30 Nisan 2011 Cumartesi

NE YAPALIM ?


NE YAPALIM ?

Bir taş at.
Bir taş daha at.
Bir şiir ateşle. Bir yumruk yükselt.
Sesini yükselt.
Bir çocuk yetiştir.
Bir maske tak.
Duvara bir slogan yaz.
Şehitleri an.
Bir hayal kur.
Bir barikat kur.
Tarihine sahip çık.
Sokaklara sahip çık.
Bir slogan at.
Bir kurşun at.
Bir tohum ek.
Bir ateş yak.
Bir cam kır.

Terle.
Sahte belge düzenle.
Bir bildiri bastır.
Bir kanun kaçağını barındır.
Bir yara sar.
Bir dosta sevgi göster.
Silahını temizle.
Hakikati söyle.
Bir miting düzenle.
Arkanı kolla.
Gökyüzüne bak.
İz bırakma.
İşçilerden öğren.
Bir yoldaşa öğret.
Bir hücreyi ziyaret et.
Bir savaş esirini kurtar.
FBI'ın gizli dosyalarını çal.
Kendi kalbini çal.
Parolayı aklında tut.
Bir aynasızı silahsızlandır.
Bir füzeyi çalışmaz hale getir.
Bir fıkra anlat.

Bir plan yap.
Bir ümit ışığı gör.
İsmini değiştir.
Bir teoriyi test et.
Bir dogmaya meydan oku.
Korkunu kullan.
Bir damla gözyaşı akıt.
Haritayı incele.
Hainlerle hesaplaş.
Ağırlığını hakkıyla taşı.
Biraz daha ağırlık kazan.
Sevmek için mücadele et.
Sevdiğini bir daha söyle.
Sınırı aş.

MALCOLM X

28 Nisan 2011 Perşembe

Sessizce gitti…

Sessizce gitti…

Sessizlik ortamında, sesi yoktu, çünkü ses yoktu…
Boşluk içinde, boş boş bakıyordu, tıpkı sesin olmadığı gibi…
Sessizlik ortamında, sessice ve boş boş baktı…
Şehrin uğultusundan uzaklaşmış, içine dönmüştü, dışarıda ne yaşandığının bile farkında değildi, onun içinde zaten önemsizdir. Yaşadıkları, yaşamın kendisiydi. Son günlerde yaşadıklarını sadece kendisi biliyordu, dışarıda ses yoktu.
Karanlık bir ortamdaydı, karanlıklar içinde... Karanlık sessizdi, belki içinde yaşayan sesler vardı ama yoktu, duvar vardı belki önünde, karanlıkta onu da hissetmiyordu. Duvarı bir bulsa, belki duvarın içine işlemiş sesler var olabilirdi… Elleri ile yokladı, boşluğa düştü eli... Ses yoktu, duvar yok.
Karanlıkta, sessizliğin içinde, duvarsız bir yerdeydi…
Ayakları ile zemini yokladı, ayakları boşa düştü, ayağını sarkıttı ama boşluktaydı, dizlerinin üzerine oturdu bulunduğu noktada, tek ayağını boşluğa bıraktı, boşluktaydı, zemin yoktu.
Karanlıkta, sessizliğin içinde, duvarsız ve zeminsiz bir yerdeydi.
Bağırmak istedi, bağırdı da… Ama kendisi dahi duymadı sesini, sesi yoktu.
Karanlıkta, sesinin yok olduğu bir yerde, ne duvar ne de zemin vardı…
Ayağa kalktı, elini yukarıya doru kaldırdı, boşluktaydı, tıpkı sağına oluna bakarken hissettiği boşluğu hissetti... Yoktu bir şey, evrende boşlukta bir yerdeydi...
Karanlıkta tek başınaydı… Acaba tek başına mıydı?
Sessizce düşündü, düşünmek için sese ihtiyaç yoktu…
O güne kadar hep gözleri ile görmüştü yaşadığı yerleri, şimdi görmüyordu ve korkuyordu. Korkusu zaman içinde yok oldu, karanlık korkuyu yeniyordu belki de…
Gözleri görürken, karalığın ne olduğunu bilmiyordu ama karanlıktan kalmaktan çok korkardı. Bir de sokakta kalmaktan çok korkardı, o yüzden hep para kazanmak ve geleceğini garantiye almak için sigortalı çalışmıştı. Sokakta kalmamak için hep çalıştı, hep dört duvar arasında yaşadı.
Sessiz bir ortama gelemden önce hep seslerin arasında yaşadı... Seslerin ve görüntülerin altında hep yalnızlığı ve sessizliği aradı…
Aradığını buldu…
Ama beklediği gibi değildi, başka yerde bulmuştu.
Karanlıkta, sesinin yok olduğu bir yerde, ne duvar ne de zemin vardı…
Sessizce gitti dedi arkadaşları, onun artık gürültü içinde göremeyince…
İsmail Cem Özkan

Balonlar içinde sürpriz açıklaması…

Balonlar içinde sürpriz açıklaması…
En büyük sürpriz, Kayseri’ye liman yaparak Karadeniz ve Akdeniz suyunu Kayseri Limanına getirmektir. İstanbul boğazına paralel yapılacak bir kanal sorunları çözmezi birkaç sanayicinin kasasını doldurmak dışında.
Sanayi ülkeleri, yüzlerce yıldır kanallardan yararlanır. Suyolu kara yoluna göre daha ucuz olması nedeniyle, gelişmiş ülkelerin hepsinde kanallar mevcuttur ve sanayi limanları oluşturulmuştur.
Sanayimizin olmadığından dolayı, suyolu bize yabancıdır. Var olan sanayimizi ise su yanına yaparak kanal yapmaktan kaçınmışız, o yüzden Marmara bölgesi nüfus ve sanayi olarak en önemli alanımızdır. Suyolu olmayan ama sanayinin geliştiği yerlere ise, (genelde montaj sanayisi ve hizmet sektörüne yönelik alanlardır) kara yolunu geliştirmişiz. Karayolu en pahalı olanı seçmemizin en önemli nedeni, kalkınma planımızın dışarıdan belirlenmiş ve programlanmış olmamızdır. Bizler sadece hükümetler aracılığı ile sanki biz planlamış gibi iç kamuoyuna anlatmaktan başka bir şey yapmadık. Sanayi tecrübemizi ve bütün yaslarımızı dışarıdan bize sunulan kadar bildik ve uyguladık. Tamamı ile dışa bağımlı ve dıştan gelen etkiler ile tarih çizgimizi belirledik, iç dinamikler ve kendi kararlarımızı uygulayacak her hangi bir özgür ve özgün alanımız olmadı.
Önce kara yolu ile dışa bağlı olduk, sonra her şeyimiz ile dışa bağlı olarak geliştik.
Bizim ülkemizde hiçbir şey iç dinamikler ile değişmez, hep dışarıdan gelen etkiler ile değiştirmişiz ve bizler hep kendimizi biz yaptık, biz istedik diye kandırmışız. Hiçbir şey bizim isteğimiz ile olmadı, hazırlanan ortama çabuk uyum sağlayarak bu yanılsamayı hep yaşadık ve bizler sömürge devlet duygusuna kapılmadan her şeyi doğalmış gibi kabul ettik.
İstanbul boğazı su taşımacılığı için önemli yollardan biridir ve bugün dünyanın en büyük metropollerinden birini iki yakasında barındırmaktadır. Bu doğal olarak tehlikeyi de beraberinde taşımaktadır. Kontrol dışı malların geçiş yaptığı suyollarımızda bir çok kazalar oldu, fakat bugüne kadar kitlesel ölümlere yol açmamsı sadece bir şanstı. Hızlı gelişen teknolojide, taşınan mallarında hızlı geçmesi, tehlike boyutlarının da daha da artmasına gün geçtikçe şahitlik yapar konuma geldik.
Sanayi şehirleri, devletlerin denetimi içindeydi eskiden, Dünya Ticaret Örgütünün kurulması ile birlikte, gümrüklerden hangi malın, ne zaman, nereye geçeceği belirlendikten sonra, limanlar devletin denetiminde gözükmesine rağmen, artık denetim malların taşınmasına izin verenlerin eline geçmiştir.
Serbest rekabet olmasa da, rekabet koşulları içinde tüketime hazır ürünün maliyetinin en düşük olması önemlidir. Tasarımında, üretimine, üretiminden tüketimine kadar olan süreçte lojistik önemli bir işlevi vardır ve bu işlevini en ucuz maliyet içinde yapmalıdır. Sanayi devletlerinde, demiryolları ve karayolu ile bağlantılı olarak kanal sistemi de geliştirmiştir.
İstanbul boğazına paralel başka bir kanalın açılması düşüncesi İstanbul boğazını kurtaralım derken, Çanakkale boğazını tehlikeye sokacak bir gelişmede olabilir. Marmara iç denizine açılacak olan kanalın amacı sadece İstanbul şehrini kurtarmak ise, Çanakkale boğazını kim kurtaracak? Trafiğin daha yoğunlaşacağı ve hızlanacağı bir ortamda tehlike çanını ortadan kaldırmak değil, ötelemektir son yapılan açıklamalar. Üstelik kanal çevresinde de yoğun bir şehirleşme yaratacağı için, tehlikenin alanın değiştirilmesinden başka bir anlam ifade etmeyecektir. Denetim dışı malını taşımak isteyen firmalar boğazı kullanmayı sürdürecektir. BM kararları ortadadır ve hala geçerliliğini korumaktadır.
Büyük sürpriz olarak; sanayi şehrimiz Kayseri’ye kanal getirilmesi söylenmiş olsaydı, proje olarak onu daha çok desteklerdim, ama İstanbul boğazına paralel ve Marmara denizine açılacak olan kanalın bir sorun giderici tarafı olmadığını, nüfusun daha da batıya ve balkanlar üzerine yoğunlaşmasından başka şey ifade etmeyeceğini bilmek için müneccim olmaya gerek yoktur. İstanbul batı yakasının su kaynaklarının kurutulması ve o bölgede olan eko sistemin tamamı ile yok olması anlamına gelmektedir. Yapılan açıklama birkaç firmanın kasasına girecek paranın, halka süslü şekilde sunulması anlamındadır. Balonlar kim için uçuyor diye sormadan edemedim, bugünlerde yapılan açıklamalarda balonlar ile birilerine mesaj gönderiliyor, acaba bu mesajların adreslerini bilen var mı?
İsmail Cem Özkan

26 Nisan 2011 Salı

Seçime futbol, futbola seçim mi bulaştı?

Seçime futbol, futbola seçim mi bulaştı?

Son günlerde iki futbol takımı başkanları, başbakanlık konutuna gitti, neden acaba?
Neden gittikleri önemli ama ne talep edip etmedikleri asına bakarsanız hiç önemi yok, önemli olan orada verilen pozlar ve basına yansıma biçimidir. (birilerine verilen mesaj vardır belki içinde, acaba verilen pozlar ve sıcak görüntüler kime gönderiliyor?)
İki takım, şampiyonluk yarışında. Kimin şampiyon olacağı dört maç ile ortaya çıkacak. İki takımdan birinin yenilgisi ötekinin şampiyonluğa vedası anlamına geliyor. İki takımın başkanlarının içlerinde bir kuşku doğdu ki, bakanlar kurulu başkanını ziyaret etme ihtiyacı duyuyor. Demek ki geçmişte yaşanan bir şeyler var… İktidar isterse süper lige takım çıkartıyor, isterse indiriyor gibi dedikodular duymuştum, demek ki şampiyonluğu da belirleyebiliyorlar. Acaba siyasette olanlar için futbol ne anlama geliyor?
Kitle kültürünün en önemli araçlarındandır futbol ve kitlesel yapılan spor alanları. Kitlenin yönlendirilmesi ve kitleye hoşgörülü görünmek için bir araçtır, spor ve spora karşı duyulan ilgi. Aynı ilgi çocuklarda gösterilir, çünkü kitle vicdanı veya kitlenin en zayıf noktası yine kitle içindeki sembollere doğru gösterilecek ilgi ile ilintilidir.
İki takımın başkanları, durduk yere neden bakanlar kurulu başkanını ziyaret etme ihtiyacı duydu? Neden orada ekranlar önünde şov yapma ihtiyacı duydu?
Bugün yaşanan şampiyonluk mücadelesi acaba saha da değil de başka yerlerde mi oluyor?
Ligler gerçek anlamda eşit koşullarda rekabete açık mı, yoksa yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi haksız rekabet mi yapılıyor?
Haksız rekabette, acaba iktidar partinin tavrı ne kadar önemli?
İktidar olanlar, kendi iktidarlarını uzatmak için her türlü yolu mubah mı görüyor, kitle için önemli olan sembollere ilgi neden seçim öncesi artar?
Klasik ama yanıtı bilinen bir soru ile bitireyim. Seçime futbol, futbola seçim mi bulaştı?
İsmail Cem Özkan

25 Nisan 2011 Pazartesi

Adam ve kadın

Adam ve kadın
Adam, yatağına yabancı bir kadını aldı. Kadın, yabancı bir yatağa, yabancı bir adamın yanına sokuldu.
Adam yatağındaki yabancı kadına baktı, gülümsedi. Kadın, yabancı yatakta henüz ısınmamış yerinden adama baktı ve gülümsedi.
Adam yabancı kadına baktı, göz kırptı. Kadın adama baktı, yabancı yabancı.
Adam, yabancı bir kadını ağırlıyordu yatağında, ilk defa yatağında görüyordu. Kadın, ilk defa yabancı adamı, yabancı bir odada ve loş ışık altında görüyordu.
Adam, yabancı kadını bir görüşte istemişti, “parası ile değil mi” demişti. Parası ile yabancı bir kadını yatağında olmasını istemişti ve almıştı. Kadın, geldiği ülkenin dilini hala konuşmasına rağmen, içinde bulunduğu ülkenin dilini bir iki kelime haricinde bilmiyordu.
Adam, her şeyi para ile değiştireceğine ve hükmedeceğini ilk para ile tanıştığında öğrenmişti. Kadın, parsız hayatın olmayacağını yaşarken öğrenmişti.
Adam, para ile her türlü hayalini gerçekleştirebileceğine inanmıştı ve yaşıyordu. Kadın, hayal dünyasını çocukluğunda bırakmıştı.
Adam, yatağına yabancı bir kadını ilk defa almıyordu. Kadın ilk defa bir yabancının yatağına yatmıyordu.
Adam, yatağına aldığı yabancı kadından bir çok şey aslında beklemiyordu, nefesini nefesine karıştırırken, kafasında kurguladığı bir acabasını da yok ediyordu. Acabaları yok olan adam, sırf alışkanlıktan dolayı, başkalarına anlatacağı bir öykü için yabancı bir kadını yatağına alıyordu. Kadın, yabancı erkeğin koynuna sırf para için giriyordu, aslında para yanında zorunluydu, çünkü pasaportuna el koymuş birkaç düzenbaz erkeğin beyaz kölesi konumundaydı. Cariyeydi. Tıpkı yüz yıl önce yaşamış cariyeler gibi satılıyordu ama bu sefer açık pazarda değil, el altından ama açıktan pazarlanıyordu. Her gün birkaç yatakta birkaç yabancının kokmuş nefesini içinde hissediyordu.
Adam, sırf arkadaşlarına şu milletende bir kadın ile yattım demek için yatıyordu. Kadın, korkudan yatıyordu.
Adam, yatağına yabancı bir kadını almıştı, nefesiz kalmış, kadının yanına üstünden düşmüştü. Kadın, boş göz gözler ile ona bakıyordu.
Adam, kadına göz kırptı, kadın ona acı acı güldü.
İsmail Cem Özkan