13 Şubat 2024 Salı

Zaman değişiyor, ruh hep aynı kalıyor!

Zaman değişiyor, ruh hep aynı kalıyor!

Zaman değişiyor, kişiler çoktan tarihin sayfalarına da yerini almış, devletin mekanizmasında rol alanlar hiç değişmiyor. Rejimler değişse de, ülke isimleri değişmiş olsa da sanki ölen yokmuş gibi aynı hatalar, aynı şiddet, aynı önyargı ile insanları ötekileştirip, onlar ile sonu gelmez savaş içinde… Bir anlamda tarihin değişmez rolü, geçmişte hiciv edilmiş devlet adamları/insanları bugün de hiciv edilmeye devam ediliyor…

Sahnede büyük bir daktilo, yanında satış kasası, arkasında Markopaşa dergisinin birinci sayfası, yan tarafında ay…  Ay, bende Resimli Ay dergisine doğru bir çağrışım yaptı. Serteller tarafından çıkarılan dergi, mizah dünyamızın önemli kilometre taşlarındandır, bir anlamda Markopaşa dergisi onun çizgisini devam ettirecektir…  Sahnedeki dekor insanı ister istemez ikinci dünya savaşı yılları ve hemen sonun doğru zamana davet ediyor…

“Faşizme selam, komünistleri / aydınlar baskı altına al” süreci…

İkinci dünya savaşı yaşandığı zaman diliminde ülkemizde bir sıkıyönetim hakimiyeti var. Meclis kararı ile sıkıyönetim sürekli uzatılmaktadır. O dönemi genellikle günümüzde sürekli tekrarlanan “ekmek” meselesinden biliriz. Ekmek, karne ile dağıtır o yıllarda, elbette dağıtımında haksızlıklar, kayırmalarda olur, fakat o yıllarda bir de “aydın kırımı” vardır. Aydın, solcu, muhalif olanlar “komünist, Moskova uşağı” olarak fişlendiği yıllar… Sıkıyönetimde en fazla siyasi şube mesai yapar. Siyasi şubenin merkezi Eminönü’ndeki Sansaryan Han’dır. Oranın tarihi aydın kırımının tarihidir bir anlamda, kimler gelip geçmiş oranın sorgu odalarından? Sadece o yıllarda mı kullanıldı, elbette değil, devlette devamlılık esastır, uzun yıllar o han işlevini solcular ve muhalif olanlar üzerinde ayrım yapmadan uygulamıştır.  

Açlık ile aydınları hizaya getirmeye çalışan bir Hitler hayranı iktidar ve o iktidarın Hitler’den ödünç aldığı direktifleri, fikirleri karikatürize ederek / abartarak ülke içinde uygulamıştır. Varlık Vergisi ile azınlıkların elinde olanları alıp, Türk sermayesi yapma girişimlerini hiç saklamadan uygulamıştır… “Faşizme selam, komünistleri öldür, azınlıkların elinde olanı al” süreci…

İkinci dünya savaşı henüz bitmiştir, ülke içinde dünyadaki gelişmelere paralel olarak kısmi bir özgürlük havası oluşmuştur, en azından açıkça Hitler taraftarı politikalar günlük siyaset içinde uzaklaşma söz konusudur. Henüz iktidar değişmemiştir, Saraçoğlu iktidarı devam etmektedir. Açlık ile hizaya getirmeye çalışan aydınlarda bu dünyadaki gelişmelere paralel olarak bir umut içindedir. O süreç içinde Sabahattin Ali, Aziz Nesin yan yana gelerek bir dergi çıkarma fikrini ortaya atar, o güne kadar çıkan mizah dergilerinden farklı ve gerçek bir toplumsal hiciv dergisi olacaktır. Markopaşa dergisinde yazarların isimleri olmayacaktır, her söz derginin sözü olacaktır. 

Osmanlı devletinden ödünç alınanlar, sanki ödünç değildir, meçhule giden zamanda, sanki sürekli aynı şeyleri yaşar gibi tekrar tekrar dönüyor…

Markopaşa dergisinin öyküsü, o derginin arka fonunda geçen toplumsal çalkantıyı izleriz. Bizi hayal dünyasına davet ederken ilham perileri bizi o döneme uçurur. Oyuncuların kıyafeti askılı pantolon, gömlek kıyafet olarak seçilmiştir. Askılı pantolonlar bir zamanlar modaydı, bir dönem kullanıldı ve sanırım yok oldu gitti…  Çok sade kıyafetlerde ne abartı vardır, ne de gözü yorar, donmuş zamanın kıyafetidir. Sahne ortasında küçük bir masa ve etrafında tabure. Sahnenin iki tarafında yer alan mikrofonlar. O mikrofonlar çok önemli bir işlevi vardır, oyunun arka fonunda uçan bir martı sesi olur, bir efekt, bir toplumun sesidir, bölümler arası geçiştir öte yandan…

 İlham perileri kimlere ilham vermektedir? Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz. Aynı periler gerçek hayat içinde birden fazla role bürünür, dizgici, mizanpaj ve çaycı… Mahir, Hamza ve Seyfi. Üç isimde Arapçadan ödünç alınmış ülkemizde çok sık duyduğumuz isimlerdir, seçilen isimler rollerini de anlatır bir anlamda … Dedikoduya meraklı ama aydın Ermeni kadın, onun komşusu orta sınıf bir Türk kadının rolünden, kulağı duymayan, gözü görmeyen vapurdaki meraklı yolculardır bu üç peri… Oyun baştan sona bir imgeler ve göndermeler üzerine kurulmuştur… Her gönderme günümüzde de devam eden bir soruna parmak basar. Özneler değişmiştir ama içerikler ne yazık ki devam etmekte…

Oyuncular her rolün hakkını veriyor, hatta rolden role geçerken seyirciyi öyle bir alıyor savuruyor ki, seyirci ister istemez her öykümün içinde karakterin kim olduğunu hemen anlıyor, devamlılık, sürükleyicilik muhteşem. Gerek ses, gerek mimik, gerek vücut dili ile her oyuncu sahnede kelimelere hayat verdiğini seyirciye hissettiriyor… Periler zaman zaman canlandırdıkları kişilere fırça atıyor, sana söylemedi mi, yapma, bak başına gelecekler derken aslında onların cesaretini, o kavgacı yönlerlerini öyle bir ortaya seriyor ki, her insan bugün dahi yapmaya cesaret edemeyeceği bir büyük bireysel ve arkadaş dayanışmasını, kardeşliğini de anlatıyor.

Dergi etrafında üç insan, daha sonra onlara katılanlar ile büyük bir birikim ortaya çıkarıyor.

Sadece üç insan değildir, dergiye yazı yazan, dizgi yapan, mizanpajından yazı işleri müdürlerini içine alan kocaman bir aile olurlar, okuyucusu ile toplumsal muhalefete dönüşüyor.

Dergi beklenmeyecek kadar ilgi görür, ilgi gören bir dergiye de iktidarın gözlerinin dikilmesi kaçınılmazdır.

O dönemin iktidarının görüşleri dışında görüşün filiz atmasına izin mi verilecektir, elbette hayır! Önce maddi baskı başlar, arkasından basılacak matbaalar bir bir korku ile baskı yapmamaya ikna edilir, arkasından polis ve siyasi baskı…

Dergi siyasiler işlerine geldiği kullanmayı da ihmal etmez, hatta Markopaşa dergisi sıkıyönetimin uzatılması için meclis görüşmelerinde bahane olmuştur.  Okuyucuna gözdağı vermek adına, yazarları bir bir tutuklanır, sorgulanır. Dergiyi toplum içinde okuyanlara gözdağı verilir, baskı henüz sonuçlanmamıştır, bitmiş bir şey yoktur havası verilmeye özen gösterilir.

Dönem tek partili dönemdir, gerçek muhalefeti bir dergi ve etrafındaki insanlar olmuş, sessizlerin sesi olmuştur.

Mizahın dili, her türlü baskı aygıtından daha keskindir, toplum içinde dergi toplu okunur, konuşulur olmuştur. Matbaalar basmaya korktuklarında dergi teksir makinesi ile çoğaltılır, çare tükenmemiştir, fakat iktidarın baskısı bitmemiştir. Azizi Nesin Bursa’da sürgün hayatına başlamıştır, Rıfat Ilgaz tedavisine devam etmektedir, Sabahattin Ali ise uzun bir yolculuğa doğru iteklenmektedir…

Mahkemeler Markopaşa için çalışmaya başlar. Aldığı kararlar ve yasaklar sonucu Markopaşa, birçok kez isim değiştiriyor; Merhumpaşa, Malumpaşa, Ali Baba vs. isimleri alıyor, sonra “nedense” ismine “tekrar” kavuşuyor, fakat Markopaşa bu kez Orhan Erkip’in gazetenin imtiyazını sahte olarak ele geçirmesi ile “komünist avcılığı yapan gazete” haline gelmesi… Kötülük her yeri kuşatmıştır, özgürlük, insan gibi yaşamak, fikir hürriyeti isteyenler karanlığa doğru çekilip orada boğulmak istenmiştir. Saray entrikaları devlet politikası olmuştur.

Derginin çıkışında “maksadımız, sadece gülmek için gülmek değildir. Gülerek düşünmek ve faydalı olmaktır.” denmiş, amacına uygun çıktığı sürece yayın yapmıştır.  Siyasi hiciv dergisi, siyasi kara mizah oyunu ile yeniden hayat bulmuş, bizlerde onu sahneden izledik.

 Amacına uygun, amacını taşıyan oyunda emeği geçenlere ayrı ayrı teşekkür ederim. Sahne düzenlemesinden, seçilen müziklere, ışık düzenlemesi, efektler ile oyunculara hareket alanı bırakmaları, oyun içinde sesleri ile yaptıkları efektler, taklitler ile ve bana göre en önemlisi seyirci ile girdikleri diyalogları ile muhteşem bir oyun. Sahne aydınlık, salon karanlık gelebilir sizlere, gözlemim tersidir. Salon sahneden yayılan ışık ve cümleler altında seyirciler hem gülmüş, hem düşünmüş hem de derginin çıkışına uygun aydınlanmışlardır…

Erdem Akakçe, Bülent Çolak, Fatih Koyunoğlu üçü de sahnede oyunun ruhuna, perilerin onlara verdiği ilham ile bizi bir dünyaya davet ettiler ve o davette bize yönetmen Emrah Eren’in yönlendirmesi, Ahmet Sami Özbudak’ın kelimelerine hayat vermişlerdir. Çok başarılı bir ekip çalışması yapmışlar, bir anlamda Markopaşa ekibi gibi 25 Kasım 1946 ruhunu, sorunlarını, aydınların başına geleni bugüne taşımıştır.

İsmail Cem Özkan

 

Meçhul Paşa

Yazan: Ahmet Sami Özbudak
Yöneten: Emrah Eren
Sahne ve Kostüm tasarımı: Barış Dinçel
Işık Tasarımı: Yakup Çartık
Müzik: Deniz Bayrak
Hareket Düzeni: Gizem Erdem
Yönetmen Yardımcısı: Güney Zeki Gökerf
Afiş Fotoğrafı: Mehmet Turgut
Afiş ve Broşür Tasarımı: Ethem Onur Bilgiç
Oyun Fotoğrafları: Emre Mollaoğlu
Sahne Amiri ve Işık Kumanda: Uğur Aksu
Ses Kumanda: Berkcan Kılıç
Reji Asistanları: Yasemin İşcan, Berkcan Kılıç, İpek İlbeyli
Oynayanlar: Erdem Akakçe, Bülent Çolak, Fatih Koyunoğlu