5 Haziran 2019 Çarşamba

Yel değirmeni ile kavga ederken…


Yel değirmeni ile kavga ederken…

Radikal dinci örgütler, cihat adına insan başı kesti, dini merkezleri basıp adam öldürdüler, camilere bomba koydular hepsi ama hepsi kime hizmet etti? Sonuçta dini bir terör dalgası var ve o dalgadan en çok yararlananlar ortada değil mi?

Dinci terörden en fazla yararlananlar sistem değil midir, kimse sistem hakkında düşünmeden var olan sistemin sorunları arasında oluşan ve gündem değiştiren terör dalgası ile uğraşırken, sistemin yaratmış olduğu sorunlar görünmez kılındı…

İslam terörü adı altında batı dünyasında göçmen politikaları da bahane edilerek sağ partiler ve sağ örgütlenmeler sol partilerin yerini alıyor...

İslam adına cihada çıkanlar yaşanan olaylar sonucundan bir kere geriye dönüp bakabilmiş olsalardı; kim için kafa kesip, dini merkezleri bombaladıklarını anlayabilirler miydi?

Kimin taşeronu, kimin çıkarına hizmet ettiler?

Bizler dincilerin saldırısı sonucu bir çok arkadaşımızı kaybettik. Hepimiz içinde büyük öfkelerin ve intikam duygusunun çoğalmasına sebep oldular… bu duygusal yaklaşım sonucunda dinciler bulunduğumuz yerde iktidara gelmesin diye olmadık ittifak ilişkisi içinde bile olduk…

‘Ekmeleddin sendromu’ bu kör olma halinin dışa yansıması değil midir?

Bugün dahi siyaset algoritması aynı şekilde figürler değişmiş şekilde devam etmektedir…

Peki, bizler neden geçmişte ideallerimizden ve ütopyalarımızdan vazgeçip günlük olarak önümüze gelen gündemlerin peşinde koşar olduk ve neden her olaya duygusal bakar olduk?

Sol olaylara duygusal bakmaz, akıl ile diyalektik bakar ama hepsi sanki dinciler gibi bir oyunun parçası haline gelmiş ve bilmeden birilerin çıkarlarına hizmet eder bulmadık mı kendimizi, eğer bulamadıysak hala o algoritmasının figürü olmaya devam ediyoruz demektir…

Sistem kendisini sorunlar için öyle görünmez yaptı ki, sorunun merkezi ile değil, elinde sopa tutan adamın sopası ile kavga eder konumdayız…

Ulus devleti yıkıldı, yerine yeni devlet mekanizmasını kuramamış (şirket yönetim biçimi olarak devam etmektedir, başbakanlar ve başkanlar ülkenin ceo’su gibi davranıyor)  bir kapitalist sistemde, kapitalizm ilk defa bu kadar rahat kendi sistemi için restorasyon denmeleri ve çatışmalarını gözümüzün önünde yaşarken, biz sistemin yerini alacak kendi işçi devletimizi kuracak bir yapılanmadan ve örgütlenmeden uzağa düştük…

Devrim kelimesini meydanlar yıllardır duymuyor!

Liberal ekonomi ve onun politikası iflas etmiş halde tarihin dehlizlerine savrulurken, liberal siyasetin içinde kendilerine yer bulanlarda tarihin dehlizlerine henüz yuvarlanmadan hapishanelerin karanlık koridorlarında siyasi savunma ve özgürlük ütopyalarını seslendirmeye ve seslerini dünyaya duyurmaya çalışıyorlar… İnsan haklarını kazanımlarının da bu süreç içinde yaşanan değişik komplolar sonucunda altlarının boşaltılığına şahitlik ettik. Sözde haklar var ama liderlerin iki dudaklarının arasından çıkan her cümle, var olan haklarının yok sayılması veya yeni yasaların oluşması anlamına gelmektedir…

Her dönem kendi liderlerini yaratıyor…

Her dönemin ihtiyacına uygun liderler siyasetin başında toplumlara yön vermiştir…

Reagan ve Thatcher olmasaydı acaba liberal politikalar olmayacak mıydı, onlar olsun ya da olmasın kapitalizmin ihtiyacına uygun şekilde birileri var olacaktı ve mutlaka bu süreç yaşanacaktı, çünkü ulus devlet var olan sorunların çözümüne yanıt vermediği gibi engel de oluyordu, hatta bir çok sorunun sistem için temel nedeni olmuştu…

Sistem kendi insanını iktidara taşıyor ve ihtiyacına uygun biçimlendiriyor, çünkü yaşanan sorunlar o lideri düşünmediği rol içinde bulunmasına sebep olabilmektedir…

Liberalizm yaşandığı süreçte solun örgütlü olduğu alanların altları boşaltıldı ve içinde bulunduğu topluma yabancılaştırıldı. Yaşanan sorunlar içinde sol var olan gündemin peşinde gündeme uygun tavır almaya zorlandı ve hedefinden ve eski söylemlerinden uzaklaştı… Kısaca sol Donkişot rolü verildi ve bir roman kahramanı gibi yel değirmenleri ile kavga eder buldu kendisini…

4 Haziran 2019 Salı

Kadın pasif olmamalı aile ilişkisi içinde


Kadın pasif olmamalı aile ilişkisi içinde

Eskiden anaların baş bağlaması ile bugünün kadının baş bağlaması arasında uçurum kadar fark var, şimdi hava geçmesin diyerek sanırım başlar daha sıkı bağlı, her türlü düşme tehlikesini ortadan kaldıracak kadar güvenlik alınmış şekilde ve biçimde bağlanmış...

Her bağlama ve kullanılan kumaşın rengi, dokuması bir cemaatı temsil eder halde kategorize edilmiş... Kadın propaganda aracına dönderilmiş bir anlamda kıyafeti ile birlikte… Kadının kıyafetine bak, hangi cemaate üye olduğunu bilenler hemen çıkarır…

Kadın bu şekilde birer propaganda aracına elbette ilk defa sokulmuş olmuyor, tarih boyunca kadın birer propaganda aracı olmuş ve ona göre mezhepler, kültürler kendilerini belirlemiş, kendisini diğerlerinden ayırarak bir anlamda koruma ve güven altına almışlar…

Kılık, kıyafet ile kadını belirli kalıplar içine sokarken erkek egemenliğinde ki cemaat, aslında kadının kendisini ifade etmesini ve özgür davranmasını da ortadan kaldırarak bir anlamda köle yapmış oluyor. Kadının söz, yetki mekanizmasında yeri yok ama cemaatın da devamı için vazgeçilmezidir. (elbette bazı toplumlarda dominant kadın figürleri olmuştur ama görüntüde erkek her zaman dominant kadın aile yapısında da erkeğin arkasındadır… Gücünü erkeğini kontrol edebilmesinden alır...)  

Kadının kontrol altında alınarak kafes içinde özgür davranmasının klasik söylem ile cariye adı verilir... Cariyeler ile savaş ganimeti olarak ortaya çıkmaz, para verilerek satın alınma yöntemi ile de olabilir, bazı kültürlerde kardeş karşılığında verilen kardeştir. Değişim aracı da olsa kadının konumu köle gibidir, söz hakkı yoktur, kaderine boyun eğmek ile yükümlüdür.

Her aile içinde bir köle olması normal mi?

Elbette değil!

Kadını özgür olmayan aile yapısı içinde demokrasi ve insan hakları kavramları olmaz, orada söz hakkı göreceli ve dışarıya yansıyacak şekilde erkektedir...

Erkek hakimi olduğu aile yapısında birinin ben devrimciyim, ilericiyim deme şansı var mı, bana sorarsanız yok, çünkü en azından kendi ailesi içinde kadına tam değer vermeyen bir bireyin ilericiliği ve devrimciliği bir noktaya kadardır, ondan sonra ondan demokrasi, özgürlük yeni yaşam gibi lafların altı boş kalır…

Kendi ailesi içinde bir kölenin varlığı ve o kölenin özgürleşmesi için gönüllü olarak kapanan kadının bilinç düzeyini yükseltememiş bir bireyin ilericiliği ne yazık ki sözde olmaktan öteye geçmediği için aslında solun perişan, dağınık ve kendine güvensizliğinin de kaynağı olduğunu düşünüyorum.

Kendi ailesini ve çevresini değiştiremeyenin ve toplumun geri yönde değişimi durduramayanın ilerici olması bana sadece bireyin kendisini kandırmasından başka bir şey değildir...

Bugün çevremize bakıyoruz, umut arıyoruz. Elimizde olmayan veriler ile tahminlerde bulunuyoruz. Elde veriler olmayınca tasarladığımız doğruların büyük bölümü doğru olmadığı, toplumsal olayların beklentilerin değil de beklenilmeyenin cereyan ettiğine şahitlik ettik.  Kısaca solun yapmış olduğu tahminlerin büyük bölümünün tutmamasının arkasında en büyük neden kendi çevresini değiştirmek yerine ütopya peşinden koşarken kendi gerçekliğinden kopmasıdır…

Her aile içinde bir propaganda aracı gibi duran gönüllü kadın figürü vardır. Ona neden kapandığı konusunda soru dahi sormazsınız, o inanmıştır ve kapanmıştır ama kime hizmet ettiği, mahalle baskısı kurduğunu dahi anlatamazsınız, çünkü kadının kıyafetine karışmak kadının özgürlük alanına müdahaledir… Geçmişte el ele tutuşup türbana özgürlük diye bağıranlar, imza kampanyalarına gönüllü imza verenler bugün kadının etek boyu ile uğraşanlar karşısında sessiz kalmalarını hangi matematik denklemi, algoritması açıklar?

Harriet Tumban 1849 yılında köle kadınları kurmak için örgüt kurmuş ve başarılı da olmuş. Zaman içinde ona sormuşlar “köle kadınları/ erkekleri kurtarmak için en zor adım nedir?” Diye, derinden iç çekmiş ve “bir köleyi köle olmadığına ikna etmek” yaşanmış tarihten ders almayanlar, tarihi birer kitap olarak görenler geleceği kucaklaması ve değiştirmesi şansı yoktur. Eğer tarihten ders alabilmiş olsaydık bugün yaşadıklarımızı yaşamayacaktık belki de…

Kadınlar istibdat devrinde bile mücadele etmiş ve örgütlenmişler, onların mücadelesini yok sayan ve her şeyin yukarıdan aşağıya verildiği yalanı ile bugüne bakarsanız pasif ve gönüllü kapanan kadın figürünün her aileden çıkması anlam kazanır… Kadını pasifize eden her tülü toplumsal ilişki bizi geriye taşımaya devam edecektir…