22 Aralık 2019 Pazar

“Sömürge olmayan” halkın trajedisi devam ediyor…


“Sömürge olmayan” halkın trajedisi devam ediyor…

İsmail Beşikçi Özgür Üniversite’de vermiş olduğu konferanstan aldığım notları paylaşayım istedim. Elbette tüm söylediklerini harfi harfine değil, bana yansıyan şekli ile yazacağım. Bu arada hocamın söylemek istediği ile benim algım arasında fark olmuş olabilir, çünkü her dinleyici duymak istediğini öncelikle duyar, katip ne demiş pek önemli değildir!

Bir denetim mekanizması…

1815 yılında sömüren ülkeler kendi aralarında oturup bir konferans ile sömürge coğrafyalarda ki sorunları tartışmışlar, sömürdükleri coğrafyalarda “sömürge toplum” statüsünde sınırlar çizmişler ve bir anlamda centilmenlik anlaşması yapmışlar gibi. Bir birinin sömürdükleri ülkelerinin iç işlerine müdahil olmamışlar, fakat orantısız güç kullanımı ve haksız kazanç getirecek konularda bir birilerini denetlemişler, eleştirmişler. Bir sömürge ülkeden kaçak ne ürün ne de canlı ticareti yapmalarına izin vermemişler…

Sömürgecilik dönemi içinde elbette bir çok gelişme olmuş ama bizim odak noktamız Kürt sorunu olduğu için bizi ilgilendiren sömüren ülkelerin çizdiği sınırlar, ki bu sınırlar korunarak aynı sınırlar içinde bağımsızlık savaşları olmuş ve bir çok sömürge bağımsız olmuş! “Sömürge statüsü” olanların bağımsız devlet olduğu bir süreci yaşamış insanlık tarihi… Sömürge dahi olmayan sömürge halklar ise iç sorun olarak kabul edilmiş ve tarih önüne çıkmalarına izin verilmemiş. Hindistan ve Pakistan’ın iç sorunu Keşmir… Irak, İran, Suriye ve Türkiye için iç sorun; Kürdistan...

Coğrafya içinde sınırlar pek değişmiyor ama o sınırlar içinde statüler değişiyor, devlet isimleri ve bayraklar değişebiliyor… Statüsü olan coğrafyalarda ki iç savaşlar, katliamlar dünya gündemine gelebilmekte ve oluşturulmuş olan Birleşmiş Milletler nezrinde çözüm arayışları olabilmektedir. Yugoslavya iç savaşında statüsü cumhuriyet olan yerlerin bağımsızlık kazanması ile sonuçlanmış, o sınırlar olduğu gibi korunmuştur. Savaş parçalanması oraya çıkarmış ama var olan statüde ki sınırları değiştirmemiştir. Gürcistan içinde cumhuriyetlerin hala Gürcistan merkezi hükümetine bağlı olarak bağımsız devletler oluşmuştur. Ülke içinde sınırı geçerken statülere bakılmakta ve savaş koşulu olan yerde ülkenin cumhurbaşkanı bile habersiz geçememektedir. Daha önce çizilmiş sınırlar var olmaya devam etmektedir.

Bu statü uluslararası ilişkileri ve emperyalist ülkelerin bakış açısını belirliyor...

14 Aralık 1960 yılında sömürge devletlerin bağımsızlık bildirgesi yayınlanıyor ve bu bildirgede sınırlar daha önce çizilen sınırların değişmeden bağımsızlık mücadelesine BM adına destek verilmesi anlamındadır.

Birinci dünya savaşı içinde sömürge olmayan ama Osmanlı sınırları içinde olan Araplar İngiltere’ye başvuru yapıyor ve Osmanlıdan ayrılarak bağımsız devlet ya da İngiliz idaresi altında sömürge/manda olmayı istiyorlar... Sonuç itibarı ile bir statü istiyorlar...

Araplar bu savaş sırasında Osmanlı padişahı ve İslam halifesi “cihâd-ı mukaddes” fetvası çıkarıyor ve bunu Araplar kabul etmiyorlar, tersine bu savaşın bir din savaşı olmadığını ve kendi çıkarları için savaşıyorlar. Osmanlı yanında savaşa giren ve birlikte cephelerde bulunanların tercihi ile diğerlerin tercihleri bu savaşta cephede karşı karşıya geliyorlar. Savaşı kazanan taraf sınırları ve çıkarların paylaşımını belirleyecektir ki öyle de oluyor.

Hoca kürsüde konuşurken dönemin koşulları gözlerimin önünden geçiyordu. Bize anlatılan tarih ile yaşananlar arasında her zaman uçurum bulunmaktadır ama her uçurumun karşı tarafında bazı veriler bize bir şekilde sunulur, verilere bakarak bizlerde gerçeklere birebir bir örten bir şey belki söylemeyiz ama yaklaşık farklı bir gerçeklik ile karşılaşırız.

Hocanın cümlelerine kendi cümlelerimi katıyorum.

Araplar İngilizlerin yanında savaşıyorlar Osmanlıya karşı. Peki, Kürtler ne yapıyor? Osmanlı yanında halifenin emrine uygun İslam adına savaşıyor İngiliz ve Fransızlara karşı. İşte bu tercih Kürtlerin “devlet statüsü” olmamasını sağlıyor, çünkü sömürge olarak zaten yoklardı... Osmanlı devleti içinde sömürge statüsünü elde etmiş toprak yoktur, merkezi hükümet tüm topraklara erişmektedir. Batı sömürge ve emperyalist devletlerden farkı bir örgütlenme şeklindedir Osmanlı imparatorluğu. Osmanlı Sultanı parasını ve devşirdiği askerini (yeniçeri) aldığı sürece fazla karışmamıştır hakim olduğu topraklarda yaşayanlara.

Ulus devleti fikriyatı ile bir çok imparatorluk içinde sömürge olan coğrafyalarda sömürenden ayrılıp kendi devletlerini kurarken, Osmanlı imparatorluğu da bu ayrılıktan nasiplenecektir. Balkan devletleri Osmanlı imparatorluğu içinden çıkacaktır, gayr-ı Müslim kabul edilen haklar birbiri ardına ayrılırken Arnavutluk da balkan devletlerin ortaya çıkması ile merkezi devletinden ayrılmış ve bağımsızlığına kavuşmuştur.

Kürtler iç sorun olarak görülen Anadolu ve Mezopotamya’da ki gayr-ı Müslim halklara karşı Hamidiye Alayları ( Hamidiye Hafif Süvari Alayları) olarak kullanılmışlardır. Onlar bu statüde hareket ederken boşalttıkları yerlere Kürtler yerleştirilmiştir, bir anlamda savaş ganimeti maddi değeri toprak olmuştur. Kovdukları ya da öldürdükleri yerlere Kürtler yerleştirilerek orada merkezi hükümetin yani sultanın korkusu bir anlamda sonlamış oluyor, çünkü nüfus yapısı ve o alanda kültürel doku bozulmuş ve gayr-ı Müslimler yaşadıkları yerlerde azınlık konuma getiriliyordu. Kürtlerin başkent İstanbul’da Kürtçe yayınları vardı, ulus devlet fikrini taşıyan aydınları vardı ama o aydınlar sadece küçük bir çevrenin içinde bulunuyordu, halk günlük çıkarına ve yaşamasına bakıyordu. Rahatsız edilemedikleri sürece ve zengin olarak gördüklerinin mallarını ele geçirip onları yağmaladıkları sürece ulus devlet fikri ile karşılaşmayı akıllarına bile getirmemişlerdir, belirleyici olan kısa vadeli çıkarlardır.

Kürtler tercihi Osmanlı yanında savaşarak birinci dünya savaşında kullanmıştır, çünkü 1891 yılında kurulmuş Abdülhamit’in direktiflerine uygun yapılanmadan elde ettikleri hala tezedir ve canlıdır. Bu gayr-ı Müslime karşı savaşı elbette halifenin tarafı kazanacaktır!

Savaşı Osmanlı kaybediyor.

Kürtlerin yaşadıkları coğrafyada sınırlar çiziliyor. Sınırlar galip güçlerin lehine masa üzerinde çiziliyor. Arapların çıkarlarından önce emperyalist Fransız ve İngiliz çıkarına uygun şekilde cetvel ile devletçikler oluşturuluyor. Osmanlı ve Kürtlerin hayali çöl fırtınası içinde çöl kumu altında kalacaktır. Kürtlerin olmayan statüleri, kaybeden güçler tarafında olunca daha da görünmez olmuştur… Kürtlerin yaşadıkları coğrafya cetvel ile sınırlara ayrılacaktır. Kuzey doğu bölümünde Sovyet toprağı içinde Ermenistan ve Azerbaycan Cumhuriyetleri içinde eritilecek, İran içinde kısa bir süre bağımsız devlet kurmuş olsalar da çıkarlar orada Kürt devletinin yaşamasına olanak vermeyecek ve İran tarafından Sovyetlere Hazar denizinde petrol imtiyazı verilerek işgal etmesi için olanak yaratılmıştır. Bugün ki İran içinde iki cumhuriyet Azerbaycan ve Mahabat cumhuriyetleri Sovyetlerin çekilmesi ile yıkılmıştır.

Statüleri olmayan Kürtlerin toprakları üzerinde devletler kuruldu. Kürtler kurulan devletlerin idaresinde yer almadılar, çünkü ulus devleti anlayışı içinde kurulan devletlerde kültürlerin homojen olması savunulmuştur. Heterojen toplumlarda farklı olanlara karşı asimilasyon politikası ve iç savaş gibi kavramlar iç sorun içinde görünmez olmuştur. Irak, İran, Suriye her ne kadar ulus devlet olmasalar da Arap/Fars ağırlıklı Sünni/Şii devlet olarak konumlandırılmış bir aile devletidir. İran inanç üzerinden çeşitlilik/hoşgörü gösterirken içinde ulusal kültürleri inandıkları din içinde eritme yolunu seçmiştir. Kürtlerde orada İslam dini içinde eritilecek ve asimilasyon ile yok edilmesi olanlardır. Üstelik bir de kısa süren bir de devlet kurmuş, ulusal duyguları sahip bir halktır, İran için birinci derecede tehlikeli ve kontrol edilmesi gerekendir. Türkiye devleti henüz ulus devleti kurulurken Kürt ayaklanmalarına sahne olmuş, Türkiye açısından da İran konumundadır. Suriye için ise zaten yoklardı, o yüzden onlara kimlik dahi verilmemiştir. Irak devleti içinde tehlikelidir, çünkü Mahabat Cumhuriyeti deneyimi ve orada yer alanların aşiretleri Irak toprakları üzerindedir ve Araplara karşı Osmanlı ile birlikte savaşmışlardır.

Kısaca emperyalist ülkeler çıkarlarına uygun sınır çizerken Kürtleri göz ününe dahi almamışlar, onları sınırlar içinde bir iç sorun olarak bırakmışlardır. Belki de Kürtleri denetim dışına çıkacak olan yeni devletçileri kontrol etmek amaçlı bir güç olarak kullanabilecekleri düşünmüş olabilirler. Belki o yüzden şeyh Sait ayaklanmasını İstiklal mahkemesinde İngiliz ajanı olduğunu kanıtlamak için çaba sarf ettiğini görürüz.

Kürtlerin statüsüz olarak toprakları ellerinden alınıyor bir iç sorun haline geliyorlar...

İç sorun tanımı olunca Kürtlerin bağımsızlık veya ulusların kendi kaderini tayın hakkı kavramı onlara uymuyor, devletlerin bakış açısı içinde...

Eğer önceden sömürge olmuş olsalardı ya da kazananın yanında yer almış olsalardı belki bir devletleri olabilirdi, şimdi her ayaklanma kanlı bastırılıyor, savaş suçu işleniyor ama kimse işleyen devlete neden işledin diyemiyor, çünkü iç sorun...

Halepçe katliamını yapan Saddam Hüseyin katliam yaptı diye sorgulanmıyor bile... İdam aldığı davada sorgusunda Kürt sorunu yok, eğer olmuş olsaydı Kürt sorunu görünür olur ve çözüm arayışları olabilirdi ama iç sorun olduğunda ne Türkiye, ne Irak, ne Suriye ne de İran bu konuda rahatsız edilmiş olmuyor, çıkarlar çatışmıyor...

Hoca bunları anlattı...

Devam ile “bugün Kürtler bilinç ile yarına bakmalı” dedi hoca, “kafalarının bir yerinde statüleri olsun diye çalışmak zorunda olduklarını bilsinler, statü yoksa günümüz dünyasında istediğin kadar haklı ol, değerin yok” dedi kısaca...

Statü çok önemlidir uluslararası ilişkilerde, Kürtler bir şekilde statü elde edip görünür olmak zorundalar, 1920’li yıllardan çok daha çetin ve daha karmaşık ilişkiler içindeyiz. Bir yandan ulus devletler şirket devletlere dönüşürken, Kürtler hala kendilerine karşı işlenen suçları uluslararası kamuoyu önüne çıkaracak ne yazık ki dostları yok, dostlarından daha fazla çıkar gereği hasımları vardır…

İsmail Beşikçi hoca üniversitenin görme dediğini görmüş ve bunun için çok büyük bedel ödemiştir. Ulus devleti homojen bakış açısı içinde Kürt yok derken, sahaya gidip yaşadıklarını kaleme alıp bunu bir de bilimsel makaleye dönüştürdüğü için hoca cezalandırılmış ve hapishanelerde unutulası için çaba sarf edilmiştir. Yok sayılanlar yaşıyor ve kendi dillerini ve kültürlerini “sürgün yeri” olarak görülen “o gidip gelinmeyen ama bizim denen topraklarda” geliştiriyorlar. Kürtler bugün ulus devletin anlayışının çökmesi ama henüz yerine başka bir devlet anlayışı oturmamış geçiş süreci yaşayan ama şirket konumuna getirilen devlet içinde de geçmiş anlayışa uygun olarak baskı altında tutulmakta ve gerektiğinde görülen, gerektiğinde yok sayılan konumundalar.

Kürt sorunu bir iç sorun ve terör ile bağlantı kurulmaktadır.

Sağ, sol ve ulusal düşüncenin yıkımına karşı direnenler açısından Kürt sorunu tanımlanmış ama çözüm yolu kafalarda bir çok çözüm yollarının tartışılmasına rağmen bir türlü hayata geçmiyor.

Devletimizin bakış açısı içinde bugün bile iç sorun olarak görülmekte ve askeri ve asimilasyon ile çözüm yolu dayatılmaya devam ediliyor… Kürt realitesini kabul edenler Kürt realitesinin altını ne yazık ki dolduramıyor, çünkü sorunun kendisi sınırlara komşu ülkelerin ve emperyalist ülkelerin çıkarı ile ortak ve karmaşık ilişkiler içindedir.  

İsmail Beşikçi hoca bugün ağır işitiyor, yıllarını düşünce özgürlüğü konusunda mücadeleye adam bir bilim adamıdır. İnatçıdır, çünkü devletin dediğini demek ifade özgürlüğü olmadığını, sistemin görme dediğini görmeyin bilim insanı olmayacağını, itaat ve biat eden üniversitelerin olduğu yerde bilimin ilerleyemeyeceğini, isimlerinin önüne unvan alanların sadece maaşa almak dışında başka şey düşmediklerini ifade etmektedir. Bugün üniversite akademik kadrosunda yer alanların bireysel mücadelesinin akademinin biat etmediği anlamına gelmediğini vurguladı… Çünkü devletimiz, üniversitelimiz kurulurken devletine biat etmiş ve onun çıkarı gereği gerçekler ve doğrular yaratmıştır.

Her şeyin başı ifade özgürlüğüdür, ifade özgürlüğü olmadan atılan her adım baştan itibaren bağımlıdır ve bilimsel gerçeğe ulaşılmaz…

İsmail Beşikçi ömrünü inat ile görülmeyeni gören, onu ifade etmeye adamış bir bilim insandır. Onun karanlığa karşı direnişinde aynı ortamda nefes aldığım için onur duyduğum bir insandır…

Yazıyı yazarken İsmail Beşikçi hocanın ifade etmediği ama üzerinde geçtiği bölümleri kendi iç konuşmam içinde okuduğum kaynaklardan bana kalanları ekleyerek biraz genişlettim… Bugün ki siyasal duruma karşı hocanın konumu bellidir ama o belli olanı yazıya dökmedim… Elbette her veri yeni yorumlara yol açar, her yorum düşünce özgürlüğü için atılan küçük adımlardır…

İsmail Cem Özkan