19 Şubat 2022 Cumartesi

Markasız siyaset olur mu?

Markasız siyaset olur mu?

 

Başka açıdan sorarsak eğer solda marka olur mu?

 

Siyasi partilerin markası liderleridir burjuva siyaseti için, lider marka olunca elbette o markanın da bir fiyatı olur…

 

Siyasi hayatımızın marka olan liderleri koltuklarında hep kalmışlar, kalamayanların ise sonucunu bir kaset belirlemiştir, çünkü marka olmak aynı zamanda taklit edilmeyi ya da saldırıyı peşin kabul etmek gereklidir.

 

Diğer yandan marka olmak, siyaset için para kaynağıdır. Liderin resimleri, imzası, çevresi, tüketimi de paraya dönderilir... Bundan en fazla yakın çevresi yararlanır diyorsanız büyük bir yanılgı içinde olursunuz... Bakın dolandırıcılar en çok bugünlerde hangi markayı kullanıyorlar? "Efendim" diyor telefonun öteki tarafında "ben emniyetten ya da savcılıktan arıyorum, elimizde Fetö ile ilgili bir dosya var..." o an nefes tutuluyor, arkaya bir fon veriliyor...

 

Ne kadar suskunluk uzun sürerse o kadar etkilidir, çünkü beklenmedik anda gelen telefon resmi bir söylemin ağırlığı hissedilir...

 

Bunu yapan Fetöcüler mi?

 

Asla değil! olsa zaten teşhir edilir, operasyon yapıldıktan sonra öyle böyle değil, yandaş, candaş medyanın günlerce süren bir propagandasına dönüşür, fakat sürekli birileri para kaybediyor, kaybedenlerin önemli bölümü okumuş, makam sahibi olan, unvanı olan kişiler. Şimdi onlara “meslek aptalı” insanları da söyleyenler var, ama onlar aptal olsaydı unvanları almak için o kadar şey düşünüp gerçekleştiremezdi, demek ki aptal filan değiller...

 

Kısaca bu arada verilen ara dolandırıcının istediği etki yapar, illüzyona girer, gider bankadan parayı çeker ve verir... Peki, bu ortamı yaratan siyasiler hiç mi bu dolandırıcılara dolaylı teşvik etmemiş olmasın...

 

Dolandırıcı adı üzerinde siyasi değil, mesleği bu…

 

Dolandırıcının bir siyasi ayağı yok ama dolandırıcı siyasi atmosferi çok iyi takip edip, kendi mesleği için yaratıcı olanlardır...

 

Taklit etmez, yeni şeyler bulur ve uygular...

 

Köprü satılacaksa ilk onlar satar, bakar siyasi köprü satışı iyi, bütçe açığını köprü satışı ile kapatmayı düşünür, dolandırıcılarda siyasilere yol gösterici olur, liberalizm dersin nereden aldığının önemi yok, önemli olan para kazanmak...

 

Sonuç mu, efendim marka olmanın bir de bedeli vardır..

 

Peki, radikal örgütlerin markası var mı?

 

 Elbette var!

 

Tüm dünyada “Che” her solcunun markasıdır, kapitalistler ondan sigara, çanta üretip para kazandı... Küresel olarak paraya döndürdüler... Bayraklar, flamalar filanı boş verin, sadece çay bardağından bile milyarlarca para kazandılar, çakmaktan...

 

Neyse efendim küresel markaların yanında bizim yerel liderlerin markalarda var, örneğin Mahir Çayan bir markadır. Sadece Mahir Çayan ülkemizde tanınır, başka ülkede tanınmaz, örneğin Türklerin en çok yaşadığı Almanya’da Mahir Çayan sol taban tarafından tüketilen marka değildir, Alman solcusu Mahir Çayan'ı tanımaz... Türk solcuların küçük bir kesimi tüketir, tüketim Türkiye’de üretilir orada etnik pazar içinde tüketilir...

 

Aynı şekilde Deniz Gezmiş... Deniz Gezmiş, Mahir Çayan'a göre daha popülerdir. Hatta onun geleneğini devam ettiren siyasi yapılar bu markayı kim pazarlarsa pazarlasın en sonunda bu popüler duruş kendi siyasi yapılarına pozitif katkı yapacağını düşünerek, tüketim haline gelmesine hatta onun ağzı ile uydurulmuş hikayeler ile destanlaştırılmasına ses çıkarmazlar...

 

Kısaca marka varsa siyasette, para kazanlarda olur ve genelde bu parayı o siyaset ile ilgisi olmayan tüccarlar kazanır...

 

Üreticisi olan Çin her türlü markadan taklit ürün üreterek her etnik pazara mal üretir... Bu arada 12 Eylül öncesi bir derginin logosu markalaştırmak için bayağı bir çaba sarf ediliyor, dergiler yayınlanıyor, ölenlerin üzerine bayrak şeklinde örtülüyor, hatta flamanın yanında kolye, yüzük şeklinde üretilen metal tüketim malzeme üretiliyor ama diğer tüketim metaları gibi popüler olamadı.  Sembolü şimdilik küçük bir çevre içinde pazarlanmaya devam ediyor, pazarlayanlar piyasa üreticisi olan tüccar değil, hiç bir yerden gelir olmayan, ticari kafa yerine arkadaşının ihtiyacını karşılayan küçük dar alan paslaşması şeklinde devam ediyor... Elbette o da ticaret ama sonuçta markalaşmamış ürünün yaygınlaşması şimdilik piyasa koşullarının dışına düşüyor ama olmayacak anlamına gelmez…

 

Marka için ortam çok önemlidir, bazen firmalar o ortamı yaratır, bazen küresel siyaset ihtiyacına uygun devletler içinde popüler bir şeyler yaratır ve tüketime sunulur. Popüler bir şeyler ihtiyaca göre yaratılır ve birden talep ortaya çıkabilir, onun içinde o siyasi hareketin toplum içinde biraz yaygınlaşması gereklidir. Örneğin AKP iktidara geldikten sonra marka olarak Rabia işareti geliştirdi ama ülkemiz için yabancı olan bu sembolün tüketim maddesi olamadı ama ak kelimesi ile başlayanlar birden markalaştırıldı, hatta AKP lideri kendi adını marka olarak tescilletti… Yani onun adına yapılan her türünden marka hakkını istiyor…

 

Marka için sadece görünür olması gerekli bir ortam yaratmıyor, başka şeylerinde yan yana gelmesi gereklidir...  

 

Geçen günlerde yaşanmış Sezen Aksu örneğinde olduğu gibi, “camiden serçeye taş atılması” sonucu birden marka değeri artmış ama piyasa koşulları onu daha fazla pazarlamak için kullanmadan söndürmüştür. Amaç ile hedef arasında bir sorun çıkmıştır, iktidarın dolayı ya da direkt temsilcisine yönelik saldırı, amacın çok dışına çıkınca, saldırının karşılığı bedeli ağır olacağını düşünen siyasi irada bu marka oluşturma sürecini yarıda kesip ve sonlandırdı… Kısaca bir marka değeri var ama popüler olmaktan siyasi tercih ile ortadan kaldırılmıştır...

 

Hepimizin sanırım kafasında oluşan soru şu olmalıdır; markasız siyaset olur mu?

 

Marka haline gelen bir lider olunca örgütlenmek çok kolay, hatta çevresini tüm günahlarını üzerine atacakları bir hedef tahtası olabiliyor… Makta olmak risktir, siyasette riski içinde hep taşır…

 

İsmail Cem Özkan

16 Şubat 2022 Çarşamba

Kadın meta değildir.

Kadın meta değildir.

 

Hayatın içinde kadının üzerinden bir erkek hep geçer, ona rağmen kadın kendi üzerine tüm yükünü vermiş erkekten kaçar, erkek onu kovalar ve zor ile ona sahip olmaya kalkar.

 

Bir anlık zevk için erkek kadını metalaştırır.

 

Para vermeden zor ile elde etmeye tecavüz denir, nikah altında olunca kadınlık görevi denir.

 

Tecavüzden kaçan kadını belki bir erkek kurtarır, o kurtaran erkek de kadının üzerinden geçmeyi düşünür, çünkü kadını sistem metalaştırmıştır.

 

Sistem kadını canlı, onu düşünen, ihtiyacı olarak gören bir düşünce yöntemi olarak göstermemiştir.

 

Kadın, doğduğu an ayrıma uğrar, negatiftir ayrım, pembedir negatif ayrımın rengi. Pembe rengi alır ilk doğduğu andan itibaren.

 

Kadın üzerinden geçilecek bir meta olarak eğitilir, fakat bazı kadınlar direnir, cinsiyetsiz olma hakkını kullanıp, cinsel yaşamı yerine meslek yaşamını seçer ama onun seçmesinin önemi yoktur, çünkü kariyerde üzerine erkek almaktan geçmektedir...

 

Tecavüz edenden kurtaran erkek, fırsatını bulunca kadının üzerine yatar...

 

Kadın konusunu bir kovboy filminde şöyle anlatıyor; yaşını almış bir kovboy ve bir kız çocuğu dağın başındadır, kız çocuğun ailesini yok etmiş olan kötü kovboylara karşı iz sürüyorlar. Erkek dağ başında soğuk bir gecede kıza sesleniyor, “gel yanıma yat”, kız diyor ki “ben hala kızım, hiç erkek üzerimde olmadı, ya da erkek eli değmedi” diyelim... Kovboy ona hayatın acı gerçeğini anlatıyor, “nasıl olsa bir erkek senin üzerinden geçecek, sen şimdiden hazırlan buna, kaçarın yok”...

 

Şimdi sabah sabah neden aklıma geldi bu konu?

 

Türk filmlerine bakarken, iyi erkek kaçan kızı kurtarır, fakirlikten, tecavüzcüden, hastalık yüzünden gözünü kaybetmiş olan, kaçırılan sesi güzel bir sahne sanatçısı... Yani kaçan ve kaçırılan kadını, iyi adam kurtarır. Kadın minnettarlığını o iyi adam ile evlenerek gösterir... Belki evlenmeden yatar ama o iyi adam onu terk eder, çünkü çıkar parası olan kadın ile evlenmek ve sermayesini güven altında tutmak...

 

Türk filmlerinin başka boyutu, diziler...

 

Dizilere bakın, eskiden ne kadar naif, eğlenceli aile yaşantısı yerini bağıran, isyan eden, sürekli sesli ama bağırma şeklinde sinirli konuşmalara terk etmiş, hepsinde bir isyan var ama kader diyelim bu erkeğin kadının üzerinden geçmesi, babasız kalmış anne rolü, çocukları için fedakarlık yapan, iş arayan kadın imajı, hepsinde erkek üzerime yatsın çabasını görüyoruz.

 

Burada düşünce yapısında başka boyut katmışlar, kadın meta ama amacına giden yolda vücudunu kullanmayı düşünen hatta uygulayan kadın. Vücudunu bu sefer pahalıya satmaya çalışan bir kadın imajı var... İsyankar, bağıran kadın, sürekli hakkı için mücadele ediyor ama bir yere geliyor ve kıyafetleri, davranışları ile patronuna ya da patronun oğlu müdürü her ne ise kritik noktada yer alan erkeğe kendisini sunması olarak işleniyor...

 

Düşünce yapısında erkek bakış açısında, kadın metadır, henüz insanlaşamamış durumda...

 

Geçen gün bir kadın gazeteciyi cezaevine götüren kadın polisi gördünüz değil mi? Ahlak polisi kadın gazeteciyi bir suçlu gibi sağlık muayenesine götürdü, cezaevine bıraktı...

 

Devlet kadına böyle bakınca, ahalide nasıl baksın diyeceksiniz değil mi?

 

Kadının doğum rengi pembedir, ölüm rengi ne yazık ki mor olmuş durumda... Kadın cinayetleri inceleyin, hepsi kadının üzerine yatmaya çalışan, tecavüz eden erkeğin erkekliğini çevresine gösterme yöntemidir.

 

Kadın gücü karşısında, direnişi karşısında erkeğin, arkasına devleti, arkasına eğitimi, arkasına ahlakı, arkasına görenekleri almasının dışa vurumudur...

 

Kadın cinayetleri siyasidir ve bu siyasi atmosferi gücü elinde bulunduran devlet ve ondan faydalanan sınıf yaratmaktadır...

 

İsmail Cem Özkan