21 Mart 2009 Cumartesi

Alkışlar!

Alkışlar!

Ekranlar aracılığıyla tolkshow’lara gece yarısını geçerken karşılaşıyoruz. Gündüz kuşağında olup olmadığını bilmiyorum. Bu programlarda konukların yanında telefon ile izleyici sohbete direkt katılır. Salondaki izleyici ise genelde alkış ile katılmaktadır, bazen de ıslık sesi duymaktayım, ara sırada bir çığlık! Bunların hepsini bastıran ise alkışlardır. Telefonda ne söylendiği önemli değildir, biri ne konuşursa konuşsun, alkış ile seyirci onaylar ve sohbete sıcaklığını katar. Alkış bu durumda onaylama aracı olmuş oluyor!

Alkışlar sadece bu programlar için geçerli değildir, sabah kuşağında da önemlidir, eğer alkışlayacak birileri bulunamıyorsa, devreye teknoloji giriyor ve alkış sesleri dolduruyor salonu. Genelde alkış efektlerini radyoda duyarsınız. Radyoda canlı yayın yapılan yere o kadar insan girmeyeceğine göre, teknoloji sağ olsun!

Alkışlar sadece konuşanları değil, olumlu eylem yapıldığında da devreye giriyor. Uçak yere indiğinde, eskiden uçak içinde alkış kopardı, şimdi pek duyulmaz oldu.

Alkışlar meydanlardan eksik olmaz. Sahneye kim çıkarsa çıksın alkışlanır. Tanı tanıma, duy ya da duyma, ne konuştuğunu anla ya da anlama önemli değildir. Eğer bir boşluk yakaladın mı, orada alkışı bas gitsin! Nasıl olsa birileri de sana katılacaktır. Alkış sosyalleşme aracıdır aynı zamanda. Aidiyet duygusu kazandırıyor ama o duygu alkışın sesi kadardır, kısa zamanda yok olur. Meydanları dolduranlar genelde merak için oradadır. Bedava otobüs olunca, kahvede duman altı kalacağıma bir meydana gideyim der gibidir! Gitmişken kurala uymak gerek, alkışla gitsin!

Alkışlar, protesto eylemlerinde de olmaktadır. Emekçiler bu protesto yöntemi yanına şimdilerde düdükte ötürmekteler. Hem alkışlayıp hem de düdük öttürmek o kadar kolay iş değildir. Emekçi her işi yapar, her elinde bir marifet vardır ama o marifetini patronu ve ay sonu maaş için harcar!

Alkış denince hemen canım deyip geçmeyin, alkışın sesine göre ne anlamlar ifade ettiğini çıkarabilirsiniz. Eğer sert sert vuruluyorsa avuçlar, o zaman protestodur. Eğer kuralsız ve yumuşak vuruluyorsa beğeniyi gizler içinde. Alkış evrensel bir dildir. Birbirinin dilini bilmeyenler alkışın sesinden ne anlatmak istediğini anlar.

Bakmayın siz müzik evrenseldir filan, eğer alkış olmazsa evrensel olmaz! Çünkü o müziği anlayıp beğeniyi gösteren şey alkıştır. Alkış yoksa orada evrensellikten söz edilmez. Alkış bütün insanların ortak dilidir ve hayvanlara da alıştırılır. Hayvanlar ile konuşma aracımız dahi olmaktadır. Demektir ki alkış, sadece insanlar arası iletişim değil, hayvanlara yönelik tek yönlü olan bir iletişim arcı da olabiliyor. Burada Denizaslanları istisna durumdur, onlarda eğer öğretilirse alkışlarlar! Yaptıkları işin ne anlama geldiğini bilip bilmediklerini bilmiyorum ama her alkış sonu balık ağızda olduğunu biliyorlar! Sadece onlar mı, elbette hayır, Yunus’ları unutabilir miyiz? Deniz hayvanları alkışlıyor da kara hayvanları alkışlamaz mı? Onu da siz bulun!

Alkış evrenseldir, tıpkı alın teri gibi!

Alkışlar ile yücelttiğimizi, alkışsız ve sessiz uğurlamasını da insanlar bilir. Gerçi çoğu kişi kimi alkışlamadığını dahi bilmez ama alkışa alışan birinin kulağı hep alkış sesinde kabarır ve geçmişini düşünür. Alkış ne oldum dedirtmemeli, ne olacağım dedirtmeli ama o anın heyecanı içinde sonraki cümle unutulur!

Sessiz çoğunluk, neden kendisini alkış ile ifade etmek ister? Risk almamak için diye içinizden geçirdiğinizi düşünüyorum! Fakat alkış bazen öyle risk olur ki, ‘sen neden onu alkışladın?’ diye işkencehanelerin duvarları şahitlik yapar! Alkışlarken dikkatli olmak lazım, çünkü kimi ve neyi neden alkışladığınızı bilmez iseniz, ileride ayağınıza bağ olarak döner!

Alkışlar hem var eder, hem de yok edebilir!

Alkışlarda yaşamın çelişkilerini yansıtır, çünkü yaşayanlar ancak alkışlar!

Eğer bir yerde alkış yapılması isteniyorsa, artık profesyonel alkışçılar vardır, onlara verirsin parayı, kendini alkışlatabilirsin! Bugünlerde meydanları dolduranlar alkışlatmak için bedava otobüs ile yolcu taşıtmıyor mu? Otobüsün ücretini veren mutlaka vardır! Belki bilmeden bizim cebimizden çıkıyordur, kim izleyebiliyor ki o karmaşada!

Meydanlar ile stüdyolar arasında ortak bir yön vardır, her ikisinde profesyonel alkışçı çalışır! Günümüzde artık öyle beklenmedik tepkilere karşı hoş görü yoktur. Her şey planlıdır, alkış bile! Büyük birader alkış dediğinde hepimiz alkış yapıyoruz! Gerçekten bugünlerde uçaklarda neden alkış sonlandı? Birisi artık alkışlamayın, ayıp oluyor mu dedi?

Bu yazıyı yazdığım içinde ben de kendimi alkışlıyorum! Alkııış!

Yüreğini koy!

Yüreğini koy!

Yüreğini koy sloganını bir siyasi parti seçim çalışması olarak kullanmaktadır. Sadece yüreğini koyanlar, beyinlerini koyamıyor demektir, çünkü beynini koyan yüreğini değil, akıl ile yol alır. Yüreğini koyanlar ise, duygusaldır, hemen bir kıvılcımda patlamaya hazırdır.

Bir kıvılcımın ateşlediği sonuçları geçmişte gördük. Çorum, Maraş, Sivas bunlara örnektir. Son yıllarda gelişen Trabzon’daki linç girişim hareketleri, papaza karşı yapılan eylemde Antep’de işlenen vahşi cinayette, yüreğini, inancını ortaya koyanların eseridir.

Yürek kondu mu, göz görmez, hedefe varmaktır amaç. Hedef için her şeyi mubah görür, önüne çıktığına inandığı hedefleri ve engelleri yok etmek için her yol denenir. Bu duygusal bir seldir. Bu selin sonuçları ise Hitler Almanya’sında kendisini tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştur. Orada da duygu ile hareket edildi, o yüzden kitaplar yakıldı, çünkü kitaplar beyne hitap ederdi. Kendilerine gösterilen ötekileri hep homojen gördüler ve onların içinde ayırım yapmadan yok ettiler. Ötekileri savunan kendi gibi vatandaşını da, vatan haini gördü ya sev ya da terk et dedi, etmeyenleri ise o toplama kamplarında, onlar ile aynı sonucu paylaştırmaktan çekinmedi.

Yürek ortaya kondu mu, yasalar da ona göre yapılır, yüreği koyanların yasası evrensel olmaz. O yüzden kendilerini meşru görenler, evrensel hukuk kuralları içinde suçlu olabilirler. Yugoslavya’nın parçalaması sırasında kimler yürekleri ortaya koymadı ki?

Yürek ortaya kondun mu, aynı kendi yüreği gibi çarpmayan yürekler düşman gözükür. Düşman ise, adı üstünde yok edilmesi doğal olan şeydir!

Yüreğini ortaya koyanlar Bahçelievler’de beş genci boğazlayıp öldürmeyi marifet ve kahramanlık olarak algıladılar. Öğrenci yurdundan aşağıya atılan gencin arkasından güldüler, çünkü o genç onlar gibi değildi. Kafalarının içindeki düşmana çalışan bir ajandı beklide.

Yüreğini ortaya koyanlar, bir bayrak yakıldı söylentisi üzerine, bir şehri ateşe vermeyi göze alanlardır. Olayı anlamadan, doğrulamadan bir söylenti ile önüne gelene saldırandır. Yürek ortaya kondu mu, önündeki gerçekleri görmez, yüreğin gerçekliği daha önemlidir. 6 – 7 Eylül olayları gözünüzde canlanıyor değil mi?

Kim tarafından çıkarıldığı belli olmayan bir söylenti ile sırf kendisi gibi yaşamadığı için komşusunu boğazlayandır. Maraş bir söylenti ile ateşe semah durmadı mı?

Sivas, bir anma etkinliği kıyıma dönüşürken, çığlıklar yüreklerden geliyordu. Cehennemin ateşini gördükleri için tanrıya dua edenlerin sesleri, o gün binaların duvarına kazınmıştı. Yüreğini ortaya koyanlar, geçmişin hesabını akıl ile yapamazlar, yürekler ve sezgiler her şeyi açıklar!

Aklını koyanlar bir arada yaşamı nasıl geliştirebileceğini düşünür. Ötekini iteklemeden olduğu gibi kabul etmeyi, dönüştürmeden dost elini uzattığında, dönüşümün iki taraftan da yürekten olduğunu akıllı insanlar hisseder. Eğer birini kendine benzetmek için zorluyorsan, orada yürek konmuş demektir.

Sandığa yüreklerini değil, akıllarını koymalıdır insanlar, çünkü gelecek için yürekten çok akla ihtiyacımız var. Bugüne kadar hep yürek ortaya kondu. Ergenekon’dan bu topraklara kadar hep yürekler konularak eylemler, savaşlar, fetihler yapıldı. Bugünkü yaşam standardımız ortadadır, akıl ile yol alanların yaşam seviyesi de.

Eğer elinde imkanın var ise, yüreğin ile birlikte aklını koy ortaya ve küçük söylentilere karşı hep ihtiyatlı davran, çünkü sadece yürek ile çıkılan yol, genelde hayal kırıklığını beraberinde taşımıştır.

Bugün ‘yüreğini koy!’ diye sloganı seçenler, 12 Eylül ile yüzleştiklerinde hayal kırıklıklarını saklayamamışlardır. Onlar vatan için kan dökmüşlerdi, ilk idam edilenlerden oldular. İşkencelerden geçtiler. Bu vatan içindi her şey ama vatan için yüreğini ortaya koyanların acıları, çığlıkları ve hayal kırıklıkları zindanların duvarlarında saklı olarak durmaktadır.

Sadece yüreğini koymak demek, fedai olmayı peşinen kabul etmek demektir. Bir başkasının çıkarı için vücudunu ateşe döndürmek demektir. O başkasının ilerideki yaşamını bilmeden, kendini yok etmek demektir.

Burada sadece bir parti için söylediğimi düşündünüz değil mi, hayır sadece onlar için söylemiyorum, çünkü sadece yüreğini koyanların üstelerine aldıkları kimlik (etiket) o kadar önemli değildir, sonuç önemlidir. Yüreği ile hareket edenlerin yaşamları ortadadır, onları yönlendirenlerinde…

Ülken için, yüreğinin yanına aklını koy!

18 Mart 2009 Çarşamba

Büyük düşün!

Büyük düşün!

AKP seçim afişleriniz görmüşsünüzdür, yurt çapında asılan afişlerde ortak sözler kullanılmıştır. Adayların fotoğrafları veya başbakanın fotoğrafı vardır afişlerde. Büyük düşün!

Büyük düşünce altında neler yatıyor bende onu düşündüm!

İktidara geldikleri günden beri büyük düşündüler ve kasalarını doldurdular. Büyük düşündüler, yatırımlarını büyüttüler. Büyük düşündüler, kışın İran’dan gelen doğal gazın inisiyatifini mollalara verdiler. (onların suçu yok gibi ama aynı düşüncenin devamcısıdırlar.)

Maliye bakanı yasak inşaat yüzünden yaptığını yıktırdı, sonra yasal düzenleme olduğunda yeniden yaptırdığı villası ile meşhurdur. “Çamlıca için hazırlanan yeni imar planından yararlanan Bakan Unakıtan'a daha fazla yapılaşma olanağı da sağlandı. Unakıtan'ın yıllardır ruhsat alamadığı parsele Üsküdar Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi ve 3 No'lu Tabiat Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu'nun kararıyla bir değil üç inşaat izni verildi.”

Maliye bakanın oğlu gözü açıktır, nerede ne olacağını önceden gördüğü için yatırımını ona göre yapar. Büyük düşünürdür kendisi.

Maliye Bakanı Unakıtan’ın oğlu Abdullah Unakıtan, Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki tartışmada kullandığı ‘One minute’ lafını, marka olarak tescil ettirmek için Türk Patent Enstitüsü’ne başvurdu

Başbakanın oğulları ve kızlarının servetini tartışmak demek, belden aşağıya vurmak olarak algılanır. Üzerinde bir birikimi olmadan bazı insanlar nasıl büyük yatırımların içinde olur, nasıl ortak olur diye soruldun mu, belden aşağıya olur. Sorana ise bir görevli gönder, ister maliyeden olsun, ister başka bir kurumdan! Soracağına ve gündeme getireceğine bin pişman olsun ki, daha sonra soru soranlar ona bakıp ders almaları gerek!

Adalet bakanı, görevden uzaklaştırılmış bir belediye başkanına önceden vekaletname vermiş. Vekalet kime verilir, güvendiğin insana! Adalet bakanı demek o kadar çok güveniyor ki, kelepir arsa ya da bine için vekaletname verebiliyor. O adı anılan belediye başkanı çete kurmaktan ve haksız kazançtan dolayı şu andaki durumu nedir?

Tutuklanan belediye başkanın evinden başka bir ilginç belge ortaya çıkmış, şimdiki cumhurbaşkanın eşinin aldığı arazilerin vergi makbuzları çıkmış. Demek ki o belediye başkanına sadece adalet bakanı çok güvenmemiş.

Cumhurbaşkanı adı geçince reşit olmayan oğlunun ticari başarısı da göz ardı edilmemesi gereklidir. Teknoloji bilen, teknoloji içinde ticaret yapar!
AKP milletvekilleri Sosyal Güvenlik Yasa Tasarısı görüşülürken kendi önergelerini red oyu vermişler. Adamlar bakmışlar ki muhalefet evet oyu veriyor. Bu muhalefetin önergesidir diye kendi bakanlarının önergesini red oyu vererek önergenin red edilmesine neden olmuşlar.
Belediyelerin ihale verdiği firmalara bakılınca neden büyük düşündükleri ortaya çıkar!

TOKİ evleri ve sonuçları ortadadır. TOKİ evlerinin zemin etütleri acaba gerçek anlamda jeoloji mühendisleri tarafından ve bağımsız bir göz ile incelenince acaba ne gibi sonuçlara ulaşırız? Deprem olmadan sonuçları görmek bugünkü teknoloji ile mümkündür, deprem sonrası ise nasıl sonuç ile karşılaşacağımız açıkça ortaya çıkacaktır. Deprem dede (uzmanı) olarak bilinen kişiler şimdi AKP seçim çalışması içinde olması tesadüfi midir?

Üzmez olayı, üzmemeye devam ediyor!

Büyük düşün ve oyunu ona göre ver!

16 Mart 2009 Pazartesi

Kuyu!

Kuyu!

Kuyu yaşamımızın bir anında belki olmuştur. Köyde yaşayanlar kuyunun ne olduğunu bilir, çünkü can suyu oradadır. Kuyunun olduğu yerde yaşam vardır, çünkü yeraltında biriken suyu yeryüzüne çıkarmak için kullanılır. Kuyu demek yaşam demekti eskiden, şimdi kuyulardan ölüm çıkıyor.

Yaşamından vazgeçen aşıklar, eğer kendilerini asamıyorlarsa kuyuya bırakırlardı, orada noktalarlardı yaşamlarını ama aşkları sonsuzluğun dehlizine bırakırlardı. Kuyular anıları da saklar. Kuyu etrafında ilk göz ağrıları, ilk gülüşler, kırılan testiler. Kuyular bir çok şeye şahit olmuştur ama seslendiremezler. Seslendirdikleri sadece ölümler olmuştur.

Uzun süren bir savaşın izlerini taşıyor kuyular. Kuyuların içinde bez parçası, iplikler çıkıyor. Bir de parçalanmış kemikler! Kuyular bir dönemin acısını yeryüzüne fırlatıyor.

Açılan kuyular, kapanan kuyular. Suyu çekilmiş ve işlevi kalmayan kuyular. İnsanlığın ilk köylerinin olduğu yerlerden bugüne kadar suyu eksik olmayan kuyular artık su barındırmıyor. Su çürüdü kuyularda, insanın çürüyüşünü anlatıyor!

Kuyular zaman içinde işlev değiştirdi, kullanılmayan artıkların saklandığı alana dönüştürüldü, asitler kuyularda toplanır oldu, kuyunun çevresinde yaşam yok oldu! Asit içine alanı eritti, yok etti, kuyunun duvarını yedi zaman içinde. Kuyu çevresine ölüm saçar oldu. Kuyunun içinden ölüm çıkar oldu.

Kuyuların içinden bağırın, sesiniz evrene yayılmaz, sadece ağzı kadar yukarıya çıkar ve yok olur. Ölümler kuyudan çıkarken, o yüzden kimse duymaz, çünkü haykırış kuyunun ağzı kadardır. Gökyüzü ölüm sesi, son anın nefesini saklar, kulaklar artık sağırdır, duyamaz!

İnsanlığın ilk yerleşim yerlerinde, bugünde yaşam var ama kimse kuyuya gidip su içemiyor, çünkü kuyuda su çürüdü.

Kuyulardan ölüm çıkıyor, kulaklarımız duymuyor, gözlerimiz görmüyor. Geçmiş yaşanmamış gibi davranıyoruz, fakat kuyular bunu yalanlıyor, geçmiş yüzleşmek istiyor, kuyularda ölüm neden var oldu?

15 Mart 2009 Pazar

İtaat

İtaat

İtaat, en bilinen şekliyle bir otoriteye bağlı olmak, davranışları ve düşünceleri otoritenin isteği doğrultusunda kontrol etmektir.

İtaat ise tartışmayı ortadan kaldırır, tartışmanın olmadığı yerde doğmaların olması doğaldır.

Sürekli itaat ederek yaşıyoruz ve kendimizi daha rahat hissedebilmek için itaat eden birilerine ihtiyaç duyuyoruz. Kaybettiğimiz kendimize saygının yerini alıyor itaatin yapay saygısı.

Tek tanrılı dinlerin kitapları “sıradan bir göz ile okunduğunda, okuyana verdiği tarihsel bilginin ve seslendiği topluma getirdiği bir takım yaptırımların dışında, çelişkili, mantık hatalarıyla dolu bir metin gibi gelir. Tarihin en eski zamanlarından beri, bir çok din bilgini, bu çelişki ve mantık hataları ile dolu metnin, ardında ya da altında saklı, gizemli bir mesaj olması gerektiğini düşünerek üzerine çalışmalar yapmışlardır. Bu çalışmalardan bir kısmı akılsal olurken daha çok kısmı, mistik dediğimiz, içe dönük, özel ritüeller içeren çalışmalar olmuştur.” (Yahudi Kadim Mistik Öğretisi Kabala, A. Ekrem Ülkü, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, 2008, sayfa 14)

Bütün din kitapların özünde tümden itaat vardır. ‘Emirler sorgulanmaz, onun aklı gizlidir.’ (Kâfir, Ayan Hirsi Ali, Çeviren: Mustafa Karabiber, Altın Kitaplar, İstanbul, 2008, sayfa:142)

- Alıntı yaptığım çalışmalarda tek bir dini ele alıyordu, fakat yargıları genelleyerek almayı uygun gördüm, çünkü genel olarak baktığımızda kutsal kitaplar vardır ve onları açıklayan milyonlarca kitaptan söz ederiz.–

İtaat sadece dini yapılar için geçerli değildir, kendilerini sosyal/politik olarak gören değişik yapılar içinde geçerlidir. Eğer bir yerde tümden itaat var ise, orada sorgulanamayacak bir şeylerin varlığını peşinen kabul etmek zorundayız.

İtaat korku ile ikiz kardeştir. İtaat edenin korkusu vardır, eğer o korku olmaz ise itaat olmaz. George Orwell 1984 adlı çalışması kesin itaatı günlük yaşama aktarması açısından müthiş bir çalışmadır.

İtaat olan yerde yönetenler tek egemen güçtür. İnsanlar yöneticilerin korkusu ile sinmiştir, özgürlükler kaldırılmıştır, ahlâki ve insani duygular yok edilmiştir, düşünme ve düşündüğünü söyleme yasaklanmıştır, yaşam tüm güzelliklerini yitirmiştir. Hiç kimse birbirine güvenememektedir. Çoğu kişiler casustur. En yakınlarını yönetime gammazlama bir ödev haline getirilmiştir. Bireylerin kişilikleri tamamen silinmiştir.

İtaatkar olmayanın başına gelenler tarih defterinin içinde bol bol durmaktadır. Onlar sürekli olarak örnek olarak önümüze getirilir. Onların sonuçları beynimizin bir yerine kazınır, bir hareket yaparken, oradan uyarı alırız ve davranışlarımızı düzenleriz. Çünkü bizler eğitime ilk adım attığımız günden itibaren itaatkar olmak öğretilmiştir, öğretilmeye de davam eder. Her uyarıcı bizi bir şeylere itaatkar olmaya zorlar. (Sende mi Brutus? Sözü neden günlük konuşmalarımıza kadar girmiş ve yaşamaya devam etmektedir?)

Kendi vücudunu silah olarak kullanımı bir itaat sonucu doğmuştur. Hasan Sabah’ın tarihe bıraktığı bir armağan gibidir, fakat orada dikkat edilen şey karşılıksız itaatdir. Almış olduğu birikim ondan öncesi de vardır, fakat o sistematik hale getirmiştir. Günümüzde bir çok devamcısı olması şaşırtıcı değildir. Fedailik düşüncesi temelinde itaat vardır.

İtaat bir vaat ile olur, eğer insanlara bir şey vaat edilmez ise, onların itaatkar olacağı düşünülemez, o yüzden itaat edene dinler bu dünyada ulaşılamayanı ve imkansızı sunar. “Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, onu orada ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar.” Nisa: 13

Sadece vaat değil, ceza vardır. Ceza genelde bu dünyada yaşarken karşılanır. Fakat bu yeterli görülmez ve ölüm sonrası da cezaların varlıkları beyinlere işlenir.

İtaat kavramının olduğu yerde özgürlük sınırlıdır, o özgürlük sınırları da itaat edilen yaşam biçimi ve düşünce belirler.

“Liberal bakış açısından, bireyin din seçme ve seçtiği din içinden de seçmelerde bulunma özgürlüğü vardır. Bu tartışılamaz. Dinî hükümlerin bir kısmını benimser; bir kısmını reddeder; bir kısmını benimser, ama gereklerini yerine getirmek istemeyebilir, bu onun özgürlüğüdür. İslamiyet bu özgürlüğü ve serbestliği tanımıyor. İslamiyet'i seçen hükümlerini de kabul eder: Artık onun için alkollü içki, zina, kumar, şans oyunları, faiz, bedenin teşhiri haramdır. Zira "Allah ve Resulü bir işe hükmetti mi artık mümin erkek ve mümin kadınlara bunlara aykırı seçme hakkı kalmamıştır." (33/Ahzab, 36) İnsan günahı göze alarak, yani dünyevi ve uhrevi cezalara katlanarak bu yasakları ihlal edebilir ancak. "Ben hem içki içerim, hem başımı açarım, hem de plaja giderim; beni kimse eleştiremez" dersen; bu liberal özgürlük tanımı açısından mümkündür ama İslam açısından mümkün değildir.” ( Ali Bulaç, Zaman Gazetesi, 14 Mart 2009, Cumartesi)

Sürekli kendine yabancı, kolaylıkla itaat eden, kendiyle barışık olmayan insanlar sokakları doldurmaya devam ediyor.