11 Ekim 2022 Salı

Hırçın Kız

 Hırçın Kız

 

William Shakespeare’in yazdığı ama sahnelerde yeniden yeniden doğan bir kara mizah olarak adlandırabileceğimiz trajedinin drama döndüğü oyun, zamanın içinden gelen ve güncel olan ile kucaklaşmasıdır.

 

Bir baba ve evlenme yaşına geldiğine inandığı kızlara taliplerin artması üzerine bir kural koyar, önce büyük kız evlenecektir, her şey sıra değil midir, duygular ve mecburiyetler yoktur, sıra ile geldik bu dünyaya ve sıra ile sıramız geldiğinde yaşayacağız bazı şeyleri… Hayata sırası gelene göre bakan bir kültür vardır, bu kültürel bakış açısı günümüzde çok değişmiş olmasına rağmen hala sırası gelene göre davranan geleneksel bakış açısı da mevcuttur... Ataerkil aile yapısının bir yansımasıdır ve o yansımanın günümüze taşınan düşüncesi ve davranış birikiminin gülünç ama trajik yanımızı sahneye taşımız Yücel Erten.

 

Klasik bakış açısıdır, büyük küçüğü kıskanır, çünkü küçük hem güzeldir hem de çok şımartılmıştır. İlk çocuk her zaman küçüğe göre daha sorumlu ve sorunlu yetişir, çünkü aile geleneksel bakış açısı içinde ilk tecrübesini ve disiplinli eğitimini ilk çocuk üzerinden deneyerek tecrübe kazanır, o tecrübeden kaynaklanan bir tecrübe ile küçük daha fazla şımartılır…

 

Kızını evlendirmek isteyen babanın kapısına evlenmek isteyen erkekler sıraya girmiştir. Elbette bu sıraya girişin en büyük nedeni paradır, çünkü kızı alan aynı zamanda mirastan ve zenginlikten de yararlanacaktır. Maddiyattır evlilikte belirleyici olan. Kız babası da kızını rahat yaşasın diye zengin birine vermek istemektedir. Para üzerine kurulmuştur aile kurumu…

 

Klasik ve bilinen bir öyküdür ve bu öykünün kurgusu sahneye uyarlanırken günümüze yansıması da öne çıkarılmıştır… Sade bir dekor ve işlevsel olan sahnenin içinde oyuncular öyle yerleştirilir ki, oyunda akıcılığın ve devamlılığın en büyük yardımcısı olmuştur. Sahnesi rahat olan bir oyunda oyuncular kendilerine verilen role hayat vereceklerdir. Oyuncu hep mimikler hem de sesleri ve davranışları ile giyindikleri rolü sahneye uyarlarken elbette sahnede yer alan diğer oyunculardan büyük yardım alır, çünkü sahnede bir oyuncu dahi oyuna uyum sağlayamadığı zaman domino taşı gibi oyun çöker, ne kadar oyuncunun yetenekli olması, yönetmenin sahneye oyun kurgusunu kurmasının bir önemi kalmayacaktır. O yüzden elde olan bir öyküyü ete kemiğe bürünmek ve üç duvar arasından seyirciye ulaşımı öncelikle elde var olan oyuncular arasından bu öyküye uygun oyuncuların seçimi ile başlar… Oyuncuların seçimi, oyuncuların birbiri ile uyumu ve uyumu daha öne çıkaracak ışık, ses, sahne düzenlemesi oyuncu ile seyirci ile ilişkisinin de seviyesini belirleyecektir…

 

Yücel Erten tecrübelidir, üstelik bu oyunu daha öncede sahneye koymuştur, devlet tiyatrosunun olanakları ile yeniden hayat bulan bu oyunda günümüze yapılan göndermeleri ile kadın sorunun evlilik ve köleleştirme süreci ve köleleştirmeye karşı kabul edilmiş gibi ama intihar ile başkaldırını destanını sahneye taşımıştır. Kara mizahın tüm olanakları ile sahneye seyircinin gülme duygusuna değil, akıldan ve bilinç ile sarılıp o sarılma ile ortaya çıkan kara mizahın kara gülmecesidir…

 

Hırçın Kız oyunu yeni açılan Taksim Meydanında olan AKM (Atatürk Kültür Merkezi) yeni sahnesinde ve gül kurusu renkli koltukları üzerine oturup, gül kurusu duvar rengi ve LED ışıkları altında klimanın bıraktığı soğuk hava eşliğinde izledim. Tiyatro salonu kırmızı koltukları ile bugüne kadar gelirken yeni AKM binası içinde renk değiştirmiş, sponsor olan firmanın istemleri yeni sahneden oyuncuya yeni gibi ama eski bir oyunun yeni sunumu ile karşılaştım… Konukların davetiyeli olanları Ankara merkezinden belirlenen tiyatro salonu, seyircisini geniş bir lobi salonu ile karşılıyor… Kapının önünde ve salonun içine dağıtılmış devlet tiyatrosu konuklara yol gösteren hostesleri ile salonu doğru bakıyoruz. Sıcak bir sahneye sıcak renkler eşliği ile ineceğinizi düşünebilirsiniz ama sıcak ışıkların yerini LED ışıklar her yerden size sırıtıyor…

 

Hırçın Kız oyununu izlerken beni sahneye bağlayan bazı oyuncular olmuştur, oyunda ilk sözler sahneden seyirciye ulaşırken daha önce izlediğim aklıma geldi. Önceden izlenmiş bir oyunu tekrar izlemek aslında karşılaştırmayı ortaya çıkarır ama beni sesin salona yayılırken bir ahenk sorunu olduğunu düşündüm, seste bir sorun var ama tam tanımlayamadım, çünkü bazı kelimeleri algılamakta zorlandım…

 

Oyunda beni en çok oyuncuların tek tek performansları kucakladı, oyun bütünlüğü içinde bazı oyuncuların mimikleri ve hareketleri daha çok ilgimi çekti… Zülfükar Ali Sinan Demir gözleri ile öne çıktı gibi. O bakışlar ile nasıl bir karakteri canlandırdığını anlatıyordu. Ama onun yanında Burak Altay mimikleri ile oyunda en çok ilgimi çeken kişi oldu. Her sahnenin ve her ses değişiminde mimikleri ile oyuna derinlik kazandırıyor… Onun mimikleri ve göz hareketleri olmasaydı acaba oyun daha mı cansız olurdu? Veda Yurtsever, Hakan Meriçliler ve diğer oyuncuların birbirini destekleyen ve büyüten oyunları ile oyunu bir bütün olarak algılamamıza ve ortak emeklerinin ortaya çıkardığı klasik ama yeniden yorumlanan ve seyirci ile bire bir ilişkiye geçen oyun alkışı hak ediyordu ve o haklarını oyun sonunda aldıklarını gördüm… Bir de oyun boyunca cep telefonu ile ilgilenen insan yani seyirci diyemiyorum çok azdı. Oyun ile kucaklaşamayanlar whatsApp ile sohbetlerine ara vermediler… Parası ile koltuk işgal edenler neden o koltuklarda otururlar ki, çık fuaye orada sessiz bir ortamda sohbet et, yok diyorlar illa karanlık odada sohbet güzel oluyor…

 

Bu sırada oyunu izlememe sebep olan güzel dostum Neslihan Ekler Öztürk teşekkür ederim…

 

İsmail Cem Özkan

 

Hırçın Kız

Yazan: William Shakespeare

Çeviren: Nurettin Sevin

Yöneten: Yücel Erten

Oyuncular: Veda Yurtsever, Hakan Meriçliler, Uğur Hakan Güneri, Turan Günay, İlkay Akdağlı, Fatih Dokgöz, Zülfükar Ali Sinan Demir, Burak Altay, Çiğdem Yıldız, Ahmet Taşdemir, Ahmet Kurt, Başak Ova, Bilal Ercan, Büşra Saraç, Erdem Bilgi, Hakan Sivlim, Mehmet Emrah Hamşioğlu, Muhammed Yıldız, Oya Ünal, Özlem Karataş, Rezzak Aklar, Seda Özgiş, Tuba Aydın, Tuğçe Topçu

 

9 Ekim 2022 Pazar

Birilerin üzerine toprak atılmasın!

Birilerin üzerine toprak atılmasın!

 

Diyanetten bağımsız Alevi ve Bektaşi kurumlarının başına bir devlet şemsiyesi geçirilecekmiş… Olumlu bir adım mı, bunu zaman gösterecek…

 

Eğer ülkemizde laiklik olmuş olsaydı devlet şemsiyesi dini kurumların üzerinde olmazdı, bizde devlet dini kontrol etmek ve halkı din ile uyutmak için bu şemsiye işini hep kullanmıştır... Osmanlı'da da bu böyleydi, bugün ki cumhuriyette de böyle olmuştur. Alevilik Kurumu Osmanlı’da da hep illegal olmuş, olan dergahları ve türbelerin başına Nakşibendi devlet memuru atanmıştır... Türk devleti kurulunca da bu sistemde değişen bir şey olmamıştır, uygulama olduğu gibi hep devam etmiştir...

 

Hep bir algı oluşturulur, işte cumhuriyet kuruldu Alevilik bir anlamda özgürlüğüne kavuştu ama öyle değildir, kapatılmıştır, hatta uzun süre dergahları sahipsiz kalmış, yıllar sonra müze olarak açılımına izin verilmiştir, elbette müze olunca müdürü de Alevi olacak değildi ya, Osmanlı da gelen gelenek devam etmiş, Nakşibendi tarikatından gelenler müze müdürü oluvermiş…

 

Tarihte ilk defa bir Alevi Kurumu devlet şemsiyesi altına giriyor... İlk olduğu içinde bakalım nasıl sonuçlar çıkacak bilmiyorum ama en azından devlet şemsiyesi altında olan bir kurum ve inanca karşı nefret söylemlerinde biraz azalma olur mu?

 

Tarih boyunca kendisini savunmaya olanak verilmeyen Alevilik bugüne kadar kendisine karşı geliştirilen nefret söylemlerine karşı gerçek anlamda kamuya yayılacak şekilde bir çalışma yapamadı, kendi söyledi, kendi dinledi. Hep katliama uğradı, hep sürüldü, hep horlandı, hep ötekileştirdi... Dağların dorukları, yol geçmeyen, kervan bulunmayan yerler Alevilerin yaşam alanı olmuş…

 

Şemsiye altına girince bakalım Alevilerin hayatında ne değişecek?

 

Alevilik Kurumu içinde ruhban sınıfı oluşturmaya uygun bir hiyerarşi var, o hiyerarşi devlet çatısı altında acaba nasıl örgütlenecek, post mu önemli, bilgi mi önemli olacağını zaman gösterecek...

 

Ülkemizde her açılım bir masa devrilmesi ile sonuçlanmış, çünkü masa devrilmese masaya gelen sorunlar ile yüzleşmek gereklidir. Yüzleşmek bir anlamda öteki olarak kabul edileni muhatap almakla kalmıyor, ona pozitif ayrımcılık yapacak kadar ileri boyuta taşınacak suçların yeniden ortaya çıkarılması ve hesaplaşmasıdır… Ülkemizin dereleri sadece kan taşımadı, insan kemiklerine de ev sahipliği yapıyor. Derelerde olan kemiklerin ete bürünmesi, sessiz çığlıkları sese dönüşmesi elbette rejimin kurumlarının yeniden düzenlenmesi ve resmi tarihin yeniden yazılmasını ortaya çıkaracaktır…

 

Her açılımın gerçek sonuçları vardır ama bu sonuçlar ile yüzleşmeye ne toplum ne de sistem hazırlıklarını yapmıştır. Yukarıdan aşağıya örgütlenen devlet yapımız, yukarıdan aşağıya değişimi dayattığında acaba hep pozitif ayrımcılıktan yararlanmış “çoğunluk” olduğunu düşünenlerin ellerinde devlet olanaklarının azalması karşısında direnci olacak mıdır? Alışkanlıklar ve nefret söylemi ile biçimlenen toplumun ön yargılarını kırmak siyasi bir sonucu doğurur.

 

Her açılım bir anlamda o açılım için öngörülen toplum liderine ve kurumlarına para aktarmak demektir. Genel anlamda parasını veren düdüğünü çalar... Devlet para aktardığı hedef kitleyi kendi amacına uygun değişimini dayatması veya gizliden asimilasyon için oran hazırlamaz mı?  

 

Başka açıdan bakarsak eğer yapılan projede parayı alan, parayı verenin istediği makamdan çalmaya mecburdur... Eğer devletin istediği makamı çalmazsa devletin öngörüleri boşa düşmesi ve birden para kaynağının kesilmesini ortaya çıkarmaz mı?

 

Alevi açılımı bakalım ne zaman masa devirmeye kadar gidecek?

 

Kürt açılımı başarısız oldu, sonu hendek içinde üstleri toprak ile örtülen Kürt vatandaşlara oldu...

 

Her açılımın sonunda birilerin üzerine toprak atılmasın!...

 

İsmail Cem Özkan