27 Nisan 2024 Cumartesi

Cihatçılar kime hizmet etti?

Cihatçılar kime hizmet etti?

1979 yılında siyasi radikal İslam’ın doğuşudur. Pakistan'da darbeciler şeriat isteriz diyerek Zülfikar Ali Butto'yu asıyor, Afganistan’a ABD teşviki ile Sovyetlerin girişi, ona karşı Taliban’ın ABD tarafından silahlandırılması, İran’da Humeyni’nin iktidar darbesi, kısa bir süre sonra Türkiye’de ılımlı İslam isteyen generallerin darbesine şahitlik ettik... Arkasından büyük Ortadoğu projesi ile yeteri kadar cihatçı olmayan devletlerin içinde siyasi darbeler ve renkli devrimlerin benzeri gibi başlayıp ama cihatçı, kelle kesenlerin sahne aldığı bir süreç... Amerika ve sermayenin ihtiyacını karşılayan bu yeşil kuşak dalgasından her ülkenin zemininde, kültüründe, algılamasında sarsıntılar oldu, bir çok düşüncenin duruşu, odak noktası değişti. Modern yaşamı savunanlar bu süreç içinde türbanın içine sokulurken, askerlerinin başından aşağıya çuvallar geçiriyordu. Kısaca Arap ümmetçi devletleri şeriat ve cihat çığlıkları altında "Allah-u ekber" sesleri ile bir kan denizine çevrildi...

İslam bir silaha döndürülmüştü, o silah sermayenin ihtiyacına cevap verecek şekilde batı dünyasından ulus devletin yıkılması ve yerini küreselleşmenin ihtiyacına cevap verecek gümrük duvarlarının ve koruyucu önlemlerin kaldırılması ile birlikte kazanılmış işçi haklarının yerle bir edildiği süreci yaşadık. Tek kutuplu bir dünyada küreselleşme sorunsuz dönüşecekti ama olmadı... Dönüşüm için popüler liderler iktidarla geldi, her popülist iktidar var olan devletlerini çökertti, içinde yaşadıkları hakları fakirleştirdi ama küreselleşmenin kurallarını, yasalarını oluşturamadı, bu oluşturamamanın en büyük nedeni ise insanlığın önüne popülist söylemler kondu ve popülist olanların iktidardan çekilmesini sağlayacak muhalefette bu süreçte yok edilmişti...

Küreselleşme istenildiği gibi bir zamanda oluşmadı ama yeşil dalganın ortaya çıkardığı büyük bir kan çöplüğü ve ona bağlı popülist liderler kaldı...

Tarih masa başında planlandığı gibi hareket etmiyor, çünkü toplumsal dinamikleri etkileyen çok değişik olgular mevcut, fakat bu tarihsel kırılmada ne yazık ki devrimler oluşmadı, tersine insan hakları, haber alma hakları, seyahat hakları yaşanan ekonomik, siyasi krizler ile yok edildi...

1979 yılında başlayan ve kontrol dışına çıkmayan ama tam da kontrol edilmeyen bir tarihsel kırılmanın içinde yaşıyoruz... Bu süreçte insanlık muhteşem bir ilerleme kaydetmiş, toplumları ve bireyleri denetim altında tutacak savunma sanayisi gelişmiştir... Yapay zeka ile daha ağırlıkla bireylere kadar denetimin, kontrolün ve de tüketim çılgınlığının oluşumu ile güdüleri ile hareket eden diğer hayvanlara benzer tepkiler vermeye başladık... Ülkemizde de yaşanmış olan bir gezi direnişi süreci Arap Baharı kan denizi içinde kısa sürede sönümlendirilmiş, insanların üzerine umutsuz, belirsizlik, hayal kırıklıklarının tüm olguları serpilmiştir... Geleceği belirsiz bir insanlık, küresel savaş tehditi altında yaşama, hakkını aramadan şükrederek kendi kazandığı konumunu koruma savaşı içinde bırakıldı… Sınıf kavgasının yerini bireysel kurtuluş ve onun sonucu olarak da göçler, mültecilik sıradan bir olaya dönüştürmüştür... İnsan hareketi var olan istikrarın bozulması anlamına gelir, bu da geleneksel kültürlerin göçmenlere karşı düşmanlığını, nefret söylemini geliştirir, bunun sonucu da elbette faşist iktidarların popülist söylemler ile iktidar koltuğuna doğru istikrarlı yolculuğu anlamına gelir... Faşizm tekrar iktidara gelirken, silahlanma yarışı bir çılgınlığa dönüştü...

Faşizm iktidara gelmek için bu sefer İslam cihat çılgınlığını ve göçmenleri kullanıyor...

Sanayi devletler, dünya gündemini belirleyen ülkelerde ve görünür olan her devlette değişim insanlık lehine değil, küreselleşme önünde olan ve henüz yüzleşilmemiş bir paylaşım kavgasının görünür kılıyor...

Bizler, sıradan insanlar gelmekte olan savaşı engelleyecek gücümüz var mı?

1800'lü yıllardan beri devleti olan ama dünyada görünür olmayan bir devletin içinde yaşayan bizleri ne beklemektedir? Kısaca güçlü devletlerin masasının üzerinde serilmiş kağıtlarda bizim geleceğimiz ve sınırlarımız nasıl biçimleniyor, bize ne roller veriliyor, bu roller arasında bir arada yaşayanların birbirini boğazlaması planlanıyor mu? Tarihin her büyük kırılmasında ülkemiz içinde birbirini boğazlayan ve devlet gücünü kullananlar tarafından işlenmiş cinayetler ve katliamlar mevcut, bu gelecek süreç içinde aynı rolü oynayacaklar mı?

Başkasının çıkarı için kan gölüne dönüşecek ve bizim savaşımız olmayan savaşta bizler birer piyon gibi öne sürülüp, Sarıkamış dağlarında yeniden donmamız mı sağlayacaklar?

Yeşil kuşak dalgası sonlanacak mı?

Cihatçılar kime hizmet ettiklerini bugün kendilerine soracak ne atmosferleri var ne de olanakları ama tarih içinde acaba kendileri ile yüzleşip, yok ettikleri canlar ve tarihi alanlar konusunda ne diyecekler? Neden birden cihatçılar ortaya çıkı? O kadar alana hükmedip, o kadar kelle kesmelerine olanak verilip, nasıl bir küçük alana sıkıştırıldıklarında düşülebilecekler mi? Çünkü, cihatçılar sistem değişimi istemediler, kapitalist sistem içinde sadece iktidar koltuğunda oturmak istediler… İktidar mücadelesi öyle bir hal aldı ki, New York'taki “ikiz kuleyi” yok ettiler, nasıl oldu da ona izin verdiler, o izin sonrası dünyada neler değişti, kimleri iktidara taşıdı?

Irak'ın işgali için bürosunda çalışan insanların öldürülmesi mi zorunlu muydu?

İşgal edilen yerlerde demokrasi gelmediği gibi, modern yaşamda kopuk, kapalı toplumlar yaratıldı, bu toplumlar kime hizmet ediyor?

Sorular çok ama cevaplar elbette verilecektir ama zamanın değişimi ve olayların son bulması ile mümkündür…  Kapitalizm ulus devletini yok ederken, uluslaşma sürecini tamamlamış ülkeler üzerinde İslam’ı bir öcü haline getirip, gelişmesi muhtemel muhalefet hareketi yok ettiler…  Popülist liderler bu sürece katkıları elbette çok büyüktür, hükmettikleri tüm toplumları geriye götürüp, içinde oluşması muhtemel tüm sınıf temelli örgütlenmeleri yok ettiler… katliamlar ve cinayetler bu süreçte sermaye sahiplerini ellerini kana bulamadan istedikleri kişileri, ideoloji sahiplerini İslamcı cihatçılara öldürttüler ve her cinayet ve katliamın gerçek failleri hiçbir zaman (bu süreç devam ettiği sürece) ortaya çıkmayacak…

İsmail Cem Özkan

 

26 Nisan 2024 Cuma

İnatçılık güçlü olunca anlamlı olur…

İnatçılık güçlü olunca anlamlı olur…

DİSK, Taksim Meydanı konusunda inatçı bir tavır izliyor ama örgütsel gücü olmayan cılız bir yapı gerçekliği var... Şimdi güçsüz birinin inadının hiç bir harbiye kıymeti yok, yasak karşısında binasından çıkıp bir kaç metre ilerleyip, üzerine atılan gazlar ile hemen geri çekilip inadından vaz geçtiğini açıkladığı nice bir Mayıslar yaşadık...” İnadım inat, her şeye rağmen Taksim’e çıkacağım!” diyecek gücü yok...

Peki, DİSK neden böyle bir açıklama ihtiyacı duydu ve bugünlerde dillendiriyor?

Subjektif siyasi koşul olan CHP yerel seçimi kazandığı için!

Kendisini o kadar CHP ile özdeşleştirilmiş ki, CHP kazanınca kendisi kazanmış gibi hissetmiş, o devlet ideolojisi ve tarihi bakış açısı içinde bu tepkiyi vermiş...

DİSK tepkisi, algısı CHP ile ortaktır!

CHP, “hadi siz dillendirin, ben size kefil olurum” demiş!

CHP ipi ile bir yere gidilmeyeceğini her tarih bilen bilir...

Peki, CHP gibi her şeyden önce devlet, devletin çıkarı olduğu yerde söz söylenmez, adım atılmaz, askeri çözümden başka çözüm bilmem anlayışında olan ideolojik körlük neden Taksim iddiasını ortaya çıkardı?

Çünkü, AKP artık  “topal ördektir” ve onun gücünü test etmek için!

Gerçekten CHP kurmayları işçileri öne dürüp, kendisi yemeyeceği gazı, işçilere ve devrimcilere yedirip AKP'nin gücünü mü test edecek?

İşçiler örgütlü olmayınca, kimden para alıyorsa onun için çalışmaya devam edecek mi?

Elbette, patron ne derse işçi onu yapar, güçlü bir duruşu olmayınca, güçlü duruş içinde birey değil, sınıf olmak gerek... Sınıf olmanın birincil koşulu örgütlü olmaktır...

İşçi sınıfı karşısında durduğu patronun gücünden daha fazla güçlü mü?

Ona karşı direnirken diğer işçiler ile dayanışma ağı ördü mü?

Direnişi “açlık” mı kıracak, yoksa açlığa karşı “direniş ruhumu” büyütecek?

Bugün birçok işyerinde direniş var, küçük çaplı... Aynı iş kolunda olan diğer işçiler çalışırken, direniş olanlar çadır önünde yaktıkları ateş eşliğinde halay çekip, ziyaret eden hiçbir gücü olmayan sol - devrimci partiler ile fotoğraf çektiriyor...

Soru şu olmalı; işçiler direniş ateşinde hep yalnız mı kalacak, patronların insafına mı kaldılar? Birçok patron bedava reklam için işçisini direnişe çıkarıyor, sonra onlara küçük zamcık yapıp yeniden sessizce işine devam ediyor... Kısaca PR için ajansa vereceği parayı işçisine veriyor, verdiğini de zaten enflasyon alıp götürüyor, bu durumda her zaman patron kazançlı, işçi aldığı zamcık ile baş başa kalıyor...
Konuya dönelim, DİSK ve türevleri neden Taksim inadını dillendirdi bu sene de, geçen sene gibi "hadi karanfil bırakalım gidip Maltepe dolgu alanına kutlayalım!" demedi?

Güçsüz, örgütsüz, sözünün değeri olmayan bir örgüt, ne dediğinin pek önemi yoktur, sözünün arkasında durabiliyor mu?

DİSK 12 Eylül’den sonraki süreçte arkasında durduğu ve işçi sınıfına kazandırdığı başarısı olmayan bir örgüt, tek başarısı başkanlarını CHP içinde vekil yaptırmak!

Bu sene neler olacağını yaşayarak göreceğiz, çünkü gaz yemek yerine ben izlemeyi seçenlerdenim. Cumartesi günü Kazancı Yokuşuna karanfil bırakıp ölenleri anacağım... Bunu bireysel de yapabilirim, 78'liler girişimi ile de yapabilirim, bu konuda hiç sıkıntı yok, çünkü karanfil bırakmaya devlet bir şey demiyor, bir arada kitlesel olmaya izin vermiyor...

Hadi gelecek sene nerede kutlanacak 1 Mayıs çalışmasına bugünden başlayalım!

Sözünü geçirecek bir güç olunca açıklayalım isteklerimizi...

DİSK, sözünün eri olup kitlesel olarak çıkamazsa yeniden Taksim'e, niyet olarak  AKP'yi test ederken, işçi sınıfının gücünü AKP/devlet test etmiş olur...

Birilerin istekleri ile yola çıkmak yerine, kendi isteklerini dillendirip ve almak için, kavga için yola çıkmak önemlidir...

DİSK ve düzenleme kurulunun ne dediğinin hiç önemi yok, sol siyasette dergi, parti, birliklerinde niyetleri ve afişlerde iddialı sözlerinin hiç kıymeti harbiyesi yok, çünkü hepsinin gücü ortada. Yaşadığımız en yakın zamanda CHP'ye Hatay adayını bile geri adım attırma konusunda yetersiz kalmış, ırkçı bir adayın seçilmesi konusunda yetersiz kalmış bir sol siyaset kalkmış şimdi CHP'nin niyetine ve garantiliği altında Taksim diye iddialı sözler söylemesi ancak taraftarının gaz altında yiğitçe direnişi gösterir.

Çok gaz yemek Taksim için kitlesel kutlama yapmayı getirmiyor...

Çok gözaltında olmak başarı değildir...

Devrimci marşlarımızı söyleyeceğimiz, güçlü örgütlü olduğumuz gün Taksim 1 Mayıs alanı olmayı hak etmiş olur...
O güne kadar “her yer Taksim, her yer direniştir”...

Her direniş alnını Taksim'e döndürmek ve her işçiyi kucaklayan eylemler, her iş yerini bir direniş alanı yaratmak ile 1 Mayıs gerçek anlamına kavuşur...

"1 Mayıs devrime giden sadece bir yoldur" diyenler için, o yolu açmak ve oluşturmak için yapılması gerekeni yapmak düşer...

Her yer Taksim, her yer direniş!

İsmail Cem Özkan