriyet tarihi tanımı içinde... Bu zaman içinde komünistler kendilerin çıkarı için ne yazık ki devrim odaklı tutarlı ve devamlılık arz eden bir siyasi çizgi yaratamadılar... Sürekli burjuva devletin iktidar savaşında olmazsa olmaz iktidar mücadelesinde bir tarafı tutmak zorunda kaldı, “onlar gelirse daha kötü”, ya da “kötüler gitsin en azından asgari bir demokrasi olsun da bizde yer üstüne çıkalım” fırsatı arayışı içinde oldular... Bu ikilem yani “Godot” gelecek gibi demokrasicik bekleyen komünistlerin, demokrasisi bir türlü gelmedi. Aslında bir anlamda burjuva demokrasisi gelmemesi daha iyi, işçi devleti için devrim koşullarını devlet kendi elleri ile hazırlıyor, halkı “umutsuz” bırakıyor, bunu fırsat bilip örgütlenme yerine “kötünün iyisini” tercih edip onun arkasından gitmek” devrim fikriyatını” uzaklaştırmaktan başka işlevi olmamıştır... Kısaca örgütlenmek ve devrimci mücadele koşulu hazırlamak yerine, burjuva demokrasi beklentisi ile sosyalistçilik oynandı bu ülkede...

 

Sosyalistler “Gezi Direnişi” kendiliğinden ortaya çıkınca elleri kolları birbirine karıştı, ne yapacağını bilemez, örgütsüz olduklarına lanet okudular...

 

Peki, bu dini tepki onları örgütlü yaptı mı?

 

Sosyalistler, komünistler dini yapılar içinde örgütlenmez, onlardan “taraftar devşirelim”, “onları da yanımıza alalım” söylemi değil, tersine güçlü bir örgütlü model çıkarırsanız, mazlum, ezilen taraf zaten güçlü olarak gördükleri ve kendilerini savunacak tarafın yanında yer alacak, kucak açacaktır, çünkü kendi güvenliği için güvende olacağına inanacağı tarafa destek verir mazlumlar...

 

Komünistler kimsenin dini inancına, ibadetine karışmaz, çünkü onların inancını da işçi devleti güvenceye alacaktır, gerçek laik devleti ancak işçi sınıfı kuracaktır, çünkü dinden çıkarı yoktur, onu metalaştırmayacak yegane güç işçi sınıfıdır...

 

Din metalaştığı sürece laik bir devlet sözde kalır...

 

Komünistler işçi sınıfını örgütlediği an zaten toplumun çoğunu örgütlemiş demektir, işçi sınıfı toplumun bel kemiğidir, sermaye bile işçi sınıfının gücüne ve üretim için çalışmasına dayanır. İşçi sınıfı üzerinde ki sermaye patronlarını atması için kendi devleti kuracağına gerçekten inanması gereklidir, aksi halde sırtında bir joker gibi taşıdığı kan emici sermaye sahiplerini atamaz...

 

Ulus devlet, kendi içinde kendisi dışında yer alanlara "umutsuz" kalacakları ortam yaratarak "kendilerine benzemekten başka çıkar yolu yoktur, eğer yaşamak ve mutlu olmak istiyorlarsa" anlayışını pekiştirecek güvenlik önlemleri alır. Toplumu bir anlamda çeşitliğini yok edip homojenleştirmek ister. Homojen toplumlar sanki daha sorunsuz sömürülüyormuş gibi.

 

Ulus devletinde “kendisi için” özgür olan şeyler, ötekiler için yasaktır...

 

Eylem birliktelikleri ile zıt kutuplar yan yana gelebilir, çünkü kısa vadeli ve sonuç veren eylemler, eylem birlikteliğinden geçer. “Devrim olsun bütün sorunlar sonra çözülsün” anlayışı doğru anlayış değildir. Komünistler halkın refahı onları sömüren burjuvalar kadar olması için mücadele eder, burjuvaların yaşam kalitesini yok edip onları fakir yapıp toplum artık eşitlendi demez, tersidir doğru olan… “Fakirsin sen fakir kal” demek yerine daha fazla hak ve özgürlük elde etmek, daha rahat yaşam olsun diye mücadele eder. Sınıfsız toplumun temeli daha rahat ve eşit şekilde bir arada olmak değil midir, sınıfları ortadan kaldırmanın birincil amacı sömürüyü ortadan kaldırmaktır, sınıf olduğu sürece sömürü olacaktır… Burjuvazinin yaratmış olduğu bencillik, tüketici kültürü dışında yer alan tüm değerler, hayat standardına ulaşmak ve onu aşmak için mücadele edilir. Şatoda oturan burjuvazinin şatosunu yıkma değil, o şatoda eşit koşullar içinde yaşamaktır amaç, gecekondu binamızdan çıkıp o seviyede yaşamak… Koskoca şatoda birkaç kişi yaşarken, şimdi hep bir arada yaşayacağız, birlikte üreteceğiz birlikte o zenginliği paylaşacağız, yeter ki başkasının emeği üzerinde yükseltmeyelim refah seviyemizi… Sömürülenler, başkasını sömürmek için iktidara gelmez…

 

Komünistler farklıları yok etmek yerine, farklılıklar ile birlikte bir arada yaşamı savunur. Homojen toplum yerine dünyanın tüm renklerinin bir arada olduğu ve hiçbir rengin diğerinden üstün olmadığı bir sınıfsız bir toplumu savunur.

 

Eylem birliktelikleri demek değildir ki bir arada olanlar bir birine benzesin, aksine farklıklar olduğu için zaten eylem birliktelikleri oluyor ve o eylem süresince ortak çıkar için mücadele edilir, sonra herkes kendi amacına uygun mücadele yönteminde yoluna devam eder.

 

Eylem birliktelikleri, olaylara aynı pencereden bakanlar arasında olmaz...

 

Bakın Kürt sorunu konusunda eylem birlikteliğinin ortak adı HDP'dir. Birbirinden ayrı siyasi görüş ve ideolojiler bir arada Kürt sorunu çözümü için somut adım atmak için bir araya gelmiş siyasi çıkar birlikteliğidir... Hiç biri diğerini “benim gibi düşüneceksin, benim ile her olayda aynı adımı atacaksın” diyemez, çünkü dediği an “kopmalar” kaçınılmazdır... Elbette içinde sorunlar var, yakın tarihimizin içinde ilk büyük deneyim diyebiliriz, bu kadar farklılıkların bir arada olması… 12 Eylül 1980 öncesi kısa bir zamanda deneyimlenmiş “Direniş Komiteleri” vardır ve onun ilgili bir çok yayın bulabilirsiniz.  Çıkar birlikleri elbette bir noktaya kadar gider ve her yeni açılım başka yolların ve anlayışların oluşmasına neden olur…

 

Ülkemizin tek sorunu elbette Kürt sorunu değildir, onun dışında da hayata bakan ve farklı sorunları odak noktasına almış sol anlayışlar mevcuttur, her birinin farklı duruşları olması onları ne haklı ne de haksız yapar. Tarih, bugünler ile ilgili notlarını kazanımlara bakarak yazacaktır, çünkü tarihin akışına hiçbir etkisi olmayan anlayışlar tarih notları arasına sözü kısa değinmeler dışında edilmeyecektir.

 

Aynı şekilde bir çok ilçede ve illerde oluşturulmuş olan “demokrasi birlikleri / bileşenleri”.  Hepsi farklı uçlardaki oluşumlardır, ama ortak payda demokrasi. Yapılan eylemlerde ortak belirlenen sloganlar ve afişler taşınır ama hiç kimse “sen neden kendi bayrağını, flamanı taşıyorsun” demez, çünkü farklılıklar güzelleştirir o eylemi ve bileşenin anlamına uygun davranış ortaya çıkarır. Demokrasi bileşeni dendiği an zaten ”tek bayrak ve flama” olmaz, ülkenin resmi anlayış dışında yer alan tüm renklerinde katılıp kendisini ifade edebildiği ortamlardır... “Ben Aleviler ile ya da sosyal demokratlar ile aynı yürüyüşte yürüyorum” diye ne onlardanım ne de onlar benzemek için uğraşırım, ne de alınıyorlar ama onlar var diye kendi ilkelerime ters bir davranış içinde olurum... Bizler görüşleri ve niyetlerini açıkça söyleyen ve bu konuda her şeyi ile net anlayışı savunanlarız...

 

Kısaca “biz bize benzemeyiz” ama demokrasi olunca hepimiz aynı yürüyüş kolunda yerimizi alırız.  Hepimiz farklı ideolojileri savunan, hayata başka noktalardan bakanlarız, hepimiz bu yaşamın farklı renkleriyiz, zenginliyiz…

 

İsmail Cem Özkan


17 Temmuz 2022 Pazar

Son eylem, ilk olmasın!

Son eylem, ilk olmasın!

 

Cezaevlerinde “ölüm orucu”na yatmış yine “haksız yargılandıklarına” inanan devrimci insanlar, duydunuz mu? Onlar yaşasın diye sizde sessiz ya da sesli çığlık atacak mısınız? “Ölümler olmasın” ama öyle bir zamandayız ki, zamanın ruhu ölüm ile besleniyor.

 

Ölümün bu kadar kutsandığı zamanda ölüm oruçları hedefine varıyor mu?

 

Oruca yatanlar ile dayanışma sanki ölüm oruçlarını teşvik etmek gibi bir şey oldu.

 

Hepimiz biliyoruz, yaşıyoruz, bu ülkede adaletli bir hukuk düzeni yok.

 

Adil yargılanmak istemi bana göre ‘şimdiki siyasi ortama göre’ anlamsız.  Bugün ki siyasi atmosferde zaten adil hiç bir şey yok, istiyor ve atıyor içeriye ve yıllarca hiç bir suç olmadan ceza evinde yatırıyor, sıkıştırınca bir suç bulunuyor ve ömür boyu cezaevine tıkıyor.

 

Şimdi, Osman Kavala ölüm orucuna mı yatması gerek?

 

Adil yargılandı mı? Ondan daha fazla haksızlığa mı uğradınız, ondan daha fazla istismara mı uğradınız?

 

Siyasi hareketler varlıklarını ölümler üzerinden kurmaması gerektiğini düşünüyorum.

 

Umarım cezaevinde ki ölüm orucuna yatmış olanlar kritik seviyeyi geçmeden, muhatabı olmadığı bir eylemi bırakır...

 

Ölüm orucunun bir muhatabı olur, peki bugün ki başkanlık sisteminde muhatap kim?

 

Kimin vicdanını hareket ettireceksiniz?

 

Vicdan hareket etmiş olsaydı, ‘kadın cinayetleri’ durdurulabilinirdi, durdurulmuyor, hatta teşvik ediliyor katillere verilen hukuki kararlar ile…

 

Bu ülkede "hayat dönüş " operasyonları yapıldı, yapanlar pişman değil, hatta gurur duyuyorlar...

 

Bu ülkede onlarca insan ölüm orucu sonucunda ölüme yürüdü, peki kazanımları ne oldu?

 

İnsan hayatı her şeyin üstündedir, ölüm ile sonuç alınamıyor, alınmış olsaydı bu kadar sorun yumağı içinde bocalamazdık...

 

Evet, çok geç olmasına rağmen yeni duydum, açlık grevi yüz günü çoktan geçmiş... Yüz gün geçip gitmiş kaç kişi duydu? Ölünce duyulacak mı?

 

Yılın belirli gününde anmalara eklenecek iki isim veya daha fazla isim, sonuç ...

 

Önemli olan sonuçtur, kazanımdır, kazanılmış hakkın korunmasıdır...

 

Ölümler adil yargılanmayı oraya çıkarmayacak, adil yargılanma sorunu bir sitem sorunudur, devletin bakış açısı ile ilgilidir, o bakış açısı değişmediği sürece haksızlıklar, orantısız güç gösterileri hep olacaktır...

 

Bu ülkede her birey adalet istiyor. Adalet mekanizması elinde olan için adalet sorunu yok, sadece istismar edenler var deniliyor...

 

Devletin bekası için, devletin çıkarı için her türlü yol mubahtır, adalet filan olmaz diyorlar... Var olan tüm yasaları rahatlıkla bir kenara itip istedikleri gibi hareket ediyorlar, bakıyorlar her hareketin bir sonucu var, hemen ona uygun yasal düzenleme yapıyorlar... Kısaca her şey yasalara uygun, her şey iktidarın niyetine uygun hareket ediyor...

 

Peki, bu çark kırılmayacak mı?

 

Elbette kırılacak, gezi süreci o çarkın kırılmasının bir sembolüdür...

 

Sürekliliği olmadığı için insan hakları, evrensel hukuk normları ne yazık ki hayat bulamadan sönümlendi...

 

Bu ülkede yıllardır ölümcül kazalar olur, sistem bu ölümcül kazalardan ders çıkarmak yerine devam etmesi yönünde tavrını koyuyor. Bir iki ceza ile kazaların önlenmediğini biliyoruz, peki neden öyle bir tavır içinde iktidar? Çünkü küçük sermaye gurubunu rahatsız etmek istememektedir. Kazalar aslında küçük esnafın ve onları besleyen küresel firmaların işine geliyor, tüketim artıyor... İktidar bu kazaları önlemek ya da en aza indirdiği an zincirin kırılması anlamına gelir, o riske hiç girmiyor. Bizim organize sanayi dediğimiz alanlar otomobil tamir merkezleridir... Sanayimiz kazalara bağlıdır kısaca...

 

Siyasetimizde aynı şekilde ölümlere bağlıdır…

 

İktidar ne zaman sıkışsa bir yurtdışı / içi operasyona imza atıp, ‘etkisiz’ bırakılanların rakamsal açıklaması yapılıyor, bazı evlere bayraklar çekilip başsağlığı dileniyor, “kanı yerde kalmayacak!” denilerek başka operasyonlara zemin hazırlanıyor…

 

Selalar okunuyor, durmadan, sela... sela, ne için okunur?

 

Ölümleri durdurun, bir tarafın hiç umurunda değil ama bir tarafın canı acıyor, bari canı acıyanlar durdursun, başka yöntemler denensin, en son yapılması gereken eylem her zaman başta olmasın...

 

İsmail Cem Özkan