9 Ocak 2013 Çarşamba

Rahatsız etmek!


Rahatsız etmek!

Toplum içinde bir çok birey kimseyi rahatsız etmeden ve rahatını bozmadan yaşamak ister, çünkü yaşadığı toplumun huzuru, aslında kendi huzuru anlamına gelir. Anlaşılır bir istemdir ve o anlaşılır istem doğaldır. Fakat tarih bize doğmadan bir çok rol biçmiştir, o rolü yaşadığımız günler boyunca oynamak zorundayız. Bizlerin, birey olarak istemleri her ne kadar önemli olsa da, tarihin bize yüklemiş olduğu rol ve toplumun bize bakışı, erk sahibinin temsilcisi devletin potansiyel olarak gördüğü bir tehlike olabiliriz. Çünkü potansiyel olan ayrılıkçıdır ve ayrılık her zaman çatışmanın ana kaynağı olarak önümüzde durur. Kimse durduk yere ayrılmaz, öteye gitmek istemez ama öyle bir rol paylaşımı olur ki, ister istemez çocukluk dönemi saf bakışı atar atmaz o biçilen rolü istem dışı oynamaya başlarız. Hatta bireyler olarak her ne kadar o yaşadığımız yer itibari ile çok sevilen hatta onlardan biri gibi olmuş olsak da, aslında her hangi bir kargaşada ilk hedef olarak kişiler olmaya devam ederiz.
Yaşadığımız son yüzyılın içinde bu ötekileştirme ve rahatsız olma durumu bir çok kitlesel katliamlara ve hatta soykırıma varan boyutta çatışmalara sebep olmuştur.
Yaşadığı topluma tam uyum sağlamış, hatta onlardan biri gibi olan ve erk sahibine her türlü hizmet yapma konusunda normal vatandaşa göre daha fazla özveri göstermiş kişiler, ilk çatışma ortamında nefret söylemini besleyen kaynak olabilir ve o söylemin sonucunda linç kültürü içinde yerini istem dışı alabilir. Onu savunacak ne bir güç vardır ne de erk. Çünkü o saldırıdan erk sahibi daha da güçlenir, kendi birikimini bireysel ya da toplumsal olarak maddi ve manevi olarak büyütür. Manevi olarak büyütür, çünkü nefret ve korku ne kadar çok büyür ve yayılırsa iktidarın hedeflediği homojen, sessiz, pısırık ve her verilen görevi yerine getiren robot insana yakın bireylerin oluşturduğu cemaatler oluşmasına katkı sunar. Bu manevi oluşan kültür, aynı zamanda ileride oluşabilecek olan tüm potansiyel unsurları oluşturur ve yeniden düzenler.
Toplumlar hiçbir zaman homojen olamaz, çünkü erk sahibi her an yeni kategoriler yaratır ve o yarattığı kategoriler içinde nefret söylemi eskiden yaşamışların kültürü üzerine kurar ve geçmişte yaşanmış düşmanlıklar, sonuçları, yaşanan toplum içinde her zaman kor olarak canlı tutulmasına özen gösterilir.
Yaşadığımız topraklar; şehirler, devletler kurduğu günden beri birbirinden rahatsız olan kültürlerin varlığı içinde biçimlenmiş ve savaşların, öldürmelerin, katliamların devamlılık gösterdiği kültür birliği içindedir. Korku, isim, biçim değiştirmiş ama her daima canlı ve kor halinde varlığını korumuştur. Elbette bu sadece Anadolu toprağı ile sınırlı değildir, dünyanın her parçasında bu bir şekilde varlığını korumuş ve korumaya devam etmektedir.
Dışarıdan gelene ve içinde yaşadığı bir takım kültürlerin bireylerine karşı korku, nefret, güvensizlik her zaman vardır ve var olmaya devam eder.
Yukarıda bahsettiğim ve soyut olarak işlemeye çalıştığım duruma somut bir adım atarak devam edeyim. Ülkemiz içinde potansiyel tehlikeler Osmanlı ve günümüzde de devam eden unsurlara bakarsanız pek değişmediğini ve yeni potansiyel tehlikelerin katıldığına şahitlik edersiniz. Burada bireylerin kişisel tercihlerinin hiç işe yaramadığını da “geçmişte bizim sokakta yaşayan” diye başlayan cümlelere bakarak anlayabilirsiniz.
Evet, geçmişte bizim sokaklarımızda kimler yaşıyordu?
Potansiyel tehlikeli insanlar!
Şimdi neredeler?
Ya öldürüldüler ya da sürüldüler…
Onların mirası şu anda kimler kullanıyor?
O potansiyelleri kimler kovalamış ise, onların yakınları ya da dışarıdan gelen ve boş gördüğü alana yerleşen o anlık için toplum için potansiyel tehlike oluşturmayanlar. Ama zaman içinde potansiyel tehlike oluşturmayacaklarını kimse garanti edemez!
Daha da somutlaştırsak; ülkemizin potansiyel tehlikeli olanları başta dini, kültürel farklılık gösterenlerdir. Yani ülkemiz sınırları içinde düşünürsek; Aleviler, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler… diye uzar gider. Her birinin farklı bir kültürü ve yaşam biçimini temsil ettiğini çıplak göz ile görebilirsiniz. Bu tarihsel potansiyel tehlike olanların dışında zaman içinde potansiyel tehlike konuma gelen toplumun çoğunluk kültürü içinde gelişen solcular, dini cemaatler de işin içine katılmıştır.
Çatışma ortamlarında erk sahibi tarafından açılmış olunan tüm toplumsal davalar bu potansiyellere karşıdır.
Toplumun yaşam kültürünü aktaran hakim dil içinde o ötekiler konusunda nefret söyleminin gelişimine de tanıklık edersiniz.
Son otuz yılın potansiyel tehlikelerin başında Kürtler yer almaktadır. Kürtlerin de homojen olmadığını anlayan erk sahibi, onu kategorize etmiş ve o kategorizeler içinde nefret söylemini geliştirmeye devam etmektedir ama her ne kadar kategorize etmiş olsa da zaman içinde tüm Kürtler potansiyel konumuna dönüşmüştür. Artık iyi Kürt, kötü Kürt yoktur!
Erk sahibine karşı her türlü hizmette kusur işlemeyenler, bugün nefret söylemi karşısında çaresiz kalmaktadır. Geçmişte yaşanan ve devletin en üst makamlarına kadar çıkmış öteki kültürlerden gelen bireylerin, bugün bıraktığı iz, halen hizmet edenler geçmiştekiler kadar iz bırakacaklarını dahi düşünmeden, erk sahibini rahatsız etmemek için ellerinden gelen özveriyi göstermeye devam etmektedirler.
Potansiyel olarak kabul edilen kültürlerden gelen bireyler, toplum içinde erk sahibini rahatsız etmedikleri sürece çok sevilirler, hatta onların yeteneklerinden olabildiğince faydalanılmaya çalışılır. Kız alınır, kız verilir, onları toplum içinde daha çok uyum göstermesi ve asimile edilmesi için her türlü koşul hazırlanır. Yeter ki, rahatsız etmesin ve hizmet etsin istenir. Onların hizmetleri rahatsız edebilecek olan potansiyel olanları nötralize etmek ve ileri gidebilecek olan bireyleri ıslah etmekte kullanılır, çünkü kaybedecekleri bir şeyleri vardır ve onu kaybetmemek için potansiyel tehlike olan toplumun bireyleri; her gelişme karşısında üç maymunu rahatlıkla oynarlar.
Geçenlerde bir Ermeni arkadaşım ile karşılaştım, ne var ne yok dedim. “Huzur içinde yaşamaya çalışıyorum” dedi. “Kimseyi rahatsız etmemek için kendime uygun bir iş buldum çalışıyorum” dedi. Önce onun bu söylemini yadırgadım, daha sonra yukarıda dillendirmeye çalıştığım düşünceler oluştu. İç tepkisini dillendirmişti, rahatsız etmemek ve çatışmalardan olabildiğince uzak durmak. Çünkü biliyor ki, birisini rahatsız ettiğinde katili kollanan/ korunan bir cinayetin faili olabilir.
Rahatsız etmemek için her türlü özveriyi gösteren, hatta sermaye birikimi yapan bu potansiyel kültürlerin bireyleri en ufak bir çatışma ortamında oynadıkları rollerin yok olduğu ve “kral çıplak” çığlıkları altında çırılçıplak ve savunmasız kaldıklarına tarih içinde şahitlik ettik ve etmeye de devam ediyoruz.
Potansiyel tehlike olanlar, potansiyel tehlike olmaktan çıkabilmeleri için yeni bir toplumsal sözleşme yapılması şarttır. Yeni toplumsal sözleşmede her kültür kendisini özgürce ifade edebildiği, potansiyel tehlike zamanında olduğu gibi kapalı toplum olmaktan çıkabildiği ve kendi öz kültürünü geniş bir özgüven ile seslendirebildiği, bir arada yaşama kültürünün geliştirildiği bir toplumsal sözleşmede biçilen rollerde değişim olabilir. Aksi halde şu anda her ne kadar rahatsız etmemek için her türlü sesini yok etmek, toplum içinde görünmez birey olmaya çalışılsa da zamanı gelindiğinde o görünmez potansiyeller görünür ve linç edilir.
Bu linç kültüründe bireylerin tercihlerinin önemi yoktur, bugün gizlenmiş, kendi kimliğini saklayan bireylerin olması tesadüfi değildir ama her ne kadar saklanırsanız saklanın, erk sahibi her bireyini kayıt altına almıştır ve gereği görüldüğünde o kayıtlara bakarak, o birey hakkında gerek görülen işlem yapılacaktır. Bir anda içimizde yaşan bireylerin geçmişlerini araştıran ve onların geçmişleri ile ilgili kitapların çıkması, belgelerin dilden dile dolaşması bu korkunun beslenmesi ve nefret söylemin sonucu linç kültürü için ortamın her daim hazır olması erk sahibi için önemlidir. Çünkü potansiyel, adı üzerinde güvensizdir, her zaman ona karşı savunmada durmak anlamındadır.
Bireyler her ne kadar rahatsız etmek istemese de tarihin onun üzerine yüklediği rahatsız etme durumu her zaman vardır.
İsmail Cem Özkan

Hiç yorum yok: