Rahatsız etmek!
Toplum içinde bir çok birey kimseyi rahatsız etmeden ve
rahatını bozmadan yaşamak ister, çünkü yaşadığı toplumun huzuru, aslında kendi
huzuru anlamına gelir. Anlaşılır bir istemdir ve o anlaşılır istem doğaldır. Fakat
tarih bize doğmadan bir çok rol biçmiştir, o rolü yaşadığımız günler boyunca
oynamak zorundayız. Bizlerin, birey olarak istemleri her ne kadar önemli olsa
da, tarihin bize yüklemiş olduğu rol ve toplumun bize bakışı, erk sahibinin
temsilcisi devletin potansiyel olarak gördüğü bir tehlike olabiliriz. Çünkü potansiyel
olan ayrılıkçıdır ve ayrılık her zaman çatışmanın ana kaynağı olarak önümüzde
durur. Kimse durduk yere ayrılmaz, öteye gitmek istemez ama öyle bir rol
paylaşımı olur ki, ister istemez çocukluk dönemi saf bakışı atar atmaz o
biçilen rolü istem dışı oynamaya başlarız. Hatta bireyler olarak her ne kadar o
yaşadığımız yer itibari ile çok sevilen hatta onlardan biri gibi olmuş olsak da,
aslında her hangi bir kargaşada ilk hedef olarak kişiler olmaya devam ederiz.
Yaşadığımız son yüzyılın içinde bu ötekileştirme ve rahatsız
olma durumu bir çok kitlesel katliamlara ve hatta soykırıma varan boyutta çatışmalara
sebep olmuştur.
Yaşadığı topluma tam uyum sağlamış, hatta onlardan biri gibi
olan ve erk sahibine her türlü hizmet yapma konusunda normal vatandaşa göre
daha fazla özveri göstermiş kişiler, ilk çatışma ortamında nefret söylemini
besleyen kaynak olabilir ve o söylemin sonucunda linç kültürü içinde yerini
istem dışı alabilir. Onu savunacak ne bir güç vardır ne de erk. Çünkü o
saldırıdan erk sahibi daha da güçlenir, kendi birikimini bireysel ya da
toplumsal olarak maddi ve manevi olarak büyütür. Manevi olarak büyütür, çünkü
nefret ve korku ne kadar çok büyür ve yayılırsa iktidarın hedeflediği homojen,
sessiz, pısırık ve her verilen görevi yerine getiren robot insana yakın
bireylerin oluşturduğu cemaatler oluşmasına katkı sunar. Bu manevi oluşan
kültür, aynı zamanda ileride oluşabilecek olan tüm potansiyel unsurları
oluşturur ve yeniden düzenler.
Toplumlar hiçbir zaman homojen olamaz, çünkü erk sahibi her
an yeni kategoriler yaratır ve o yarattığı kategoriler içinde nefret söylemi
eskiden yaşamışların kültürü üzerine kurar ve geçmişte yaşanmış düşmanlıklar,
sonuçları, yaşanan toplum içinde her zaman kor olarak canlı tutulmasına özen
gösterilir.
Yaşadığımız topraklar; şehirler, devletler kurduğu günden
beri birbirinden rahatsız olan kültürlerin varlığı içinde biçimlenmiş ve
savaşların, öldürmelerin, katliamların devamlılık gösterdiği kültür birliği
içindedir. Korku, isim, biçim değiştirmiş ama her daima canlı ve kor halinde varlığını
korumuştur. Elbette bu sadece Anadolu toprağı ile sınırlı değildir, dünyanın
her parçasında bu bir şekilde varlığını korumuş ve korumaya devam etmektedir.
Dışarıdan gelene ve içinde yaşadığı bir takım kültürlerin
bireylerine karşı korku, nefret, güvensizlik her zaman vardır ve var olmaya
devam eder.
Yukarıda bahsettiğim ve soyut olarak işlemeye çalıştığım
duruma somut bir adım atarak devam edeyim. Ülkemiz içinde potansiyel tehlikeler
Osmanlı ve günümüzde de devam eden unsurlara bakarsanız pek değişmediğini ve
yeni potansiyel tehlikelerin katıldığına şahitlik edersiniz. Burada bireylerin
kişisel tercihlerinin hiç işe yaramadığını da “geçmişte bizim sokakta yaşayan”
diye başlayan cümlelere bakarak anlayabilirsiniz.
Evet, geçmişte bizim sokaklarımızda kimler yaşıyordu?
Potansiyel tehlikeli insanlar!
Şimdi neredeler?
Ya öldürüldüler ya da sürüldüler…
Onların mirası şu anda kimler kullanıyor?
O potansiyelleri kimler kovalamış ise, onların yakınları ya
da dışarıdan gelen ve boş gördüğü alana yerleşen o anlık için toplum için
potansiyel tehlike oluşturmayanlar. Ama zaman içinde potansiyel tehlike oluşturmayacaklarını
kimse garanti edemez!
Daha da somutlaştırsak; ülkemizin potansiyel tehlikeli
olanları başta dini, kültürel farklılık gösterenlerdir. Yani ülkemiz sınırları
içinde düşünürsek; Aleviler, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler… diye
uzar gider. Her birinin farklı bir kültürü ve yaşam biçimini temsil ettiğini
çıplak göz ile görebilirsiniz. Bu tarihsel potansiyel tehlike olanların dışında
zaman içinde potansiyel tehlike konuma gelen toplumun çoğunluk kültürü içinde
gelişen solcular, dini cemaatler de işin içine katılmıştır.
Çatışma ortamlarında erk sahibi tarafından açılmış olunan
tüm toplumsal davalar bu potansiyellere karşıdır.
Toplumun yaşam kültürünü aktaran hakim dil içinde o ötekiler
konusunda nefret söyleminin gelişimine de tanıklık edersiniz.
Son otuz yılın potansiyel tehlikelerin başında Kürtler yer
almaktadır. Kürtlerin de homojen olmadığını anlayan erk sahibi, onu kategorize
etmiş ve o kategorizeler içinde nefret söylemini geliştirmeye devam etmektedir
ama her ne kadar kategorize etmiş olsa da zaman içinde tüm Kürtler potansiyel
konumuna dönüşmüştür. Artık iyi Kürt, kötü Kürt yoktur!
Erk sahibine karşı her türlü hizmette kusur işlemeyenler,
bugün nefret söylemi karşısında çaresiz kalmaktadır. Geçmişte yaşanan ve
devletin en üst makamlarına kadar çıkmış öteki kültürlerden gelen bireylerin,
bugün bıraktığı iz, halen hizmet edenler geçmiştekiler kadar iz bırakacaklarını
dahi düşünmeden, erk sahibini rahatsız etmemek için ellerinden gelen özveriyi
göstermeye devam etmektedirler.
Potansiyel olarak kabul edilen kültürlerden gelen bireyler,
toplum içinde erk sahibini rahatsız etmedikleri sürece çok sevilirler, hatta
onların yeteneklerinden olabildiğince faydalanılmaya çalışılır. Kız alınır, kız
verilir, onları toplum içinde daha çok uyum göstermesi ve asimile edilmesi için
her türlü koşul hazırlanır. Yeter ki, rahatsız etmesin ve hizmet etsin istenir.
Onların hizmetleri rahatsız edebilecek olan potansiyel olanları nötralize etmek
ve ileri gidebilecek olan bireyleri ıslah etmekte kullanılır, çünkü
kaybedecekleri bir şeyleri vardır ve onu kaybetmemek için potansiyel tehlike
olan toplumun bireyleri; her gelişme karşısında üç maymunu rahatlıkla oynarlar.
Geçenlerde bir Ermeni arkadaşım ile karşılaştım, ne var ne
yok dedim. “Huzur içinde yaşamaya çalışıyorum” dedi. “Kimseyi rahatsız etmemek
için kendime uygun bir iş buldum çalışıyorum” dedi. Önce onun bu söylemini
yadırgadım, daha sonra yukarıda dillendirmeye çalıştığım düşünceler oluştu. İç tepkisini
dillendirmişti, rahatsız etmemek ve çatışmalardan olabildiğince uzak durmak. Çünkü
biliyor ki, birisini rahatsız ettiğinde katili kollanan/ korunan bir cinayetin
faili olabilir.
Rahatsız etmemek için her türlü özveriyi gösteren, hatta
sermaye birikimi yapan bu potansiyel kültürlerin bireyleri en ufak bir çatışma
ortamında oynadıkları rollerin yok olduğu ve “kral çıplak” çığlıkları altında
çırılçıplak ve savunmasız kaldıklarına tarih içinde şahitlik ettik ve etmeye de
devam ediyoruz.
Potansiyel tehlike olanlar, potansiyel tehlike olmaktan
çıkabilmeleri için yeni bir toplumsal sözleşme yapılması şarttır. Yeni
toplumsal sözleşmede her kültür kendisini özgürce ifade edebildiği, potansiyel
tehlike zamanında olduğu gibi kapalı toplum olmaktan çıkabildiği ve kendi öz
kültürünü geniş bir özgüven ile seslendirebildiği, bir arada yaşama kültürünün geliştirildiği
bir toplumsal sözleşmede biçilen rollerde değişim olabilir. Aksi halde şu anda
her ne kadar rahatsız etmemek için her türlü sesini yok etmek, toplum içinde
görünmez birey olmaya çalışılsa da zamanı gelindiğinde o görünmez potansiyeller
görünür ve linç edilir.
Bu linç kültüründe bireylerin tercihlerinin önemi yoktur,
bugün gizlenmiş, kendi kimliğini saklayan bireylerin olması tesadüfi değildir
ama her ne kadar saklanırsanız saklanın, erk sahibi her bireyini kayıt altına
almıştır ve gereği görüldüğünde o kayıtlara bakarak, o birey hakkında gerek
görülen işlem yapılacaktır. Bir anda içimizde yaşan bireylerin geçmişlerini
araştıran ve onların geçmişleri ile ilgili kitapların çıkması, belgelerin
dilden dile dolaşması bu korkunun beslenmesi ve nefret söylemin sonucu linç
kültürü için ortamın her daim hazır olması erk sahibi için önemlidir. Çünkü potansiyel,
adı üzerinde güvensizdir, her zaman ona karşı savunmada durmak anlamındadır.
Bireyler her ne kadar rahatsız etmek istemese de tarihin onun
üzerine yüklediği rahatsız etme durumu her zaman vardır.
İsmail Cem Özkan