Sazansın
be kardeşim!
Her
canlının hafızası vardır ama elde ettiği tecrübeyi bir başka kuşağa aktaracak
hafıza sadece insanda var olduğu söyleniyor, çünkü henüz evrenimizde ki evrim
devam ediyor bir bakmışsınız bizim gibi tecrübesini kendisinden sonra ki kuşağa
aktaran bir canlı bulunur. Var olan bilgi ile sadece insan vardır elde ettiği
tecrübelerini aktaran. İnsan zaman içinde kendi hayatı içinde biriktirdiği
bilgileri kendisinden sonra ki kuşağa aktararak bir itici güç konumundadır.
İnsanlık sürekli ilerleyecektir her ne kadar görünümde öyle gibi gözükmese de!
Yani diyalektiğin temel maddesi neydi “ben babamdan ileri çocuğumdan geri
olacağım”…
İnsanlık
tarihi binlerce yıldır devam ediyor, birikmelerini ileriye taşıyarak ilerliyor
ama teknolojinin insanı teslim aldıktan sonra ki hızı konusunda yapılmış bir
araştırma yok, çünkü teknoloji insanlık hafızası olan arşivin dijitale
dönüştürülmesi ile tarih boyunca görülmemiş bir bilgi kirliliği ve bilgi
eksikliği ile karşı karşıyayız diye düşünüyorum… Her insan elinin altında ki
dijital aletin aracılığı ile her türlü yaratılmış ya da gerçek bilgiye
ulaşabilir ama Marks’ın değimi ile nereden baktığı önemini hala koruyor, çünkü
bizler artık nasıl baktığımız ile ilgileniyoruz ve nereden baktığımız ile
birbirimize hava atar konumunda küçümseyen bakış açısı içindeyiz. Şimdi biri
bir fikir ortaya attığında, diğeri hemen internete girip istediği kanıtı
bularak karşısındakini çürütecek kadar bilgiye ulaşabiliyor. Ama o
bilginin ne kadar sağlıklı olduğunu kontrol edecek her hangi bir denetim
mekanizması yok, çünkü dijitalleşme her şeyi kolaylaştıracağını sanırken,
insanları denetime almaya çalışan iktidarın elinde, bir silaha
dönüştü. iktidarı ve bilgiyi yayanı denetleyecek mekanizmayı bilerek
ve isteyerek o mekanizma yaratılmadan görmezden gelindi… Ulus devleti ortadan
kaldıran liberal ekonomi ve onun siyasi ayağı iktidarda elbette sermayeyi ve
sermayenin ihtiyacına ve sermayenin özgürlüğü adına ulus devlet mekanizmasını
çökertti ama yerine yeni bir devlet sistemi kuramadı. Bugün küresel boyutta
yaşanan ve bir domino taşı gibi bir birini yıkan her karar bir kaos yaratmakta
ve belirsiz ortamdan gücü olan güçsüzü içinde eritmeye çalışıyor ya da denetim
altına almaya çalışıyor. Mutlak itan bekleyen ulus devletin iktidarı ve
diktatörlerin yerini sermayeden güç alan ama ulusal çıkarları görmezden gelen
köylü kurmazı liderler almıştır. Bu liderlerin tüm işlevi ulus devletin varlık
sebebi olan sermeye birikimi için duvarları yıkmak ve ulusal firmaları teşviki
ortadan kaldırarak küresel çaplı firmaların saldırınsa açık bırakmaktır.
Orantısız rekabet koşulları altında elbette güçlü olan güçsüzü hiçbir yasayı
dikkate almadan (ama dikkate alıyormuş gibi yapan) içinde eritiyor.
Dünyada
esen rüzgar birbirine benzer popülist liderleri ve partileri sağlı sollu
iktidara taşıdı ve bu sayede sağ ve sol kavramlarının da altı boşaltılmış oldu.
Bugün sağ ve sol arasında fark sadece söylem düzeyindedir, çünkü iktidara gelen
sağ ve sol liderler ve partiler küresel sermayenin hizmetinde hiç kusur ve
engel çıkarmadan hizmet etmeye devam ediyor. Bunun en çıplak örneği Almanya
başbakanı Gerhard Schröder olmuştur. Almanya Yeşiller partisinin lideri
Joschka Fischer emekli olur olmaz gidip küresel bir firmanın danışmanı
olması tesadüfi değildir. Almanya’da sağ ve sol aynı potada
erimektedir, yerini daha popülist partiler almaya başlamıştır… liderleri
popülist söylem yapamadığı an kaybetmeye başlıyor, çünkü onların öncüleri ve
geçmişleri ne yazık ki popülist politikanın üzerine benzin dökmüş ve daha çok
savunur ve uygulayıcısı olmuştur. Bugün alman SPD ve Grüne (Yeşil) Partisinden
sol bir söylem beklemek aldatıcı ve boşunadır, çünkü onarlın dayanakları
sermayedir ve kurmuş oldukları vakıflar projeler ile bu alana toplumun küçük
birimine girecek şekilde hizmet etmektedir. Kısaca sağ sol aynı kulvardadır ve
biri birine muhalefet etme yerine birbirini çıkarları gereği beslemektedir.
Elbette bu beslemenin de bir sınırı vardır, erimeye başlamışlardır.
Küreselleşme
yaşandığı zaman dilimi içinde elbette ülkemizde bunun dışında değildir.
Ülkemizde henüz ulus devleti tam oturmadan (ki hiçbir zaman o şansı yoktu,
diğer batı devletleri gibi homojen olacak kadar sermaye devleti olarak geçmişi
yoktu) ulus devletinin yıkılmasının ilk sesi 24 Ocak kararları ile 1980 yılında
hissettik. Ve onu izleyen darbe bu süreci daha sorunsuz ve pürüzsüz bir şekilde
sermayenin hizmetine sunacaktır. Artık sermayenin ‘gülme’ zamanı gelmiştir. Bir
bir yaratılan karaborsa ortadan kaldırılmış ve ithal ürünler ülkemize girsin
diye masum gibi gösterilen gümrük duvarları kalkmıştır. Özelleştirme artık
ülkenin gündemindedir ve her gelen iktidar özelleştirmeden bahsetmektedir.
Küçük adımlar ile başlayan bu yıkım süreci yeni bir devlet anlayışının da
oluşması için ortam hazırlamıştır. Solun cezaevlerinde geçmişi ile baş başa
bırakan askeri rejim hızlı adımlar ile yeni Türkiye’yi yaratmış ve halka kabul
ettirilebilmesi için gündemler oluşturmaya başlamıştır. İktidar gündemi
belirlemeye ve muhalefette ona yardımcı olmaya başladığı süreç liberal ekonominin
ortaya çıkardığı bir düşünce ve davranış hali olarak yaşayarak gördük.
Toplumsal muhalefet kendisini iktidarın reflekslerine önceliklerine göre
belirlemeye başlamıştır. Parlamenter rejimden başkanlık rejimine geçiş bu tepki
ile hayat bulmuştur.
Günlük
ve bir incir çekirdeğini doldurmayan konular gündem olurken, sorunların üstü ya
kapatılmış ya da sorunlar zamana yayılarak çözüme kavuşması beklenmiş ama çözüm
olmadığını sık sık içine girdiğimiz sorunlar girdabından da anlaşılıyor.
Küreselleşen dünyanın sorunları dışında bize özgü sorunlar yumağı içinde yarını
düşünemez ve anını yaşayan bir topluluk oluştu. Denetim tamamı ile ortadan
kaldırılmış, var olan hukuk kurallarında yazılı olandan çok sözlü olanın
geçerli olduğu bir süreç içindeyiz. Değişen sistemin kendi içinde yapması
gereken hukuki düzenlemeler de henüz tam olarak gerçekleşmemiştir ve sorun
olarak sürekli hayatın içinde durmaktadır. Dünyanın hiç bir ülkesinde bizim
kadar sık gündem değişen ülke yoktur diye düşünüyoruz ama biraz dışarıya çıkanlar
ve küresel medyayı incelediğimizde genel sorunlar onlarda da olduğunu
görebiliyoruz, bir birinin aynısı olmasa da benzerlikler çoktur…
Küreselleşme
ulus devletini yıkmıştır ama yerine henüz hukuki düzenlemesi olan bir devlet
anlayışı koyamamıştır. Sermeyenin ihtiyacı olan yardım eski ulus devletinin
yıkıntısı içinde işçilerin üzerinden fazla fazla elde edilen artı değer
sermayenin hizmetindedir. İşçiler bu küreselleşme ve liberalizm sürecinde elde
etmiş oldukları tüm haklarını kaybetmiş gibiler, sendikalar işlevsiz ve daha
genel söylem ile iktidarına yardımcı olmaktadır. Kısaca sermaye içinde işçi
sendikaları vardır. Var olması muhtemel toplumsal patlamanın sibop görevini
layığı ile yerine getirmekteler, o yüzden sendika liderleri maaşları halktan ve
üyelerinden genelde saklanmaktadır… Ulusal sermayenin krizi, emekçilerin
üzerinden elde edilen artı değerler ve mallarda ki fiyat ayarlaması ile
geçiştirilmeye çalışılmaktadır. Bizim cebinizden alınan paralar ile iflas etmiş
firmalara para aktarılıyor...
Bugünlerde
suni olarak yaratılan gündemlerden biri geçmişte ulus devletinden kalan
ilkokullarda okutulan ant meselesi. Kaldırıldı, yeninde okullarda olsun mu
tartışmasını bir mahkeme kararı ile yeniden güdeme geldi. Bunu duyan ulus
devletine özlem duyan küçük bir azınlık yeninden konsun diyerek iktidarın
gündemine balıklama atladı. Çünkü geçmişte yaşanan tartışanları uygulamaları
unutmuştu. Sık değişen gündemler elbette kendisine uygun bir kitle yaratır,
geçmişini anımsamayan, okumayan, araştırmayan ama popüler söyle açık bir kitle.
Popülizm zaferi bu geniş kesimi yaratmasıdır. Çünkü lider düşünür ve diğerleri
ona biat eder. Bu geniş kesimin bir kültürü ve geleceğe aktaracağı bir birikimi
de yoktur, çünkü dijital ortamda öğrendiklerini veya paylaşımları paylaşmak ve
homurdanmaktır. Dikkat ederseniz arşivler ve kütüphaneler eskisi gibi nemli
değildir, olsa da olur olmasa da derken eski binalara yapılan restorasyon
gibidir. Kaleye çelik kapı yaparlar, çünkü o yaptıkları kapının arkasında
çalınmaya uygun son model dijital alet vardır…
Yeniden
ant meselesine gelirsek, ulus devleti ihtiyacı var diye, asimilasyona yardımcı
olsun diye her sabah çocuklara söyletilen ırkçı antların da başarı oranı
ortada, başarılı olamadı...
Antlar
ve marşlar kim için yaratılır ve ne için kullanılır? Kısaca bunu düşünün.
Ulus
devleti homojen olmak ister. Tek bayrak, tek millet, tek din, tek mezhep...
Şimdi ülkemiz teklerden mi oluşur, öyle bir şey yok, çok kültürlü, çok dilli,
çok dinli ve çok mezhepli bir ülke...
Ulus
devleti projesi zaten ülkemizde oturtulamadı, çünkü işin maddi yönü ile
ilgilenildi, diğer şeyler zamana iteklendi. Alevi ve Kürtlere karşı marşlar
söylendi, antlar içildi... Onları hep sürgün diyarının öteki insanı olarak
gördünüz ve algıladınız… Sonuç ne oldu?
Devletin
asil sahibi olduğunu iddia ettiğiniz tek mezhep, tek din iktidara geldi,
gelirken de yeri geldi diğerleri olarak görülen ötekilerin duyguları ve siyasi
gücü kullanıldı... Sizi kullananlar ötekilerini de kullandı, siz olmasaydınız
bugün ki iktidar olur muydu, çünkü siz kusura bakmayın ama “sazansınız” ,
onların istediği gündeme atladınız ve ak ile kara gibi onların dediğinin
tersini söylediniz, bu sayede var olan desteğinizi de kaybettiniz, bugün
iktidarın gücü sizin eseriniz! (burada “sazan” birikimini ileri kuşağa
aktaramayan anlamındadır)
İktidarın
belirlediği gündeme sazan balığı gibi atlayanlar ve onların “kaldıracağım”
dediğini “kaldırtmayacağım,” “satacağım” dediğini “sattırtmayacağım” (12
Eylül’den sonra ki ilk siyasi tartışmayı anımsayan vardır sanırım, Calp (Halkçı
Parti) ve Özal (ANAP) tv ekranlarında ne yapıyordu? Karagöz Hacivat
oyununda Özal galip gelmiş “sattırmam” denilen köprü iktidara gelir gelmez
halka arz olunmuş ve satılmıştı) oyunu hala iktidarın belirlediği gündem içinde
devam ediyor. Bir şey de ısrar ediyorsanız uyumaya devam ediyorsunuz
demektir... Sizi uyutan bir çok gündem maddesi var ve sizler de “sazan” gibi
atlıyorsunuz, yaşadığınız anı tespit edememiş, elinizden gidenleri göremeyen,
kusura bakmayın “sazan balıkları” gibisiniz...
Gelmeyin
oyuna diyeceğim ama zaten bu yazımı okuduktan sonra hemen unutacaksınız ve
iktidarın gündeminin parçası olmaya devam edeceksiniz...
Her
devletin vatandaşı, hak ettiği iktidarı, iktidarda tutar...
İsmail
Cem Özkan