26 Kasım 2015 Perşembe

Hibrit savaş!

Hibrit savaş!


Yaşadığımız savaşa hibrit savaşlar deniyormuş... Hibrit savaşlarda en çok tekrarlanan cümle hiç bir şey eskisi gibi olmayacak! Ama her zaman hep eskisi gibi akmaya devam ediyor... Değişen tek şey kan gölü kan denizi oldu.
Peki, son günlerde sık tekrarlanan ‘Hibrit’ ne demektir. Bu konuda aslında belirli bir görüş ortaya çıkmış, niyet değil, somut veriler ile bunu tanımlamışlar bile. Bizim bu tanımdan uzak tutulmamız ise algılarımız ile oynanırken olmuş. Evet, içinde yaşadığımız bir savaşın adını koyanlar, elbette senaryoyu ve senaryoya uygun olarak karakterleri ve o karakterlere nefes verecek taraftarları da seçmiş.
Tek suçları belirli coğrafyada ve belirli bir kültürün içinde doğmuş olan insanlar, gelecek beklentisini dahi yaratamadan birileri adına kendi vücudunu bombaya çevirip kalabalığın içinde patlatması. Peki bu eğitimden geçmiş nesil nasıl oldu da bu oyunun içinde bir figüre dönüştü ve kim için, hangi amaç ve nasıl bir düzen için kendisini havaya uçurdu ve neden belirli yerlerdeki kalabalık içinde buna hayat verdi.
Savaşlarda önemli olan nedenler değil sonuçlardır, sonuçlardan kimler kazançlı çıkıyor ve kimlerin çıkarlarına hizmet ettiğine bakmak gereklidir, çünkü hibrit savaşlarında neden yaratmak çok basit ama sonucundan yararlanmak o kadar basit bir analizi ile ortaya çıkarmıyor. Karmaşık ilişkilerin olmasının en önemli sebebi taşeron olarak başkalarının kullanılması. Taşeron katiller ise kime hizmet ettiğine bakmadan, güdülenmiş bir şekilde kendisini canlı bombaya dönüştürüp patlatması. O patlama sonucunda hiç alakası olmayan birilerin de bu işten karşı çıktığını görebiliyoruz. Yani parayı veren kim, kim bu işten faydalandı bölümü net bir sonuç çıkarmamızda görümü fluğlaştırmış olsa da sonuçta para ve yayılma isterisi ile hareket eden sınıf ve ülkeler bellidir. Taşeron işlerde ana parayı veren, işi yapan ülkeler ve kurumlar maddi olarak kazançlı çıkmakta, kaybeden bu işin emeğinde olan bireylerdir.
Hibrit savaşların en karakteristik özelliklerinden biri vekalet savaşlarıdır. Yani görünürde ortada bir devlet yok ama onun adına birileri çatışıyor... Kısaca bu tanıma göre yukarıda da açıkladığım gibi taşeronlara iş yaptırmaktır. Çalışma dünyamıza giren taşeron işçilik olayı toplumsal olaylarda ve toplumun yönlendirmesinde de araç ve yöntem olarak kullanılmakta ve isim değişikliği yapılarak görünür çıplaklığa kıyafet giydirilmektedir. Parayı veren hiçbir riske girmeden, en verimli şekilde başkasının emeğinin üzerinden daha fazla artı değeri kendi kasasına aktarmasıdır. Burada sanki işçi ve o işçiyi pazarlayan firma / kurum karlı çıkıyor gibi gözükse de sonuçta bu ilişki içinde esas kazançlı çıkan en sonunda taşeron işçiden yararlanan firmadır, çünkü uzun vadeli olarak iş yerinde işçi istihdam etmeyerek hem işçinin sendikal örgütlenmesini hem de onun özlük hakları ile uğraşmamış oluyor. Örgütsüz bir sınıf, var olan kapitalist sistemi yıkamaz, yerine başka bir şeyi ikame edemez yaşadığımız son kırk yıl içinde kapitalist sistem yıkılmış, onun en önemli aracı devlet darmadağınık olmuş ama onun bu kriz ve kaos ortamını iyi değerlendirebilecek gerçek anlamda sınıf partisi ve örgütlülüğü olmadığı için devrim koşullarını kapitalistler taşeron yapılar ile kendisini rehabilite etmeye savaş ile krizden çıkmaya çalışmaktadır. Kapitalist sistem ortaya çıktığı günden bu yana ilk defa bu kadar evrensel anlamda kriz yaşamakta ve evrensel kuralları henüz tam oluşturamadan ulus devletin yaratmış olduğu engelleri ortadan kaldırmaya el yordamı ile çalışmaktadır. Ulus devletten gelen engeller ve çelişkiler bugün yaşanan savaşların da nedenleri arasında yerini almaktadır. Ulus devleti parçalanmakta ve ulus devlet içinde yaratılmış olan pazar ve sermaye birikimi yapan katmanlar dağılmakta ve yeniden oluşturulmaktadır. Pazar aynı coğrafyada ama ürünler artık başka yerlerde başkalarına üretilmekte (taşeron) başkalarının lisansları ile kendi malın gibi piyasa sürmektedir. Montaj sanayi, ulus devletleri birbirine mecbur bırakarak arada kopması olasılığı olan ülkenin o olasılığını da ortadan kaldıracak ilişkiler ağı içinde tutmaktadır. Kapitalist sistem ulus devletlerin iktidarlarına yeni roller vermiş ve kendi çıkarını korumak ve paranın yirmi dört saat rahat hareket edebileceği borsa yapılanmasını sağlamıştır. Fakat, bu yapılanma da açıklar çok büyük ve üretim olmadan üretim yapıyormuş gibi rakamlar ortada dolanmakta ve sanal yaratılan sermaye borsalar arasında rakam olarak hareket etmektedir. Gerçekten olmayan maddi karşılığı olmayan para toplumları değiştirmekte ve kriz ortamına sokup çıkarmaktadır. Ve bunu kontrol edebilecek şimdilik uluslar arası hukuk kuralları yoktur ama fiiliyatta yaşam alanındadır.
Hibrit savaşların diğer özelliği de, barış ve savaş dönemlerinin bulanıklaşmasıdır. Öte yandan, hibrit savaşlarda kazanç ve kayıplarda farklı görüş ortaya çıkıyor. Son kırk yıl bizim ülkemizde adı konulmamış savaş yaşanmaktadır, ne zaman çatışmazlık ortamı yaratıldığını ve zaman açık savaş koşullarının yaşadığı olağan üst hal durumunda olduğumuzun kesin çizgisini kimse ortaya süremez. Irak işgali ve sonrası yaşanan durum da daha açık ve nettir. Kürdistan’ında içinde yer aldığı ülke üçe parçalanmış ve fiiliyatta parçalanan üç coğrafyada ne zaman barış süreci yaşandığı ve hangi durumda açık sıcak savaş olduğu ve savaşan örgütlerin yapısal konumlarının sürekli değişim gösterdiği ve ittifak ilişkilerin çöl toprağında olduğu gibi kaygan olduğunu görebiliriz. Örneğin IŞİD ortaya çıkaran koşullar ve destekleyen yapıların karışıklı bu savaş tanımı içinde yer alan bulanıklığı daha net olarak ortaya sermektedir. IŞİD ortaya çıkması ve kısa sürede büyük bir coğrafyada etkili olmasının net fotoğrafı olay yaşandığı için net değildir ama yaşanmakta olayların sonuçlara bakarak ilişkileri çözebiliriz. IŞİD kuruluşunda yer aldığını tahmin ettiğimiz ülkeler ve kurumları kısaca gözden geçirdiğimizde Suriye iç savaşında açıkça tavır alanların olduğunu ve sonuç itibarı ile uluslararası ilişkilerden en fazla maddi kazanç sağlayanlar olarak el yordamı ile hissedebiliriz. Suriye iç savaşından kazançlı çıkmak için sefer düzenleyenlere maddi destek veren ülkeler kategorisinde Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ilk anda gözüme çarpanlardır. Ama ırak içinde yapılanan ve devletleşme yolunda adım atan Kürdistan özel yönetiminin de bu yapıdan büyük ölçüde yararlandığını görebilmekteyiz. IŞİD tehdidine karşı İran dahil olmak üzere bir çok ülkeden silah ve askeri destek almış bir özel yönetim vardır ve fiilen artık orası bir devlettir. Kürdistan Ezidilerin yaşadığı bölge saldırısı dışında gerçek anlamda bir saldırı ile karşı karşıya kalmamış, sınır çizgisi içinde kontrollü bir çatışmazlık ve çatışmamazlık halini korumuştur. IŞİD’in oluşumundan en çok yararlananlar arasında Irak- Kürdistan olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Hem IŞİD karşısında yer almakta (geçmişte Halepçe Katliamını yapan Sünni Saddam Hüseyin (Baas Partisi) tabanı üzerinde kurulan IŞİD!) hem de sonuç itibarı ile en fazla yararlanan ve devletleşme yolunda somut adım atan kurum olmuştur. Petrol satışı, Türkiye ile çatışmazlık halinde olduğu iller üzerinde hakimiyetin artık fiilen değil somut hale geldiği ve kuzey komşusu ile sıcak ilişkiler olmasını sağlamıştır.
Hibrit savaşlarda, psikolojik yöntemin daha yoğun kullanılıyor... Kalabalık ortamda patlayan her bomba sonuçta korkuyu büyütmekte ve korkunun yaratmış olduğu yeni savunma ilişkilerini ortaya çıkarmaktadır. Paris saldırısı tam bu yönteme uygun olarak ve zamanlaması mükemmel seçilmiş bir patlamadır. Avrupa’ya doğru mülteci akımının olduğu bir anda Paris katliamı bu yöntemin kimler tarafından ve hangi amaçlar için kullanıldığının en somut örneğidir. Paris saldırısından kimler kazançlı çıkmıştır diye sorduğumuzda vereceğiniz her yanıt psikolojik yöntemin ne kadar başarılı bir şekilde kullanıldığı gerçeği ile karşılaşırsınız. Ortadoğu’da savaşı besleyenler ve silah satışı ile ülke içinde yaşadıkları krizi aşmak için maddi açıdan yorumlayanlar bu katliamdan kazançlı çıkarken, dışarıdan gelen mülteci akımına karşı kendi ülke içinde karşı bir duygusal duvar örmüşlerdir. Kendilerini saldırı altında hissedenler, işlerini kaybedecek korkusu yaşayanlar, hayat kalitesinin düştüğünü hisseden orta sınıf artık bu savaşın birer taraftarı olmuştur. Savaşı kendi ülkelerinde istemiyorlar ama başka yerlerde katliamlara alkış tutacak konuma gelmişlerdir. Savaştan beslenenler psikolojik yöntemden olabildiğince faydalanmaya devam ediyor, Ankara katliamı bunun en çıplak örneğidir. Suriye iç savaşında taraf olanlar iktidarını korumuş ve güçlenerek çıkmıştır.
Hibrit savaşlarda biyolojik/ kimyasal silah yaygın olarak kullanılmaktadır... Suriye ve Irak’ta savaşan ama dünyanın her tarafında kendisine biat eden taraftar bulan IŞİD orantısız ve kontrolsüz büyümesi ile savaş aletlerine ve çeşitliliğine ihtiyaç duymakta ve onun için savaşın olmazsa olmaz olan biyolojik ve kimyasal silahları kullanmaktan çekinmemektedir. Savaş suçunu araştıran kurumlar bu silahların zaman zaman kullanıldığını rapor etmekteler. Peki bu teknolojiye sahip olan ülkeler / firmalar kimlerdir, IŞİD kendisi bu teknolojiye sahip olmadığına göre kimlerden ve hangi maddi güç ile ele geçirmekte kullanmaktadır. Bu sorunun yanıtı da savaşan tarafların aslında bir biri ile sıkı bir ticari ilişkisi içinde olduğu gerçeği ile bizi karşı karşıya bırakır. Savaşanlar ortak firmalar ile bir birine teknolojik silah transferi yapmaktadır. Bir laboratuvar alanı kullanan silah sanayisi bir çok yeni ürününü bu çatışma alanında kullanarak dünya piyasasına ürününü sunmakta ve satmaktadır. İki dev ilaç sanayisinin tek açtı altında toplanmasına giden sonuç yaşanan bu hibrit savaşın sonucunda olduğu gerçeğini şimdilik kamuoyundan saklamaktadırlar, silah sanayisi ve ilaç sanayisi iç içedir. Biyolojik ve kimyasal silahlar bu ilaç firmaları içinde üretilmekte ve satılmaktadır.
Yaşadığımız sürecin adı konulmuştur, bizler bu savaşta birer figür olarak yerimizi almış ve bize verilen ve bizim da haberimiz olmadığı rolü oynamaya devam ediyoruz. Bu hibrit savaşı sonucunda kapitalist sistem alternatifsiz olarak kendisini yeniden yapılandırmakta ve hatta bu savaşın sonucunda ihtiyaç duyduğu uluslar arası yasaları ve bu yasaları uygulamasını kontrol edecek yapılar kurarak çıkabilir. İslam devletleri ve İslam örgütleri sıcak savaşın alanıdır ve bu alan içinde radikalleştirilen İslam kendisinin yapamadığı reformu yapmaya zorlanmakta ve onun önüne alternatifsiz tek bir yol konulmaktadır. Hibrit savaşları elbette sınırları ortadan kaldırıp yeniden sınırları ortaya çıkaracak ve 3. Dünya savaşı denilen kavramı yaşadığımızın farkına varmadan yaşamış ve sonucuna ulaşmış olarak çıkacağımızı ileride batılı tarihçiler bize not olarak verecektir.
İsmail Cem Özkan